Gönderen Konu: Toplumsal Bir İlişki Biçimi Olarak İman  (Okunma sayısı 179 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 1945
Toplumsal Bir İlişki Biçimi Olarak İman
« : Mayıs 30, 2020, 08:08:45 ÖÖ »
Toplumsal Bir İlişki Biçimi Olarak İman

İman hakkında yapılan çalışmalarda kelami, felsefi ve psikolojik perspektiflerin ağırlıklı olduğu, sosyolojik yaklaşımların ise oldukça az olduğu görülmektedir. Oysa imanın en az diğer boyutları kadar sosyal boyutları da önemlidir; hatta imanın din, dindarlar, toplumsal hayat ve uluslararası ilişkiler açısından ifade ettiği anlamların birçok yönünün, sosyal boyut ve yansımalarıyla anlaşılıp ortaya çıkabileceği düşünülürse imanın sosyal planda ne anlama geldiği konusu, çok daha önemli hâle gelmektedir.

Burada ortaya konulan yaklaşımda amelin imandan bir cüz olup olmadığı klasik tartışmasına hiç girilmeksizin bir iman sosyolojisi çerçevesinde imanın mana muhtevasında zorunlu olarak toplumsallığın var olduğu, imanın toplumsal ilişkilerle eylemsellik ve dolayısıyla anlam kazandığı düşüncesi temelinde toplumsal bir fenomen olarak iman incelenmektedir.

Müslüman için en hayırlı amel olan imanın (Buhari, İman, 25.) sosyal boyutunun zorunlu olarak onun ayrılmaz bir parçası olduğunu; hem onun anlam içeriğinden, etimolojik ve terminolojik manalarından, hem iman ve müminlerle ilgili Kur’an ayetlerinden, hem vefalı Peygamberimiz Hz. Muhammed’in söz ve uygulamalarında Mekke ve Medine’de Müslüman olmayanlarla ve Müslümanlarla tesis ettiği iman, emniyet ve eminliğe dayalı ilişkilerinden ve de Medine’de kurduğu sahabe toplumunda egemen olan imana dayalı güven eksenli sosyal ilişkilerden anlamak mümkündür.

İmanın anlam içeriğindeki toplumsal boyut

İman, Arapça olup emin olmak, güvenmek, korkmamak, güvenilir olmak gibi manalara gelen elif-mim-nun (e-m-n: emn/eman) sülasi maddesinden türemiş if’al babından “amene”nin mastarıdır. Küfr’ün zıddı olan iman’ın sözlük manası, güven içinde bulunmak, güvenmek, özgüvenle tasdik edip inanmak, kesin olarak kabul etmek gibi manalar taşır. Aynı sülasi maddenin ism-i faili olan emin kelimesi ise güvenilen, güven veren, koruyan, güvenen, korkmayan gibi anlamlara gelir. Görüldüğü gibi iman ile emn ve emanet, mümin ile emin kelimeleri arasında sıkı anlam ilişkisi bulunmaktadır. Bu bizim imanın anlam içeriğinde bulunan sosyal boyutu, yani imanın sosyolojisini, bir sosyal ilişki biçimi olarak imanı anlamamıza yardım etmektedir.

İman terminolojik anlamda, peygamberlerin, Allah’tan alıp tebliğ ettiği hususların doğruluğuna, yani ed-Din olan İslam’a kesin olarak inanmak, onu bütün anlam içerikleriyle hiç tereddütsüz kabul edip onaylamak demektir. Bu şekilde tasdik edip iman eden kimseye mümin denildiğini biliyoruz. Hucurat suresinin 15, Nisa suresinin 136 ve Enfal suresinin 2-4 numaralı ayetlerini esas alarak bir iman ve mümin tarifi yapılmak istenirse, imanın; Allah ve Rasulüne getirdiklerine tam bir teslimiyetle hiç tereddüt taşımaksızın inanmak, müminin ise bu şekilde iman eden kimse demek olduğu anlaşılır.

