Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Mehter Marşları / Hasan Bitmez - Osmanlı Mehter Marşları 3
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 11:34:58 ÖS »
2024 - Hasan Bitmez - Osmanlı Mehter Marşları 3 320 Kbps + Flac
35 / 00:02:19:18 / 318,86 MB - 945,05 MB



Hasan Bitmez - Osmanlı Mehter Marşları 3 2024 - 320 Kbps - Flac (35 / 139:18)
--------------------------------------------------------------------------------------------
01. Hasan Bitmez - Ceddin Deden Neslin Baban - Mehter Marşı  03:20
02. Hasan Bitmez - Alay Mehter Marşı  03:54
03. Hasan Bitmez - Battalgazi Mehter Marşı  04:18
04. Hasan Bitmez - Bu Vatan Toprağın Kara Bağrında Mehter Marşı  04:07
05. Hasan Bitmez - Tevhid Etsin Dilimiz - Mehter Marşı  03:59
06. Hasan Bitmez - Ey Aşıkı Dildade - Mehter Marşı  05:25
07. Hasan Bitmez - Esti Nesimi Nevbahar - Mehter Marşı  04:14
08. Hasan Bitmez- Yine De Şahlanıyor - Mehter Marşı  04:12
09. Hasan Bitmez - Eyüp Mehter Marşı  04:16
10. Hasan Bitmez - Rast Peşrevi - Medhal - Mehter Marşı  02:22
11. Hasan Bitmez - Hicaz Hümayun Peşrevi  03:08
12. Hasan Bitmez - Amed Nesimi - Mehter Marşı  04:19
13. Hasan Bitmez - Ya Şehit Ya Gazi - Mehter Marşı  04:26
14. Hasan Bitmez - Cenk Meydanı - Mehter Marşı  04:24
15. Hasan Bitmez - Şanlı Erler - Mehter Marşı  03:00
16. Hasan Bitmez - Tuğlar Sancaklar - Mehter Marşı  04:46
17. Hasan Bitmez - Allah Allah Hüverabbüna - Mehter Marşı  03:38
18. Hasan Bitmez - Alay Marşı Enstrumental Mehter Marşı  03:54
19. Hasan Bitmez - Eyüp Marşı Enstrumental  04:07
20. Hasan Bitmez - Allah Allah Hüverabbüna - Enstrumantal Mehter Marşı  03:38
21. Hasan Bitmez - Bu Vatan Kimin - Enstrumental Mehter Marşı  02:47
22. Hasan Bitmez - Bu Vatan Toprağın Kara Bağrında - Enstrumental Mehter Marşı  04:07
23. Hasan Bitmez - Battalgazi - Enstrumental Mehter Marşı  04:17
24. Hasan Bitmez - Tevhid Etsin Dilimiz - Enstrumental Mehter Marşı  03:51
25. Hasan Bitmez - Vatan Marşı - Enstrumental Mehter Marşı  02:47
26. Hasan Bitmez - Barbaros Mehter Marşı - Enstrumental  03:22
27. Hasan Bitmez - Türkün Duası Marşı - Enstrumental  03:45
28. Hasan Bitmez - Ey Aşıkı Dildade - Enstrumental Mehter Marşı  05:25
29. Hasan Bitmez - Esti Nesimi Nevbahar - Enstrumental Mehter Marşı  04:14
30. Hasan Bitmez - Yine De Şahlanıyor - Enstrumental Mehter Marşı  04:11
31. Hasan Bitmez - Amed Nesimi - Enstrumental Mehter Marşı  04:12
32. Hasan Bitmez - Ya Şehit Ya Gazi - Enstrumental Mehter Marşı  04:26
33. Hasan Bitmez - Cenk Meydanı - Enstrumental Mehter Marşı  04:24
34. Hasan Bitmez - Şanlı Erler - Enstrumental Mehter Marşı  03:00
35. Hasan Bitmez - Tuğlar Sancaklar - Enstrumantal Mehter Marşı  04:46




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
Adab'ı Muhaşeret - Görgü Kuralları / Konuşma Ve Dinleme Adabı
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 11:26:55 ÖS »


Konuşma Ve Dinleme Adabı

İnsanlar birbirleriyle konuşarak tanışır, anlaşır ve anlaşma yoluna giderler. Dinimiz insanları güzel bir biçimde konuşmaya teşvik eder. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“(Ey Muhammed) kullarıma söyle en güzel olanı söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır”..

Müminin sahip olması gereken özelliklerden birisi diline hâkim olmasıdır. Rabbimiz, bunu şu şekilde beyan etmektedir: “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir, Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler, boş ve yararsız sözlerden yüz çevirirler, zekatı verir, iffetlerini korurlar…”

O halde lüzumsuz şeyler konuşmamalıdır. Daima meşru ve makul şeyler konuşmalı kötü söz ve davranışlardan sakınmalıdır .. Sevgili Peygamberimiz de “Mümin; insanları kötüleyen, lanetleyen, kötü söz ve davranış sergileyen kimse değildir” şeklinde buyurmuş ve kırıcı sözlerden bizleri men etmiştir.

Konuşurken yalandan ve dedikodudan sakınmak gerekir Unutulmamalıdır ki her konuştuğumuz söz kaydedilmektedir. Yüce Allah bu konuda bizi şöyle uyarmaktadır: “And olsun insanı biz yarattık. İnsanın kendi kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda iki melek yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyen ve dediklerini kaydeden bir melek hazır bulunmasın”

Konuşmalarda önemli olan noktalardan birisi de beden dilidir.. Buna göre konuşma esnasında bedenimizi olumlu bir biçimde kullanmalıyız .Özellikle birisiyle konuşurken başka tarafa bakmamalı, ses tonumuzla karşımızdakini rahatsız etmemeliyiz .Nitekim Peygamberimizin de çevresindekilere bu şekilde hitap ettiğini Rabbimiz şöyle vurgulamaktadır: “Sen onlara Allah`ın rahmetinden dolayı yumuşak davrandın, Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları sen bağışla, onlar için Allah’tan mağfiret dile (Yapacağın) işlerde onlara da danış, eğer azmedersen, Allah`a dayan Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever”

Konuşurken hoşgörü ve tebessümü elden bırakmamalı, ağır ve kırıcı sözler sarf etmemeliyiz. Bir müslümana yakışmayacak konuşmalardan uzak durmalıyız.

Söyleyeceğimiz sözün sonunu düşünmeliyiz. Konuşanı dinlemeli, sözünü kesmemeliyiz .Özellikle büyüklerin yanında yüksek sesle ve bağırarak konuşmamalıyız

Dilimize yabancı olan kelimeleri kullanmaya özenmemeliyiz. Zira dil, kültürü de beraberinde getirmektedir. Dil yabancılaştıkça kültürümüz de bundan olumsuz etkilenmektedir

Konuşmak kadar dinlemek de önemlidir.. Zira başkalarını ikna etmenin en iyi yolu, onları dinlemektir.. Güzelce dinlemek, insana kendisini ölçme ve değerlendirme fırsatı verir.

