Gönderen Konu: ÇALIŞMANIN İNANÇ VE AHLÂK BOYUTU  (Okunma sayısı 88 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5745
ÇALIŞMANIN İNANÇ VE AHLÂK BOYUTU
« : Eylül 01, 2022, 09:36:18 ÖÖ »
ÇALIŞMANIN İNANÇ VE AHLÂK BOYUTU
 
 Kur'an'da çalışma karşılığında “amel”, “sun’” ve “sa’y” kelimeleri geçmektedir. Amel kelimesi hem kalbin hem de organların fiilleri olarak kullanılmakta, her ne kadar “fiil” kelimesi ile ifade edilse de amel, fiile göre daha dar (has) anlama sahip bulunmaktadır. Zira fiil amaçlı-amaçsız her eylem hakkında kullanılırken, amelde hem bir amaç hem de bir sonuç alma fikri yer almaktadır.(1) Amel Kur’an’da; hayır ve şer ameller için kullanıldığı gibi, hem Allah'ın hem de yaratılmışların eylemleri için de kullanılmaktadır.(2)

Sun’ ve sanat kelimeleri ise amelle aynı anlamda olmakla birlikte, maharet ve meleke gerektirmeleri ile ondan ayrılırlar. Sun' ve sanat bir amaç doğrultusunda özelliği olan imalat gerçekleştirmektir.(3) Nitekim Allah Teâlâ’nın Nuh (a.s.)’a “Bir gemi yap” diye emretmesi bu anlamdadır.

Sa’y kelimesi ise bir işe ciddi sarılmayı ifade etmektedir. Her ne kadar amel kelimesi karşılığında olmakla birlikte daha çok, övülmeye değer fiiller hususunda kullanılır.(4)

Genel anlamda çalışma bir fiil ve hareket olarak görülür. Bu durumda insanlar ya çevrelerindeki dünya ile ilgili bir fiilde bulunurlar, ya o dünya üzerinde veya içinde hareket ederler, ya da dünyadan alınmış maddeleri ve nesneleri şekillendirip yeni bir biçim vererek bazı şeyler üretirler. Böylesi bir çalışmanın üç amacı olabilir:

a. Çalışmak için çalışmak.

b. Mal biriktirmek için çalışmak.

c. Kendisine ve çevresine yararlı olmak için çalışmak.

Seyit Hüseyin Nasr'ın belirttiği gibi, Protestanlığın bazı çeşitlerinde görülen çalışmayı, İslâm erdem olarak kabul etmez.(5)

Servet kazanmak için yapılan çalışmanın insanı tatmin etmesi mümkün olmadığı gibi, bir çok insanî özelliklerin yok olmasına sebebiyet verdiği de bir gerçektir. İslâmî bakış açısı, insanın kendisinin ve toplumun ihtiyaçlarını, Allah'ın rızası doğrultusunda gidermeye ve Allah'a, kendisine, çevresine karşı sorumluluklarını yerine getirmeye yönelik bir çalışmayı fazilet sayar.

Zira İslâm, kişiyi öncelikle Rab-kul ilişkisi içerisinde değerlendirdiğinden, Rabbına karşı sorumlulukların yerine getirilmesi yönünde bir çalışmayı, yine kendi bireysel yönü bakımından kendi yararına yönelik bir çalışmayı, son olarak da kişinin bir çevre ve toplum içinde yaşadığı gerçeğinden hareketle, topluma ve çevreye karşı sorumluluğunun gereği olan bir çalışmayı gerekli ve övülmeye değer görür. Bu durumda çalışmanın itikadî, amelî ve ahlâkî olmak üzere üç boyutunun bulunduğunu kolaylıkla tesbit etmek mümkündür.

İnanç Boyutu

İnsanın kul olduğunu, bir yaratıcısının bulunduğunu bilmesi ve O'nun istekleri dogrultusunda çalışması/amel yapması gerektiğinin bilincinde olması, tamamen dinin inanç boyutunu ilgilendirmektedir. Bu boyut, kişiyi çalışmaya sevk eden önemli bir sâik olmasının yanı sıra çalışma biçimi, çalışmanın süreci ve sonucu ile ilgili kişiyi yönlendirici rolü de vardır. Nitekim İslâmî literatürde din, "Akıl sahiplerini, kendi hür iradeleri ile hayra sevk eden ilâhî kanun" şeklinde tanımlanır. Hayra sevk edilmeye konu olan insanın, bu sevk edilmenin gereği olan çalışması ve çalışmasını da ilâhî kanun doğrultusunda gerçekleştirmesi, yaptığı işe ayırt edici ve özgün bir nitelik kazandırır.

Nitekim Kur'an'da ilâhî emirler doğrultusunda yapılan çalışma "amel-i salih" diye adlandırılmıştır. Böylesi bir çalışma içerisinde bulunan topluluk da "hayırlı ümmet"(6) diye tavsif olunmuştur. Zira inanç, çalışmanın altyapısı ve zeminidir. İnanç olmaksızın girişilen çalışma amaçsız boş uğraş olarak nitelenir, sonucu da pek övgüye ve kayda değer bulunmaz. Böylesi ameller Kur’an’da, “boşa giden ameller” olarak nitelenir.(7)

Çalışmanın her aşamasında Allah’ın denetim ve gözetimi altında bulunduğunun inancı ve bilinci içerisinde olan insan, helal kazanca yönelmesinin yanı sıra, çalışma esnasında da kendisini, Allah’ın rızasına aykırı davranmaması gerektiği inancı içerisinde hisseder. Bu doğrultuda olmak üzere yürüttüğü çalışmanın her kademesinde, İslâm'ın önem verdiği her şeyin yerli yerine konması ve herkese hakkının verilmesi anlamına gelen “adalet” ve aşırılıklardan uzak durmak anlamına gelen “iktisat” ilkelerine riayette kusur etmez.

Nitekim bu ilkelere uyulmadan yapılan çalışma ve üretim, insanlığa ve çevreye felaket ve tahribat getirmiştir. Allah’ın rızası doğrultusunda davranan insana taşıdığı inanç, başarı yolunda büyük bir destek olur. Böylesi bir zeminde elde ettiği sonuç ve ürün hem kendisine hem de çevresine yararlı olur. Bu da kişiye büyük bir iç huzur kazandırır.

Bugün insanoğlu, kendi hemcinslerinden gelen bir takım felaketlerle karşı karşıya ise bu, böylesi inancın yokluğundan ya da zayıflığındandır. Yine insanoğlu, bir çevre katliamı ve onun getirdiği kirlilik ve pislikle boğuşmak zorunda kalıyorsa, Allah’ın kendisine bahşettiği aklı değerlendirememesinden ve gönderdiği Kitaba ve dine olan inancının bulunmamasından yahut bu inancın gözardı edilmesindendir.

