Gönderen Konu: Sâde Hayat Ölçülü Hayattır  (Okunma sayısı 143 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Sâde Hayat Ölçülü Hayattır
« : Temmuz 12, 2020, 01:45:16 ÖS »
Sâde Hayat Ölçülü Hayattır
   
Son günlerde üst üste yaşadığımız olaylar; ibret alıp ders çıkaranlar için bizi kendimize döndürdü.

Unutulan/unutturulan tabiiliği, sadeliği hatırlattı.

Farkında olmadığımız maddi-manevi nimetleri de…

Sade hayatı insanların çoğu için ürkütücü kılan başlıca sebeplerden biri, onun fakirlikle karıştırılmasıdır.

Gerçi fakirlik de bir tür sadelik sayılabilir; ancak bu mecburi (zorunlu) bir sadeliktir ve mahrumiyet ifade etmektedir.

Asıl sadelik ise, ‘gönüllü sadelik’ olarak anılmaktadır ve mahrumiyetle bir ilgisi yoktur. Kişinin kendi ihtiyaçlarını kendisinin belirlemesi esasına dayanmaktadır. Kendi ihtiyaçlarını belirleyen insan, gelir ve giderleri arasındaki dengeyi de kurmuş, iradesiyle karar vermiştir. İradesini iyi yönde kullanmasını bilen insan; hayat tarzını kendi değerlerine göre kuran, yaptıklarını ‘günah mı, sevap mı, helal mi, haram mı?’ muhasebesiyle yapan insandır.

İhtiyaçlarımızı biz mi, başkaları mı, internet teknolojisi mi belirliyor? Açlık sınırının altındaki gelir seviyesine (düzeyine) sahip ailelerin bu gelirlerinden ne kadarını hayatını esir alan, işgal eden ışıltılı ve pırıltılı âletlere harcadıklarını da dikkatten uzak tutmamak gerekir.

İnsanın maddi imkân ve durumuna, sahip olduklarına bakarak kendisinden aşağı seviyedekileri unutmayarak, Allah’ın verdiği nimetleri hiçbir zaman basit görmeyerek, veren Rabbini hatırından çıkarmayarak yaşaması en güzelidir. Böylesi bir hayat da bizi ‘kulluk şuuru’na  götürür.

Tüketim çağının menfiliklerini (olumsuzluklarını) direkt veya dolaylı yaşadığımız, sayısız tecrübelerle sabit.

Kişi ihtiyaçlarına bizzat bir sınır koymadığı takdirde ihtiyaç listesi sonsuza kadar uzanacak ve gelir-gider uçurumu gittikçe derinleşerek modern insan, fakirleşmeye devam edecektir. Varlık içinde yokluk yaşamaya…

Gönüllü sadelik, insanın hayatından ihtiyaç fazlasını çıkarmak suretiyle, daha başka şeylerin hayatımız içinde yer alabilmesi için zemin hazırlar. Aslında bunlar, hayatı yaşanmaya değer kılan şeylerin ta kendisidir.

Kendimizin ve içinde yaşadığımız dünyanın farkına varmak; bizi çevreleyen güzellikleri her an içimize sindirmek, aldığımız her soluğun hakkını vermek, başta aile fertleri olmak üzere insanlarla ilişkilerimizi canlandırmak, başka insanların dertlerini ve mutluluklarını paylaşmak, sadece kendisi için çalışan bir tüketici rolünden sıyrılarak başkaları için de bir şeyler yapabilmeyi hayatına sokabilmektir.

Küçüklü büyüklü sayısız hazlar ve mutluluklar vardır. Bu haz ve mutluluklar, insanın manevi dünyasında, hiçbir maliyet istemeden herkese eşit fırsatlar sunan muazzam bir zenginliktir. İnsanların maddi refahtan payları çok çeşitli seviyede olduğu gibi, manevi zenginliklerden de en az o kadar çeşitli seviyelerde nasipleri vardır. Yeter ki nasipsiz olmayalım.