Ancak dinlemeyi öğrenen insanlar yapılan konuşmalardan faydalanırlar.. Bu nedenle, konuşmayı değil dinlemeyi tercih etmek, çoğu zaman bizi kazançlı çıkarır Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun”

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
Ölüm Kıyamet Ahiret / Yüzünü Ahirete Ceviren
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 11:20:44 ÖS »


Yüzünü Ahirete Ceviren

Dünyâ, insanın gölgesine benzer, kovalarsan kaçar, kaçarsan, o seni kovalar. Dünyâ, âşıklarına mihnet, lezzetlerine aldanmayanlara ni’met, ibâdet edenlere kazanç, ibret alanlara hikmet ve onu tanıyanlara selâmet yeridir. Dünyâ, ana rahmine nisbetle Cennet, âhirete nisbetle de çöplük gibidir. Peygamber efendimiz; (Dünyâ, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprüyü tamîr etmekle uğraşmayın. Hemen geçip gidin!) buyurmuştur.

Ölümden önce olan her şeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra faydası olanlar, dünyâdan sayılmaz, âhiretten sayılırlar. Çünkü dünyâ, âhiret için tarladır. Âhirete yaramayan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası böyledir.

Resûlullah efendimiz; (Dünyâ sizin için yaratıldı. Siz de âhiret için yaratıldınız! Âhirette ise, Cennetten ve Cehennem ateşinden başka yer yoktur) buyurmuşlardır.

Dünyâ sevgisi, âhirete hâzırlanmaya mâni olur. Çünkü kalb, onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeye uğraşarak ibâdet yapamaz olur. Dünyâ ile âhiret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz, geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını gözetmezse, dünyâya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ herkesin kalbini bundan soğutur ve bunu kimse sevmez.

Hadis-i şerifte; (Dünyâya, burada kalacağınız kadar, âhirete de, orada kalacağınız kadar çalışınız!) buyuruldu.

Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:

“Bir gün Peygamber efendimiz;

- Kalbe îmân nûru girince, genişler buyurunca, Eshâb-ı kirâm;

- Yâ Resûlallah! O nûrun kalbe girmesinin alâmeti nedir? diye arz ederler. Peygamber efendimiz de;

- O nûrun kalbe girmesinin alâmeti; kulun, yüzünü âhirete çevirmesi, aldatıcı olan dünyâdan uzaklaşmasıdır buyururlar. Dünyâ görünüşte süslüdür, yaldızlıdır, ama aldatıcıdır, hîlecidir. Kendini sevenlerin gönüllerini çalar.”

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri oğluna nasihat ederek buyuruyor ki:

“Ey oğlum, her zaman ilim, edep ve takvâ üzerine bulun. Geçmiş din büyüklerinin eserlerini inceleyerek, Ehl-i sünnet vel-cemâat yolundan ayrılma! Fıkıh ve hadîs-i şerîf öğren, câhil sofulardan olma! Şöhret isteme, zîrâ şöhret âfettir. Halkın işlediği işlere karışma, uzlete de çekilme, yalnız kalma. Çok söz söyleme, az söyle, halkın kötülük ve eğrilerinden arslandan kaçar gibi kaç! Dünyâ malına kapılma. Dünyâ arzusu dînin zâyi olmasına sebeb olur.

Herkese şefkatle bak, hâinlikle bakma! Dışını süsleme, zîrâ dışın süsü; için, kalbin, rûhun harâb olduğunu gösterir. Başkalarıyla mücâdele etme ve hiç kimseden bir şey isteme, kimseye hizmet buyurma! Âlimlere, evliyâya, mal, can ve tenle hizmet et! Din büyüklerinin hâllerini inkâr etme! Zîrâ inkâr edenler, rahat ve kurtuluş yüzünü göremezler.”

Netice olarak, yüzünü âhirete çeviren, yönünü ışığa dönen, karanlığı, gölgeyi arkada bırakır, işlerini aydınlıkta yapar. Böyle olan kimsenin, gizlisi, saklısı olmaz, içi dışı aynıdır.

Aydınlıkta olduğu için hep hayırlı işler yapar, karanlık işler yapamaz. Âhirete sırtını çeviren, yönünü karanlığa döndürüp, ışığa arkasını veren, karanlığa doğru yol alır, aydınlıktan uzaklaşır ve karanlık işler yapar.

Bu kimsenin, işleri karışıktır ve kendisine güven de olmaz. Gölgesine doğru yürüdüğünden, gölgesine de yetişemez. Akıllı olan, yüzünü âhirete çevirir, aydınlığa, ışığa yönünü döner.

Âhirete sırtını çeviren, yönünü karanlığa dönen, dünyaya dönen, insanlarla çarpışır, kavga eder. Yönünü âhirete, ışığa dönen ise, rahat, huzûrlu olur ve insanlar onun gibi olmak için yarışır.

Çünkü insanların elindekinde, onun gözü yoktur ve bu sebeple onu herkes sever. Böyle olan insan, dünyâda da, âhirette de rahat eder, saâdeti ebidiyyeye kavuşur. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin buyurduğu gibi:

“Dünyânın geçici lezzetlerine aldanmamalıdır. Ölümü hatırlamalı, âhiretin dehşet ve şiddetini göz önüne getirmelidir. Kısacası, yüzümüzü dünyâdan âhirete çevirmelidir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
4
Ayet'i Kerimeler / İçinde Namaz Geçen Ayetler
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 11:15:19 ÖS »


İçinde Namaz Geçen Ayetler

Bakara (3) Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.

Bakara (43) namazı kılın, zekatı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.

Bakara (45) Sabrederek ve namaz kılarak (Allah'tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah'a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.

Bakara (83) Hani, biz İsrailoğulları'ndan, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz" diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.

Bakara (110) namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.

Bakara (125) Hani, biz Kâbe'yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e şöyle emretmiştik: "Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe'yi) tertemiz tutun."

Bakara (153) Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah'tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara (177) İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.

Bakara (238) namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a gönülden boyun eğerek namaza durun.

Bakara (239) Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı normal vakitlerdeki gibi kılın).

Bakara (277) Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.

Al-i İmran (39) Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, "Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler" diye seslendiler.

Nisa (43) Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

Nisa (77) Daha önce kendilerine, "(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin" denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!" derler. De ki: "Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez."

Nisa (101) Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.

Nisa (102) (Ey Muhammed!) Cephede sen de onların (mü'minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekat kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. İnkar edenler arzu ederler ki, silahlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir beis yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah inkarcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

Nisa (103) namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah'ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü'minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.

Nisa (142) Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az anarlar.

Nisa (162) Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.

Maide (6) Ey iman edenler! namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.

Maide (12) Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah şöyle demişti: "Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekatı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah'a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkar ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır."

Maide (55) Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resûlüdür ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü'minlerdir.

Maide (58) Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.

Maide (91) Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?

Maide (106) Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut; seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına, "Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde şüphesiz günahkârlardan oluruz" diye yemin ederler.

Enam (92) İşte bu (Kur'an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilahi kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke'yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır.Ahirete iman edenler, ona da inanırlar.Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.

Enam (162) Ey Muhammed! De ki: "Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir."

Araf (170) Kitaba sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükafatını zayi etmeyiz.