Bir insan kendisinin kul olduğuna inanır, birlikte yaşadığı insanların kendisi gibi aynı haklara ve şartlara sahip kişiler olduğunu kabullenir ve etrafında bulunan canlı-cansız varlıkların Allah tarafından kendisine verilmiş emanetler olduğu bilincinde olursa, gerek insanlarla ilişkilerinde, gerekse diğer varlıklara yaklaşımında Allah'ın rızasını gözetir, toplumun ve çevresinin yararına olacak davranışlar sergilemeye özen gösterir. Aksi takdirde amelleri dünyada kendisine ve çevresine felaket getireceği gibi, âhirette hiçte hoş olmayan bir durumla karşılaşabilir. Zira Allah Teâlâ, “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. Çalışması da yakında görülecektir.”(8) buyurmaktadır. Bu ayetten anlaşılıyor ki, çalışma insan için gerekli olduğu kadar, çalışmanın değer ifade etmesi yani Kur’an’daki “amel-i salih” vasfını haiz olması aynı ölçüde bir gerekliliktir.

Nitekim Allah Teâlâ Asr Sûresi’nde, yukarıdaki şartlara riayet etmeyen insanı, ziyan içerisinde olmakla (hüsran) niteliyor ve ancak inanıp, iyi işler (amel-i salih) yapanların bu ziyandan kurtulacaklarını bildiriyor. Sûrenin sonunda ise, sadece kişinin kendi davranışının yeterli olmayacağı gerçeğinden hareketle, etrafında bulunan insanlara gerçekleri ve bu gerçekler uğrunda sabretmeyi tavsiye etmesi gerektiği buyruluyor. Zira İslâm, Allah'ın rızasına uygun, kendisine ve çevresine fayda sağlayan, hayırlı işlerle uğraşan insanlardan oluşmuş bir topluluk meydana getirmeyi öngörür.

Ahlâkî Boyut

Sağlam inanç temelleri üzerine oturan çalışmanın, aynı inanç doğrultusunda yürümesi ve gerçekleşmesi için, İslâm'ın üzerinde hassasiyetle durduğu ahlâkî kuralların göz önünde bulundurulması bir zorunluluktur. Özellikle kişi kendi içinde bir çelişki taşımaması, çalışmasında güttüğü amacının ve sonucunda elde ettiği kazancının hayır ve helâl olacağından emin olması gerekir.

Bunun için gerekli ilkeler, samimiyet, dürüstlük, adalet, ahde ve akde vefadır. Bu anılan ilkeler hem iş yapan hem de yaptıran bakımından geçerlidir. Diğer bir deyişle iş yapan ne kadar bu ilkelerle bağlı ise, yaptıran da aynı oranda bağlıdır. Bu ilkeler doğrultusunda olmak üzere her iki tarafın da göz önünde bulundurması gereken muhatabı zaman, mal ve duygu bakımından zarara sokmadan, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmektir. İşi yapan zamanında yapmalı, yaptıran da zamanında karşılığını vermelidir. Aksi takdirde insanlar zaman, mal ve duygu bakımından zarara uğrar. Çünkü zamanında yapılmayan iş ya da verilmeyen karşılık, muhatabın zamanının boşa gitmesi, maddî ve manevî bakımdan zarara uğramasıdır. Diğer bir ifade ile mağdur olan taraf maddî bakımdan bir zarara uğradığı gibi, psikolojik bakımdan da bir yıpranmaya maruz kalmış olur. Bu tür istenmeyen durumların engellenmesi, ancak İslâm’ın titizlikle uyulmasını gerekli gördüğü, samimiyet, dürüstlük ve adalet ilkelerine riayetle mümkündür. Zira kişinin samimî ve dürüst olması adil olmasını, o da yapılan işin hayırla sonuçlanması imkanı doğurur. Aksi takdirde yapılan çalışma zulme dönüşebilir. Sonuçta yapılan işler boşa gider hatta karşı tarafa artı zarar verme noktasına bile varabilir. Böylesi bir sonuç doğmasına neden olan kimsenin dünyada uğrayacağı zararın yanısıra, âhirette Kur'an’ın tabiriyle; “Kim zerre miktarı bir hayır yaparsa onun karşılığını, kim de zerre miktarı bir şer yaparsa onun karşılığını görecegi”(9) yer olan, ilâhî adalete hesap vermesi söz konusudur. Zaten Allah Teâlâ böyle kimseleri “bütün çabaları boşa gitmiş olanlar”(10)şeklinde nitelemiştir.

Bir kimse çalışmaya başlarken bir anlaşma (akit) içerisine girmiştir. Bu akdin şartlarına uygun bir şekilde gerçekleşmesi için kişinin sözüne sadık kalması gerekmektedir. Bu doğrultuda olmak üzere Allah Teâlâ Maide Sûresi’nin başında, “Ey inananlar! Yaptığınız akitleri yerine getirin”(11) buyurmakta ve bununla bağlantlılı olmak bakımından, özellikle borç alış verişlerinde yazılı bir belgenin düzenlenmesinin gerekliliğine işaret etmektedir.(12)

Nitekim Allah Teâlâ, elest bezminde kullarından, kendisini rab olarak tanımalarına ve kendi rızası doğrultusunda çalışacaklarına dair söz (akid) almış ve kendilerine yine kendilerini şahid tutmuştur.(13)

Bunun yanı sıra insan yaptığı bir işi en güzel bir şekilde sonuca ulaştırmalı, diğer bir ifade ile yapabileceğinin en mükemmelini ortaya koymalıdır. Nitekim Allah Teâlâ'nın, "yerlerin ve göklerin, içerisinde bulunanların nasıl bir mükemmellikle, kendisi tarafından yapıldığını"(14) ifade etmesi, kulları olan insanlardan da yapabileceklerinin en mükemmellini ortaya koymalarını istediğinin bir işaretidir. Zira Allah Teâlâ tarafından, Tin Sûresi’nde, “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” diye ifade edildikten sonra takip eden ayetlerde insanların bu güzelliklerinin gereği olarak inanmaları ve iyi amel işlemeleri buyurulmuştur. Diğer bir ifade ile insan, güzel yaratıldığı gibi güzel çalışmalar ortaya koyabilecek kabiliyetle de donatılmıştır. Allah'ın Adem (a.s.)’ı yarattıktan sonra ona, “bütün isimleri öğretti”ğini bildirmesi, insanın bir takım kabiliyetlerle mücehhez kılındığını göstermektedir.

Sonuç olarak hayırlı çalışma yapmanın iki şartı vardır: İnanç ve ahlâk. Bu iki şartı çalışmasında bulunduran kişi, Allah'ın rızasına uygun hareket etmesinin yanı sıra, kendisinin ve üyesi bulunduğu insanlığın yararı ve ait olduğu çevrenin doğal haliyle kalması dogrultusunda bir davranış sergilemiş olur. Bu üç unsurun gözetildiği çalışma, Kur'an'da amel-i salih olarak ifade edilmiştir.

