Gönderen Konu: İnsan ve İman 2  (Okunma sayısı 98 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5904
İnsan ve İman 2
« : Mayıs 03, 2024, 07:10:43 ÖÖ »


İnsan ve İman  2

Bilim ile din arasında sadece yöntem farkı vardır.

            Din vahye dayanır, deneyüstü olanları izah veya tefsir eder. İnsana, ruhun en yüksek mertebeden ifadesi niteliğindeki; en yüce varlık ve en yüce hakikat olan Allah fikrine ulaşmasında rehberlik eder.

            Bilim, deney ve gözleme dayanır. Duyu organlarının intibalarını değerlendirir, bilgileri düzenler Kur’an ayetlerinin akli delillerini keşfeder. Dinin daha güzel anlaşılmasına yardımcı olur. İmamının kuvvetlenmesine katkı sağlar. “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır.” (Hz.Ali)

            Örneğin;Kur’an diliyle Yüce Allah, “İki denizibirbirine karışmamak üzere salıvermiştir.Aralarında bir engel vardır. Birbirlerine geçip karışmazlar.” (Rahman/19-20) Din ile ifade edilen bu gerçek on dört asır sonra araştırma ve gözlem yoluyla, tuzluluk oranları farklı iki deniz arasında, var olan bir engel sebebi ile bu iki denizin, sularının karışmadığı gerçeği, bilimsel olarak keşfedilmiştir. Örnekleri çoğaltabiliriz.

           İnsan, akıl melekesiylekâinat nizamını idrak edebilir. Ve bu nizamın şuuruna vakıf olabilir. Yaratanı tanımak bu şuurla mümkündür. Bu şuur en kâmil manada Fahr-i Kâinat Efendimizde tecelli etmiştir.

            İslam ideali bütün nimetleri kapsar. Bu ideal adına müminin katlandığı her zahmet kendisi için bir nimettir. Zira mutlu sonun kapıları, ancak acıların anahtarı ile yani nefse muhalefet etmekle, nefsani lezzetlere kapılmaktan korunmak sureti ile açılabilir.

            İslam bedenen ve ruhen, ahenk içinde yaşayan insanı hedefleyen, ilahi bir nizamdır. Bedenin organları, nasıl bir ahenk içinde hareket ediyorsa insan, manevi varlığı ve ruhaniyeti ile de aynı ahenge sahip olmalı ki dengeli bir hayat yaşayabilsin. Bu bağlamda kalp nerede ise insan orada muteberdir.

            İslam, insanın ahlaki ve sosyal tekâmülünde en önemli faktördür. Zira cemiyetler iman ile kurulur, ilimle tekâmül eder. Devlet egemenliği, hükümranlığı Allah adına kullanmakla süreklilik kazanır.

            İslam’ın, beşer saadeti için gerekli olan kuralları, bütünü ile kapsadığına, kalben inanan, inandığı gibi yaşayan mümin, İslam idealini en geniş hatları ile ruhaniyetine sindirmiş olur. Sonuçta nefse muhalefet ederek nefsini arındırır, şeytanı düşman bilir, onun şerrinden emin olur. Kalbini dünya sevgisinden ve masivadan temizler, dosdoğru yola ulaşır. Heva ve heveslerini terk eder, onları ilah edinmekten necat bulur. Böylece ahlaken güzelleşir.

           “Din nedir? Ahlak (hadis-i şerif)”mucibince inanç bütünlüğünü kazanır ve karakter bozukluğundan kurtulup, mümtaz bir şahsiyet olur. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” ayet-i kerimesinde beyan edilen yaratılış amacına uygun olarak ve kulluk bilinci ile hayatını yaşar. Bu hâl kula kulluk kapısını kapatıp, Allah’a kulluk kapısına yöneliştir.

            “Kulum bana farz olan ibadetler ile yaklaşır.

