www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET iSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => Günahlar - Büyük Günahlar => Konuyu başlatan: anadolu - Ocak 23, 2023, 09:40:17 ÖS
-
Günaha Yaklaşmamak
İmam Ebu Hanife (r.a.), "El - Fıkhu'l - Ekber" adlı eserinde, günah işleyen mü'minin kâfir olmayacağını şöyle beyan ediyor:
"Bir müslüman, helâl saymaması şartıyla büyük günahlardan birini işlemesi ile kâfir saymayız. Ona, gerçek anlamda mü'min deriz. Bir mü'minin kâfir olmamakla beraber günahkâr olması caizdir.
Günahlar, mü'mine zarar vermez demeyiz. Keza günah işleyen kimse, cehnneme girmez de demeyiz. Dünyadan mü'min olarak ayrılan kimse, fasık da olsa cehennemde ebedî kalacaktır, demeyiz.
Mürcie'nin dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz de affedilmiştir, demeyiz. Fakat kim, bütün şartlarına uygun, müfsid ayıplardan uzak amel işler ve onu, küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü'min olarak ayrılırsa, şübhesiz Allah, o-nun amelini zayi etmez, bilakis kabul eder ve ondan dolayı sevab verir, deriz.
Allah'a ortak koşmak ve küfür dışında büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü'min olarak ölen kimsenin durumu, Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse, onu cehennemde azab eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz.[1]
Şehid İmam (r.a.), bu konudaki "Ehl-i Sünnet ve'l -Cemaat"ın görüşünü böyle izah ediyor... Çünkü Rabbimiz Allah, büyük günah işleyen mü'min müslümanlann inkâr etmedikçe iman ehli olduklarını ayet-i kerimelerde beyan buyurmuştur...
"Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olurlarsa, aralarını bulup düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla tecavüzde bulunacak olursa, artık haksızlıkla tecavüzde bulunanla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şübhesiz Allah, adil olanları sever. [2]
Bu ayet-i kerimenin, nüzul sebebine bakıldığında mes'ele daha iyi anlaşılır...
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
(Medine'ye gelişinin ilk günlerinde) Rasulullah (s.a.s.)'e:
(Hazcrecliler'in başkanı) Abdullah İbn Ubeyy'in yanma gitseniz (de İslâm'a ça&ırsamz hayırlı olur), denildi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), bir eşeğe binerek, müslümanlar da kendisiyle beraber yürüyerek, Abdullah İbn Ubeyy'in (Âliye'deki menziline) gitti. Gidilen yol, çorak bir arazî idi. Rasulullah (s.a.s.), İbn Ubeyy'in semtine vardığında, O, Rasulullah'a:
Benden uzak dur! Vallahi, eşeğinin kokusu bana ezâ veriyor! dedi.
Buna karşı Ensar'dan Hazrec kabilesinden bir adam:
Vallahi, Rasulullah'm eşeği, koku yönünden elbette senden daha temizdir, dedi.
Abdullah İbn Ubeyy'in hesabına, onun kavminden biri öfkelendi de bu iki kişi sövüştüler. Bunlardan her birinin taraftarları öfkelendiler de aralarında hurma deyneği ile, ellerle ve pabuçlarla vuruşma oldu.
Enes:
"Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olurlarsa, aralarını bulup düzeltin.[3]ayetinin indirildiği haberi bize ulaştı, demiştir. [4]
"Abdullah b. Abbas (r.a.), bu ayeti izah ederken şöyle demiştir:
Allah, Peygambere ve mü'minlere, iman eden iki grubun birbirleriyle savaşmaları hâlinde onları, Allah'ın hükmüne davet etmelerini ve onlara adaletli davranmalarını emretmiştir.