1- İsbehanî, el-Müfredât, İstanbul 1986, s. 519.

2- bk. Sebe, 13; Fil, 1.

3- Ebu'l-Bekâ, Külliyat, Beyrut, 1412/1992, s. 544.

4- İsbehanî, el-Müfredât, s. 341., ayr. bk. İsra, 19; Necm, 29; Cuma, 9.

5- Seyit Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslâm, (trc. Ş. Ş. Barkçın-H. Arslan, İstanbul, 1987, s. 39-42.

6- bk. Âl-i İmran, 110. (Bakara, 143 âyetinde ise aşırılıklardan uzak topluluk anlamında “ümmet-i vasat" nitelemesine yer verilir.)

7- bk. Muhammed Fuad Abdulbaki, Mu'cemül-müfehres, "habeta" md.

8- Necm, 39-40.

9- Zilzal, 7-8.

10- Kehf, 104.

11- Maide, 1.

12- Bakara, 282.

13- A'raf, l72-l73.

14- Âl-i İmran, 190; Neml, 88.

İSLÂM'A GÖRE HELAL KAZANCIN ÖNEMİ

Ahmet GÜÇ - U.Ü. İlahiyat Fakültesi - Dinler Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

İslâm Dini, çalışmaya olduğu kadar, helal ve meşru yoldan gelir temin etmeye de büyük önem vermektedir. Nasıl ki kazanç sağlamanın tek yolu çalışmaksa, aynı şekilde helal kazancın yegâne yolu da yine çalışmaktır. Dolayısıyla İslâm, helal kazanca büyük önem verir ve helal ve meşrû yollardan gelir teminini ısrarla tavsiye eder.

I- İSLÂM HELAL KAZANCA ÖNEM VERİR

Gerek Kur'an ayetlerinde gerekse Peygamber Efendimiz'in hadislerinde, inanan insanlar, helal yoldan ve alın teriyle geçimlerini temin etmeye teşvik edilmiş; helal ve temiz olan şeylerden yiyip-içmeleri ilgili ayet ve hadislerde şöyle tavsiye edilmiştir:

"Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin, şeytan'ın peşine düşmeyin, zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır."(1)

"Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin."(2)

"Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helâl kılınmıştır."(3)

"Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun."(4)

"...Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytan'ın ardına düşmeyin..."(5)

"Artık, Allah'ın size verdigi rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin, eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız, O'nun nimetine şükredin."(6)

"Ey Peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin; güzel amel ve hareketlerde bulunun..."(7)

Görüldügü gibi ayetlerde; Allah’ın yaratmış olduğu rızıkların helâl ve temiz olanlarından yenilip-içilmesi, harama bulaşma noktasında şeytan’a uymaktan kaçınılması, bu hususlarda Allah’tan korkulması ve vermiş olduğu nimetlerden dolayı da O'na şükredilmesi istenmektedir. Hatta, temiz ve helâl olan şeylerden yiyip içmek geçmiş peygamberlerden ve onların ümmetlerinden de istenmiştir. Ayrıca, temiz ve helâl olan şeylerden yiyip içmekle, güzel amel ve hareketlerde bulunmak arasında bir ilişkinin bulunduğuna da dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber de; Zekeriyya (a.s)’ın marangoz olduğuna, Hz. Davud’un da el emeğiyle geçindiğine değindikten sonra, çalışmanın ve alın teriyle helal yoldan rızık temin etmenin kıymetine işaretle şöyle buyurmuştur:

“Hiç kimse el emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir.”(8) Yine Peygamber (s.a.s), helal kazanç yolunu araştırmanın her müslümana farz olduğunu ima ederek: “Kim ki el emeğiyle, alın teriyle kazandığı helal malını yiyerek aile yuvasında gecelerse, Allah kendisinden razı olarak gecelemiştir, bağışlanmış olarak sabahlar” buyurmuştur.(9) Helal kazancın duâların kabulünde de rolü vardır.

1- Helal Kazanç Duâların Kabulüne Vesile Olur

Helal kazancın, duâların kabulüne vesile olacağı, Enes b, Mâlik’ten gelen şu rivayette dile getirilmiştir: Enes b. Mâlik, Resul-i Ekrem’e: Ya Resûlallah! Ben, duâlarımın kabulünü isterim, bana bunun yolunu gösterir misiniz? diye rica ettim. Resûl-i Ekrem: “Ey Enes! Helal kazan, duân müstecab olur. Zira kişi, ağzına haram bir lokma götürürse, kırk gün duâsı kabul olunmaz” buyurdu, demiştir.(10) Bu noktada karşımıza şöyle bir husus çıkmaktadır. Eğer bugün bir kısım insanlar yapmış oldukları ibadet ve taatlarından manen haz duyamıyorsa, aile fertlerine söz geçiremiyor veya onların İslâmî yaşayışları konusunda ciddî rahatsızlıklar duyuyorsa, daha açık söylemek gerekirse, çocuklarımıza söz geçirememe gibi bir şikayetimiz varsa, bu hadisin ışığında ve helal-haram çizgisindeki hassasiyetlerimiz açısından bir durum değerlendirmesi yapmamız gerekmektedir. Yine, aynı zamanda “duâ” anlamına da gelen(11) namazımız bizi -haramlar da dahil- her türlü kötülükten alıkoymuyorsa,(12) bunun sebebini biraz da kendimizde ve kazancımıza haram katıp katmadığımızda aramamız icab etmektedir. Helal kazançla ilgili dikkat edilmesi gereken bir husus da, kazancın nereden elde edildiğine bakılmasıdır.

2-Kazancın Nereden Elde Edildiğine Dikkat Edilmelidir

Hz. Peygamber, Ebu Hureyre'den gelen bir rivayette de, bir kısım insanların ileriki devirlerde rızıklarını temin ederken, haram-helal noktasında ihmalkâr davranacakları yönündeki endişesini de şöyle dile getirmiştir:

“İnsanlara muhakkak bir zaman erişir ki, o devirde kişi, ele geçirdiği malın helaldan mı, haramdan mı kazanıldığına hiç aldırmaz.”(13)

Kişinin, servetinin kaynağını araştırması ise, dinî zaafiyetinden ve iman gevşekliğindendir, denilmiştir. Bir de bu helal-haram konusuna aldırış etmemede fitne ve fesadın umumî oluşunun, ahlâksızlığın halk arasında yaygınlaşmasının çok etkili olduğu söylenmiştir.(14) Böyle bir endişenin dile getirilmesindeki amaç, helal yoldan ve el emeğiyle, alın teriyle kazanç sağlamaya teşvik ve bu noktada hassasiyet gösterilmesini tavsiyeye yöneliktir.