Enfal (3) Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.

Tevbe (5) Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Tevbe (11) Fakat tövbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.

Tevbe (18) Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.

Tevbe (54) Harcamalarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah'ı ve Rasûlünü inkar etmeleri, namaza ancak üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur.

Tevbe (71) Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah'a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Tevbe (84) Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.

Tevbe (108) Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah'a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever.

Yunus (87) Mûsâ'ya ve kardeşine, "Kavminiz için Mısır'da (sığınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın. namazı dosdoğru kılın. Mü'minleri müjdele" diye vahyettik.

Hud (87) Dediler ki: "Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın."

Hud (114) (Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.9

Rad (22) Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.

İbrahim (31) İnanan kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.

İbrahim (37) "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe'nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler."

İbrahim (40) "Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle."

İsra (78) Güneşin zevalinden (öğle vaktinde Batı'ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir.

İsra (79) Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a ulaştırsın.

İsra (110) De ki: "(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O'nundur." namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.

Meryem (31) "Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekatı emretti."

Meryem (55) Ailesine namaz ve zekatı emrederdi. Rabb'inin katında da hoşnutluğa ulaşmıştı.

Meryem (59) Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevi tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.

Ta Ha (14) "Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl."

Ta Ha (132) Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.

Enbiya (73) Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekatı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi.

Hac (26) Hani biz İbrahim'e, Kâbe'nin yerini, "Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle" diye belirlemiştik.

Hac (35) Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.

Hac (41) Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkan ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah'a aittir.

Hac (78) Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim'in dinine uyun. Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur'an'da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahitt (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!

Müminun (2) Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.

Müminun (9) Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.

Nur (37) Allah'ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O'nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.

Nur (56) namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Resüle itaat edin ki size merhamet edilsin.

Nur (58) Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz büluğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Neml (3) Kur’an, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahirete de kesin olarak inanan mü’minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.

Şuara (219) namaza kalktığında seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.

Ankebut (45) (Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.

Rum (32) Allah'a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O'na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.

Lokman (17) "Yavrum! namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir."

Lokman (4) Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar.

Ahzab (33) Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. namazı kılın, zekatı verin. Allah'a ve Resülüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

Fatır (29) Şüphesiz, Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler.

Fatır (18) Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri halde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah'adır.

Şura (39) (Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükafat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.

Mücadele (13) Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resülüne itaat edin. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Cuma (9) Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.

Cuma (10) namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.

Mearic (22) Ancak, namaz kılanlar başka.

Mearic (23) Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir.

Mearic (34) Onlar namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir.

Müzzemmil (20) (Ey Muhammed!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir topluluk da böyle yapıyor. Allah gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı (yükünüzü hafifletti.) Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah'ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O halde, Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükafat olarak bulursunuz. Allah'tan bağışlama dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Müddessir (43) Onlar şöyle derler: "Biz namaz kılanlardan değildik."

Kıyame (31) O, (Peygamberi) doğrulamamış, namaz da kılmamıştı.

Ala (15) Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.

Alak (10) Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü?

Beyyine (5) Halbuki onlara, ancak dini Allah'a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.

Maun (4) Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,

Maun (5) Onlar namazlarını ciddiye almazlar.

Kevser (2) O Halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5
İlmihal Bilgiler + islam Ansiklopedisi / Temizligin Onemi
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 11:12:06 ÖS »


Temizligin Onemi


Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Müslümanlık temizlik dinidir. Temiz olun! Cennete ancak temiz olan girer.) [Deylemi] 
(Mümin pis olmaz.) [Buhari]

(Her şeyi iyi temizleyin! Temizlik imana, iman da Cennete götürür.) [Taberani]

(Temizlik imanın yarısıdır.) [Müslim]

(Namazın anahtarı temizliktir.) [Tirmizi]

(Ağzınızı temizleyin, ağzınız Kur’an-ı kerim yoludur.) [Ebu Nuaym]

(Cuma günü yıkanın, misvak kullanın ve güzel koku sürünün.) [Buhari]

(Yemekten önce ve sonra el yıkamak, zenginliğe yol açar, fakirliği giderir.) [Ebuşşeyh]

(Evinin hayrını isteyen, yemekten önce ve sonra, elini ve ağzını yıkasın!) [İbni Ebi Şeybe]

(Ağzınızı temizleyin! Kiramen katibin melekleri için, ağızdaki yemek artıklarının kokusundan daha kötü bir şey yoktur.) [Deylemi]

(Sarmısak yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın, insanın rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur.) [Taberani]

(Gece namaz kılmak için kalkan kimse, ağzını misvakla temizlesin! Çünkü bir melek namazda Kur’an okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.) [Deylemi]

(Elbiselerinizi yıkayın, fazla kıllarınızı temizleyin, dişlerinizi misvakla temizleyin, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun!) [İbni Asakir]

(Tırnaklarınızı kesip gömün! Ağzınızdaki yemek kırıntılarını temizleyin ve misvak kullanın! Yanıma, dişleri sarı, ağzı kokar vaziyette gelmeyin!) [Taberani]

(Kap kacak yıkamak, evi temiz tutmak, zenginliğe sebep olur.) [Hatib]

Peygamber efendimiz, yanına gelen birisine, (Tırnakların kuş tırnağı gibi uzamış, içi pislik doludur) buyurarak, temiz olmasını emretmiştir. (Taberani)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

6
Biz Bize / Cahillerle Tartışmayın
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 11:03:41 ÖS »


Cahillerle Tartışmayın

[/size]Cahillerle Tartışmayın, Görenler Aranızdaki Farkı Anlamayabilirler.

Bazı insanlar, dışarıdan gelen fikirlere karşı içe kapanmayı tercih eder. Bunlar; kendi ürettiği fikirlerle kafası içinde bir dünya kurar ve orada yaşarlar. Zaman içinde, düşüncelerinde ve davranışlarında dinazorluk oluşur. Bu kişiler iletişime kapalıdır. Kendi kendine konuşur. Çevreye AT GÖZLÜĞÜ ile bakarlar.

Kendi fikirlerinin dışındaki tüm fikirler onun için düşmandır. Bu kişilerle iletişim kurmak zordur. Böyleleriyle tartışmaya/münakaşaya girmek akıllı kimselerin kârı olmasa gerek.

Büyük insanlar, her sınıftan olan kişilerle davranışlarında, kendilerinden nahoş bir kelimenin çıkmamasına dikkat eder, değerlerini bayağı insanlarla düşürmemeye dikkat ederler.

“Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi kâmil imanın şanındandır.” (Tirmizi)

Bazı kişiler, ar duymaz bir yüz, kötülükten haya etmez bir huy, başkasına kötülük yapmaktan çekinmeyen bir ahlak ve mürüvvet kaidelerini tanımayan bir hayatı yaşarlar. Onlar bilgisiz ve edepsiz nefislerini tatmin etmek için hiçbir usul ve kaideyi dinlemeyip önlerine geleni yaparlar.