Şayet her ikisi de Allah'ın Kitabı'ndaki hükme boynu eğmeye karşı çıkacak olurlarsa, işte o, azgın bir gruptur. Mü'minlerin emirinin, Allah'ın hükmüne boyun eğinceye kadar onlarla cihad etmesi ve onlarla savaşması gerekir.[5]
Zaman zaman mü'min müslümanlar arasında kavga çıkabilir, anlaşmazlıklar olabilir ve iki grup olarak savaşabilirler... Elbette böyle bir üzücü olayı, hiçbir muvahhid mü'min olan şahsiyet arzu etmez, gönlü buna razı olmaz, fakat hasbe'l - beşer bu olaylar gündeme gelmektedir... Taraflar arasında ortaya çıkan kavgada ve savaşta, Rasu-lullah (s.a.s.)'in beyan buyurduğu helak edici yedi büyük günahtan biri olan, "Allah'ın haram kıldığı bir canı öldürmek" gerçekleşir.. [6]
Rabbimiz Allah, böyle bir kavga veya savaşta ölen ve öldüren mü'min müslümanlarm, bu günahlarından dolayı imandan ve İslâm'dan çıkmadıklarını beyan etmek için:
"Müzminlerden iki topluluk çarpışacak olurlarsa" diye buyurmuştur... Dolayısıyla Allah'ın hükmünü inkâr etmedikçe ve helâli haram, haramı da helâl saymadıkça, şirk koşmanın dışında büyük günah işleyen mü'min müslümanlar, imanlarını kaybetmez, onlarda imanın varlığı devam eder...
Şehid İmam Ebu Hanife (r.a.), "El - Âlim Ve'l - Mü-teallim" adlı eserinde, bu konuda şunları beyan eder:
"Mü'min, irtikab ettiği günahı azaba çekileceğini bilerek işlemez. Fakat işlediği günahı, ya Allah'ın affedeceğini umut ettiği için veya hastalık ve ölümden önce tevbe . edeceğini umduğundan dolayı işler.
Kişi, kendisinden korktuğu yiyecek, içecek, harb, deniz yolculuğu vs. gibi şeylere yönelir. Eğer insan için batmaktan kurtulmak umudu olmasaydı hiçbir zaman deniz yolculuğu yapmazdı. Yahud zafer umudu olmasaydı, hiçbir zaman harbetmezdi.[7]
"Haram, iki türlüdür:
Allah'a karşı işlenen haram, kullara karşı işlenen haram.
Allah'a karşı işlenen haram, şirk koşmak, tekzib etmek ve küfürdür. Allah'ın kullarına karşı işlenen haram ise, kullar arsında cereyan eden haksızlıklardır.
Alİah ve Rasulü (s.a.s.)'i yalanlayan kimsenin, beni yalanlayan kimse gibi olması gerekmez. Çünkü- Allah ve Rasulü'nü yalanlayan kimsenin günahı, bütün insanları yalanlamasından dolayı kazanacağı günahdan daha büyüktür. [8]
"Mü'min, Tevhid'i terk etmediği müddetçe, bütün günahları da işlemiş olsa, yine Allah düşmanı olmaz. Zira düşman, düşmanına buğz ve nefret besler, noksanlık izafe eder.
Halbuki mü'min, büyük günah irtikab etmesine rağmen Allah'ı, her şeyden daha çok sever. Keza, mü'min, ateşte yakılması, yahud da Allah'a kalbinden iftirada bulunması hususunda muhayyer bırakılsa, ateşte yakılmayı, Allah'a gönülden iftira etmeye tercih eder.
"Şübhesiz mü'min, Allah'a isyan ettiği zaman ameli, her ne kadar taat ve rıza yönüyle şeytana muvafık olsa da, işlediği bu masiyet ile şeytana itaat eden, onun rızasını isteyen ve ona yönelen kimse olmaz.[9]
Rabbimiz Allah, günahkâr mü'min müslüman kullarının tevbe edip o günahlardan vazgeçmelerini ve kendilerini arındırmalarını emrediyor:
"Ey iman edenler, Allah'a, kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki Allah, sizin kötülüklerinizi Örter ve altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. [10]
Tevbe, kişinin işlemiş olduğu büyük günahlardan tamamen vazgeçmesi, pişman olması ve bir daha günah işle-rnemeye kesin karar verip bu karan üzerinde direnmesi demektir... Büyük günah işleyip bundan vazgeçerek tevbe etmeleri emredilen günahkâr kullarına:
"Ey iman edenler" diye sesleniyor Rabbimiz Alİah!.. Demek ki, inkâr etmedikçe, helâli, haram ve haramı helâl saymadıkça, nefsine ve şeytanın vesveselerine kanarak işlenen büyük günahlar, mü'min müslümanı iman ve İslâm dairesinden dışarı çıkarmaz... Elbette Allah'a şirk koşmak ve İslâm'a küfretmek, bu olayın dışındadır... Bu hâller kişiyi, dinden çıkarır, imanı yok eder ve onu işleyeni mürted hâline getirir...