Kur’an’da imanla ilgili ayetlerde toplumsal boyut

İmanla ilgili ayetlere bakıldığında, onlarda imanın bir toplumsal aktör olarak insanın zihniyet dünyası, deruni hayatı, yapıp etmeleri ve toplumsal münasebetleri açısından ifade ettiği anlamların öne çıkarıldığı görülebilir. Birçok ayet, iman edenlerin özelliklerine vurgu yaparak imanın aslında toplumsal tezahürlerine, “biz” boyutuna atıfta bulunmaktadır. Örneğin iman edenler veya iman etmek ile salih amel işleyenlerin, namazı dosdoğru kılanların, oruç tutanların, infak edenlerin, cana kıymayanların, haram işlemeyenlerin, zina etmeyenlerin, faiz yemeyenlerin, iyiliği yayıp kötülüğü engelleyenlerin, gösteriş yapmayanların, iman edenleri dost edinip iman edenlere düşmanlık yapanları dost edinmeyenlerin, adaleti ayakta tutanların, hakkın şahitliğini yapanların, kardeş olanların vs. birlikte peşpeşe zikredildiği ayetler (Bakara, 2/2-5, 82, 183, 221, 264, 267, 275-279; Al-i İmran, 3/118, 130, 149; Nisa, 4/39, 65, 135, 136; Maide, 5/8, 51; Enfal, 8/2-4; Tevbe, 9/112; Nur, 24/55; Furkan, 25/68; Hucurat, 49/9-12 vd.), hep bir toplumsal fiil ve ilişki biçimine işaret etmektedir.

Kur’an’ın başta Mekki ayetleri olmak üzere pek çok ayetinde inananlara ahlaki ilke, esas, tutum ve davranışların hatırlatılması, imanla güzel ahlak ilişkisinin kurulması da bize imanın toplumsal boyutunu vermektedir. İman edenlerin güzel ahlak sahibi olmaları, salih işler yapmaları, Allah’a kulluk etmeleri, hakkı ve sabrı tavsiye etmeleri, gıybet yapmamaları, iftira atmamaları, yalan söylememeleri, haksızlık yapmamaları, emanete hiyanet etmemeleri, doğru sözlü olmaları, ölçü ve tartıda hile yapmamaları, riyakâr olmamaları, servet düşkünü olmamaları, infakta bulunmaları, yoksula yedirmeleri, şükretmeleri, nankörlük etmemeleri vs. gerektiğini ifade eden ayetler bu cümledendir; aynı şekilde kavimlerin kıssaları da bize iman ile toplumsal ilişki biçimi arasındaki münasebeti ifade eden birçok hususları göstermektedir. (Maun, 107/1-7; Hümeze, 104/1-9; Asr, 103/1-3; Tekâsür, 102/1-8; Beyyine, 98/1-8; Duha, 93/1-20; Şems, 91/1-30; Fecr, 89/1-30; Mutaffifin, 83/1-36; Mürselat, 77/1-50; İnsan, 76/1-31; Hakka, 69/1-52; Kalem, 68/4-15 vd.)

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in sünnetinde imanın sosyal yansımaları

Peygamberimiz’in sünnet-i seniyyesine yakından bakıldığında, imanın anlam içeriğindeki sosyal boyutlarının çok net bir biçimde, onun hayatında kendini gösterdiği anlaşılabilir. Onun bütün toplumsal münasebetlerinde imanın objektifleştiği söylenebilir; öyle ki, dışarıdan onun bu münasebetlerine, insanlarla ilişkilerine, iman eden ve etmeyen kişilerin kendisine karşı tutum ve davranışlarına baktığımızda, onun imanının deruni boyutlarını okuyabilmekteyiz.

Hz. Peygamber’in sünneti, imanın toplumsal bir ilişki olarak tezahür etmesinin örnekleriyle doludur. Onun emin olması, imanın eminlikle anlam ilişkisini, müminin emin ile aynı kişi olduğunu en iyi şekilde anlatmaktadır. Onun inananlar tarafından da inanmayanlar tarafından da Emin Muhammed olarak isimlendirilmesi, imanın en geniş manada emin olmak olduğunu ortaya koymaktadır.