Akıllı kişinin böyle sefih insanlarla uzun tartışmalara girişmesi uygun düşmez.Çünkü bunların nahoş hareketler yapmasına sebep olur ki, bu büyük bir fitnedir. Böyle kişilerin şerrini önlemek vaciptir. Onun için İslam, sefihlerle olan müderatı (onları idare etmeyi) caiz görmüştür. Cahilin biri Rasülullah (sav)’ın evine girmek istedi. Rasülullah (sav) güzellikle engellemeye çalıştı. Çünkü böyle kişiler karşı en güzel metot, onlara hilm ile davranmaktır. Şayet Rasülullah (sav) onu rencide edecek harekette bulunsaydı, belki Rasülullah’ın zatına uygun düşmeyen bazı nahoş kelimeler sadır olurdu.

Said bin Müseyyeb (ra) anlatıyor:Rasülullah (sav)’ın ashabı arasında oturuyor iken bir adam Ebu Bekir (ra)’a sataştı ve incitti. Ebu Bekir (ra) karşılık verdi. Bunun üzerine Rasülullah (sav) oradan kalktı. Ebu Bekir (ra): “Ey ’ın Rasülü! Yoksa bende nahoş bir hareket mi gördün?” dedi. Rasülullah (sav):”Hayır, öyle bir şey olmadı. Ancak o adam sana eziyet verince gökten bir melek inip ona cevap veriyordu.Sen müdahale edince, melek gitti ve yerine şeytan geldi. Şeytanın bulunduğu yerde durmam bana yakışmaz.” Dedi. (Ebu Dâvud )

Konuşmanın abesten korunması için İslam’ın aldığı tedbirlerden birisi de tartışmanın önüne geçerek, haklı haksız durumlarda haram kılmasıdır.

Rasülullah (sav) şöyle buyurur:”Kim haklı olmadığı halde mücadeleyi terk ederse kendisine cennetin yan kısmından bir ev verilir. Kim haklı olduğu halde mücadeleyi terk ederse kendisine cennetin ortasında bir ev verilir.Kim de ahlakını düzeltirse cenneti en üst yerinde kendisine bir ev verilir.”(Ebu Davud )

“Akıllı veya ahmak hiç kimseyle tartışma. Akıllı senin ayağını kaydırır. Ahmak ise sana eziyet verir.” (İ.Ebu Dünya)

Kötü huylu bir adam, bir dervişe kötü sözler söylermiş. Derviş, ona karşılık vermek yerine şöyle demiş:”Sen bana her ne diyorsan, ben ondan daha kötüyüm. Beni benden iyi bilemezsin ki!”
Cahilin münakaşa yoluyla ikna edildiği görülmemiştir.

“Oturma cahil ile sözü can incitir,
Otur alim ile her sözü mercan incidir.”


Selam hidayete tabi olanlara!...


İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

7
Serbest Kürsü / Yardımı Reklam Gibi Yapmamalı
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 10:59:14 ÖS »


Yardımı Reklam Gibi Yapmamalı

Demek oluyor ki, bir yardımın, hakiki manada infak olması için fakirin kalbini kıracak davranışlardan mutlaka sakınmak gerekir. Öyleyse kameralar eşliğinde, bir perişanlığı, sefaleti, bütün ayrıntılarıyla döndüre dolaştıra göstermek… Sonra da verilen yardım için “Hadi bakalım, ne diyeceksin, duygularını alalım” diyerek mikrofon uzatmak, infak ruhunu ve dolayısıyla da yardımın sevabını çokça zedeliyor.

İnfakı alenileştirmek, ancak bu ibadeti özendirmek ve yaygınlaştırmak maksadıyla yapılabilir. O da yardımı alanı asla rencide etmeden gerçekleştirilmelidir.

Fakire harcadığının, aslında Allah yoluna sarf edilmiş olduğunu bilen bir mü’min; infakı ne reklama, ne gösterişe, ne de üne şana alet eder. Çünkü iyiliğinin karşılığını verecek olanın katında, bunların hiçbir hükmü ve değeri yoktur. Aksine bu tür davranışlar, infakı manevi zemininden çıkaran ve dünyevileştiren basitliklerdir.

Önce insana yardım

İnfakı hedefinden saptıran çok önemli bir husus da fakirin ve muhtaç kişinin hakkını, tümüyle müesseselere, vakıflara, derneklere tahsis etmektir. Tabii ki yoksulu koruyup kollayan kurum ve kuruluşlar da infaktan nasiplenmelidir ama asıl hedef, muhtaç kişinin bizzat kendisidir.

Müslüman; camiye, okula, hastaneye, yola, köprüye, çeşmeye de himmet eder. Ancak, infak, ilk elden fakirin hakkıdır. Bu anlamda da toplumun görünmeyen sigortasıdır. Taşa, toprağa, binaya da yardım yapılmalı ama önce insana, aça, çıplağa, okul yolundaki yoksula, yetime, öksüze… Yani, infakın öncelikli fonksiyonu, yoksulun yüzünü güldürmektir.

‘Fakir bayramı’ Ramazan

İnfak deyiminin içindeki zekât, sadaka, yardım ve diğer iyilikler, özellikle de Ramazan-ı Şerif’te coşar. İbadetlerin bire bin karşılığı olan bu kutlu zaman diliminde, mü’minler hayır hasenat yarışına girerler. Yüzü gülmedik fakir kalmasın diye uğraşırlar.

Böylece Ramazan, baştan sona bir fakir bayramına dönüşür. Ramazan’ın sonuna doğru, fıtır sadakasıyla taçlanan infak heyecanı, bayramın sevincini her yana, her kesime yayar.

Bu Ramazan’a, yabancılar bile imrenir. Çünkü Ramazan, insanları infak ruhuyla birer iyilik meleği haline getirir, kardeşliği pekiştirir. Ötekileşmeyi, dışlanmayı, aşağılamayı, hatta ırkçılığı ve din farkını bile ortadan kaldırarak, komşuları hısım akraba haline getirir.

Çünkü kim olursa olsun, infak aşkı herkesi kavrar, kuşatır. Mü’min insana, Hz. Ali’nin (radıyallahu anhu) penceresinden bakar: İnsanlar, ya dinde kardeşin ya da yaratılışta bir eşindir.”

Güzeller Güzeli Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de Ramazan’da, uğramadık bir yoksul bırakmamacasına, püfür püfür esen bir bahar meltemi gibi eser de eser, ruhları derinden ve gerçekten neşelendirirdi. Böylece mü’minlere, fiilen bir cömertlik dersi de verirdi.

Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme göre, infak, aile fertlerini de kapsar. Zira mü’minin eşine ve çocuklarına harcadığı da sadaka sevabı kazandırır.

Helalden kazanmak ve israf etmemek şartıyla, en yakınlarından başlayarak, vermek, vermek ve vermeye doyamamak, mü’minin şiarıdır. Bunu, vererek alma kültürünü, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem öğretmiştir insanlığa… Allah’ın verdiğini, Allah’ın kullarıyla paylaşmak, muhteşem bir erdemdir. Temelinde derin ve kesin bir Allah ve ahret inancı vardır.

