Peygamber Efendimiz’in sav Kardeşlik Çağrısı
Peygamber Efendimiz’in (sav) öncelikli çağrısı, Müslümanların birbirlerine kardeş olmalarıdır. Allah Teȃlȃ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.”
Peygamber Efendimiz (sav) de, îman kardeşliğinin önündeki her türlü engeli ortadan kaldırarak bütün müminleri kardeş ilân etmiştir.
İslâm kardeşliği, ‘Allah için sevme’ ilkesi etrâfında kurulmuş samîmiyete dayalı bir bağdır. Zîrâ Peygamber Efendimiz güler yüzün, tatlı sözün bile bir iyilik olduğunu2 belirtmiştir. Bize birbirimizi sevmeyi tavsiye etmiştir. Mutlu ve huzurlu bir hayâtın gerektirdiği herşeyi öğretmiştir. Bize insanca yaşamanın yollarını göstermiştir.3
Hz. Peygamber (sav) İslâm’ın yayıldığı ilk yıllardan itibâren inananlar arasında kardeşlik tesisini birlik, berâberlik ve dayanışmayı sağlamak, başarıların devâmı ve sıkıntıların aşılması için en mühim tedbir olarak görmüş ve Mekke döneminin sıkıntılı yıllarında, hicretten önce her hâl u kârda birbirlerine maddî ve mânevî destek vermeleri şartıyla Müslümanları kendi aralarında kardeş kılmıştır. Mekke’de çeşitli sıkıntılarla karşılaşan Müslümanlar, bu gâye ile gerçekleştirilen kardeşliğin hayırlı bir meyvesi olarak sabır, sebat ve tahammül duygularıyla birbirleriyle kenetlenmişlerdir. Birbirleriyle kenetlenen ilk Müslümanlar, müşrikler karşısında bir bedenin organları ve bir binanın tuğlaları gibi eğilmeden dimdik durmayı başarmışlar, istikâmetlerini kaybetmeden hicret günlerine erişmişlerdir.4
Mekke döneminde inanmış bir avuç Müslümanın îmanlı yürekler hâline gelmeleri, birbirlerine sıkı sıkıya bağlanmaları, zorlukları îmânlarından aldıkları güçle aşmaları İslȃm kardeşliğinin ana unsuru olarak îmânın gücünü ortaya koymaktadır. Peygamber Efendimiz İslâm kardeşliğinin îmân ile olan böylesi güçlü münâsebetini şöyle ifâde buyurmuştur:
“Îmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de tam îmân etmiş olmazsınız. Size bir şey söyleyeyim ki onu yaptığınız takdirde birbirinizi seversiniz: Aranızda selâmı yayınız.”5
İslȃm kardeşliği bir ve berâber olmayı, tefrikaya düşmemeyi, parçalanmamayı, ayrı baş çekmemeyi, cemaatten kopmamayı, kardeşini ihmâl etmemeyi gerekli kılmaktadır. Birlikteliğin gereği olarak da dayanışmak ve yardımlaşmak esastır. Müslüman, kardeşini aziz bilir. Kardeşlik duygusunu menfaatperestliğe fedâ edemez. Ne buyuruyor Hz. Mevlȃ, îman edip gereğine râm olalım öncelikle:
“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allâh’ın size olan nîmetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz…”6
Bu ȃyet-i kerîmenin gereği olarak Peygamber Efendimiz de evrensel mesajını şu şekilde nazar-ı dikkate sunmaktadır:
“Size bir ve berâber olmayı, ayrılıktan sakınmayı tavsiye ediyorum. Çünkü şeytan yalnız olanla berâber, iki kişiden ise daha uzaktır. Cennetin ta ortasında olmak isteyen kimse İslâm toplumundan ayrılmasın!”7
Yine peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.”8
Bir gün ashâb-ı kirâm:
“-Yâ Rasûlallâh! Yiyoruz, fakat karnımız doymuyor,” diyerek bunun sebebini sormuşlardı.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“-O halde siz ayrı ayrı yiyorsunuz” buyurunca ashâb-ı kirâm:
“-Evet, öyle yapıyoruz,” dediler.
