Gönderen Konu: Ölüm Ötesini Ölüm Öncesinden Görebilmek  (Okunma sayısı 34 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2139
Ölüm Ötesini Ölüm Öncesinden Görebilmek
« : Mayıs 18, 2022, 02:41:46 ÖS »
Ölüm Ötesini Ölüm Öncesinden Görebilmek

Hayâtın öncelikli amacı yaşamaktır. Doğan her canlı, içgüdüsel olarak hayâtını korumaya ve sürdürmeye çalışır. Ancak insan ilerleyen yıllarda hayâta bilinçli olarak adımını attığı andan itibâren, diğer canlılardan farklı olarak en büyük sorumluluğu üzerine alır. Hayâtı bütün olumlu ve olumsuz yönleriyle birlikte yaşamak,1

Bizlere sunulan emâneti 2

üstlenmek, yaratılışın sebebidir. Hayat kadar ölüm de bir gerçek ve yaşamın bir parçasıdır.

Ölüm ama hangi ölüm? Ölüm, ya ihtiyârî ya da zorunlu olur. Ontolojik/zorunlu ölüm ecel dediğimiz fiziksel ölümdür. Bu bir vâkıadır. Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Yaşayan her canlı için bir ecel takdir edilmiştir. Asıl ölüm ihtiyârî dediğimiz gönüllü ölümdür. Ölmeden önce ölüm sırrına ermektir. İhtiyârî ölümü gerçekleştirenler daha bu hayattayken rûhânî mükemmelliğe ulaşanlardır. İster ihtiyârî ister zorunlu olsun inananlar için ölüm, ebedî saadetin mekânına ve gerçek vatana gitmek için tahsis edilen bir taşıt gibidir. Dolayısıyla ölüm, rahmet ve saadetin başlangıcı olarak görülmektedir.3   

İhtiyârî ölüm insanı arzuların tutsaklığından kurtarıp mânevî âlemde yeniden dirilten bir muştudur.4

Zâten ölümden kastedilen de bayağı tutkuların, sefih tutumların, benlik iddiasının ve kötü ahlâkın izâle edilmesidir. Bu özelliğinden dolayı gönüllü ölüm deneyimine biz ölmeden önce ölmek şuuru adını vermekteyiz. Ölmeden önce ölme bilinci aslında ölüme meydan okumaktır. Ölmeden önce ölme şuuruna kişi, ancak diğerkâmlığın kazandıracağı bir ruh hâliyle erebilir.5

Ölmeden ölme bilincine eren kâlb, kötü sıfatlardan temizlenip övgüye değer sıfatlarla süslenir.   Mevlânâ’nın ifâdesiyle Allâh’ın mevcûdiyetine, iki tane “ben” sığmaz. Sen hem ben diyeceksin hem de O, bu olmaz. İkiliğin ortadan kalkması için ya sen O’nun gözünde öleceksin ya da O senin gözünde ölecektir. O’nun ne dışa yansıdığı şekliyle ne de zihinde canlandırıldığı hâliyle ölmesi söz konusu bile değildir; çünkü O, ebedî bir hayatla dâima diri olandır. O’nun ölmesi mümkün olmadığına göre, sen öl ki, O sende ortaya çıksın ve ikilik kaybolsun!6   

Eksiklik ve sınırlılıklarla dolu dünyâ hayâtı başlı başına bir amaç veya hedef olmaktan uzaktır. Dünyevî hedeflere ulaşmanın insanı ölüme daha da yaklaştırdığının bilincine varan birey, kalıcı amaçlara ihtiyaç duyar. Bu ihtiyâcı onu, dînî söylemle karşı karşıya getirmektedir. Din, insanın doyumsuzluğuna ebedî amaçlarla ve dünyâ ötesi kalıcı hedeflerle cevap verir. Böylece birey, dînî amaçlara bağlanmakla insanüstüye, sınırlılık ve kuşatılmışlığın ötesine ulaşma imkânı bulur.7 

Dindar olduğu halde içindeki boşluğu gideremeyenler için tasavvuf devreye girmektedir. Mutasavvıfların hayâta ve ölüme yaklaşımları bireye cevap olabilmektedir.