İmam Tahavî (r.a.) şöyle der:
"Hz. Muhammed (s.a.s.)'in ümmetinden olan büyük günah sahibleri, tevbe etmemiş bile olsalar, iman edip Allah'ı tanıdıktan sonra, Tevhid inancına sahib olarak öldüklerinde cehennemde ebedî bırakılmazlar. Bunlar, Allah'ın dilemesi ve hükmüne tabidirler. İsterse onları, kitabında:
"Şübhesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder.[11] şeklinde buyurduğu gibi, fazileti ile affeder ve bağışlar, isterse onlara adaleti ile cehennemde azab eder, daha sonra da bunları, cehennemden kendi rahmeti, itaatkâr kimselerinden olan şefaatçilerin de şefaati ile çıkarır ve cennetine gönderir. İşte Allah'ın bu muamelesi, kendini tanıyanların dostu olmasından ve bu kullarım, Allah'.m hidayetini yetiren, O'nun dostluğuna erişemeyen, inkarcı kimseler gibi bir tutmamasından ileri gelir.
Ey İslâm'ın ve müslümanların sahibi olan Allahım, Sana kavuşuncaya kadar bizi İslâm'dan ayırma.[12]
Enes b. Malik (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Şefaatim, ümmetimin büyük günah sahiblerinedir. [13]
Şehid İmam Ebu Hanife (r.a.), "El - Fıkhu'l - Ekber" adlı eserinde şunları beyan eder:
"Yüce Allah, kullarına karşı lütufkârdır, adildir. Kulun hakkettiği sevabı lütfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaleti icabı olarak işlediği günahlardan dolayı cezalandırır. Zira kendisinden bir lütuf olarak bağışlar da.
Allah, dilediğini kendisinin bir lütfü olarak hidayete ulaştırır. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür, Allah'ın sapıklığa düşürmesi, hızlanıdır. Hızlanı-nın mânâsı ise, Allah'ın razı olacağı şeylerde onu, muvaffak kılmayıp yardımını kesmesidir. Bu, Allah'ın adaleti gereğidir. Keza Allah'ın, günahkârları isyanları sebebiyle cezalandırması da, adaleti icabıdır.[14]
Yeri gelmişken, "Ehl-i Kıble"nin durumunda söz etmek gerek...
Şehid İmam Ebu Hanife (r.a.), "Er - Risale" adlı eserinde "Ehl-i Kıble" hakkındaki görüşünü şöyle açıklar:
"Bil ki, benim görüşüm şudur:
Kıble Ehli, mü'mindir. Onları, terkettikleri harhangi bir farizadan dolayı imandan çıkmış kabul etmem. İmanla birlikte bütün farizaları işlemekle Allah'a itaat eden kimse, bize göre cennet ehlidir.
İmanı ve ameli terk eden kimse ise, kâfir ve cehennemliktir.
İmanı bulunduğu hâlde farizaların bazısını terk eden kimse, günahkâr mü'mindir. Onun azab görmesi yahud affedilmesi, Allah'ın dilemesine bağlıdır. Eğer Allah, ona azab ederse, günah işlediğinden dolayı azab eder. Günahını mağfiret buyurunca affeder. [15]
"El - Fıkhu'l - Ebsat" adlı eserinde, şehid İmam Ebu Hanife (r.a.)'e, "Fırhu'I - Ekber" sorulduğunda şöyle cevab vermiştir:
"Ehl-i Kıble'den olan bir kimseyi, herhangi bir günahla tekfir etmemen, kimseyi imandan uzaklaştırma-man, ma'rufu emredip münkerden sakındırman, senin için takdir olunan şeyin sana mutlaka isabet edeceğini bilmen, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Ashabından hiçbiri ile ilgini kesmemen, birini sevip diğerini sevmemezlik etmemen, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin durumunu Allah'a havale etmendir. [16]
Enes b. Malik (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Ra-sulullah (s.a.s.):
"Her kim, bizim kıldığımız namazımızı kılar, kıblemize karşı durur ve kestiğimizi yerse, Allah ve Rasulü'nün and ve emamnı hak eden müslüman işte odur. Artık öyle olan bir kimsenin ahd ve emanı hususunda Allah'a (ve Ra-sulü'ne) hıyanet etmeyin. [17]
"Ehl-i Kıble"nin tekfir olunmayacağını beyan eden Molla Aliyyu'l - Karı (r.a.), bu hadisi delil olarak zikredip şu açıklamada bulunuyor:
"Kadı Azudiddin, "Mevakif' ta diyor ki:
Yaratıcı, kadir ve âlim olan Allah'ı inkâr etmenin, yahud O'na ortak koşmanın, yahud Peygamberi inkâr etmenin, Allah tarafından geldiği kesinlikle bilinen, yahud haramları helâl itikad etmenin dışındaki herhangi bir husustan dolayı Ehl-i Kıble olanlardan biri tekfir edilmez. İstisna edilen hususlardan başka bir şeyi söyleyen kimse, kâfir olmaz. Fakat bid'at ehli olur.