Sade hayat; dünyanın fâniliğinin, bu fânilik içinde ebedî hayatın kazanıldığının, “Dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeme” ölçüsünün unutulmadığının hayatımıza yansımasıdır. İdeali olanlar; sade hayata ihtiyaç duydukları gibi, sade hayat yaşayanlar da bir ideal isterler. Gürültülü, patırtılı bir hayatta işitilmeyen bazı seslerin duyulmadığını veya duyulmaması için çalışıldığını da unutmayalım.

Gürültünün, patırtının, gayesiz, hedefsiz seslerin müzik diye yutturulduğunu da…

Sade bir hayatta insanın kendisine dönerek bu hayatı niçin yaşadığını sorgulaması için bir fırsat ortaya çıkar.

Modern hayat ise böyle sorgulamalara imkan tanımadığı gibi, meselelerin çözümü için de bizi yanlış yönlere sevk eder. Çoğu zaman, bizi huzursuz kılan sebeplerle uğraşır ve bu sebepleri ortadan kaldırdığımız zaman mutluluğa erişeceğimizi sanırız. Oysa mutlu, huzurlu ve tatmin edici bir hayat, hiçbir problemin olmadığı bir hayat değildir. Niçin dünyaya gönderilip hangi gaye ile yaşadığını bilen, bu hayatın da ‘imtihan (sınav) dünyası’nda olduğunun farkında olanlar, istikametini bulanlardır. Kazanmamız gereken bu imtihanla, bizde hiçbir zaman ‘kalıcı ve geçici’ olanların karıştırılmayacağı şuuruyla (bilinciyle) yaşamalıyız. Hem niçin yaşadığını bilmek, hem de hayatını bu gayeye (amaca) göre yönlendirebilmek, sağlam irade sahibi insanların başarısıdır. Bunları unutup başaramayanlar, habire mazeret üretirler. 

Her birimizin, bu dünyada, diğer bütün insanlardan farklı bir varoluş amacına sahip olacak kadar özel bir yeri ve değerli bir hayatı vardır. Her birimiz, belirleyeceğimiz bir gayeye uygun şekilde hayatımızı yönlendirecek güce de, fırsatlara da hemen hemen eşit şekilde sahibiz. Ancak önümüzde duran iki mâni (engel) var. Birincisi:

İhtiyacımızın da, gücümüzün de farkında değiliz. İkincisi:

Bu gaye doğrultusunda bir azim ortaya koyamıyoruz.

Başka bir ifadeyle, gücümüz var olduğu halde, bilgi ve irade yokluğu yüzünden irademizi kullanamıyoruz. Öbür âlemde mutlak adaletin tecelli edeceği bir ‘hesap günü’ olduğunun şuuruyla yaşayalım.

Sanal dünya ve içindekiler, bizlere hakiki ve ebedî dünyayı unutturmasın! Hayatımızı ‘şuurlu/bilinçli hayat’ haline getirelim. Rüzgârın önünde savrulan yaprak durumuna düşmeyelim. Boşuna yaratıldığımızı, bir gayemizin olmadığını mı zannediyoruz? Mes’uliyetimizi (sorumluluklarımızı) unutmayalım. Sorumluluk bilinci (takva) ile yaşayalım. Her hal ve şartta yaşanan bir dinimizin olduğunu, yapamayacağımız şeylerden mesul olmadığımızı, her zorluğun arkasından bir kolaylık geleceğinin haber verildiğini de unutmayalım.  Önce modern hayatın parazitlerinden kurtulalım. Şu ikaz cümlesiyle bitireyim:

Güçlü kuvvetli olduğun şu dünya hayatını iyi değerlendir, elindeki fırsatı kaçırma!

İlahi mahkemede hesaba çekilmeden evvel, nefsinizi hesaba çekiniz!

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41