BEN KÖTÜYÜM DEMEK NE ZOR İŞ
Şöyle oraya buraya kaçmadan, kendini kandırmadan, mertçe “ben kötüyüm” diyebilmek gerçekten zor zenaat.İnsanın doğasında, yaradılışında kötülük vardır oysa. Hak’tan gelip yine Hak’a aşık olan ruhumuzun yanında; bir de dünyayla aynı hamurdan yaratılan ve bütün bütün kötülük taşıyan bir de nefsimiz var. Nefsin kötülük arzusu öylesine kuvvetlidir ki, kötülük onun canı-kanı ve hatta gıdasıdır diyebiliriz rahatlıkla.
İnsan, Kudreti Yüce Rabbimizin en muamma sırrı. İyi ve kötünün cirit attığı meydan. Ne hep beyaz, ne de tümden kara olan insan. Çoğu kez grilere bulanmış, kirli-paslı insan...
Tasavvufta insana “kendini kötü bil” diye tavsiye edilmesinin, Avlarlı Efe Hazretlerinin deyişiyle:
Herkes yahşi ben saman (Herkes iyi, bir ben kötüyüm)
Denmesinin elbet önemli sebepleri var. Bu telkinin hedefinde insanı tevazuya alıştırmak olduğu kadar, insan tabiatına da kuvvetli vurgu vardır.
Kötü Yönümüz Nefsi Tanımak
İnsanın kötü tarafına bakmak, karamsarlık değildir. İnsan temelde kötüdür de demiyoruz. Ancak eğrisiyle doğrusuyla insanı tanımak, kendini tanımak, asıl kötü olan nefsi tanımaktan geçiyor.
Peki nefsi tanıyınca elimize ne geçecek? Veya nefsin kötülüğünü bilince nereye ulaşacağız? Bu soruların ardına düşmek, aslında neredeyse tasavvufun ana gayesini araştırmak gibidir.
Şimdi bir an düşünelim… İyiyi ve güzeli öğrenmek, biraz da kötüyü ve çirkini görmekten geçmiyor mu? Tıpkı ışığı algılamak için karanlığa veya gölgeye duyduğumuz ihtiyaç gibi.
İnsan ve kainat, zıtlıklar armonisi diyebileceğimiz bir düzen halinde yaratılmıştır. Böyle yaratıldığımız için de zorunlu olarak, yaratılış kanunlarını (Sünnetullah) izleyerek varabiliyoruz, kendimizin hakikatine.
İşte, bu kanunlardan biri de kötü olan tarafımız, yani nefsimiz. Bu yüzden, bütün olarak insanı tanımanın yolu da karanlıklar, hiçlikler ve kötülükler harmanı olan nefsimizi yakından tanımaktan geçiyor.
Öyle ki, ruhumuzun/kalbimizin nurlarını, yine nefis karanlıkları içinde müşahade edebiliyoruz. Tövbe kezzabıyla temizlediğimiz ve zikir cilasıyla parlattığımız kalbimizdeki imanın nurunu, nefsin o bütün vücudumuzu saran kasvetli atmosferi içinde fark edebiliyoruz.
Nefsimizin hiçliğini idrak ettikçe, varlık için tutunacak kulp arayacak ve ancak Rabbimizin ipine tutunabileceğimizi fark edeceğiz. Ancak, ezeli ve ebedi ‘var’ (olan)la varlık kazanabiliriz. Bunun ayırtına varacağız.
Onun Yüce Kitabı, Kur’an-ı Kerim’inin ve Resulünün bildirdiği ahlakın güzelliğini, ancak nefsimizin âdî, mülevves eğilimlerini/hevasını tetkik ettikten sonra kavrayabileceğiz.
Yanlış Tevazu Anlayışı
Yeniden konumuza dönecek olursak; insan “Ben kötüyüm” demekle, mutlak manada kötü olmaz. Olsa olsa, “Kişi noksanın bilmek gibi irfan olmaz” sözünün icabını yerine getirir. Nefsinin kötülüğe meylini itiraf eder.
Burada dikkat etmemiz gereken bir nokta var ki, asıl olan sadece dil ile “ben kötüyüm” demek değildir. Maalesef, bir çoğumuz tevazu yapmak adına, nezaket göstermek hesabına, kendini alçaltan sözler söyler. Oysa kalbinde bu sözün karşılığı yoktur. Hiçte kendini karşısındakinden aşağı görmez ve iç dünyasında kendini kusurlu bulmaz. Böyle yapmak kibir ve ucup olduğuna göre, öyle hissetmediği halde öyle davranmak da riyakarlık olmaz mı?...
Mevlana Hazretlerinin; “Ya olduğun gibi görün, veya göründüğün gibi ol” nasihatini de çoğu defa kendi sığ düşüncemize ve nefsimiz hesabına yontuyoruz. Bu sözde açıkça söylenmese de anlaşılması gereken o ki; insan önce iyi ve hayırlı olmaya gayret edecek, sonra da olduğu gibi görünecek.
Konumuza uyarlayacak olursak, önce fazilet ve takva sahibi olmaya çalışacak, sonra da o olduğu neyse, o kadarıyla insanlara muamele edecek. Yani, göründüğünden çok fazlaymış da tevazu yapıyormuş gibi yapmayacak. Zira, bu durum da ayrı bir kibir çeşididir. Çünkü, kendini büyük görüyor ki küçültmeye çalışıyor(!)
Bazılarımız, beklide henüz hiçbir fazilete sahip olmadan tevazu yapmaya çalışıyor! Ne kadar traji-komik bir durum. Buna şöyle bir misal verelim; adamın biri fakir fukara, bir yerlerden kendine bir takım elbise hediye gelmiş, o da üzerine bol geliyor, üzerinden dökülüyor, tutmuş bir de bu elbiseyle etrafa caka satıyor (!)… Bu adamı görseniz ne düşünürsünüz? Ona hem acır hem de gülmez misiniz?
Cehalet Ayıbımız Sırıtıyor
Bunları neden söylüyoruz? Yıllardır dinini öğrenip yaşama gayreti içersisinde olan insanlarla bir arada yaşıyoruz. Eksiğimizi gediğimizi, müslüman kardeşlerimizle aynı ortamlarda gidermeye çalışıyoruz. Görüyoruz ki, insanımızın büyük bir kısmı, dinini sağlam kaynaklardan ve takva kişilerden öğrenemiyor.
Bir vesileyle bu işe kalkışınca da aradaki boşluğu doldurmak yeni problemler doğuruyor. Yıllar içerisinde öğrenilmesi gerekenler, bir anda elde edilmeye çalışılınca, oramızdan buramızdan sırıtıveriyor. İslam’ı tam bilemeden dini-tasavvufi hayata adapte olmaya çalışan insanlardan, çeşitli hatalar zuhur ediyor.
Bu durum bir yere kadar tabiidir de. İnsan, iyi bildiği bir konuda bile hatalar yapabilirken, az bildiği veya bilmediği konularda fire vermesi normaldir. Bilmemesinden ötürü kimseyi kınamayalım, buna hakkımız da yok.
Fakat, sıkıntının kaynağı, eksik bilgi ve görgümüzü tamamlamak için gayret göstermememizdir. Boşuna dememiş atalarımız; “Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır” diye.
Bu hesaba göre -af edersiniz ama- biz çok ayıp ediyoruz!...