3- Helal Kazançta El Emeği ve Alın Terinin Rolü

Âyet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi, kişinin yiyeceği ve dolayısıyla aile fertlerine yedireceği en hayırlı ve helal lokmanın, el emeğiyle ve alın teriyle kazanılan olduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan, çalışmayan kimse -geçinebilmek için- ya başkasının eline bakacak veya helal olmayan yoldan kazanç temini cihetine gidecektir. Böylece, şahsiyetini, izzet ve şerefini ayaklar altına atacak; başkalarına yüz suyu dökerek el-avuç açmak durumunda kalacaktır. Bu da, insana ve insan haysiyet ve şerefine büyük değer veren İslâm’ın hiç tasvip etmediği bir şeydir. Başkalarından yardım ve merhamet dilenmenin hoş bir şey olmadığını göstermek için İslâm, çok önemli tabirler kullanmıştır. Mesela, “dilencilik” dilenen insan için kıyamet gününde bir utanç vesilesi olacaktır. İşte bunun içindir ki Peygamber Efendimiz; versin veya vermesin, başkalarına el-avuç açıp dilenmektense, dağdan sırtında odun taşıyarak pazarda satmanın ve bu yolla geçimini temin etmenin daha şerefli bir iş olduğunu söylemiştir.(15)

Nitekim, bir gün Hz. Peygamber’in yanına gelen bir sahabi ondan yiyecek birşeyler istemişti. Peygamber (s.a.s), o sahabiye: “Senin evinde hiç eşya yok mu?” diye sormuş; sahabi, “bir kısmıyla örtündüğümüz, bir kısmını yere serdiğimiz bir çul, bir de su kabımız var” diye cevap vermişti. Allah Resûlü, sahabiye: “Onları bana getir!” demiş; getirince de etrafındakilere dönerek: “Bu çul ile su kabını kim satın almak ister?” diye sormuştu. Biri, bir dirhem vereceğini söylemiş; Hz. Peygamber: “Artıran yok mu?” diye birkaç defa seslenmiş ve iki dirhem teklif edene onları satmıştı. Parayı fakir sahabiye verdikten sonra; “Bir dirhemiyle ailene yiyecek al, ötekiyle de bir balta satın al ve bana getir” demişti. Sahabinin getirdiği baltaya Efendimiz kendi elleriyle bir sap taktıktan sonra: “Haydi şimdi git; bununla odun kes ve sat. On beş gün çalış; ondan sonra yanıma gel!” buyurmuştu. On beş gün sonra Peygamberimiz’in yanına gelen sahabi on dirhem kazanmış, bu parayla kendisine ve ailesine elbise ve yiyecek almıştı. Bu duruma çok sevinen Peygamberimiz, sahabiye şunları söylemiştir: “Dilenciliğin, kıyamet günü suratında bir leke gibi görünmesinden, böylesi senin için daha iyidir.”(16)

Bununla beraber, İslâm’da; yoksulların, ihtiyaç içerisinde bulunanların, özellikle de muhtaç oldukları halde, “...Durumunu bilmeyen kimselere karşı gösterdikleri tokluktan dolayı, onlar tarafından zengin sayılan fakirlere...”(17) yardım edilmesi istenmiş; başkalarının yardımına koşanlara da sonsuz mükâfatlar vaadedilmiştir.(18) Ayrıca, İslâm nazarında insanların en iyisi, gerçekte fedakârlık eden ve başkalarının kendi nefislerine tercih edenlerdir (isâr).(19)

Konuyla ilgili iki önemli kavram da “cimrilik” ve “israf” tır. İslâm nazarında her ikisi de hoş karşılanmamış ve şöyle buyurulmuştur: “Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira, böylesine saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür... Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın.”(20)

İslâm dini, helal yoldan rızık temini için uyulması gereken bazı prensipler getirmiş ve sakınılması gereken hususları da açıklamıştır. Uyulması gereken bu prensiplerin en başta geleni ise, her hususta olduğu gibi, iş hayatında da dürüst olmak prensibidir. Şimdi, iş hayatında dürüstlük prensibini ele alalım.

4- Helal Kazanç Şartlarından Birisi de İş Hayatında Dürüstlüktür

El emeğiyle, alın teriyle geçinen her müslüman; ister tüccar, ister işveren, isterse işçi olsun, çalışma hayatında dürüst olmak zorundadır. Aslında dürüstlük, herkesin olmasını istediği fakat pek çok kimsenin başaramadığı bir davranış biçimidir. Aynı zamanda dürüstlük helal kazancın da ilk şartıdır. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”(21) ayeti bütün müslümanlar için geçerlidir. Yine Kur’an, inananların hiçbir zaman doğruluktan ayrılmamaları halinde ebedî hayatta da asla korku yüzü görmeyeceklerini, üzüntüye uğramayacaklarını ve bütün nimetleriyle cennete kavuşacaklarını müjdelemektedir.(22) Yanına gelerek kendisine nasihat etmesini isteyen sahabiye: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol” tavsiyesinde bulunan(23) Peygamber Efendimiz, aynı gerçeğe işaret etmiş ve dürüstlüğün, Allah’a imandan sonra gelen çok önemli bir insanlık ve kulluk görevi olduğunu vurgulamıştır.

Yukarıda da ifade edildigi gibi, iş hayatı da dahil, hayatın her safhasında dürüst olmak ve dürüst olmayı bir hayat tarzı ve bir yaşama biçimi haline getirmek herkes için geçerlidir . Dolayısıyla tüccar, müşteriye mal satarken; işçi, tezgahının başında çalışırken; işveren, işçisinin hakkını ve emeğinin karşılığını hesap ederken hep bu ölçüyü esas almalıdır. Hangi konumda bulunursa bulunsun, müslüman; alacağı parayı helal ettirmeye çalışırken, üzerine bilhassa “kul hakkı”nın geçmemesi için titiz davranmak mecburiyetini duymalıdır.

Günümüz ticaret hayatında insanların bir kısmının, verdikleri sözler; yazdıkları karşılıksız çekler-senetler; şu gün vereceğim veya “durumum sana ödeme yapmaya elverişli değil” gibi basit bahanelerle ticaret ahlâkı çiğnenmekte; insanların birbirine güveni günden güne azalmakta ve toplumun giderek ahlâken bozulmaya, çözülmeye doğru gitmekte olduğu düşünülürse, Allah Resûlü’nün geçmiş ümmetlerden vermiş olduğu şu aşağıdaki örnek ne kadar mânidâr olacaktır:

Ebu Hureyre (r.a.) nakleder: “İsrailoğu1larından bir tüccar, bir arkadaşından bin dinar (altın para) ödünç alır ve deniz aşırı yolculuğa çıkar. Borç için Yüce Allah’ı kefil ve şahit göstermiş, ödeme için de bir vade belirlemiştir. Dönüş için gemi bulamayıp sözünde duramayacağını anlayınca, çare aramaya başlamıştır. Nihayet, bir marangoza hazırlattığı tahta kalasın içine borç olarak aldığı parayı koymuş ve bir de mektup eklemiş, Allah’a güvenerek denize atmıştır. Parayı vadesinde alacağından emin olan alacaklı da, “vade günü” kendi beldesinde sahile inmiş beklerken, dalgaların sahile attığı tahtayı görmüş ve yakmak üzere evine götürmüştür. Kapak açıldığında, para vadesinde alacaklıya ulaşmıştır.”(24) İlk bakışta İsrailiyyat kabilinden bir haber gibi görünen ve günümüz bakış açısıyla telifi ve anlaşılması imkansız gibi görünen bu hadis, sahih hadis kitaplarımızın başında gelen Sahih-i Buhari’de yer almakta olup konumuz açısından çok çarpıcı bir örnektir. Eğer bu hadisi biz, Hz. Peygamber’in: “Kim borcuna sadık olur ve ödeme gayreti içinde bulunursa, Allah ona yardımcı olur”(25) hadisi ile birlikte düşünecek olursak, hadisi de, dürüstlüğün önemini de çok iyi kavramış oluruz.

