Gönderen Konu: Bela - Afet ve Musibetlerden Nasıl Kurtuluruz 1  (Okunma sayısı 209 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Bela - Afet ve Musibetlerden Nasıl Kurtuluruz 1
« : Mayıs 21, 2021, 07:45:46 ÖÖ »
Bela - Afet ve Musibetlerden Nasıl Kurtuluruz  1
   
Fertler ve toplumlar; afet ve felaket, bela, kaza, kıtlık ve yokluk, darlık ve pahalılık, yangın ve deprem, fitne ve fesat, terör ve anarşi, hastalık ve sakatlık gibi çeşitli musibetlerle karşılaşırlar. Bunlar, insanı üzen ve sıkıntıya sokan olaylardır.

Allah, kullarına karşı çok merhametlidir. Onlara asla zulmetmez. Öyle ise fertler ve toplumlar, bu musibetlerle niçin karşılaşırlar? Zayıf ve aceleci olarak yaratılan insan, musibetlere maruz kalınca ne yapması gerekir? İnsan, musibetlerden nasıl kurtulur?

Tarih boyunca birçok kavim, millet ve devletler gelip geçmiştir. Bunlar, birçok afet, felaket ve musibetlere dûçar olmuşlar, cezalandırılmışlar hatta helak edilmişlerdir. Bunların bu musibetlere uğramalarının sebepleri nelerdir? Geçmişte birçok fert ve toplumun helak olmasına sebep olan hata ve günahları, bugün de işleyenler aynı akıbete uğrarlar mı?

Musibetlerin arkasında yatan sır nasıl okunmalı? Allah’a suizan ve haksızlık etmeden, haddi aşmadan ve sınırı taşmadan bu tür büyük musibetler nasıl okunur?

Son yaşadığımız ‘pandemi’nin, virüsün adı: İnsanı azmanlaştıran tekno-paganizm felâketi! Çin’de patlak veren ve kısa sürede neredeyse bütün dünyaya yayılan koronavirüs, kapitalist uygarlık üzerinde derinlemesine düşünmemizi dayatıyor bize. Büyük bir kriz yaşıyoruz.

Sistem tıkandı artık. Devamlı hastalık üreten hastalıklı bir sistemde yaşıyoruz/yaşatılıyoruz.

İnsanı, aileyi, toplumu yerle bir edecek bu felâketin önünde İslâm’la durabiliriz yalnızca!

Bugünler de fırsattır. Olumsuz gibi gözüken her hâdiseye mü’min kimliği ile baktığımızda, ders çıkarıp ibret alabiliriz. Bu salgın korona hastalığı dolayısıyla alınan tedbirler bizi sade hayata, lüks ve israftan uzak yaşamaya, evimize/yuvamıza dönmeye götürmüyor mu? 

Peygamberler, muttakiler ve salih insanlar, niçin musibetlerle karşılaşırlar? Toplumda, isyan ve asilerin, zulüm ve zalimlerin çoğalması, itaatkâr ve iyi olanları da musibetlere maruz bırakır mı? Bütün yaşadığımız veya yaşayacağımız olayları Kur’an-ı Kerim’in ışığında ve rehberliğinde düşünüp amel etmeliyiz. Bu niyet, düşünce ve amel; biz Müslümanların imanlarına zarar vermesini önler, her hal ve şartta ölçümüz, dinimiz İslâm’a göre hareket etmemizi sağlar. Bu hususta âyetlerin ışığında birkaç yazımla sizleri baş başa bırakıyorum.

“Görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki defa musibetlerle sınanıyorlar da yine tövbe etmiyorlar ve ibret almıyorlar. ” (9 Tevbe 126)

“And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. (2 Bakara 155, 156)

“Sabredenleri müjdele” buyurularak yeniden sabra vurgu yapılmış; bu sabrın imanla ve teslimiyetle bütünleşmiş bir sabır olduğu özellikle belirtilmiştir. Bu âyetler bir yandan Peygamberimizle ona inanan ilk Müslümanların sahip oldukları imanla yüksek ahlâkı ve üstün moral gücünü yansıtmakta; bir yandan da örnek Müslümanın karakteristik yapısını tanımlamaktadır. Bu yapının temel taşı Allah’a sarsılmaz iman, güven ve teslimiyettir; sadece Allah’a ait olduğumuzun ve en sonunda O’na döneceğimizin bilinci içinde, başarı ve kurtuluşu da yalnız Allah’tan beklemek, bu imanın bir ürünü olarak Allah karşısında her zaman ümitli ve iyimser olmak, düşmanlar karşısında da onurlu ve kişilikli olmaktır.