Şu hususun bilinmesi lazımdır ki, Ehl-i Kıble'nin günah işlemesi sebebiyle tekfir edilmesi caiz değildir diye bilginlerimizin ifade etmesinden maksadlan, mücerret kıbleye yönelmek değildir.
Rafizîlerden bazı sapıkların:
Cebrail (a.s.) vahy getirirken aldanimştır. Çünkü Allah Teâlâ, Cebrail'i Ali'ye göndermiştir. Fakat o, yanlış olarak Muhammed'e geldi, diye iddia eden ve Hz. Ali'ye (hâşâ) ilâh diyen Rafizîlerin azgınları, her ne kadar Kıb-le'ye yönelerek namaz kılsalar da onlar, mü'min değillerdir.
İşte Rasulullah (s.a.s.), bu hadis-i şerifiyle bunu mu-rad buyurmuştur.[18]
"Reddü'l - Muhtar Ale'd - Dürrü'l - Muhtar" adlı eserin "Metin" kısmında şöyle denmiştir.
"Bid'at: Peygamber (s.a.s.)'den malum ve meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat bu, inad sebebiyle değil, bir nev'i şübhe iledir. Bizim kıblemize dönenlerden hiçbir, bid'at sebebiyle tekfir edilemez."
"İzah" kısmında da şöyle denmiş: "Bizim kıblemize dönenlerden hiçbiri şübhe ile kurulan bu bid'attan dolayı tekfir edilmezler. Amma zarurât-ı diniye hususunda muhalefet edenin küfründe hilaf yoktur. Meselâ:
Bu âlemin sonradan meydana getirildiğine ve cesetlerin haşredileceğine inanmayan, cüz'i şeyleri Allah'ın bildiğini kabul etmeyen bir kimse, Ehl-i Kıble'den olup ömür boyunca ibadetlerle meşgul olsa da kâfirdir. Nitekim, "Tahrir Şerhi"nde böyle denilmiştir.[19]
Dikkat edilecek olunursa, gerek Allâme Aliyyu'l -Karî (r.a.), gerekse Allâme İbn Abidin (r.a.), Ehl-i Kıble'den olup ameller konusunda bid'at işleyenlerin tekfir olunamayacaklarını beyan etmişlerdir... Verdikleri örneklere dikkatle bakılacak olunursa, akîde konusundaki sapıklıklardan dolayı, ibadet eden Ehl-i Kıble'den de olsalar, akîde sapıklarını tekfir etmişlerdir... Çünkü onlar, Tevhid'e aykırı olan şeylere inanan ve savunanlardır... Tev-hid'e aykın olan ve saf imanı bozucu herhangi bir felsefî fikri, herhangi bir şirk ideolojisini ve herhangi bir tağutî düzeni benimseyip savunanın durumu, akîde sapıklığından başka bir şey değildir... Onların, Tevhid'e ve imana aykın olan bu inançlarıyla, istedikleri kadar ibadet etsinler, bu ibadetleri Tevhidsiz ve imansız olduğu için boşuboşuna-dır... Çünkü ibadetin kabulü için, önce katıksız bir iman, sonra tam bir ihîas gerekir... Akidesi bozuk olanın, ibadetleri geçersizdir...
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şu hadisi, bu konuyu daha iyi açıklayıp aydınlatmaktadır...
Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
"Nice oruçlu vardır ki, orucundan kendisine aç kalmaktan başka bir şey yoktur. Ve gece namazına nice kalkan vardır ki, kalkışından kendisine uykusuzluktan başka hiçbir şey hasıl olmaz.[20]
İbadet edenin ibadeti, ya akide bozukluğundan dolayı, ya da ibadetine riya ve kibir karıştırdığından dolayı geçersiz hâle gelir... Yapılan ibadet, Kur'ân-ı Kerim'de ve Rasulullah (s.a.s.)in Sünneti'nde beyan edilen şartları yerine getirilmez, baştan savma yapılıp hafife alınacak olunursa, elbette geçersiz olur... "Dostlar ibadette görsünler veya ibadet ediyor desinler." diye ibadet eden kişinin durumu, ameline riya ve şirk karıştırmaktan başka bir şey değildir...
İmam Tahavî (r.a.), Ehl-i Kıble hakkında şunları beyan eder:
"Kıblemize doğru namaz kılanların, Peygamber (s.a.s.yin getirdiği ve kendisine aid olarak söylediği, haber verdiği şeyleri itiraf ve tasdik ettikleri müddetçe müslü-man olduklarını kabul ederiz.
Ehl-i Kıble'yi, günahı helâl saymadığı müddetçe hiç bir çeşit günahdan dolayı tekfir etmeyiz, yani kâfir olduğunu söylemeyiz.
İman etmekle birlikte günah işleyene, bu günahın zarar vermeyeceğine de inanmayız. [21]
"Ehl-i Kible'den olan her iyi ve facir kişinin arkasında namaz kılmayı ve bunlardan ölenlerin cenaze namazını da kılmayı caiz görürüz.
Ehl-i Kıble'den hiç birini ne cennete sokar, ne de cehenneme atarız. Onlardan şirk, küfür ve nifak gibi herhangi bir şey belirmediği müddetçe, kâfir olduklarına, şirk koştuklarına ve münafık olduklarına da şehadet etmeyiz. Onların gizli kalan şeylerini Allah Teâlâ'ya bırakırız.[22]
İmam Tahavî (r.a.)'in de beyan ettiği gibi Ehl-i Kıble olan muvahhid mü'min müslümanlarm, gerek muttaki, gerek fasık, ya da facir olsun imametleri caizdir... Tevhid anlayışları sağlam, imanları katıksız olan her muttaki mü'min müslümanm peşinde namaz kılmak nasıl caiz ise, yine Tevhid anlayışı sağlam, bütün tağutları redddetmiş, şirkin ve küfrün her çeşidinden alabildiğine kaçınıp uzaklaşmış ve imanı katıksız olan fakat günahkâr bir mü'min müslümanın arkasında da namaz kılmak caizdir... Onun günahkâr ve facir olması, imanını zedelemedikçe, akidesini bozmadıkça, peşinde namaz kılmaya mani değildir...
Şehid İmam Ebu Hanife (r.a.), "El - Fıkhu'l - Ebsat" adlı eserinde şöyle diyor:
"Her takva sahibi ve günahkâr kimsenin peşinde namaz kılmak caizdir. Senin ecrin sana, onun günahı da kendisine aiddir. [23]
İmam Ömer Nesefî (r.a.)'de, "Akaid Metni"nde şunları der:
"Salih olsun, facir olsun (mü'min olan) herkesin peşinde namaz kılmak caizdir."
Bu metni şerheden Allâme Sa'dudin Taftazânî (r.a.) şöyle diyor:
"Çünkü Peygamber (s.a.s.):
"İyi ve kötü herkesin ardında namaz kılınız." buyurmuşlardır.