İnsanların hür irâdeleriyle takınacakları tavır, hayâtın ve ölümün yaratılmasının hikmetidir. Allah ilm-i kadîm ile kimin cennete, kimin cehenneme gideceğini bilmektedir.   Jung, pek çok insanın ileri yaşlara doyurulmamış isteklerle ulaştığını, bu sebeple geriye bakmalarının tehlikeli olduğunu, geleceğe ilişkin bir amaç edinmeleri gerektiğini savunur. Ona göre bütün büyük dinlerin ölümden sonra da bir yaşam vaad etmeleri bu yüzdendir. Bu sebeple, ölümde bir amaç bulmak sağlıklıdır ve bundan kaçınmak yaşamın ikinci yarısını amaçtan yoksun bırakacaktır.8

Ölüm duygusu ve ölümden sonraki hayat anlayışı, Jung’un ifâde ettiği gibi sadece yetişkinliği değil, hayâtın her ânını kapsamaktadır. Hattâ insanın karakter inşâsı büyük ölçüde çocukluk ve gençlik dönemlerinde gerçekleşmektedir. Bu dönemlerde ölüme ve âhirete kayıtsızlık, insanın hür irâdesinin, onu yaratılış gerçeğine aykırı davranışlara yönlendirebileceği de gözardı edilmemelidir. Bu noktada genelde dînin özelde ise tasavvufun önemli bir fonksiyonu bulunmaktadır. Zîrâ dînî amaçlar diğer bütün amaçlardan çok daha güçlü muhtavâya ve yaptırım gücüne sahiptir. Dindar insan âhiret inancından dolayı kendini her zaman kontrol altında bulundurur. Dînî amaçlardan ödün verse bile günahkârlık duygusu ile hatâsını kısa zamanda telâfiye yönelir.9   

Ölmeden evvel ölüm sırrına ermekle kişi kalb dünyâsında Allah’tan başkasına yer vermez ve dünyâlığa bağlanmaz. Bu gerçekleşmediği takdirde insanın ölümü “sıradan bir ölüm” olup Mevlânâ’nın ifâdesiyle “şeb-i arûs” niteliği taşımaz. Hallâc’ın ontolojik mânâdaki ölümü istemesindeki sebep de budur.

Ontolojik mânâdaki ölüm, hem kişideki kötü sıfatların giderilmesiyle hem de rûhu beden kafesinden kurtarıp sevgiliye ulaştırmasıyla hayâta anlam katmaktadır.10

Bu gerçeği Nakşî Ali Akkirmânî (ö. 1062/1651) şu şekilde ifâde etmektedir: Ol zaman kim gele ‘Azra’il sana Ala canun bekasın sen dört yana Âdem isen ölmeden gör bu işi Kim ‘ilacın göresin sen ey kişi Biçdürürler ekdiğin ahır a yar Kangı tohmı eyledinse ihtiyar Merd odur kim cümle bundan el çeke Ölmeden ol vuslatın tohmın eke Bir ola ölmek11

Dirilmek ana bil Vuslat içre ola kendi ay u yıl Dirliginde cenet içre ol hüma Ola ahir kande olsa da’ima Bir nazarda ruy-ı ‘arzı gökleri İster ise seyrede ol ey peri.12   

Nasreddin Hoca, ben öldüğümde beni eski mezarlığa gömün diye vasiyet etmiş. Sebebini soranlara: Sual melekleri geldiğinde, “ben sual olundum, görmüyor musunuz? Mezarım da mezarlığım da eski” derim, demiş.   Hoca bu latîfesinde, ‘beni eski mezarlığa gömün’ ifâdesiyle ‘ölmeden önce öldüğünü’, yâni dünyâ hayâtında nefsî ve bedenî arzuları öldürdüğünü, etkisiz hâle getirdiğini, ayrıca ‘ben sual olundum, bakın mezarım da, mezarlığım da eskidir’ ifâdesiyle ‘hesâba çekilmezden önce kendi kendini hesâba çektiğini’ bildirmektedir. Dolayısıyla Hocamız insanları ‘ölmeden önce ölmeye’ ve ‘hesâba çekilmezden önce kendini hesâba çekmeye’ dâvet ederek kurtuluşun, maddî hazlara ve bedenî arzulara yönelten hevâ ve hevesin yok edilmesinde olduğunu kaydetmektedir.13 

