Gönderen Konu: MEZHEP VE MEZHEPÇİLİK  (Okunma sayısı 458 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
MEZHEP VE MEZHEPÇİLİK
« : Ocak 05, 2019, 06:13:36 ÖS »
MEZHEP VE MEZHEPÇİLİK

Aslında bir işin nerede başladığı kadar nerede bittiği veya nereye vardığı da önemlidir. Bu meselelerden birisi de “mezhep” konusudur.

Bu yazımızda konunun fıkhî ayrıntıları yerine usul ve esasa dair bazı hususları zikretmek istiyoruz:

1-Mezhep, kavram olarak yöntem, usul ve esas demektir. Fıkıh açısından ifade edersek; İslam dininin ibadet ve muamelât yönüne dair ilkeleri ve genel kaideleri içermektedir. Ya da bir başka ifade ile mezhep; ibadet ve muamelât hükümlerini anlama ve yorumlama yöntemidir.

2-Bu yüzden mezhep, yeni bir din veya icat değildir. Sadece bir din içinde farklı anlam ve yorumları ifade etmektedir.

3-Mezhep, öncelikli olarak yorumlama ve anlamlandırma değildir. Mezhebin ilk amacı; mevcudu anlama, kayıt altına alma, aksi delillere cevap bulma ve mevcudu sonraki nesillere aktarmadır. Örneğin tefsir görüşlerinin ilk amacı; Kur’an-ı Kerim’den yorumlar ihdas etmek değildir.

Tabi ki ilerleyen süreçlerde böyle bir görev vardır. Ama öncelik; Allah Resulü ve arkadaşlarının, Kur’an-ı Kerim’i nasıl anladıklarını ortaya koymaktır.

4-Mezheplerin farklı olmasını meşru kılan birkaç husus vardır. Bunlardan ilki; Allah’ın kullarına kolaylık dilemesidir. Bu yüzden bazı hükümler genel olarak vazedilmiş; ayrıntılar içtihada bırakılmıştır. Bazen de imtihan olsun diye bu tür genel kaideler vazedilmiştir.

5-Farklı mezhepleri -ana ilkelere bağlı kalmak şartıyla- meşru kılan bir diğer gerekçe ise; cehd ve bilgidir. Yani kişi, doğru bildiği ile amelle mükelleftir. Bu durumda bir müçtehit, kendi gayreti ile yeni bir hükme ulaşmışsa bu doğru bildiği ile amel etmesi vacip olur. Örneğin yüz sene evvel veremin tedavisi yok idi. Fakat bugün bu hastalığın tedavisi bilinmektedir. Bu şifayı bilenlerin buna göre amel etmeleri gerekir. Aksi halde mesul olurlar.

6-Her fetvayı mezhep sanmak yanlıştır. Fetva, günceldir yani kişiye ve olaya özgü olabilir. Fetvaları genel kaidelerin yerine koyamayız. Bu yüzden mezheplerde asli olanla güncel ve tali olanı ayırt etmek gerekiyor. Hükmün fetva anlamı da vardır. Genel kaideye ise usul veya esas diyoruz.

Yani zamanın değişmesi ile değişen şey usul değil fetva olabilir. Aksi halde içtihadi olmayan genel kaideler değişmez. İçtihadi de olsa mezheplerin genel kaideleri ancak yeni bir gerekçe veya bilgiye göre değişebilir.

7-Dinin asli hükümlerinde içtihat olmadığı için ihtilaf da yoktur. Fakat tali meselelerde ve genel ifade edilmiş hükümlerde ihtilaf meşrudur. Örneğin çekirge; ot yediği için temiz kabul edilebilir. Zira otçul hayvanlar genelde temizdir.