İslam Peygamberi’nin, “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” (İmam Malik, Muvatta, Husnü’l Hulk, 8, II/904.) hadis-i şerifi ve bu hadisin gereğini de en başta kendisinin bizzat hayatında bize göstermesi, bir sosyal olgu olan güzel ahlakın imanın olmazsa olmaz bir sosyal boyutunu teşkil ettiğinin en açık göstergesidir.

Hadislerde imanın toplumsal boyutlarına atıflar

İman kavramının daha çok pratik düzlemde ve sosyal ilişkiler üzerinden anlatıldığı birçok hadisin var olduğu söylenebilir. Bazı ana hadis kaynaklarında açılan İman bahislerine kabaca bakmak bile bunu bize gösterebilir. Mesela Kütüb-i Sitte’den Buhari, Müslim ve Camiu’s-Sahih ve Tirmizi’nin İman bölümleri (Bab) incelendiğinde birçok hadiste imanın sosyal boyutlarına işaret edildiği anlaşılabilir.

Bu noktada hemen ilk başta akla gelebilecek hadis-i şerif, sevgi hadisidir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in, “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İman 93.) hadisi, imanın mana derinliğindeki sosyal boyutu veya boyutlarını anlamak bakımından oldukça önemlidir. İmanın ve dolayısıyla cennetin yolunun birbirini sevmekten geçtiğini söylemek; imanın toplum hayatında “biz” duygusuna sahip olmak, selamlaşmak, silm içinde bulunmak, barış içinde olmak, dertleri ve sevinçleri paylaşmak, emin olup güven vermek, emaneti korumak, birlikte yürümek, birlikte var olmak anlamına geldiğini çok güzel ifade etmektedir. “Hiçbiriniz kendiniz için sevdiğinizi kardeşiniz için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman, 13.) hadis-i şerifi de, imanın sosyal boyutlarını ortaya koymaktadır.

Yine hadislerde güzel ahlaka vurgu yapılması, risalet göreviyle güzel ahlakı tamamlamak arasında doğrudan bağ kurulması, en iyi müminin ahlak yönünden en iyi mümin olduğunun belirtilmesi gibi (Tirmizi, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Malik) hususlar, imanın bir sosyal fenomen olan ahlak ile doğrudan ilişkisini anlamak bakımından önemlidir.

Sonuç olarak kalp ile tasdikten geçen imanın sosyal boyutu Müslümanlar için son derece önemlidir. Hele hele bugünlerde bu daha da hayatidir. Müminlerin imanlarını özgüven içinde toplumsal ilişkilere yansıtmalarına ve birbirlerine güven vermelerine, toplum içinde güven ve güvenlik oluşturmalarına, birbirlerini sevmelerine, birbirleriyle kardeş olmalarına her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın bulunduğu günümüzde, imanın sosyolojisine daha çok atıfta bulunmak, bir sosyal ilişki biçimi olarak iman vurgusu yapmak elzemdir.


Ahirete İnanmanın İnsan ve Toplum Bakımından Önemi

İnsan, toplum içinde yaşayan bir varlıktır. Durum böyle olunca insan için geçerli olan hususlar toplum için de geçerlidir. Bunun için tek bir insana yönelik alınan tedbir veya uygulamada bile toplumun tamamının gözetilmesi gerekir. Çünkü bir uygulama, sözü edilen kişi ile sınırlı kalmaz içinde bulunduğu bütün toplumu etkileyecek bir boyuta ulaşabilir. Bu yüzden Kur’an’da insanın zikredildiği yerlerde aslında toplumun bütününe yönelik bir hitap bulunduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Zira toplum insanlardan oluştuğu için her bir fert toplumu temsil etmektedir. Bir toplumda bir ferdin kötü olması bütün bir toplum için tehlike arz edebilmektedir. Bu yüzden de tehlikeli kişiler ya cezalandırılmakta veya hapsedilmek suretiyle hareket alanları kısıtlanmaktadır.