Nafile ibadetler ile de yaklaşır. Ozaman kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı ben olurum” (hadis-i kutsi) mucibince Hakk’a giden yol, mümin için açılmış olur. Bu süreçte akıl hikmeti, ruh kudreti ve azameti kavrar, muhabbet idraki dinamik hale getirir.

            Muhabbetullah ile çıkılan bu yolda, varılan bir menzilden sonra aklın idrak sınırı biter. Bu defa kalp devreye girer. “Ben ancak mümin kulumun kalbine sığarım” (hadis-i kutsi) beyanınca Yüce Allah’ın isimleri, sıfatları ve fiilleri ile kâinattaki zerrelerin tecelligâh noktalarındaki tecellilerine aşina olur. Bu yol müminin ruhaniyeti ile Allah’a yönelişi, kendini bilmesi, acziyetini idrak etmesi sonucunda, erişilen dosdoğru bir yoldur.

Ancak engelleri çoktur. Bu yolda Resülullahın, “Allah’ım bana eşyanın hakikatini öğret” duası mümin hakkında tecelli edince, kalbi uyanıklık meydana gelir. Mümin feraset sahibi olur ve Hakk’ınayetlerini her zerrede kalben idrak eder.

            “Müminin ferasetinden (anlayış) korkun. O,Allah’ın nuru ile bakar” (hadis-i şerif) gereği feraset sahibi olan mümin yaratılmışlara Allah’ın nuru ile bakar.

            Her varlıkta arşın nurunun, dolayısıyla Yüce Allah’ın tecelligâh noktası vardır.Allah’ın nuru ile bakan mümine bu tecelligâh noktası ayan olur. Görülen bu nur varlığın yaratılış hikmeti, eşyanın hakikati, İlm-i Ledün’dür.  (gaybın gizliliklerinin bilgisi)

            Bu yola açılan kapı acziyet, yokluk kapısıdır. Zira varlıkta nefsin zevki, “Gerçek o ki insan (ilim ve malda) zengin olduğunu görmesi ile azar” (Alak-6) yoklukta muhabbetullah (Allah sevgisi), Allah’a aşk vardır. Ancak yakınlığınhâsıl olabilmesi için salikin de Yüce Allah tarafından sevilmesi esastır.

            “(Resulüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir”(3/31) ikazı Kur’an ve sünnete tabi olmadan bu yolda mesafe katledilemeyeceğinin beyanıdır. Kur’an ve sünnete, sımsıkı sarılarak çıkılan bu yolda, seven ve sevilen aynileşince,mürid (isteyen) ile muradullah da (Allah’ın istediği) aynileşir ve böylece müminin ruhaniyetiyle Allah’a yönelişi sonucunda muhhabbetullahhâsıl olur.

            Muhabbetullah, müminin idrakinden ve bütün hücrelerinden fışkıran bir kudrettir. Ve bütün kudretlerin fevkindedir (üstünde). Muhabbet var olmanın temelidir. Akıl ile ruh, akıl ile vicdan, kafa ile kalpmuhabbetullahta yani Allah aşkında birleşirler. Kalp Allah aşkı ile yanar ve yine onunla hayat bulur. Cümle eşkâl aşkla görülür. Bu durum marifetullahtır (Allah’ı bilmek). Bu halde mümin Yüce Allah’ın kendisine bildirmek istediklerini bilmek ister ve Allah da ona bilmek istediklerini bildirir. Böylece irade-i cüz’iyle ile irade-i külliye aynileşmiş olur.

            Salikin Hakk’a yürüyüşü kâh coşkun ve bulanık kâh durgun ve berrak akarak ummana kavuşan, sonuçta adı sanı kalmayan ırmak gibidir.

            Bu yolda derviş kâhvecd ile (kendini kaybedercesine ilahi aşka dalma) kâh sevgi bağında ve dost ikliminde saklı olan hakikatlere aşina olarak, sakinleşen ve berraklaşan, Hak indiğinde veli, halk nazarında deli nitelemesi haliyle seyrini sürdürür. Salik seyrini sürdürürken:

                        “Az ye az uyu az iç

                        Ten mezbelesinden geç

                        Dil gülşenine gel göç”

İbrahim Hakkı Hazretlerinin mısralarını rehber edinir.

