Kim Bir Millete Benzerse O da Onlardandır
İslam, hayatın tüm alanlarında kendi değerlerini hâkim kılmak ve kendi değerleri etrafında kenetlenmiş Rabbani bir toplum inşa etmek için gelmiştir. On üç yıllık zorlu Mekke yılları bu ayrışmanın itikadi, fikri temellerini inşa etmiş ve cahiliye adına ne varsa hepsini reddeden bir iman sahibiyeni bir nesil oluşturmuştur. Allah Resulü (s.a.v.) Medine’ye hicretle birlikte bu ilk iman neslini, pratik hayatın tüm evrelerinde gayri Müslimlere muhalefet etmeleri konusunda daima ikazlarda bulunmuştur.
Gayr-i müslimlere veya fâsıklara benzeme ve onların nefsanî hayat tarzlarını taklit etme hastalığı, İslam’ın on iki asırlık ihtişamlı dönemlerinde rastlanan bir şey değildi. Ama son iki yüzyıldır gayri Müslimlerin maddi alanda sağladıkları ilerleme ve onun sonucu olarak oluşturdukları güç, mağlupların galipleri taklit etme hastalığını doğurdu.
Gayr-i müslimleri taklit hastalığı, asla hafife alınacak bir mesele değildir. Zira bu -yerine göre-îmânı tehlikeye atan hususları da barındırmaktadır. Zaten bütün kötülüklerin yaygınlaşmasının temelinde de işi basite alma yatmaktadır. Fikrî ve ahlâkî yozlaşmaların da birçoğu, bu tür taklitlerle başlar. Zira taklit, zamanla alışkanlık ve huy hâline gelir. Sonra da zihni ve akidevi benzeşmeyi, beraberliği doğurur. Bunun için Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır” (Ebû Dâvûd, 4031).
Nitekim bizlerin Yahudi ve Hıristiyanların yoluna girmememiz, onları taklit etmemiz için her gün sünnetleriyle birlikte kıldığımız beş vakit namazda Rabbimiz kırk kere şu ayetleri tekrar ettiriyor:
“(Ey Rabbimiz!) Bizi dosdoğru yola ilet. Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların (Yahudilerin) ve doğrudan sapmışların (Hıristiyanların) yoluna değil!” (Fatiha, 6-7)
Bunun manası, beş vakit namaz kılan Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların yoluna kaymaması, onlara benzememesi, onların inanç değerlerinden ve hayat tarzlarından etkilenmemesi için günde 40 kere Yüce Allah’tan yardım istiyor, O’na yalvarıyor.
Şu ayet-i kerime ise kime benzememiz gerektiğini bildiriyor:
“Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ, 69)
Yeni bir yıla girişi kutlama amaçlı ve eğlence olsun diye yapıldığı iddia edilen şeyler aslında modern cahiliye hayatının oyun ve eğlence adı altında Müslüman milletimizin içine sokulan cahiliye örf, adet ve gelenekleridir. Bunun amacı da Müslüman halkımızı İslami değerlerinden koparmaktan başka bir şey değildir.
Yılbaşı kutlaması adı altında işlenen mel’anetleri masum göstermek için, birileri ortaya çıkıp bu kutlamaların Hıristiyanlarla bir ilgisinin olmadığını söylese de; bu geceye özel yapılan hediyeleşme, özel sofra hazırlama, akraba ve arkadaşlarla birlikte kutlama yapma, ev, büro ve alış-veriş merkezlerini Noel ağacı ile süsleme, Noel baba kıyafeti giyen insanların caddelerde dolaşması ve benzeri uygulamalar bu kutlamaların tamamen Hıristiyan kültürü ürünü olarak yapıldığının açık birer göstergeleridir.
Kaldı ki eğlence adı altında yapılanlar ister Hıristiyanlıkla ilişkili olsun, ister olmasın asla Müslüman’ın hayatında yer alamaz. Zira İslam’ın koyduğu haram-helal çizgisinin ister gayri Müslimlere özenti sebebiyle olsun isterse başka sebeplerle olsun yasaklanmıştır. İçki, kumar, fuhuş, israf ve benzeri haramlar her zaman, her yerde ve her mükellef için yasaktır, haramdır.
Her zaman üzerinde durduğumuz konulardan birisi de İslam’ın, insanları inançlarına göre Müslüman ve gayri müslim diye ikiye ayırdığı gibi, topluları da “İslam Toplumu” ve “cahiliye toplumu” diye ikiye ayırmış olduğu hususudur. Müslümanların en önemsiz görülen konularda dahi Cahiliye adet ve geleneklerine muhalefet etmeleri istenmiştir. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Yahudi ve Hıristiyanlar saçlarını hiç boyamazlar. Siz onlar gibi yapmayın” (Buhârî, Enbiyâ 50, Libâsi, 67). “Sakallarınızı serbest bırakın (uzatın), bıyıklarınızı kısaltın. Müşriklere muhalefet edin.” (Buhari, Libas, 64; Müslim, Taharet, 54 )
Yine Resûlullahın (s.a.v.) namaz vakitlerinin duyurulması konusunda bir arayış içinde olduğu dönemde getirilen öneriler arasında bulunan boru öttürme ve çan çalma tekliflerini Yahudilere ve Hıristiyanlara benzeyeceği için reddetmiştir.
Esasen Müslüman’ın bırakın haram işlemesini helal bilinci o derece canlı ve üst düzeyde olmalı ki, haram olan bir şeye el uzatmak şöyle dursun, haram ya da helal olduğu şüpheli olan şeylerden de sakınmalıdır. Zira haramlara bulaşmamanın başka bir yolu yoktur. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Helal bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında insanların çoğunun bilmediği şüpheli şeyler vardır. Dolayısıyla kim şüpheli şeylerden uzak durursa, hem dinini hem de şahsiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli olan şeylere karşı hassasiyet göstermezse, bir gün gelir kendini haramların içinde bulur. Aynen bir koruluk etrafında hayvan güden çobanın durumu gibi; hayvanların koruluğa girmesi her an olasıdır. Şimdi dikkat edin! Her güç sahibinin girilmesini yasakladığı bir koruluğu vardır. Allah Teâlâ’nın koruluğu da haramlardır” (Buhari-Müslim).