“Ne sizin hayalleriniz, kuruntularınız, ne de ehl-i kitabın hayalleri, kuruntuları gerçekleşecektir. İnsanları Allah’ın azabından kurtaracak olan imanları, amel-i sâlihleridir. Kim bilinçli olarak bir kötülük yaparsa, dünyada da âhirette de onun cezasını görür. Kendisi için Allah’ın dışında kulu durumundakilerden veli, koruyucu ve yardım eden de bulamaz.

Erkek olsun, kadın olsun, kimler de mü’min olarak gevşekliği bırakıp, hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarından, İslâmî düzenden sorumlu olduğu kısmını hayata geçirirler, iş barışı içinde, bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak, nimetin-ürünün kendisini ilgilendiren alanda bollaşmasını sağlarlar, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olurlar, kalıcı hayırlardan-sâlih amellerden imkânları dahilindekileri işlerlerse, işte onlar cennete girerler. Hurma çekirdeğindeki oyukta kalan minnacık lif kadar bile haksızlığa uğratılmazlar.’ (4; 123, 124)

Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah’tan başka bir dost da bir yardımcı da bulamaz. Erkek olsun, kadın olsun her kim iman etmiş olarak dünya ve âhiret için yararlı iyi işler yaparsa işte onlar da cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. (Dünya hayatında sa‘y (emek, çaba, eser) kanunu geçerlidir. Kötülük eden cezasını görür, hakça bir düzende kimse onu koruyamaz. Mü’min olup iyi işler yapan, güzel davranışlarda bulunanlar da, cinsiyetleri ne olursa olsun cennete girerler, kendi seçimleri ve eserleri olmayan farklılıklardan dolayı zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.)

“Eğer Allah senin başına bir felâket bir sıkıntı getirir, bir zarar verecek olursa, ekonomik darboğaza düşürürse, Allah’tan başka kimse onu gideremez. Allah senin için bir hayır murad ederse, senin hakkında bir iyilik dilerse, onun lütfunu engelleyecek de yoktur. Lütfunu kullarından sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere, bunu kullarından dilediğine nasip eder. O çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir.” (10 Yunus 107)

(İnsan bir taraftan kendi sorumluluğunu göz ardı etmeden üzerine düşeni yerine getirmeye çalışırken, bir taraftan da hiçbir güç ve iradenin yüce Allah’ın güç ve iradesine sınır getiremeyeceğinin bilincinde olmalı ve yalnız O’ndan yardım dilemeli, O’na sığınmalıdır.)

‘Sana lütuf ve ihsan olarak gelen iyilikler, güzellikler, Allah’ın yarattığı, kolaylık sağladığı imkânlar sayesindedir. Başına gelen sıkıntılar ve belâlar ise kendi tedbirsizliğin ve kusurun sebebiyledir. Biz seni, bütün insanların haklarının korunması, iyiliği, kurtuluşu için bir Rasul olarak özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendirdik. Bunlara şâhit olarak Allah yeter.’ Bu vesileyle onlara ve bütün insanlığa iyilik-kötülük, hayır-şer meselesi hakkında işin doğrusu bir kere daha anlatılmaktadır. Buna göre insanların başına ne gelirse gelsin, çevrelerinde iyi veya kötü ne olursa olsun bunların tamamı, hayrı-şerri, iyisi-kötüsü Allah’tandır; O takdir etmiş, murat eylemiş ve yaratmıştır, ancak olup biten şeylerde insanların katkısı, iyilik ile kötülük, hayırla şer bakımından (yine Allah böyle istediği için) farklı olmaktadır. Eğer iradelerine bırakılmış konularda iyi bir şeyle karşılaşır, bir nimete nâil olur, bir başarı elde ederlerse Allah’ın verdiği aklı, bilgiyi, iradeyi ve gücü doğru ve yerinde kullanmış oldukları anlaşılır. Allah böyle istediği, buna razı olduğu, verdiği kabiliyetleri bu sonucu elde etmek üzere kullansınlar diye verdiği için hayır, iyilik, başarı Allah’tandır. Yine insanların irade ve tercihlerine bırakılan konularda, alanlarda, işlerde insanlar akıl, bilgi, irade ve güçlerini (ki bunların hepsini veren Allah’tır) yerinde ve doğru kullanmazlar, bu yüzden O’nun razı olmadığı, kendilerinin de hoşlarına gitmeyen sonuçlar elde ederlerse bu sonuçlar (şer, kötülük) kendilerindendir; bunlara kendileri sebep olmuşlardır. 