Çünkü riyazet (kanaatle yaşama) olmadan ruhaniyetin bedene galebe çalması mümkün olamaz.  Bu sebeple nefsin hakkını verip, hazzından kaçınmak esastır. Nefsin hakkını asgari düzeyde tutmakla bedeni varlık giderek gerilerken ruhaniyet aynı oranda güçlenir. Böylece ruh, bedeni arzulardan uzaklaşınca insan ulûhiyeteyaklaşmış olur.

            Bu süreçte nefis;nefs-i emmare (Allah’a isyanda ısrarcı olan nefis) nefs-i levvame (Allah’a isyan edince üzülen, sevap işleyince sevinen nefis), nefs-i mülhime (Allah’ın emir ve yasaklarına uyan nefis), basamaklarından geçip nefs-i mutmainneye yükselir (Mümin olan, huzura eren Allah ile manen irtibatta olmanın hazzına ulaşan nefis). Rab olarak Allah’tan razı olan, Allah’ın da kendisinden razı olduğu niteliğe erişir, aslına döner ve kalbi safiyethâsıl olur. (Allah’tan başka her şeyin kalpten silinmesi)

            İmam-ı Rabbani Hz. ifadesi ile“Bedenin, her zerresini diri tutan ruha, beden ile birleşmesi sonucunda terakki (yükselme) miraç kabiliyeti verildi, bu nitelik onu meleklerden üstün ve şerefli kıldı.” Nefis bu niteliğe erişince; gündüzün gelmesi sonucunda karanlığın sona ermesi gibi kalp masivadan (Allah’tan başka her şey) temizlenir ve Allah’ınnazargâhı olur. O zaman salik, gönül penceresinden; baş gözüyle dünyayı, kalp gözüyle ahireti, sır gözüyle Mevla’yı seyretme haliyle hâllenir.Tevhit ile erişilen bu makamda kesretten vahdete, sonludan sonsuza intikal (bir halden başka bir hale geçiş) vuku bulur. Böylece, “Biz insana şah damarından daha yıkınız.” (Kaf: 16) ayeti kerimesi ile ifade edilen hakikate farkındalık hâsıl olur. Ummana kavuşunca eseri kalmayan ırmak misali, beşeri nitelikler bütünü ile işlevsizleşir ve kul Allah’ta fani olur, ruh safiyetine ulaşır. “Biz ona o insana kendi ruhumuzdan üfledik” ayet-i kerimesişümulünce (delalet) üflenen ruh, onu üfleyen Hakk’a dönmüş ve sükûnet bulmuş olmasına uygun olarak, salik de sır gözü ile Mevla’yı seyretmesürurunu (zevk) tadar.

            Ulaşılan bu makam irşatmakamı ve bu makama ulaşan salik de mürşittir. “Yalan yere mürşitlik iddiasında bulunmak imansız gitmeye sebeptir.” (Hacı Şaban Efendi Hz.)

            “Elestü” bezminde postu serenler,

            Lafza bakmamışlar mana demişler.

            Uykudan uyanıp, sırra erenler,

            Bu fani âleme rüya demişler.”

            “Aşk ile bul hakka yol

            Boş bulunma hakla dol

            Kimsenin kulu olma

           Olursan aşka kul ol.”

      (Ali Nihat Tarlan)

Kelamın kemali, sözün hale dönüşmesi, insanın yaradılış amacına ulaşmasını sağlar.

Gönül dilinin aracı güzel söz, akıl dilinin ise doğru sözdür. Sözlerin en doğrusu Allah kelamıdır.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzab/70)

“Çünkü böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar.” (Ahzab/71)

Hayırların celbi, şerlerin def-i niyazlarımla…

Halit Eşkan

Matematik Muallimi

Bahaddin Elçi

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42