Konuyu ölmeden önce ölüm deneyimini gerçekleştiren sûfîlerin ölüm ânındaki hâllerinden örnekler vererek açıklığa kavuşturmak istiyorum.   Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909) can çekişirken Ebû Muhammed el-Cerîrî (ö.321/933) de yanında bulunmaktadır. Vefâtı ânına kadar Cüneyd-i Bağdâdî  Kur’ân hatmiyle meşgûl olur. Cerîrî, kendisine; “Ey Ebû Kasım, böyle bir durumda Kur'ân mı okuyorsun?“ diye sorar. O da; “Acaba şu durumda, Kur'ân okumaya benden daha fazla muhtâc olan var mıdır? Görmez misin amel defterim neredeyse dürülmek üzeredir.“ diye cevap verir.   Ebu Muhammed el-Herevî anlatır: Şiblî (ö.334/945)'nin öleceği gece, yanında bulundum. Bütün gece durmadan şu iki mısrayı tekrâr etti: “Her ev ki, onun sâkini sensin, o lambalara muhtaç değildir, umulan yüzün insanların delil getirdikleri günde bizim delîlimizdir.”   Süfyan-ı Sevrî (ö.161/777)'nin arkadaşlarından birisi sefere çıktığı an: “Bize herhangi bir emrin var mıdır?” diye sorduğunda şunu söyler: “Eğer ölümü görürsen, benim için satın al.” Ölümü yaklaştığında ise şunları söyler: “Biz ölümü temennî ediyorduk ama onu pek şiddetli bulduk.”   Bilal-i Habeşî (ra) ölüm sekeratına mâruz kaldığı an, eşi kederlenip üzülmeye başlar. Hz. Bilal (ra) eşini teskin eder ve; “Bugün kocanın keder günü değil sevinç demidir. Zîrâ yarın dostlarımız Hz. Muhammed (sav) ve O‘nun grubu ile birleşeceğiz.” buyurdu.   Abdullah İbn Mübarek (ö.181/797) sekerat-ı mevt halindeyken gözlerini açıp güler ve şunları söyler: “İşte, böyle bir zaman için çalışanlar çalışsınlar.”   Mekhul eş-Şâmî Hazretleri çoğu zaman üzüntülü görünüyordu. Öleceği zaman arkadaşları yanına varınca güldüğünü gördüler. Bunun hikmeti kendisinden sorulunca şu cevâbı verdi: “Neden gülmeyeyim? Sakındığım nesneden ayrılmak yaklaştığı gibi, umduğum hedefe de süratle yaklaşıyorum.”   Ruveym’in nakline göre Ebu Said el-Harrâz (ö.277/890) son nefesinde şunları söyler: “Âriflerin kalblerinin iştiyâkı zikirdir. Münacaat zamanında, zikirleri de sır içindir. Ölümlerin kadehleri onların arasında gezdirildi. Sarhoş bir kimsenin kayboluşu gibi kayboldular. Himmetleri öyle bir ordugâhta gezer ki, orada AIlah sevgisine mazhâr olanlar pırıl pırıl parlayan yıldızlar gibidirler. Onların iskeletleri yeryüzünde O‘nun sevgisiyIe öldürülmüştür, ruhları perdede yücelere doğru akıp gidiyor. Onlar ancak dostlarının yakınında konakladılar. Onlar herhangi bir zarardan, kayıp gitmediler!”   Ebû Said eI-Harrâz‘ın ölmek üzereyken neden çok vecde kapıldığını soranlara Cüneyd-i Bağdâdî şu cevabı vermiştir: “Onun rûhu şevkinden uçup iskeletini bıraksa dahi hayret verici değildir.”   Ölüm ânında Zünnûn-ı Misrî (ö.245/859)'ye canının ne istediği soruldu. O şu cevâbı vermiştir: “ÖImezden bir an önce O’nu tanımak istiyorum.”   Can çekişirken kendisine, “Allah, de” diye telkinde bulunanlara bir Allah dostu, “ne zamana kadar bana, ‘Allah de’ diyeceksiniz. Oysa ben Allah aşkı ile cayır cayır yanmaktayım.”14   