İşte İslâm’ın olmasını istediği insan; maddeye esir olan değil, maddeyi arkasından sürükleyebilen kişilikli insandır. Dolayısıyla, bu anlatımları fevkalâde bulmamak gerekir. Burada önemli olan, insanın niyet ve azminin öne çıkmasıdır. Nitekim yine Hz. Peygamber: “Kim ödemek niyetiyle borçlanırsa, Yüce Allah da o borcu ödemesinde ona yardımcı olur. Kim de ödememek niyetiyle borçlanırsa, A1lah ona ödeme fırsatı vermez” buyurmuştur.(26) Bu hadis de, günümüzün yanlış ticaret anlayışını çok güzel ifade etmektedir.

Hayatın her safhasında hemen hemen herkesi ilgilendiren ve günümüzde en önemli geçim vasıtalarından biri haline gelen iş hayatı ve “iş hayatında dürüstlük” konusunu, tüccar-müşteri, işçi-işveren vb. açılardan ele almak uygun olacaktır.

1- Tüccar-Müşteri Açısından

a- Müşteriyi Aldatmamak

Her şeyden önce tüccar, dürüstlüğü ve sözüne güvenilirliği ile müşterisine güven telkin etmelidir. Böyle olanları Peygamber Efendimiz şu sözleriyle övmüştür.

“Doğru sözlü ve kendisine güvenilir tâcir, âhirette peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber bulunacaktır.”(27) Böyle davranan tüccar, bu güzel davranışının karşılığını sadece öteki dünyada değil, bu dünyada da görecektir. Çünkü bu konu, bugün birey olarak hemen hemen herkesin sıkıntısını çektiği ve ihtiyaç duyduğu bir konudur. Dürüstlüğü ve doğru sözlülüğü ile müşterisine güven veren tüccar, hem kazancını helal yoldan elde etmiş, hem de ticaretinde bereketin yolunu açmış demektir. Zira, satıcıdan memnun olarak ayrılan bir müşterinin, ihtiyaç halinde yine aynı dükkana gidip ihtiyaç duyduğu malları temin etme ihtimali oldukça yüksektir. Onun için, müşteri memnuniyetine önem veren ve alış-verişinde dürüstlüğü ön plânda tutan kimseler, dürüstlüğün önemine inanan ve onun faydasını gören kişilerdir.

Bu aynı zamanda müşteri için de bir kolaylıktır. Evinden çıktığı zaman hiç düşünmeden gidip gönül rahatlığıyla alış-verişini yapabilmek ve aldatılmadığından emin olmak, günümüz insanının en çok ihtiyaç duyduğu hususlardandır. Aksi halde, müşterinin gafletinden veya saflığından istifade ederek, sağlam olmayan veya özürlü bir malı sağlam diye ona satmak, İslâm ahlâkıyla da, ticaret ahlâkıyla da bağdaşmaz.

Peygamber Efendimiz bir gün pazarda dolaşırken bir yiyecek yığınının önünde durmuş ve elini yiyecek maddesinin içine daldırmıştı. Parmağına bir ıslaklık değdiğini hissedince, satıcıya: “Nedir bu?” diye sormuştu. Mal sahibi: “Ya Resulallah! Yağmur yağmıştı, ondan ıslanmış olacak” deyince, Peygamber (s.a.s.): “Neden o ıslak tarafı herkesin görebileceği şekilde üste koymadın” diye ikaz ettikten sonra: “Bizi aldatan bizden değildir” demiş ve “Kusurlu bir malı, ayıbını söylemeden satmanın bir müslümana helal olmayacağını” kesin bir dille belirtmiştir.(28) Hz. Peygamber’in bu ikazı, çarşı-pazarda tezgahındaki domatesin, portakalın vs. çürük tarafını; elmanın yeşilini alta getiren veya malın iyisini ve olgununu tezgahın ön tarafına dizip onlarla müşteriyi çeken, fakat arka taraftakileri veren; zaman zaman ikaz edildiklerinde de müşteriyi azarlayan ve “Ne yapalım biz de böyle aldık” gibi bahanelerle adeta müşteriyi cezalandıran esnaf için de geçerlidir.

Şu halde kalitesi düşük malı, değerli malla bir tutmamalı; kötüyü iyiden ayırmalı, malın kusurunu söyleyerek müşteriye satmalıdır. Onun için Peygamber (s.a.s): “Alıcı ve satıcı doğru söyler, her şeyi açıkça ortaya koyarlarsa, alış-verişleri hayırlı ve bereketli olur”(29) buyurmakla, her iki tarafın da dürüst ve samimi davranmalarını, birbirlerine güvenmelerini tavsiye etmiştir. Dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi de malın, satıcı tarafından gereğinden fazla övülmemesidir.

b- Malı Gereğinden Fazla Övmemek

Bir malı satmanın ve müşteriyi ikna etmenin yollarından birisi de, malın kalitesini ve özelliklerini alıcıya söylemektir. Ancak, bunda aşırıya kaçılmamalı, malı övme adına onda olmayan öze1likler söylenmemelidir. Çünkü, malını gereğinden fazla överek satan kimsenin yalandan korunması oldukça zordur. Hatta bir kısım esnafın, “Yalan söylemesem malımı satamıyorum” gibi bir mazerete sığınarak, alenen yalan söylediğini itiraf etmesi, bir malı fazla övmenin, kişiyi yalan söylemeye sevkedeceğini göstermektedir. Aslında iyi malın övülmeye ihtiyacı da yoktur. Esnaf diliyle söylemek gerekirse, “tezgahtarlık yapma” adına bir malı fazlaca övmek, müşteri üzerinde de olumlu etki yapmadığı gibi, böyle bir alış-verişin bereketi de olmaz. Zira Peygamber Efendimiz: “Gerçeği gizleyip yalan söyleyerek yapılan alış-verişin bereketini Allah’ın yok edeceğini” söylemiştir.(30)