Yaşar Değirmenci.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Bela - Afet ve Musibetlerden Nasıl Kurtuluruz 2
« Yanıtla #1 : Mayıs 28, 2021, 08:26:19 ÖÖ »
Bela, - Afet ve Musibetlerden Nasıl Kurtuluruz   2
   
“(Ey müminler! İtaatkârları asi olanlardan ayırt etmek için) sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile yemin olsun ki imtihan ederiz. (Ey Peygamberim!) Sabredenlere (lütuf ve ihsanlarımı) müjdele ki; onlar, bir musibet eriştiği zaman:

“Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz” derler.” (2 Bakara; 155-156)

“Müminlere ahirette hiç korku yoktur. Onlar orada mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara; 2/277) Sırrına erişebilmek için dünyada bu mihnetlere katlanmak gerekir. Düşmanların saldırı korkusu, kıtlık, açlık, mallara isabet eden afetler, harp, zelzele ve salgın hastalıklar gibi sebeplerle canlara arız olan noksanlık; bağ, bahçe ve mahsulâtın zarar görmesi; iflas, işlerin kesâda gitmesi ve işten çıkarılma gibi şeylerle insan, imtihan edilir. Bu musibetler karşısında sabredenlere rahmet ve mağfiret, lütuf ve ihsanını müjdelemektedir.

Fertlerin terbiye edilmesi için bir takım musibetlere maruz kalmasına elbette ihtiyaç vardır. İman davasında samimi olanlarla olmayanların ayırt edilmesi için imtihan gereklidir. Uğrunda eziyetlere ve sıkıntılara katlanıldığı miktarda iman, kuvvet kazanır. Zahmet çekilmeden kolaylık ve nimetler içinde kabul edilen iman, ilk sadmede yok olabilir. İman uğrunda eziyetlere katlanılır, canlar verilir, servetler harcanırsa o zaman kalplere iman daha sağlam yerleşir. Müminin imanı, şiddet darbeleri altında daha da kuvvetlenir. Gerçek ölçü ve değer, zorluklara karşı tahammül gösterebilmektir. Kul, musibet anında Allah’a yönelir, O’na dayanır ve güvenir. Musibet esnasında insan; Allah’ın güç ve kuvveti, kudret ve azameti karşısında aczini, kul olduğunu idrak eder. Böylece Allah’a sığınır, sabreder, muttaki olur. Bu dünya, bir imtihan dünyasıdır.

İnsan, hayatı boyunca imtihan altındadır. İnsana düşen görev, bu imtihandan başarı ile çıkmaktır. Bu sebeple insan; hadiselerden, musibetlerden ibret almalı, kötü yolda ise dönmeli, iyi yolda ise devamı için çalışmalıdır. Allah, ölüm ve hayatı imtihan için yaratmıştır.

Musibetler, gaflette olan insanın uyanmasına vesile olur. Bunun için, “Bir musibet bin nasihatten evlâdır” denmiştir. Musibetlere müptelâ olmamak için ilahî nizama uymak gerekir. Gelen musibetten kurtulmak için hatasını düzeltmek, bağış dilemek, belânın üzerinden kalkması için yüce Allah’a niyaz etmek lâzımdır.