Yüce Allah kötülerin kötülüklerinin önlenmesi için uyarıcı olarak peygamber göndermiş ve kitap indirmiştir. Yapılan uyarıların bedellerinin ödenme yeri olarak ahiret hayatı gösterilmiştir. Nasıl ki dünya hayatında kanunlar ve kurallar, birtakım cezai yaptırımlarla güvence altına alınıyorsa ilahî emir ve yasaklar da ahiretteki mükâfat ve mücazat ile garanti altına alınmıştır. Ahiret hayatı ile Yüce Allah hem fert hem de toplum için bir otokontrol mekanizması kurmuştur.

Ahiretin varlığının önemini kavramak için öncelikle insanın yaratılışının ve özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir. Hiçbir varlık bir hikmet ve gaye gözetilmeksizin boş yere yaratılmış değildir. Evrendeki varlıkların en şereflisi olan insanın da bir hikmet ve gaye ile yaratılmış olduğu açıktır. Bu doğrultuda Allah’ın “İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyame, 75/36.) uyarısı insanın kesinlikle boş yere yaratılmadığını ve kendi başına bırakılmayacağını ifade eder. Nitekim “Biz insanları ve cinleri ancak bize kulluk etsinler diye yarattık.” (Zariyat, 51/56.) ayeti de insanın yaratılış gayesini bize bildirir.

Yaratılış gayesini yerine getirebilsin diye Yüce Allah, insanı akıllı ve iradeli bir varlık kılmıştır. Ancak insanın aklı ve iradesi iyi yönde de kötü yönde de çalışabilmektedir. Sözgelimi bir insan Allah’ı bırakıp başka tanrılar edinebilir veya şeytana uyabilir. “Onlar Allah’ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böylelikle onlar hidayet üzere olduklarını sanıyorlar!” (A’raf, 7/30.) “De ki: Amelleri boşa gidenleri size haber vereyim mi? Onlar iyi işler yaptıklarını sanıyorlar ama onların dünyadaki yapıp ettikleri boşa gitmiştir.” (Kehf, 18/104.)

İnsanı yanılgıya iten şehevi arzuları, biriktirdiği mal ve mülkün gözünü kamaştırması, sahip olduğu kadın ve çocukların onu ne oldum sevdasına düşürmesidir. Bunun sonucunda insanoğlu biriktirdiği mal ve mülkün kendisini ebedî kılacağını bütün bunlar sayesinde hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini zanneder; öldükten sonra da kemiklere ve yok olan et ve derilerine bakıp bu dünya dışında bir dünyanın olmadığı, zaten bu çürümüş kemiklerin toplanıp bir araya getirilmesinin de imkânsız olduğu vehmine kapılır. (bk. Âl-i İmran, 3/14; Hümeze, 104/2-3; Kıyame, 75/3.) Hâlbuki insan, yukarıda belirtildiği gibi özel bir amaç doğrultusunda yaratılmış, kendisine doğru yol gösterilmiş ve yanlış yollara gitmemesi tembih olunmuştur. Bu buyrukları güvence altına almak için özellikle ahiretin varlığı hatırlatılmıştır. (İbn Rüşd, el-Keşf an Menâhici’l-edille (Lecnetü İhyaü’t-Turâsi’l-Arabî, Felsefetü İbn Rüşd içinde), Beyrut 1402/1982, s. 134.)

Verilen görevi yerine getirsin, çizilen hedefe ulaşsın diye insanoğluna bedenî ve ruhi birçok imkânlar tanınmıştır. Üstelik bütün bir evren ona musahhar kılınmış, adeta emrine verilmiştir. Güneşin aydınlık, gecenin dinlenme, yıldızların yol ve yön tayin etme araçları kılınması; yağmurlarla türlü yiyeceklerin bitirilmesi, otlaklarda beslenen hayvanların etlerinden, sütlerinden istifade edebilme yeteneğinin verilmesi insana tanınan tabii imkânlardır. (bk. En’am, 6/95-99.)