Ancak, günümüzde reklamın vazgeçilmez bir ticaret prensibi olduğu da kabul edilmektedir. Bir malın varlığını duyurmak için yapılan reklamın zararı olmadığı; fakat müşteriyi aldatmaya, onun o mal konusundaki bilgisizliğinden faydalanmaya yönelen reklam, hem yalan sayılır hem de müşteriye haksızlık yapılmış olur. Hz. Peygamber: Malına müşteri çekmek için yalan yere yemin eden satıcının, kıyamet gününde yüzlerine A1lah Teala’nın bakmayıp, günahlarını affetmeyeceği üç sınıftan biri olarak nitelendirmiştir.(31)

c- Hileli Ölçüp Tartmamak

Kur’ân-ı Kerim’de, doğru ölçüp tartmanın sık sık tavsiye edilmesi;(32) bir şeyi ö1çerek aldıklarında tam tartan, verdiklerinde ise ölçü ve tartıyı kendi çıkarlarına kullanan kimseler hakkında Yüce Allah’ın: “Vay onların haline”(33) diye buyurması ve Hz. Peygamber’in de; geçmiş milletlerin helakine sebep olan günahlardan birinin eksik olçüp tartmaları olduğunu beyan etmiş bulunması,(34) konunun önemini çok veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, müslüman esnaf eline metresini aldığında veya terazisinin başına geçtiğinde son derece dikkatli davranmalı ve yine Peygamber (s.a.s)’ın: “Tart, biraz da ilave et”(35) buyruğunu esas almalıdır. Özellikle ölçü ve tartıda dikkat edilmediğinde insanların birbirine olan güveni sarsılmakta ve neticede de kul hakkı devreye girmektedir. Hz. Peygamber’in tavsiyesinden de anlaşılacağı gibi, ölçü ve tartıda esas olan kimsenin kimseye hakkının geçmemesine dikkat etmektir. Öze1likle ölçme veya tartma durumunda olan kimseler daha da dikkatli olmalıdır. Çünkü, kişi kendi isteğiyle ve bilerek biraz fazla ölçer veya tartarsa, bunun bir sakıncası olmaz. Fakat eksik ölçüp tarttığında, bunu karşı tarafa kabul ettirmesi veya onun hakkını helal ettirmesi çok zordur. Halbuki haklar söz konusu olduğunda, mutlaka sakınılıması gereken hususlardan birisi de “kul hakkı”dır. Bilinmelidir ki, kul hakkına Allah bile müdahale etmemektedir.

d- İhtikar Yapmamak

Karaborsacılık ya da ihtikar; karaborsacının, insanların ihtiyaç duyduğu ticarî eşyayı saklayarak, fiyatlar yükselince satması ve bundan kâr elde etmesi olayıdır. Bunu yaparken kendi çıkarını düşünerek halkın zararına yol açar. Bu işlemde ticarî eşyayı saklayıp sun’i arz darlığı oluşturanlar, talep artışıyla fiyatlar yükselince bu sakladıklarını el altından daha yüksek fiyata ya da piyasada oluşan yüksek fiyata satarak, tüketicinin elindeki alım gücünü haksız yere ele geçirirler. Bu da tüketici kesimine zarar vermek ve zulmetmek anlamına geldiği gibi, ahlâkî olarak da hoş görülmeyen bir davranış biçimidir. Bundan dolayı Hz. Peygamber, değişik hadislerde ihtikârla uğraşanı; hata işleyen, günahkâr, sapkın, Allah’ın himayesinden uzak, lanetlenmiş gibi sıfatlarla nitelerken, birinde de, ihtikâr yapan kimsenin cüzzam hastalığına tutulabileceğinden veya iflas edebileceğinden bahsetmiştir.(36)

Daha çok gıda maddeleri üzerinde tatbik edilen karaborsacılık, insanların huzurunu kaçırmakta, belirli bir kesimin çıkarları uğruna haksız kazancı ve bir anlamda insanlara zulmü yaygılaştırmaktadır. Peygamber Efendimiz: “Tüccar kazançlı, karaborsacı lanetlenmiştir” buyurmak suretiyle, karaborsacılığın “büyük günah” olduğunu bildirmiştir.(37) Diğer hadislerinde de; ihtikâr yapanın, piyasada fiyatlar ucuzlayınca üzülen, yükselince sevinen kötü bir insan olduğunu; fiyatlar yükselsin diye piyasadaki yiyecek maddelerini toplayarak kırk gün ihtikâr yapan kimsenin Allah ile, Allah’ın da onunla hiçbir ilgisi kalmayacağını belirtmiştir.(38) Binaenaleyh, ihtikâr yapmak suretiyle para kazanmak da doğru ve helal olmayan bir kazanç yoludur .

2- İşçi-İşveren Açısından

Helal kazancın işçi-işveren açısından önemini; çalışanın vazifeleri ve işveren’in görevleri şeklinde iki kategoride ele almak gerekecektir.

a- Çalışanın Vazifeleri

aa- Sorumluluğunu Bilmek

Devlet, memuruna; işveren de işçisine belirli bir maaş veya ücret karşılığında bir iş vermiş ve o işin yapılmasından da o kişiyi sorumlu tutmuştur. Dolayısıyla işin yapıldığı yer; makinalar, tezgah ve aletler de çalışana emanet edilmiş ve onun sorumluluğuna bırakılmıştır. Peygamber Efendimiz’in ifadesiyle, çalışana emanet edilen şeyler, onun sorumlu olduğu sürü durumundadır. Konu ile ilgili hadis-i şerifte bu sorumluluğa şöyle işaret edilmiştir:

“Çalışan kişi de efendisinin (devletin veya işverenin) malının bekçisidir... Hepiniz çobansınız; hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz.”(39) Binaenaleyh, görevini sorumluluk bilinci içerisinde yapan kimse, aldığı maaş veya ücreti de haketmiş ve helal yoldan kazanmış demektir.

ab- İşini Dikkatle Yapmak ve İşin Hakkını Vermek

Çalışana verilen ücret, kendisinden beklenen işin karşılığı demektir. Kötü iş veya işini kötü yapmak; yalan söylemek, hainlik yapmak kadar ahlâk dışı bir davranıştır. Kişi, işini yaparken bütün bilgi, beceri ve kapasitesini ortaya koymalı ve işini en iyi şekilde yapmaya çalışmalıdır. Diğer bir ifadeyle, yaptığı işin hakkını vermeli ve kendi işini nasıl yapıyorsa başkasının işini de o şekilde yapmaya gayret etmelidir. Çünkü dikkat ve itina gösterilerek yapılan iş, hem insanın mesleğinde ilerlemesini hem de üretilen malın piyasada tutunmasını sağlar. Böylece işveren de memnun edilmiş olacağından, alınan ücret helal ettirilmiş olur. Ayrıca, Allah’ın rızası da kazanılmış olur. Hz. Peygamber buna işaretle şöyle demiştir:

“Biriniz işini sağlam ve dikkatle yaptığı zaman, Allah bundan memnun olur.”(40)