Ceddimizin infak coşkusu

Özellikle de atalarımız, bu hususta muazzam bir hassasiyet göstermişler, infakı insandan, hayvana, bitkiye ve bütün kâinata yaymışlardır. Aç insanları aşmış, aç hayvanlara ulaşmışlardır. Ağır kış şartlarında, aç kalmış kurtları bile düşünmüşler, onlara yedirilecek etlerin derdine düşmüşler. Hasta leyleklere bakmak için harekete geçmişler. Binalara, kuş evleri yapmışlar. Sadece besledikleri hayvanlara değil, köydeki, şehirdeki bütün kedilere, köpeklere, kuşlara sahip çıkmışlardır.

Osmanlı insanı, infak heyecanını nasıl da nezih, nasıl da ince geçirir hayata… O merhametli gönlüyle, taşı, mermeri bile yumuşatmış, bir infak abidesine dönüştürüp, adına da SADAKA TAŞI demiştir.

Yine, o güzel gönüllü ecdat, Ramazan’da coşmuş infak ruhuyla kenar mahallelere gider, fakir insanların alışveriş yaptığı bakkalı bulur. Alacak defterini açtırır. O an söyleyiverdiği iki rakam arasına isabet eden sayfalarındaki borçları toplattırıp bütününü öder. Kimin ve kaç kişinin ne kadar borcunu ödediğini bilmez, bilmek de istemez. Toplam borcu, kendi borcuymuş gibi ödeyip hızla oradan uzaklaşır. Çünkü tanınmak istemez. Ama tanımadığı mahalle bakkalına yüzde yüz bir itimatla, yüklüce bir parayı tereddütsüz bırakır.

Bakkal amca, aybaşında borcunu ödemeye gelmiş olan fakir müşterisine, “Borcunuz ödenmiştir. Hayır sahibine dua ediniz” der. Böylece, mübarek ayda, makbul dualar bereketlenir.

Fakir Ahmet amca, bir sabah, gecekondusunun önüne odun, kömür yığıldığını görür. “Evladım bir yanlışlık olmasın; benim böyle bir siparişim yok” der. Adres kontrol edilir, doğrudur. Odunlar daha sobaya girmeden ısıtır gönülleri infak sırrıyla…

Zengin Müslüman, apartman görevlisinin eline uzunca bir liste vererek alışverişe gönderir. “Bu listede yazılı olan gıda maddelerini iki kere alacak, ayrı paketleteceksin” der. Adamcağız görevini yapar, iki kocaman çuvalı kapının önüne koyar. Bunlardan biri ev sahibi tarafından teşekkür edilerek içeriye alınır, “Ötekisi, sizin, hadi afiyet olsun” der.

Böylece, apartmanın son katı ile bodrum katı birbirine kopmaz bağlarla bağlanır.

İnfak sadece maddi değildir

İnfak sadece maddi değildi.  “Tebessüm, sadakadır; fakire verecek sadaka paranız yoksa hele de muhtacına tebessüm edin, sadaka sevabı kazanın” güzelliği, bize Efendimiz’in hediyesi değil midir?

“Her iyilik sadakadır”  genellemesi, infakı nasıl da sınırsızlaştırır. Özellikle, KUR’AN AYI  olan Ramazan’da, her yandan iyilik, hayır, yardım sesleri duyulur. 
   
“Hoş söz sadakadır.” Bu buyruğun çıktığı fem-i muhsine layık olmak için açılır ağızlar ve Ya hayır söylerler ya da susarlar.” Bilhassa da Ramazanlaşmış yürekler söz güzeli olurlar.

Sahip olduğu ilmi paylaşmak da sadakadır. Bu nebevi haber, evleri mektep yapar; anne babaları da hoca… Allah’ın evi camileri de ilim irfan yuvasına çevirir; her sütunun dibinde bir âlim şakır, doymak isteyen kafa midelerine hitap eder, ilmi paylaşırlar.

Sofrada, “Eşinin ağzına lokma sunmak” zarafeti bile, bu çerçevede Efendimiz tarafından infak, (sadaka) olarak anılmıştır. Daha nice inceliklerle süslü muhabbet çıkarmaları, evi bir sevgi cenneti yapar, ailede muhabbet akışını güçlendirir. Böylece kalp mideleri de doymuş olur, yürekler birbirine kenetlenir.

Öksüzün, yetimin başını okşamak, kimsesizin kimsesi olmak da infaktır. İnfak bereketi, mü’mini, her tehlikede sığınılacak bir güvenli liman haline getirir.

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin,“Her iyilik sadakadır” genellemesi ile infakı nasıl da sınırsızlaştırır.

Gizle ve unut!

“Sağ elin verdiğini sol elin duymaması”[/color] da emr-i Muhammedi’dir (sallallahu aleyhi vesellem). Demek ki, bütün kırık ve buruk kalpleri kapsayan infak güzelliğinin şartı gizliliktir; hatta kendisinden de gizli uzanmaktır gönülleri tamire… Bir başka deyimle, iyiliği kendisinden bilmemek, lütf-u Rabbani sayarak şükretmek ve mümkünse, üzerinde durmayarak unutmaktır. Evet, yaptığı iyiliği hemen unutmak, unutmaların en güzelidir. Gerçekten kul olana, Tevhid hakikatinden haberdar olana da bu unutuş ne hoş yakışır.

Mahallenin kenarından da uzakta, tek odalı kerpiç bir sığınakta yaşayan ihtiyar adam, o gün yine dalgın, düşünceli, dudakları dualı ağır ağır yürüyordu.

Onu çoktan fark eden ve zamanlardır takibe alan delikanlı, nihayet o gün hazırlıklıydı.

Nur yüzlü ihtiyarın peşinde çok heyecanlıydı. Mahallenin son evleri de geride kalırken hızlandı, ihtiyar adama yetişip selam verdi. “Aleykümselam”ın duruluğu, derinliği, içtenliği, hiçbir derdin belirtisini taşımıyordu ama yaşlı adamı tertemiz ama dökülen, yıpranmış hali asil bir fakirliği ilan ediyordu.

Delikanlı, elindeki çeyrek altını bu nurlu ihtiyara uzatarak, sesinin zor taşıyabildiği bir duygu kamaşmasıyla ancak fısıldayabildi:

- Dede, düşürdüğünüz altını buldum, buyurun. İhtiyarın nurlu yüzü, bir anda tatlı bir tebessüm sağanağı altında kaldı:

- Evladım, sağ ol ama benim bu yaşıma kadar hiç altınım olmadı; o düşen senin altın kalbindir.

Bu tavrıyla ihtiyar adam, nurlu yüzüyle birlikte, onurlu bir tavrın da temsilcisi olduğunu göstermişti.

Bir gün, Hz. Mevlana rahmetullahi aleyhi, bir intihar haberiyle sarsıldı. Öylesine etkilendi ve üzüldü ki, ilk tepkisi hepimizi sarsacak şiddettedir: “O köyde hiç Müslüman yok muymuş!”

‘Mahallede bir kişi aç kalırsa…’

Acaba Hz. Pir, Efendimiz’in şu hadisini mi hatırlamıştı o an:

“Hangi mahallede bir kişi aç kalırsa o mahalle halkı, Allah’ın korumasından uzak düşer.”