Bunun üzerine Peygamber (sav):
“-Yemeği birlikte yiyin ve besmele çekin ki yemeğiniz bereketli olsun” buyurdu.9
Başka bir hadîs-i şeriflerinde Efendimiz (sav) bizlere şöyle seslenmektedir:
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binâlar gibidir.”10
Müslümanlar birlik ve berâberlik içinde bulunmaz, birbirlerine sımsıkı kenetlenmezlerse, Allah’ın sevgisinden mahrum kaldıkları gibi güçlerini ve kuvvetlerini de kaybeder, ayakta duramaz ve yıkılır giderler. Çünkü “Cemaat rahmet, ayrılık azaptır.”11
Hicretten yaklaşık beş ay sonra, Peygamber Efendimiz muhacirlerle ensar arasında uhuvvet/kardeşlik kurarak Medîne İslâm toplumunda bütünleşmenin sağlanması ve o günkü sosyo kültürel ve ekonomik problemlerin çözümünde çok önemli bir adım atmıştır. Dolayısıyla kardeşlik kurumu asr-ı saadet ahlâkının özünü oluşturmuş ve Müslümanların ahlȃkȋ davranışlarının merkezini teşkîl etmiştir.12
İnsanlık târihinde en anlamlı fedâkârlık örneği; Mekke’den Medîne’ye hicret eden muhacirlerle Medîne’de ikaamet eden, yardım ve iyilikleri sebebiyle “ensar” unvânını alan Müslümanlar arasında tesis edilen kardeşlik bağıdır. Bu târihî ve müstesnâ kardeşlik Kur’ân’da şöyle açıklanmıştır:
“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medîne’ye) yerleşmiş ve îmânı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”13
Ensarla muhacirin özverili tutumları bizzat Cenab-ı Hak tarafından övülmüş ve erdemli bir davranış olarak nitelendirilmiştir. Medîne’ye hicret eden muhacirlerin Mekke’de ne toprakları ne de gelirleri vardı. Medîne’ye yeni gelmişlerdi. İlk anda geçimlerine yardımcı olabilecek bir şey bulamadılar. Medîneliler bu durumu görür görmez gönüllerini ve evlerini onlara açmışlardı. Ensârın, elindeki kıt ve dar imkânları muhacirlerle paylaşması sıradan bir uygulama değildi. Bu düşünce ve anlayış sağlam bir îmân ile bütünleştikten sonra mâlî bir fedakârlığa dönüştü.14
Ensar, “Ey Allâh’ın Resûlü! Hurmalıklarımızı muhacir kardeşlerimizle aramızda taksim et!” dediğinde Peygamber Efendimiz; “Hayır, öyle olmaz! Mülkiyeti verilmez, ancak muhacirler emekleriyle iştirâk ederler, sularlar, tımar ederler. Böylece aranızda mahsulü taksim edersiniz.” buyurmuş ve iki taraf da buna râzı olmuştur.
Ensar-muhacir kardeşliğinin en güzel örneklerinden birisi Sa’d b. Rebi ile Abdurrahman b. Avf arasındaki kardeşlikti. Aralarında kardeşlik bağı kurulduktan sonra ensardan Sa’d b. Rebi, muhacirlerden Abdurrahman b. Avf’a tüm mal varlığının yarısını bağışlayarak temlik etmek istemişse de bu zât, “Allah ehlini ve malını sana mübârek eylesin! Benim bunlara ihtiyâcım yoktur. İçinde ticâret yapılan bir çarşınız yok mu? Beni o pazara götürünüz, bana rehberlik ediniz.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Sa’d, Abdurrahman b. Avf’ı Kaynuka çarşısına götürdü ve ona bir miktar sermâye verdi. Ticârî işlerde tecrübesiyle tanınan Hz. Abdurrahman kısa zamanda geçimini kendi kendine sağlayabilecek duruma geldi ve ensardan bir kadınla evlendi.15
Ensar ile muhacirler arasındaki kardeşliğin kayda değer toplumsal yansımalarından biri de başlangıçta kardeşler arasında mirâsın geçerli olmasıdır. Ancak, Bedir harbinden sonra nazil olan “…Allâh’ın Kitâbına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur…”16 âyetini müteakip muhacirlerle ensar arasında din kardeşliği üzere cereyân eden miras intikâli (tevârüs) geçerlilikten kaldırılmış ve müminler arasında miras akrabaya hasredilmiştir. Ancak kardeşlik, “yardımlaşma, birbirine destek olma, öğüt verme, öğüt alma” tarzında her zaman yürürlükte kalmış ve bu anlamdaki uhuvvet daha sonra “Müminler ancak kardeştirler…”17 âyetinin hükmünce bütün müminleri içine alacak şekilde umûmîleştirilmiştir. 18
Peygamber Efendimiz’in (sav) kardeşlik çağrısı sözde kalmamış uygulanmış, nazariye olarak değil pratik bir gerçeklik olarak algılanmıştır. Kardeşliğin tesisi ve devâmı için birtakım sorumlulukların yerine getirilmesi öngörülmüştür. Müslümanlar kardeşliğin gereği olarak ikramda bulunmaya, ihsan ehli olmaya, ȋsȃr bilincine sâhip olmaya dâvet edilmiştir. Meselâ Ebu Hureyre (r.a.), açlık sebebiyle ayakta durmaya, namazda rükû ve secdede kelimât-ı tesbîhâtı telaffuza bile gücü kalmayınca durumunu Hz. Peygamber’e arz etmiştir. Rasûlullâh (sav)’in evinde onu doyurmak için yeterince yiyecek bulunmayınca o sırada orada olan ensardan bir zât -bir an için kendi yoksulluğunu unutarak- onu doyurmak niyetiyle evine götürür. Hâlbuki evde sâdece iki çocuğuna yetecek kadar erzak vardır. Söz konusu ensar âilesi yiyeceklerini misâfire ikrâm edip çocuklarını aç yatırmışlar, kendileri de karı koca aç gecelemişler; bununla berâber, aç kaldıkları zannıyla misâfirin üzülmesini önlemek için kandili yakıp söndürerek yemek yiyor gibi davranmışlardır. Sabah namazı için câmiye gittiklerinde namazdan sonra Peygamber Efendimiz ensârîye şöyle söylemiştir:
– Allah Teâlâ Hazretleri, karı-koca olarak sizin bu gece yaptığınız güzel hareketten hoşnûd oldu ve hakkınızda, “…ve ensar, kendileri ihtiyaç sâhibi olsa dahi misâfir ve muhacirleri kendi nefislerine (öz canlarına) tercih ederler.”19 âyetini indirdi.