Bu anlatılanlar sadece işçi olarak çalışanlar için değil, kendi işinde bağımsız olarak çalışan esnaf ve sanatkârlar için de geçerlidir.

b-İşverenin Görevleri

Helal yoldan kazanmak, işveren için de geçerli ve gereklidir. Dolayısıyla işverenin de yerine getirmesi gereken görev ve sorumlulukları vardır. Bunları da şu şekilde belirtmek mümkündür:

ba- İşçinin Ücretini Geciktirmeden Vermek

Bir müessesenin ayakta durabilmesi, bir anlamda orada çalışan işçilerin çalışma ve gayretlerine de bağlıdır. Çünkü müessesenin devamında onların el emeği ve alın terlerinin de rolü vardır. Bu itibarla, işveren de işçisine müteşekkir olma durumundadır. Hak ettiği ücreti, kararlaştırılan süre geldiğinde, bekletmeden ödemelidir. Peygamber Efendimiz, işverene hitaben: “İşçinin ücretini, alın teri kurumadan ödeyiniz”(41) buyurmuştur. Başka bir hadiste de; çalıştırdığı kimseye ücretini ödemeyen şahsı, kıyamet gününde A1lah Teala’nın, kendi hasmıymış gibi perişan edeceği ifade edilmiştir.(42)

bb- İşçisini Korumak

İşverenin görevlerinden birisi de; iş yerinin ayakta durmasına, servetinin artmasına katkıda bulunan işçilerine karşı şefkatli ve iyi niyetli davranmak olmalıdır. Nasıl ki işçinin, işini kendisine yapılan bir emanet gibi görmesi gerekiyorsa, aynı şekilde işveren de, işçisini kendisine verilen bir emanet gibi görmelidir. Söz ve davranışlarıyla böyle düşündüğünü işçilerine hissettirdiğinde, işçiler de bu iyi niyeti kötüye kullanmamaya ve işlerinin hakkını en iyi şekilde vermeye gayret göstereceklerdir. Böyle davranılması her iki taraf için de faydalı olacaktır. Aksi halde işveren, işçisini koruyup kollamaz ve onu ihmal ederse; işçi de işinin hakkını vermezse, bundan her iki taraf da zarar görecek ve neticede, alınan ücret veya işin karşılığında sarfedilen emek helal ettirilemeyeceğinden, her iki taraf için de “kul hakkı” terettüp edecektir.

Nitekim Peygamber Efendimiz bir defasında, mağarada mahsur kalan üç kişinin hikayesini şöyle anlatmıştır: Birlikte yolculuk yapan üç kişi geceleyin mağaraya sığınmışlar, dağdan yuvarlanan bir taş da mağaranın ağzını kapatmıştı. Her biri Allah rızası için yaptığı iyi bir davranışını anlatıyor, sonra da: “Allah’ım! Eğer bu hareketi senin rızan için yapmışsam, bu belayı üzerimizden kaldır!” diye dua ediyor ve mağarayı kapatan taş bir miktar açılıyordu. Üçüncü şahsın anlattığı ve mağaranın ağzını tıkayan taşın tamamen açılmasını sağlayan hadise şu idi: Adam, çalıştırdığı işçilerine ücretlerini dağıtmış, fakat içlerinden biri ücretini almadan gitmişti. İşveren de bu parayı işçinin adına çalıştırmıştı. Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra işçi çıkıp gelmiş ve ücretini istemişti. İşveren de çayırda otlayan hayvanları, göstererek, “Bunlar senin ücretinden üreyip çoğalmıştır, al götür!” demiş ve hepsini işçisine vermişti.(43) İşte bu örnek davranışın ilâhî kabule arzedilmesi sonucunda, mağaranın ağzını kapatan taş tamamen yuvarlanıp gitmişti. Demek ki, işçilerinin hakkını üzerine geçirmekten sakınan ve onların iyi bir hayat standardına ulaşmaları konusunda gayret sarfeden işveren, kullarının iyiliğini düşündüğü için, Allah’ı da memnun edecektir.

Verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi, el emeği ve alın teriyle helâl yoldan rızık teminine büyük önem veren yüce dinimiz İslâm; helâl olmayan veya gayri meşrû diye de nitelendirilen yollardan kazanç temininin her türlüsünü yasaklamıştır. Bu anlamda faiz, kumar, hırsızlık, gasp, başkasının malına haksız yere el koyma, hileli ölçüp tartma, her türlü alkol ve uyuşturucu ticareti, zina vb. yollardan gelir temini yasaklanmış ve bu yollarla sağlanan kazanç da haram sayılmıştır.

Aslında İslâm’da helal-haram çizgisine büyük önem verilmiştir. İslâm’a gönül veren herkes de bu noktada son derece dikkatli olmalıdır. Helal ile haramın sınırını belirleyen çizgi hassas bir çizgidir. Çünkü çizginin hemen öbür tarafında haram yer almaktadır. Bu çizgiye gereken ihtimamı gösteremeyen kimselerin, harama her an bulaşmaları imkân ve ihtimal dahilindedir. Günümüz insanının gelir temini konusundaki sıkıntılarından birisi de, bu çizgiye riayet edip etmemelerinde yatmaktadır.

İslâm’a göre helal ile haram arasında bir de şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden sakınmak da helal-haram nokta-i nazarından önem arzetmektedir. Dolayısıyla, İslâm Dini şüpheli şeylerden de sakınılmasını ister.

I-İSLÂM ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN  SAKINDIRIR

İnsanların dünya ve âhiret mutluluğunu hedefleyen, bunu gerçekleştirmek için de köklü tedbirler getiren ve insanlara nasıl yaşamaları gerektiği noktasında yol gösteren İslâm Dini’nin helal-haram konusundaki esaslarını dikkatle inceleyen kimselerin, bu hususta fazlaca sıkıntıya düşmeleri mümkün değildir. Çünkü İslâm’da nelerin helâl ve nelerin haram olduğu ilgili ayet ve hadislerin ışığında açık bir şekilde ortaya konmuştur. Ancak, helal ile haram arasında yer alan bir kısım şüpheli şeyler konusunda sıkıntı olabilir. Şüpheli şeyleri herkes aynı derecede bilemeyebilir. İşte bu gerçeğe veciz bir şekilde işaret eden sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Helal de haram da apaçık bellidir ve bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır, ki insanların pek çoğu onları bilmez. Kim ki şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve namusunu korumuş olur. Kim de bu şüpheli şeylere bulaşırsa, onun durumu da sürüsünü bir koruluğun etrafında otlatan çobanın durumuna benzer, ki o sürünün her an o koruluğa girme ihtimali vardır. Dikkat edin! Her padişahın bir koruluğu vardır. Dikkat edin! Allah’ın koruluğu da O’nun haram kıldığı şeylerdir. Yine dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır, o iyi olduğu zaman bütün beden iyi olur; o bozulduğu zaman bütün beden bozulur. Dikkat edin! işte o et parçası kalptir.”(44)

Hadisten de anlaşılacağı gibi, insanların pek çoğunun bilemeyeceği ve dinde “şüpheli şey” diye nitelendirilen bazı hususlar, helal ile haram arasında yer almakla birlikte, harama daha yakın gibi görünmek olup, şüpheli şeylerle fazlaca meşgul olan kimselerin her an harama bulaşması muhtemeldir. Dolayısıyla İslâm’a göre, helal kazanç noktasında haramlara karşı gösterilen titizlik, şüpheli şeylere bulaşmama hususunda da gösterilmelidir. Çünkü şüpheli şeyler de netice itibariyle harama götürmektedir.