Ama birileri çekirgeyi böcek kabul ederek necis diyebilir. Aynı şekilde çöl tilkisi şayet yırtıcı değilse ve kaktüsle besleniyorsa tabi ki tilki adından dolayı onu haram ilan edemeyiz. Buradaki örnekler, sadece konunun ifadesi içindir. Yoksa bu konulardaki fetvalar, ilgili uzmanlara aittir.

8-Olağanüstü şartlardaki uygulamalar, olağan olanlara kaide olamaz.

9-Mezheplerden bazıları tarihe karışmıştır. Bunun nedeni, uygulanmıyor olmalarıdır. Bu yüzden esas olan; ana kaide ve maslahatları muhafaza ederek yeni usuller geliştirmek ve yeni içtihatlar yapmaktır. Zaman; “yeni şeyler söylemeyi” gerektirmektedir. Fakat yeni şeyler, yeni hükümler ve usuller demektir. Yoksa yeni din veya yeni dini esaslar demek değildir. Yani bir başka ifade ile paranın sabitesi ve aracı değiştiği için faizin de yeniden incelenmesi ve güncellenmesi gerekiyor.

10-Usul, esasa; esas ta içtihatlara mukaddemdir. Yani aslolan bilgi ve usuldür. Bilgi ve usul olmadan neye ne fetva verdiğimizin bir önemi yoktur.

11-Yukarıdan anladığımız kadarıyla mezhepler gerekli ve faydalıdırlar. Zira hayat akıp gitmektedir ve sürekli yeni olaylar meydana gelmektedir. Bu da yeni çözümleri mecbur kılmaktadır.

12-Olumsuz olan şey “mezhepçilik” yani “mezhep çatışmaları”dır. Aynı şey “ehli sünnet” ve “ehli sünnetçilik” için de geçerlidir. Hatta son dönemlerde “maturîdîlik” yerine “mâturîdîcilik” de maalesef türemiştir. Burada mezhepçiliği olumsuz hale getiren şey; mezhebi çatışma ve üstünlük sağlama unsuru haline getirmektir.

13-Mezheple ilgili meseleleri ve ihtilaflı konuları; bilmeyen birilerinin önünde konuşmak yanlıştır.

Örneğin Ashab-ı Kirâm’ı üstün kabul ederiz. Bu edebin gereğidir. Fakat “ya onlar Ashab-ı Kiram; ben nasıl onlar gibi olayım” ifadesi olumsuzdur ve kıvırma cümlesidir. Zira ashap, bizim için örnektir. Onları örnek almayacağız da kimi alacağız? Bu yüzden meselenin nasıl başladığı kadar nerde bittiği de önemlidir diyoruz. Bu açıdan bakıldığında mezhepler ve ihtilaflar faydalı ve gereklidir. Ama bunları çatışma ve üstünlük mücadelesine dönüştürmek; ya cehalet ya da ihanettir.

14-Kişinin nasıl doğru bildiği ile amel etmesi vacip ise aynı şekilde bilmeyenin bilene; uzman olmayanın uzman olana tabi olması da öyledir. Bu yüzden “avamın mezhebi olmaz” diyoruz. Yani mezhep, uzman kişilerin işidir. Konunun uzmanı olmayan kişilere düşen; uzmanlara itimat etmektir.

15-Din, herkesi ilgilendiriyor diye herkesin dini meseleler hakkında konuşma salahiyeti yoktur.

Toplum; iş birliği ve görev paylaşımına dayanır. Biz sağlığımız için doktora; hukuk işleri için hukukçulara; mali işler için bu konudaki uzmanlara güvenir ve işlerimizi onlara teslim ederiz. Onların tavsiyelerine de uyarız. Ama mesele din olduğunda herkes, kendi kafasına göre hareket eder ki bu tehlikeli ve zararlıdır.

16-Son olarak insanların; dini ve siyasi meselelerde gereksiz tartışmalara meraklı olduğunu ifade etmek istiyoruz. Bu durumda, “İnsanların ne kadar boş vakitleri var?” diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.

Turgut Akyüz.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41