İbn Hazm da aynı delilleri değerlendirerek, “Bir beldede bir kişi açlıktan ölse o belde halkının tümü, ölenin katili sayılır ve ölenin diyeti onlardan tahsil edilir” hükmüne varmaktadır. (İsmail Lütfi çakan; “Hadislerle Gerçekler”, s.114)

Bu ağır vebalin bilincinde olan infak kahramanları, bilhassa da melekleşme mevsimi Ramazan’da, şehri, cadde cadde, sokak sokak tararlar, aç, açık, yoksul ararlar…

Bulurlarsa ihtiyacını giderip sevindirip sevinirler; bulamazlarsa Allah’a şükredip yine sevinirler. Bu kutlu sevinci, çocuklarıyla da paylaşıp infak zevkini gelecek nesillere taşırlar.

“Cömertlik eğitimi verir Ramazan. Ramazan’da alıştığımız infak güzelliği, sürdürülebilir bir iyilik olacak, huyumuz haline gelecek. Cömertlik yaşama biçimimizi belirleyecek.

Bu cömertlik hali çocuklarımıza da yansıyacak, veren el olmanın zevkini masum yüreklerinde hissedecekler, böylece kendiliğinden merhamet eğitimine tabi tutulmuş olacaklar.

Varlıklı bir Allah dostu, “ALAN ELİ ÖPESİM GELİYOR!”  buyurmuş. Bu velinin evlatları ve etrafı, nasıl bir yüreğin sahibi olurlar dersiniz? Vermeyi böylesine zevk edinmiş bir cömertlik abidesi, etrafında cimrilikten eser bırakır mı?

Misafirperverlik de bu duyguyla gerçekleşir, iyi komşuluk ilişkileri de…

Bir insanın ümidini ve sevincini görmek, duasını bizzat almak, kardeşliğimizi pekiştirecek, birlik ve beraberliğimize mühim katkılarda bulunacaktır. Çünkü sevinen ile sevindirenin yüreği kopmaz bağlarla birbirine bağlanacaktır.

İnfaksızlık; İnsafsızlıktır

Böylece, atalarımızın, “Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar!” uyarısı da dikkate alınmış olur. Bu uyarıya uymak, hayati bir ehemmiyeti haizdir. Çünkü “Ben doyayım da isterse bütün dünya açlıktan ölsün” bencilliği, ihtilallerin, isyanların kaynağıdır…

En hafif tabiriyle, İNFAKSIZLIK; İNSAFSIZLIKTIR!

İnsan olmak haysiyet ve şerefinden uzaklaşmaktır.

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, kendi aile fertleri için harcananın dahi sadaka sevabı kazandırdığını belirtmiştir. Zaten bakımından sorumlu olduğu kendi eşine ve çocuklarına bile harcamak, niçin ibadet sayılmış olabilir?

Eve ve ehline harcamak, insanı vermeye, harcamaya alıştırır, infak eğitimi demektir. Zira insan, en rahat, sevdiği yakınları için harcar. Evi için eli cebine rahatça giren kişi, başkalarına da verebilir, onlar için de cömertleşebilir.

Alışmak, alıştırmak, eğitim metodudur. Bu sebeple, çocuklarımızı da küçük yaştan itibaren infaka alıştırmalıyız. Bazı hayır, hasenatı, yardımı onlar eliyle yapmalı; böylece onlara da infaktaki manevi lezzeti tattırmalıyız. Yoksulun, “Allah razı olsun evladım!” duasını çocuklarımızın alması, infakı sevmek bakımından çok önemlidir.

Aksi halde, Batı’daki sosyal devletlerin ürettiği asosyal fertler bizde de yetişir. Kimse fakire, muhtaca bakmaz. İsterse bu fakir, anası babası olsun… Çünkü onlara bakmak, artık sadece devletin vazifesidir. Hatta şimdi gelinen son noktada, varlıklı Batılı, “Neden bizim vergilerimiz fakirlere harcanıyor?” feryadını yükseltmekte…

İnsanlığı yeniden merhamete çağırmak, ancak infak ruhunu canlandırarak mümkündür.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
[/size]
8
İnsan ve Hayat / Dinimizin Bizden İstediği Hayat
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 09:02:39 ÖÖ »


Dinimizin Bizden İstediği Hayat

Yeryüzünde Müslümanın imanına uygun olan hayatına “İslâmî Hayat” denilir. İslâmî hayat herkesin kendi düşünce ve kanaatine, ‘bence’lerine ve ‘zannımca’larına göre şekillenen soyut, anlaşılması ve uygulanması uzmanlık isteyen karışık ve karmakarışık bir hayat tarzı değildir. Aksine son derece net, açık ve kolayıdır. Çünkü İslâm, din-i mübindir. Yani apaçık, gizlisi saklısı olmayan, herkesin kolayca yaşayabileceği bir hayattır. Dini hayat, hayatı da din kılma mesuliyetimiz vardır. İslâm, dinlerin en iyisi değil, kendisinden başka iyi, kendisinden başka hak din olmayandır. Nasıl ki ‘cahiliye’ dediğimiz şeyin tarihte bir dönem yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak diye anlaşılması yanlış ise, aynı şekilde ‘Asr-ı Saadet’in de tarihin bir döneminde yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak/yaşanamayacak bir durum olarak görülmesi yanlıştır. O asrın saadetine maya olan unsur, bu asrın ve inşâallah bundan sonraki asırların da saadetine pekâlâ maya olabilir. Bu incelik doğru yakalanır ve ihya edilebilirse, her asrın yeni saadetlere gebe olduğu teslim edilecektir. 
 
HAYATIN ihyası, dinin ihyası ile kaimdir. Allah’ın diniyle ihya olmayanlar, Allah’tan başka Rabler için yaşayanlardır. Dinimizin bizden istediği hayatın evveli de ahiri de Allah için kılınmış olan hayattır.

“Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman; ‘muhakkak ki biz Allah içiniz ve muhakkak ki yine O’na döneceğiz.”(1)

Hayatı Allah için kılmak, dinimizin bizden istediği hayata kavuşmaktır. Din hayattır, hayatta dindir. Hayatı dinin dışında görmek ve düşünmek, din düşmanlarının safına ve sınıfına geçmektir.

Yeryüzünde Müslümanın imanına uygun olan hayatına “İslâmî Hayat” denilir. İslâmî hayat herkesin kendi düşünce ve kanaatine, ‘bence’lerine ve ‘zannımca’larına göre şekillenen soyut, anlaşılması ve uygulanması uzmanlık isteyen karışık ve karmakarışık bir hayat tarzı değildir. Aksine son derece net, açık ve kolayıdır. Çünkü İslâm, din-i mübindir. Yani apaçık, gizlisi saklısı olmayan, herkesin kolayca yaşayabileceği bir hayattır. Dini hayat, hayatı da din kılma mesuliyetimiz vardır.

İslâm, dinlerin en iyisi değil, kendisinden başka iyi, kendisinden başka hak din olmayandır. Nasıl ki ‘cahiliye’ dediğimiz şeyin tarihte bir dönem yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak diye anlaşılması yanlış ise, aynı şekilde ‘Asr-ı Saadet’in de tarihin bir döneminde yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak/yaşanamayacak bir durum olarak görülmesi yanlıştır. O asrın saadetine maya olan unsur, bu asrın ve inşâallah bundan sonraki asırların da saadetine pekâlâ maya olabilir. Bu incelik doğru yakalanır ve ihya edilebilirse, her asrın yeni saadetlere gebe olduğu teslim edilecektir. 