İnsana tanınan bu imkânların karşılığında birtakım sorumlulukların yüklenmesi, olması gereken bir husustur. İnsanın bu sorumlulukları da dış zorlama ve yönlendirme ile değil, kendi irade ve niyetine göre yerine getirmesi gerekir. Çünkü Allah, akıllı ve iradeli yarattığı kulundan gönülden bir yöneliş bekler. Başkasının zorlaması ile yapılan yöneliş, Allah’ın istediği ve razı olduğu bir şey değildir. Bundan dolayı Yüce Allah “Biz ona doğru yolu gösterdik, ya şükreden olur ya nankör olur.” (İnsan, 76/3.) buyurarak insana hem beklentisini bildirmekte hem de ona sınırlarını göstermektedir. Çünkü insanın şükretmenin dışında yapabileceği şey nankör olmaktır, dönüp dolaşıp geleceği yer de göklerin ve yerin sahibi Allah’ın huzurudur. (bk. Nur, 24/42.)

Kendisine verilen iradeyi kötüye kullanan ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen kişi için de, bir cezanın takdir edilmesi adaletin yerini bulması için gereklidir. Gözlemlerimiz ve deneyimlerimiz bu cezanın bu dünyada tam olarak gerçekleşmediği yönündedir. Öyleyse mazlumun ve mağdurun hakkını alabilmesi, adaletin yerini bulması ve zalimin zulmünün yanına kâr kalmaması için bir hesaplaşma ve karşılık gününün olması gerekir. Böyle bir günün olması ihtimal dışı olmadığı gibi, insan için sürpriz de olmamalıdır. Çünkü Allah Teala gönderdiği peygamberler vasıtasıyla açıkça bunu bildirmiştir.

Ahiretin varlığı aynı zamanda toplum hayatının düzeni için de gereklidir. İyi insanlardan oluşan toplumun iyi ve düzenli bir toplum olacağı aşikârdır. İnsan nasıl ki, dünyevi geleceğini garanti altına almak için birtakım planlar yapıyor ve çalışmalar yürütüyorsa, ahiret hayatını garanti altına alabilmek için de hem kendine hem de topluma yönelik çalışmalar yürütmesi gerekir. Nitekim Asr suresinde insana bireysel olarak inanıp iyi işler yapmasının yanında toplumsal boyutta hakkı ve sabrı tavsiye eden bir davranış içinde olması emredilmektedir.

Hayat bu dünyadan ibaret değildir. İbn Haldun’un dediği gibi, insan için bu dünyanın son olması, yaratılmasının abes olması anlamına gelirdi. Eğer ölüm bir yokluk ise insanın geleceği yokluk, gidişi yokluğa doğrudur ve hâlihazırdaki varlığı da anlamsızdır. (İbn Haldun, Mukaddimetü İbn Haldûn, nşr. Ali Abdulvâhid Vâfî, Kahire 1401/1981, III, 1093.)

Öte yandan insan hem kendisi hem de çevresi hakkında düşünen, kaygı duyan, plan ve program yapan bir varlıktır. Bu insanın en temel özelliğidir. Bu özellik ona ahiret hayatını bilsin, hatırlasın ve ona göre hazırlansın diye verilmiştir. Aksi durum yani ahiretin olmaması, insanın bu özelliğinin boş ve gereksiz olması; insanın bin bir emek sarf ettiği, çile çektiği, türlü eziyetlere katlandığı ve üzüntüler içinde kıvrandığı bu dünya hayatında, hayvanlara eşit veya onlardan daha kötü bir pozisyonda olması anlamına gelir. Çünkü “dünya karar yeri değil, bir uğrak alanıdır.” (Ali b. Ebû Tâlib, Nehcü’l-belâğa (nşr. Subhî Sâlih), Beyrut 1982, s. 493.)

Hâlbuki insan ebediyet için yaratılmıştır. (Râgıb el-Isfahânî, Tafsîlü’n-neş’eteyn ve Tahsilü’s-seâdeteyn, Beyrut 1408/1988, s. 197-198.) Ededî hayatını da kişi, eşi, dostu ve bilumum yakınları ile geçirmek ister.