Bu ümmetin âlimleri, tenkit ve inkâr konusu olmaksızın fasıkların ve heva ve bid'at ehlinin arkasında (cemaat olup) namaz kılarlardı. Seleften bazı zevatın, fasık ve bid'atçıların ardında namaz kılmaktan müslümanları men'etmeleri, kerahete hamledilir. Fasık ve bid'atçıların peşinde kılınan namazın keraheti konusunda söz yoktur. (Fakat kerahet, cevaza engel değildir). Lâkin bütün bunlar, bir fasıkm fışkı ve bid'atçmın bid'atı küfür sınırına varmadığı sürece bahis konusu olur. Fısk ve bid'at, kişiyi küfür sınırına getirdi mi, böylesi birinin peşinde kılman namazın caiz olmayacağı hususunda da söz yoktur.[24]
Allâme Taftazânî (r.a.)'in de beyan ettiği gibi, fasık ve bid'at ehli olanlarda iman var oldukça, müslüman oldukları için peşlerinde namaz kılmak caiz olur... Fakat, herhangi bir şirk ideolojisini veya küfür düzenini benimsemiş, inanarak kabul etmiş ve ona alabildiğine destek verip yardımcı olduğu hâlde kendisini müslümanlardan sayan insanların, Tevhid'le, imanla, İslam'la herhangi bir ilişkileri kalmadığı için onların peşinde namaz olmaz... Onlar, müstevli egemen zalim tağutlarla bir olmuş, onların şirk ve küfür inancını benimsemiş, onlarla aynı şirk görüşünü paylaşıp, aynı küfrî amelleri işledikleri için her ne kadar kendilerinin müslüman olduklarını söylüyor veya öyle görünüyorlarsa da onlar, İslâm'dan ve imandan irtidad eden mürtedlerdir...
Peşinde namaz kılınması, veyahud cenaze namazlarının kılınması caiz olan günahkâr müslüman, akîde konusunda sağlam, amel konusunda fasık olan kişidir... Yoksa egemen zalim tağutların ideolojisini benimsemiş, onların şirk düzeninin ayakta durmasını sağlayan bir kişi değildir...
Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasu-lullah (s.a.s.):
"Salih olsun, facir olsun, hatta büyük günah işlemiş de olsa, her müslümanın arkasında farz namazı (cemaatle kılmak) vacibtir.[25]
Ebu Hureyre (r.a.)'dan; Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
İyi olsun, kötü (facir) olsun her (müslüman) devlet reisi (emir) ile birlikte cihad, üzerinize (düşen) kaçınılmaz bir görevdir.
"İyi olsun, kötü (facir) olsun her müslüman (imam)ın arkasında namaz kılmanız, üzerinize (düşen) kaçınılmaz bir görevdir. (Hatta o imam) büyük günahlar işlemiş olsa bile. İyi olsun, kötü olsun (ölen) her mülümanın üzerine (cenaze) namaz(ı) kılmak, farz(-ı kifaye) dir. Büyük günahlar işlemiş olsa bile.[26]
Abdullah İbn Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Rasulullah (s.a..î.) şöyle buyurdu:
"Lâ ilahe illallah diyen kimsenin cenaze namazını kı-lm. Lâ ilahe illallah diyen kimsenin arkasında namaz kılın. [27] Enes b. Malik (r.a.)'dan:
Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Üç şey imanın esasındandır:
(Birincisi): Lâ ilahe illallah diyen bir kimseye (el ve dil uzatmaktan) çekinmemiz, (işlemiş olduğu) bir günah yüzünden onu kâfir saymamamrzdır. (Yani İslâm'a uymayan) bir fiilden dolayı onu İslâm dışı ilân etmememizdir. [28]
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in bu buyrukları ve değerli imamlarımızın bu açıklamaları sonunda şunu diyebiliriz:
Ehl-i Kıble'den olan herhangi bir müslüman, Tevhid akidesini bozmadıkça, sağlam imanını zedelemedikçe, işlemiş olduğu günahlardan dolayı iman ve İslâm'ın dışına çıkmaz, ancak bir günahkâr mü'min müslüman olur... O-nun ile mü'min müslüman kardeşlik hukuku çerçevesinde muameleye devam ederken, işlemiş olduğu günahlardan tevbe edip kurtulmasına yardımcı olunur ve hidayet üzere hayata devam etmesine vesile olmaya çalışılır...
Şehid İmam Ebu Hanife (r.a.), "El - Fikhu'l - Ekber" adlı eserinde şöyle der:
"Allah insanları, küfür ve imandan hâli olarak yaratmış, sonra onlara hitab ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kâfir olan, kendi fiili, hakkı inkâr ve reddetmesi ve Allah'ın yardımını kesmesiyle küfre sapmıştır. İman eden de, kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah'ın muvaffakiyet ve yardımı ile iman etmiştir.
Allah, Adem'in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara aklı vermiş, hitab etmiş, imanı emredip küfrü yasaklamıştır. Onlar da O'nun, Rabb olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların imanıdır. İşte onlar, bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre sapan, bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. îman ve tasdik eden de, fıtratında sebat ve devam göstermiş olur.