Yüce Allah, işlenen hatalar yüzünden musibet verildiğini beyan etmekle kullarının hatalara düşmemesini, hataya düşüp musibetle karşılaştığı zaman da sabırlı ve metin olmalarını istemiştir. Bu durumu bilen insan musibetle karşılaşınca hatasını anlar, feryâd ü figan etmez. Tevbe edip hâlini düzeltmeye çalışır. Ne var ki insan bir nimetle karşılaşınca Allah bana ikram etti, derken, bir musibetle imtihan edilince sızlanır.

İnsanların ahirette göreceği ceza ve mükâfat ameline bağlı olduğu gibi, dünyadaki nimet ve musibetleri, başarı ve hezimeti de ameline bağlıdır. İlahî kanunlara (sünnetullah ve İslam’a) uyan ve çalışan, kötü ve kötülüklerden uzak kalan insanın başı emniyette olur. Aksi takdirde maddî ve manevî dertlerden, belâ ve musibetlerden kurtulamaz.

Günahlar yüzünden gelen musibetler, o günahlara kefaret olur. Hata, kusur, günah olmadan gelen musibetler ise kulun manevî derecesinin artmasına vesile olur.

Fâcir ve mücrimlere gelen musibetler, genellikle imtihan içindir. Eğer bu musibetten ibret alır, isyandan vazgeçerlerse o musibet onlar hakkında nimet olur. Çünkü isyandan vazgeçmesine, halini düzeltmesine sebep olmuştur. Eğer ibret almazlar, isyanlarına devam ederlerse bunun cezasını ahrette de görürler. Böylece hem dünyada hem de ahirette rezil olurlar. Bazı isyankârlara dünyada belâ gelmez. Günahının cezası tamamıyla ahrete kalır.

İnsanın işlediği günahının cezasının dünyada verilmesi bir nimettir. Ahirette cezaya maruz kalmak, cehenneme girmek çok daha zordur. Allah, sevdiği kulunun cezasını ahirete bırakmaz. İnsanın başına gelen felâket ve musibetler kendi günahları ve hataları yüzündendir. Allah, kullarına asla zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmetmektedirler. Bunun gibi bir toplumun başına gelenler de kendi yaptıkları zulüm yüzündendir. Bir kavim kendisinde bulunan güzel hasletleri değiştirmedikçe, kendisini bozmadıkça Allah, onları değiştirmez, onlara musibet ve belâ vermez. Nimetlerini musibete, huzur ve sükûnlarını anarşi, fitne, terör ve kargaşalığa, bolluk ve refahlarını kıtlık, yoksulluk ve darlığa çevirmez. Ancak bir toplum, ibadetlerini kabahate, iyi ahlâka; adaleti zulme, haksızlığa, hak-hukuk ve hürmet zulme ve saygısızlığa; itaati masiyete; sevgiyi nefrete; çalışmayı tembelliğe; iyi hallerini kötüye çevirirlerse o zaman Allah onlara verdiği nimet ve afiyet, refah ve saadeti, ferah ve süruru her türlü güzel nimetlerini nikmete tebdil eder. Fitne, belâ, musibet, hastalıklar, anarşi, düşmanın tasallutu, kıtlık ve yokluk gibi şeylerle azap verir. Bu azabı da Allah’tan başka kimse kaldıramaz.

Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez. Allah bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların O’ndan başka koruyup kollayanları da yoktur.” (Ra’d, 13/11)

Ayette, insanlar iyi hallerini devam ettirdikleri sürece nail oldukları nimetlerin devam edeceğine delalet vardır. Bu nedenle her milletin nimet ve huzur halinin devam etmesi için iyi halini devam ettirmesi gerekir. Ayetten üç şeyi öğreniyoruz:

1. İnsanlar, hallerini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimetlerini değiştirmez.

2. Allah, bir kavme musibet vermek isterse o kavimden o musibeti giderebilecek hiç kimse bulunmaz.

3. Allah’tan başka kulların hakiki dostu yoktur.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41