İnsanın bir başka özelliği de toplum içinde yaşamasının bir gereği olarak adaletin tam olarak gerçekleşmesi arzusudur. Ahirette kişilere takdir edilecek ceza tam da bu adaletin gerçekleşmesi içindir.

Adalet genellikle “bir şeyi yerli yerine koymak” ve “layık olduğu değeri vermek” şeklinde tanımlanır. Suçlunun yeri cehennem ise onu oraya koymak adalettir. Dünyada suç işleyenlerin özgürlüklerinin kısıtlanarak hapishaneye konması nasıl doğru ise ahirette de cehennem aynı şekilde değerlendirilmelidir. Bu aslında suçluya gereken cezanın takdir edilmiş olması anlamına gelir. Aksi takdirde suçlu ile suçsuzun eşitlenmesi gibi bir adaletsizlik ortaya çıkar.

İnsanlar her ne kadar belirli bir süre yaşıyorlarsa da işledikleri suç, işlendiği zaman dilimi ile sınırlı değildir. Her ne kadar suç, kısıtlı bir süre içinde işlenmiş olsa bile, mahiyeti bakımından incelendiğinde, bazı suçların zaman ve etki alanı itibarıyla son derece geniş sonuçlar doğurduğu bir gerçektir. Nitekim doğurduğu sonuçlar dikkate alındığında, her ne kadar suçlu kısıtlı bir zaman dünyada kalıyor olsa da, işlediği suç bütün zamanları aşan bir etkiyi ve sonucu doğurabilmektedir. Şirk ve küfür işte böyle bir suçtur.

Yüce Allah rahmeti gereği hiçbir kulunun cehennemde olmasını istememiş, bunun için de peygamberler ve ilahî kitaplar aracılığı ile uyarılarda bulunmuştur. Bütün bunlara rağmen suç işleyen kuluna ceza takdir etmesi de adaleti gereğidir. Bu aynı zamanda mağdurun ve mazlumun yüreğinin rahatlamasını sağlayan bir tedbirdir.


 


* BENZER KONULAR

Birbirimizin Hem Cenneti Hem de Cehennemi Olabiliriz Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:48:55 ÖÖ]


Kulluk Şuuru Nasıl Oluşur Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:44:55 ÖÖ]


Şeytanın Büyücülüğü Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:41:01 ÖÖ]


Birliğe Çağrı Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:35:09 ÖÖ]


Ahirete İmanın Mü’mine Kazandırdıkları Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:29:15 ÖÖ]


Sen Değerlisin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:19:59 ÖÖ]


Evlilik İnsanı Mükemmelliğe Ulaştıran Hızlı Yollardan Birisidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:58:11 ÖÖ]


Müslümanım Diyen Ey Hanımlar Kızlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:51:18 ÖÖ]


Birçok Kadın Kocasını Birçok Rrkekte Karısını Cennetlik Etmiştir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:45:05 ÖÖ]


Hesap Günü İyice Yaklaştı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:33:16 ÖÖ]


Kırık Kalple Yapılan Dualar Makbuldür Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:20:47 ÖÖ]


Ertuğrul Erkişi - Safahat`tan Şarkılar 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:41:49 ÖS]


İslâm Kadına En Büyük Değeri Vermiş Şerefli Yaşamasını Sağlamış Gönderen: anadolu
[Dün, 08:16:41 ÖÖ]


Çocukla İletişim Kurarken Ona Saygı Duymak Değer Vermek Gerekir Gönderen: anadolu
[Dün, 08:08:13 ÖÖ]


Mümin Bir Erkek, Mümin Kadına Kızıp Darılmasın. Gönderen: anadolu
[Dün, 08:03:19 ÖÖ]


Çocukların Namaz Eğitimi Gönderen: anadolu
[Dün, 07:57:19 ÖÖ]


Namazını Sapasağlam Koruyanalr Gönderen: anadolu
[Dün, 07:50:26 ÖÖ]


Bu Din Sadece Camilerin Dini Değil Hayatın Dinidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:38:19 ÖÖ]


İslam Gariplerin Dinidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:29:34 ÖÖ]


Komşunuzu İhmal Etmeyin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:21:38 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41