İnsan olana öldükten sonra bir güzel ad bırakmak belki hiç ölmemekten hayırlıdır. Çünkü bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş. Diğer bir ifâdeyle herkesin kendi gider ama nâmı kalır dünyâda. Bu gerçeği bir âşık dizelerinde şu şekilde dile getirmektedir: Hakk’a düştü yönüm benim Giderim elvedâ size Terk eyledim can u tenim Giderim elvedâ size Ehlullâhı gör nittiler Şol kevneyni terk ettiler Âhir Hazrete yettiler Giderim elvedâ size Ezel âleminden geldim Rahat olup ne gün gördüm Bu yollarda garib oldum Giderim elvedâ size İki cihân hayâl imiş Bu halka mekr u al imiş Maksûd olan visâl imiş Giderim elvedâ size Budur sözü Hakkı kulun Cümleniz sağ esen olun Hısm u kavm bunda kalın Giderim elvedâ size.15   

------------------------------------------------------

Dipnotlar: [1]Bahadır, İnsanın Anlam Arayışı ve Din, s. 17,31. 2 Ahzâb 33/72. 3 Özelsel, Kalbe Yolculuk, s.134. 4 Sayar, Sufi Psikolojisi, s. 9. 5 Tolstoy, Hayat Üzerine Düşünceler, s. 111-116; Bahadır, İnsanın Anlam Arayışı, s. 107. 6 Özelsel, Kalbe Yolculuk, s. 151. 7 Bahadır, İnsanın Anlam Arayışı, s. 99. 8Onur, Gelisim Psikolojisi, s. 62. 9 Bahadır, İnsanın Anlam Arayışı, s. 98; Haksever, Yakub-ı Çerhî, s. 268-270. 10Haksever, Yakub-ı Çerhî, s. 271-272. 11 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 573; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 280. 12 Umagan, Nakşî Ali Akkirmânî Aynu’l-Hayat Tenkidli Metin İnceleme, s. 389-390. 13 Şimşek, Nasreddin Hoca ve Tasavvuf, s. 176. 14 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 303-311. 15 Necmuddin Kübra, Tasavvufî Hayat, s. 49.

 


* BENZER KONULAR

Hasan Bitmez - Osmanlı Mehter Marşları 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:34:58 ÖS]


Konuşma Ve Dinleme Adabı Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:26:55 ÖS]


Yüzünü Ahirete Ceviren Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:20:44 ÖS]


İçinde Namaz Geçen Ayetler Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:15:19 ÖS]


Temizligin Onemi Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:12:06 ÖS]


Cahillerle Tartışmayın Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:03:41 ÖS]


Yardımı Reklam Gibi Yapmamalı Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:59:14 ÖS]


Dinimizin Bizden İstediği Hayat Gönderen: melek
[Dün, 09:02:39 ÖÖ]


Hidâyetten Sonra Kalblerin Kayması Gönderen: melek
[Dün, 08:54:05 ÖÖ]


Kalbin Temizliği Gönderen: melek
[Dün, 08:45:49 ÖÖ]


Peygamberimizin Kadınlara Karşı Muamelesi Gönderen: melek
[Dün, 08:36:03 ÖÖ]


Allah Rasülü’ne Muhabbetimiz Gönderen: melek
[Dün, 08:33:38 ÖÖ]


Kendimize ve Ailemize Sahip Çıkalım Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:12:49 ÖÖ]


Müslümanlar Kazanımlarını Ne Zaman Kaybederler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:05:29 ÖÖ]


Savrulsak Da Beraberiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:41 ÖÖ]


Egemenlik Kimde Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:50:29 ÖÖ]


Yolumuzun Esası Zaruri Olan İle Yetinmektir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:40:57 ÖÖ]


Vakit İnsanın Sahip Olduğu En Değerli Varlığıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:35 ÖÖ]


Engin Titiz - Single Eserleri Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 24, 2024, 09:55:37 ÖS]


Hakan Bayraktar - Albümdışı Ve Single Eserler Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 24, 2024, 09:46:16 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41