Şu halde yüce dinimiz İslâm; haram kazancın kişiyi dünya ve âhirette perişan edeceği düşüncesini inananların gönlüne yerleştirmekle, manevî bir zabıta ve oto kontrol sistemi kurmuştur. Dolayısıyla dürüst ve namuslu olmayı, erdemli olmanın temeli sayan bir mü’min, bu anlayışı inancından almaktadır. Çünkü, helal kazancın vazgeçilmez şartlarından birisi çalışmak ise, diğeri de dürüst olmaktır. Dürüstlük, Allah’a imandan sonra gelen en önemli bir kulluk ve insanlık görevidir. Nitekim Hud Suresinde yer alan “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” mealindeki ayet, Hz. Peygamber’in şahsında herkesi muhatap almaktadır. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in, bir sahabiye: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol” tavsiyesinde bulunmuş olması da aynı gerçeği dile getirmektedir.

Yukarıda anlamını verdiğimiz hadiste de ifade edildiği gibi, insanın bütün dışa yansıyan davranışlarının manevî merkezi kalptir. Diğer davranışlarda olduğu gibi, helal-haram konusunda da bütün mesele dönüp dolaşıp kalpte düğümlenmektedir. Eğer “bedendeki et parçası” diye bahsedilen kalp temiz olursa, o beden de iyi davranışlar gösterecektir. Temiz bir kalbe sahip olmayan kimseden, iyi davranışlar beklemek de mümkün değildir. Ancak, ifade etmek gerekir ki, kalp temizliği sözle değil, insanın dışına yansıyan davranışlarıyla belli olur. “Dışının görünüşü, içinin aynasıdır” sözü, bunun en özlü ifadesidir.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

1-Bakara, 2/168.

2-Bakara, 2/172.

3-Mâide, 5/4.

4-Mâide, 5/87-88.

5- En’âm, 6/142.

6-Nahl, 16/114.

7-Mü’minûn, 23/51.

8-Buhari, Büyu', 15; bkz. Tecrid Terc.,VI, 370 .

9-Tecrid Terc., VI, 357.

10-Bkz. Tecrid Terc., VI, 357.

11-Bkz. Bakara, 2/153.

12-Kur’an’da, “...Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar...” buyurulmaktadır. Bkz. Ankebût, 29/45.

13-Tecrid Terc., VI, 356.

14-Bkz. Tecrid Terc., VI, 357.

15-Bkz. Buhari, Büyu’, 15.

16-Ebu Davud, Zekat, 26; İbn Mâce, Ticaret, 25.

17-Bakara, 2/273.

18-Bakara, 2/274.

19-Haşr, 59/9.

20-İsra,17/26-27,29.

21-Hûd, 11/112.

22-Bkz. Fussilet, 41/30-32; Ahkaf, 46/13-14.

23-Müslim, İman, 62.

24-Buhari, Zekat, 65.

25-Buhari, İstikraz, 2.

26-Buhari, İstikraz, 2.

27-Tirmizi, Büyu’, 4; İbn Mâce, Ticaret, 1.

28-Müslim, İman, 164; İbn Mâce, Ticaret, 45.

29-Buhari, Büyu’, 19.

30-Buhari, Büyu’, 19,26.

31-Nesai, Büyu’, 5.

32-Bkz. En’âm, 6/152; Hûd, 11/85; İsra, 17/35.

33-Mutaffifin, 83/1-3.

34-Tirmizi, Büyu’, 9.

35-Ebu Davud, Büyu’, 7.

36-Müslim, Müsâkât, 129-130; Ebu Davud, Büyu’, 40, 47; İbn Mâce, Ticaret, 6; Arslan, Hüseyin, İslâm’da Tüketici Hakları, Ankara, 1994, s, 102.

37-İbn Mâce, Ticaret, 6.

38-Bkz.Tebrizi (Hatib), Mişkât’ül-Mesâbih, Dımeşk, 1380/1961, II, 107.

39-Buhari, İstikraz, 20.

40-Fethu’l-kadir Şerhu Câmii’s-sağir, II, 286, nr.1861.

41-İbn Mâce, Ruhûn, 4.

42-Aynı yer.

43-Buhari, İcare, 12.

44-Buhari, İman, 39; Müslim, Musâkât, 107; Ebu Davud, Büyu’, 3; İbn Mâce, Fiten, 14; Dârimi, Büyu, 1.

RADYO DİNEME LİNKİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap


 


* BENZER KONULAR

Saadet Asrı Adanmış Hayatlar Gönderen: türkiyem
[Bugün, 08:10:20 ÖÖ]


İhsan ve Tefekkür Gönderen: türkiyem
[Bugün, 08:03:23 ÖÖ]


Takva ve Muttaki Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:58:21 ÖÖ]


Tam bir teslimiyet Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:53:57 ÖÖ]


İman ve Mü’min Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:43:37 ÖÖ]


Evlilikte Amaç Ne Olmalı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:39 ÖÖ]


En Şiddetli Düşman Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:02:48 ÖÖ]


Komşu Komşunun Külüne Muhtaç Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:53:30 ÖÖ]


Yaratılış Gâyemiz İbâdettir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:45:12 ÖÖ]


Rıfat Kaynak - Single Eserleri 320 + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:32:12 ÖS]


Diyetisyen Gözüyle Hamileliğe Hazır Mısınız Gönderen: anadolu
[Dün, 06:18:47 ÖS]


Peygamber’le Birlikte Yaşamak İçin Gönderen: anadolu
[Dün, 06:10:25 ÖS]


Yetimin Duyguları Gönderen: anadolu
[Dün, 05:46:08 ÖS]


Ölüm Var Ölümden Ölüme Fark Var Gönderen: anadolu
[Dün, 05:41:21 ÖS]


Nefis Mücadelesi Gönderen: anadolu
[Dün, 05:36:00 ÖS]


Alkolsüz Bir Hayat Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:03:57 ÖÖ]


Ümmetimin Zayıf mü’minleri Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:48:51 ÖÖ]


Yüksek Tansiyonda Psikolojik Faktörler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:27:08 ÖÖ]


Uyku Bozuklukları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:20:53 ÖÖ]


Bu Dünya Bir İmtihân Yeridir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:06:47 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41