Allah, kıllarının hiçbirini iman veya küfre zorlama-mış, onlan mü'min veya kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman veya küfür, kulların fıileridir. Allah, küfre sapam, küfrü esnasında kâfir olarak bilir. O kimse, daha sonra iman ederse, imanı hâlinde mü'min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değiştirmeksizin onu sever.[29]
Şehid İmam (r.a.)'m bu ifadeleri tekrar tekrar okunmalı ve iyi idrak edilmelidir!..
Muvahhid mü'min şahsiyet masum değildir, fakat günaha yaklaşmamak için elindeki bütün imkânları kulan-malıdır... Eğer gafil olup herhangi bir günah işleyecek olursa, hemen tevbe etmeli ve o günahın kirini nasuh tev-besi suyu ile yıkayıp tertemiz bir hâle gelmelidir...
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh.69.
[2] Hucurât, 49/9.
[3] Hucurât, 49/9
[4] Sahih-İ Buhârî, Kitabu's - Sulh, B.l Hbr.2.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l - Cihad, ve's - Siyer, B.40, H-br.117. İbn Kesir, A.ge. c.13, sh.7407. İmam Ahmed b. Hanbel'den.
[5] Et - Taberî, A.g.e. c.7, sh.5O6.
[6] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l - Vesaya, B.24, Hds.29. Sahih-i Müslim, Kitabu'l - İman, B.38, Hds.145. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l - Vesaya, B.10, Hds.2874. Sünen-i Neseî, Kitabu'l - Vesaya, B.12, Hds.3652.
[7] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh.25.
[8] A.g.e. sh.35.
[9] Ag.e. sh.24.
[10] A.g.e.sh.36.
[11] Nisa, 4/48,116
[12] Dr. Arif Aytekin. A.g.e. sh.58 - 60, Md.66.
[13] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l - Kıyame, B.l 1, Hds.2552 - 2553.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's - Sünnet, B.23, Hds.4739. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z - Zühd, B.37, Hds.4310. İmamı Azam Ebu Hanife, Müsned, sh.38, Hds.28.
[14] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh.70 - 71,
[15] A.g.e. sh.80-81.
[16] A.g.e. sh.43.
[17] Sahih-İ Buhârî, Kitabu's - Salat, B.28, Hds.43. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l - Cihad, B.95, Hds.2641. Sünen-i Neseî, Kitabu'l - İman, B.9, Hds.4964.
[18] İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber Şerhi, Şerh: AUâme Aliyyu'l -Karî, çev. Hüseyin S. Erdoğan, İst.1987, sh.431.
[19] İbn Abidin, A.g.e. c.2, sh.409 - 410.
[20] Sünen-i İbn Mace, Kitabu's , Siyam, B.2I, Hds.1690. Sünen-i Dârimî, Kitabu'r - Rikak, B.12, Hds.2723.
İmanı Suyutî, A.g.e. c.2, sh.424f Hds.2247 (4404). Taberâ-nî, Kebir'den.
Kuzâî, Şihabü'l - Ahbâr Tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, sh.254, Hds.859.
[21] Dr. Arif Aytekin, A.g.e. sh.54, md.52 ve 55 - 56.
[22] Dr. Arif Aytekin, A.g.e. sh.60, md.67 - 68.
[23] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh.56.
[24] Taftazânî, A.g.e. sh.336.
[25] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's - Salat, B.63, Hds.594.
İmam er-Rûdânî, A.g.e. el, sh.252, Hds. 1696. Taberânî,
Mu'cemu'l - Kebir'den.
Ayrıca bkz. Darekutnî, Sünen, c.2, sh.56.
[26] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l - Cİhad, B.33, Hds.2533. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l - Cenaiz, B.31, Hds.İ525. Ayrıca bkz. Beyhakî, Es - Sünenu'l - Kübrâ, c.3, sh.121, c.9;sh.l59.
[27] İmam Suyutî, A.g.e. c.2, sh. 516, Hds. 2487 (5030). Tabe-ranî, Mu'cemu'l - Kebir'den ve Ebu Nuaym, Hilye'den.
[28] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l - Cihad, B.33, Hds.2532. Ayrıca bkz. Beyhakî, Es - Sünenu'l - Kübrâ, c.9, sh.156.
[29] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh.68.
RADYO FANİDUNYA FM
www.fanidunya.net