İslâmî hayat; vahiy ile ihya olunma hareketi ve bereketidir. Vahiysiz kalmış veya bıraktırılmış hayatların hareket ve bereketi olmaz. Günler bizim günlerimiz, ömür bizim ömrümüz ve ihya edilecek olan da bizim hayatımız. . .

“Hayat” aslında “dirilik” demek. Ama biz “ihya” edilecek bir hayattan söz ediyoruz. Eğer Necip Fazıl’ın “Hayat mayat diyorlar - Benim gözüm mayatta- Hayatın eksiği var - Hayat eksik hayatta” dediği gibi bir durum söz konusu ise, hayatı ihya etmek gerekiyor. Ya da durum,  Yine Necip Fazıl’ın kırbaç şaklamasını andıran “Ey hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?” mısraındaki gibi ise, cesedleri ihya edecek bir tılsıma ihtiyaç var. Rabbimiz uyarıyor:

“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulüne itaat edin; işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin. İşitmediği halde ‘işittik’ diyenler gibi de olmayın. Çünkü yaratıkların Allah katında en kötüsü, akıl edemeyen o sağır ve dilsizlerdir.”(2)

“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeye çağırdığı zaman Allah’a da Rasulüne de icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbinin arasına girer ve siz O’nun huzurunda toplanacaksınız.”(3)

Bu âyetlerden de biz, insanın bazan Allah ve Rasulü’nden gelen bir çağrıyı “işittiği” halde “yüz çevirdiği”ni, bazan gerçek anlamda işitmediği - kulak vermediği halde “işitmiş gibi” davrandığını, oysa bu tarz davranışların gerçekte insanı “akıl erdiremeyen sağır ve dilsizler” hâline getireceğini anlıyoruz. Ve daha önemlisi, ilerde huzurunda toplanacağımız, kalplerimizin en derinlerine hükmeden bir Kudret bulunduğunu...

Bu Kudret’in ve O’nun elçisinin çağrısının - davetinin “insanı ihya edecek, diriltecek” bir davet olduğunu ve gerçek anlamda diri olabilmek için o çağrıya cevap vermenin, uymanın gerekliliğini anlıyoruz. İnsan seçecek demek ki: Bir yanda tüm uzuvların misyon kaybına uğrayıp, insanın insanlık alanından çıktığı bir durum. . . ”Allah elçisi” tarafından getirilen ilahi mesajın “karşılık bulamadığı”, “cevapsız, belki boşlukta kaldığı”, yerleşecek bir kalp bulamadığı, kalblerin “gaflet deryasında yüzdüğü”, kulakların ilahi çağrıya tıkalı olduğu, akılların temel bakış çerçevesini kaybettiği bir durum... Öte yanda tüm uzuvları diri kılacak bir Rabbani çağrıya cevap vermek. . . Şimdi ellerimize bakalım: Diri mi?

Gözlerimiz diri mi?

Kulaklarımız diri mi?

Dimağlarımız diri mi?

Kalblerimiz diri mi?

Kelamullah’ın zikrettiği “Sağırlar, dilsizler, körler, akıl etmezler, fıkh etmezler, hissetmezler” kategorileri içinde biz var mıyız, yok muyuz?

Yani, Allah Rasulünün “bizi diriltecek” çağrısı ile buluşmuş muyuz, buluşmamış mıyız?

Bu çağrı ile buluşup Allah’a ve Rasulüne “Lebbeyk, Huzurundayım Rabbim, buyruğuna amadeyim” diyebilmiş miyiz, diyememiş miyiz?

Dinimiz vahiy ile dirilmiş diri gözler, diri kulaklar, diri dimağlar, diri kalpler istiyor. Dinimizin bizden istediği diri bir hayattır. Dirilişini direnişine sermaye yapmış bir hayattır. Vahiy ile dirilmeyenler, Firavunlar karşısında direnemezler.

Şüphesiz Peygamber (sav) onları ancak hayat bahşedecek şeye çağırmaktadır. Her şekliyle ve tüm anlamlarıyla bir hayat çağrısıdır bu. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları kalplere ve akıllara can veren, onları cehalet ve hurafenin kementinden, asılsız kuruntu ve efsanelerin baskısından, görünen sebeplere ve karşı konulmaz dogmalara boyun eğmenin aşağılayıcılığından, Allah’tan başkasına kul olmaktan, kulların ya da ihtirasların esiri olmaktan kurtaran bir inanç sistemine çağırmaktadır. Onları Allah tarafından gönderilmiş şeriata çağırmaktadır. Bu şeriat sadece Allah tarafından konulmuş olmasından ötürü “insanın” hürriyetini ve saygınlığını ilan etmektedir. Şeriat karşısında tüm insanlık eşit bir şekilde tek bir saf oluşturmaktadır. Bu şeriatın egemen olduğu yerde bir fert halka hükmedemez, ümmet içinde bir sınıfın egemenliği söz konusu değildir. Bir ırkın başka bir ırka, bir ulusun başka bir ulusa hükmetmesi mümkün değildir. Bütün insanlar, kulların Rabbi olan yüce Allah tarafından belirlenmiş şeriatın gölgesinde hür ve eşit bir şekilde hayatlarını sürdürürler. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları bir hayat sistemine, bir tasavvur minhacına çağırmaktadır. Bu sistem, insanların yaratıcısı, yarattıklarını en ince ayrıntısına kadar bilen yüce Allah’ın koyduğu bağlarda somutlaşan fıtri bağların dışında, her türlü kayıttan kurtarır insanları. Bu bağlar, bünyesel enerjiyi dağılıp gitmekten korur. Bu enerjiyi baskı altına almazlar, işlevsiz hale getirmezler, yok etmezler, yapıcı ve aktif gelişmesine engel olmazlar. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları inançları ve hayat sistemleri sayesinde güç kazanmaya, onurlu ve üstün bir hayat sürdürmeye çağırmaktadır. Dinlerine ve Rabblerine güvenmeye, tüm `yeryüzünde’ bütün `insanları’ kurtarmaya, insanlığı kullara kul olmaktan kurtarıp, tek başına Allah’a kul yapmaya ve Allah’ın bahşettiği ancak, tağutların ayaklar altına aldığı üstün insanlığı yaşatmaya çağırmaktadır.

Yeryüzüne ve insanlığın hayatına yüce Allah’ın hükmünü ve hâkimiyetini egemen kılmak, kulların sahte ilahlığını yerlebir etmek, bu sahte ilahları Allah’ın egemenliğini tanıyana kadar kovalamak için Allah yolunda cihad etmeye çağırmaktadır. Çünkü ancak bu durumda din bütünüyle Allah’a has kılınmış olur. Öyle ki, bu cihad esnasında ölecek olurlarsa, bu şehitlikte de onlar için hayat vardır. İşte Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- onları çağırdığı inanç sistemi ve hayat biçimi özet olarak bundan ibarettir.