Ensar böyleydi. Kendileri muhtaç da olsalar din kardeşlerini kendilerine tercih ederlerdi.20 Aynı şekilde Hz. Peygamber Benî Nadir ganîmetlerini muhâcirler arasında taksim etmiş, ensardan sâdece üç fakire hisse ayırmış, buna karşılık ensârın hurmalıklarındaki muhacir hisselerinin kaldırılması teklifinde bulunmuşsa da onlar kendi mallarındaki muhacir hisselerinin devâm etmesini, bununla berâber ganîmetlerin de onlar arasında dağıtılmasını isteyerek üstün bir cömertlik ve kişilik/mürüvvet örneği göstermişlerdir.21
Başka bir ikram hâdisesi ise Bahreyn arâzisinin taksiminde yaşanmış ve ensar kendi hisselerinin muhacir kardeşlerine verilmesini istemişlerdir, Hz. Peygamber de onları Kevser Havuzu başında kendisine kavuşmakla müjdelemiştir.22
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Peygamber Efendimiz hayâtı boyunca kardeşlik üzerine titremiş, Mekke hayâtı süresince bir ipek kozası zarâfetinde İslâm kardeşliğini örmüş, Medîne’de ise bu kardeşliği toplumlar arasında gerçekleştirmiştir. Peygamber Efendimiz hayâtı boyunca Müslümanların İslâm potasında erimesine, birbirleriyle bütünleşmelerine, “bünyân-ı marsus/kenetlenmiş yapı hâlinde bir toplum oluşturmalarına gayret etmiştir. Yanında, bir müminin diğerini “kınama” edâsı taşıyan üslupla andığına şâhit olmuşsa derhal onu tövbe etmeye çağırmıştır.23
Hz. Peygamber devrinde Müslümanlar birlik şuuruyla dirliğe ermiş, aralarında dâimâ selâmlaşmış, açları doyurmuş, akrabalarını gözetmiş, ibâdetlerini huşû üzere îfâ etmiş, câmi ortamında cemaat bilincine ermiş, kardeşlik şuuruyla birbirlerinin sevinç ve sıkıntılarına ortak olmuşlardır.24
Ensar ve muhacir gibi bizler de bugün kalplerini birbirine Allâh’ın ısındırdığı, ellerini birbirine Peygamberin tutuşturduğu ve kardeş yaptığı bir ümmet olmalıyız.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
1 Hucurat, 49/10.
2 Buhârî, Sulh 11; Müslim, Birr, 144
3 M. Yaşar Kandemir, “Canım Kurban Olsun Senin Yoluna”, Altınoluk, Temmuz 1999, Sayı: 161, s. 24; Canım Kurban Olsun Senin Yoluna, Erkam Yayınları, İstanbul 2008, s. 12.
4 Hüseyin Akgül, “Hz. Peygamber döneminde kardeşlik uygulamaları”, Diyanet Aylık Dergi, Nisan 2012, Sayı 256, s. 15.
5 Müslim, İmân, 93.
6 Âl-i İmrân, 3/103.
7 Tirmizî, Fiten, 7/2165.
8 Buhârî, Et’ıme 11; Müslim, Eşribe 178. Tirmizî, Et’ıme 21.
9 Riyazü’s Salihin, 3.Cilt, Erkam Yay.
10 Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65.
11 Ahmed, IV, 278, 375; Heysemî, V, 217.
12 Akgül, “Kardeşlik uygulamaları”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı 256, s. 15.
13 Haşr, 59/9.
14 Fikret Karaman, “Yardımlaşma, Fedakârlık ve Îsâr”, Diyanet Aylık Dergi, Ocak 2011, Sayı 241, s. 35-36.
15 Buhârî, Menâkıbü’1-Ensâr, 2/6.
16 Enfâl, 8/75.
17 Hucûrât, 49/10
18 Akgül, “Kardeşlik uygulamaları”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı 256, s. 16.
19 Haşr, 59/9; Olayın nakli: Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 9/23.
20 Akgül, “Kardeşlik uygulamaları”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı 256, s. 18.
21 Akgül, “Kardeşlik uygulamaları”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı 256, s. 18.
22 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 7.
23 Ahmed Maraş, “Rahmet Gibi Bir Kardeşlik”, Altınoluk Dergisi, Nisan 1987, Sayı: 14, s. 3.
24 Akgül, “Kardeşlik uygulamaları”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı 256, s. 18.
Prof. Dr. Kadir Özköse