Bu ise, her anlamda hayat çağrısıdır. Bu din, eksiksiz bir hayat sistemidir, sırf vicdanlarda tutulan bir inanç sistemi değildir. Pratik bir hayat sistemidir. Onun gölgesinde hayat gelişir ve ilerler. Bu yüzden her şekliyle ve her çeşidiyle bir hayat çağrısıdır bu: Tüm kapsamları ve anlamlarıyla hayata çağrıdır.(4)

Dinimiz hayatımızdır. Çünkü dinimiz her yerde ve her zaman bizi hayata çağırır. Dinimizin bizden istediği hayat, imanımıza uygunluk arz eden tutarlı bir hayattır. Dinimiz bizden bütüncül bir hayat istiyor.

Dinimizin bizden istediği hayat ile bizim yaşadığımız hayat birbiriyle çelişiyor ve çatışıyorsa, bizim kıyametimiz kopmuş demektir.

İslâm bir bütündür; her yerde ve zamanda bütünlük ister. İman ile hayatın çelişmesini ve çatışmasını İslâm asla kabul etmez. Allahû Teâla, âlemi bir bütünlük içerisinde yaratmıştır. Âlemdeki her bir unsur diğerine bağlıdır. İyi veya kötü haliyle diğerini etkiler.

İnsan da Müslüman olarak yaratılarak ilâhi düzendeki yerini almıştır. Yaratılışından uzaklaşması, içinde bulunduğu âleme yabancılaşması demektir. Bu hal zarar görmesine yol açar. Çevresine de zarar vermeye başlar. İslâm bu yabancılaşmanın, hakikatten uzaklaşmanın önüne geçmek için kurallar koyar. Yapılacakları ve yapılmayacakları belirler. Böylece hayat için güvenli bir alan oluşturur. Bu nedenle dünyanın müslümanın varlığına ihtiyacı vardır. Müslüman, İslâm’ın emrettiği gibi yaşayarak bütün mahlukatın haklarını gözetir. Onların yok olmasını, bozulmasını engeller. Müslüman, eğer “Allah ve Rasûlü’nün çağrısı” nın “ihya edici” mahiyetinin farkına varır, onunla kendi bünyesinde bir ihya süresi başlatabilirse, buradan yola çıkıp, evin, sokağını, yurdunu ve dünyayı ihya gibi bir misyonu da başlatabilir.

Dinimizin bizden istediği hayat, bir hayat-ı tayyibe’dır. Hayat-ı Tayyibe; şirke, zülme, haramlara ve günahlara bulaşmamış tertemiz hayattır. Rabbimiz buyuruyor:

 “Erkek veya kadından her kim iman etmiş olarak salih amel işlerse, onu dünyada tertemiz bir hayatla yaşatırız ve böylelerinin ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en güzelleriyle karşılarız.”(5)

Dikkat edilirse, hayat-ı tayyibe Allahû Teâla tarafından sahih iman ve salih amel sahiplerine hibe edilmektedir. İmanları, itikadları sahih olmayanlar, hayat-ı tayyibe sahibi olamazlar. Bundan ötürüdür ki, İmam- Rabbanî (rh. a. ) şöyle diyor: “İnsanın öncelikle itikadını düzeltmesi gerekir. Bu düzeltme de, fırka-ı naciye olan Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in görüşlerine uygun olarak yapılmalıdır. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat inancına muhalif olan kötü itikad, öldürücü zehir durumundadır.”(6)

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat itikadı üzere olmayanlar, kendi hayatlarını ve başkalarının hayatlarını zehirlemekten asla geri durmazlar. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat itikadını hor ve hakir görüp reddedenler, zehirli yılanlardan daha tehlikelidirler.

Kur’ân-ı Kerim, öldürücü zehir hükmündeki kötü itikadlardan bizi alıkoyan bir kitaptır.

Kur’ân, temiz hayatın kitabıdır. Kirlenmiş ve kirletilmiş bir hayat yaşayanlar, Kur’ân’ın dışına çıkanlardır. Kur’an’ın bir çok hedefi vardır ve bunlardan birisi de fert ve toplumu ıslah etmektir. Kur’an’da pek çok kavramın yanında doğrudan fert ve toplumun düzeltilmesini ifade eden “salah” kelimesi de geçmektedir. Ayetlerde geçen “salah” kelimesi beş hususu vurgulamaktadır:

1. Salih amel,

2. Salih ve muslih insan,

3. Başkalarının arasını bulup barıştırmak (sulh),

4. Ferdin hem kendini ve hem de başkasını düzeltmesi ve böylece toplumda faydalı insan olması,

5. Yeryüzünün ıslah edilmesi.

Kur’an-i Kerim’de amel kelimesi denince aklımıza insanların yaptıkları bilinçli davranışlar, aksiyonlar gelmelidir. Zira amel kelimesi fiil kelimesinden daha özel bir anlam taşımaktadır. Fiil denince, bilinçli ve bilinçsiz hareket ve davranış kastedilmektedir. Hatta canlı cansız tüm varlıkların hareketlerine fiil denir, ama, amel sadece insanların bilinçli davranışlarını içerir. (7)

Dolayısıyla Kur’an açısından meseleye bakacak olursak, mü’min ve kâfir tiplerin bütün davranışları amel kelimesi ile vurgulanmaktadır. Elbette burada davranışlar iyi, güzel, yararlı ve kötü, çirkin diye kısımlara ayrılmaktadır. Mü’minin davranışları Kur’an açısından salih amel diye ifade edilirken, kâfirin davranışları da kötü amel diye nitelenmektedir.

 Hiç kuşkusuz, doğru dinin sonucu, Allahû Teâla’nın hikmetine göre dinden ve muhatap ümmetten muradı olacak biçimde, kendisine muhatap olan kavmi ıslah etmek ve ister seçkin, ister sıradan olsun bu insanları düşüklüğün bataklarından yüceliğin doruklarına çıkarmaktır.(8)

Dinimizin bizden istediği hayat, Rasûlüllah (sav)’in örnek ve önderliğinde Allah’ın âyetleriyle tezkiye edilmiş bir hayattır. Bu hayat; iman merkezli olup ‘Emr-i Bi’l Ma’ruf ve Nehyi Ani’l Münker” ile devam eden bir hayattır. Hidâyete tabi olan, iyilikleri emreden ve kötülüklerden de alıkoymaya çalışanların hayatı, dinimizin istediği hayattır.

Dinimiz bizden sadece ibadet istemiyor. Dinimiz ibadet ile birlikte bizden hayatımızı da, ölümümüzü de istiyor. “De ki:  Benim Namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm  yalnız alemlerin Rabbi Allah içindir.” (9)

Hayatlarından velev ki miskali zerre kadar olsun bilerek ve inanarak Firavunlara, Tağutlara, Karunlara, Azmanlara pay ayıranlar, Allah ile birlikte başka Rabler edinenlerdir.

Kur’ân-ı Kerim’in bu âyetine göre hayat; namazı, ibadeti, hayatı ve ölümü Allah için kılmaktır. Yani dinimizin bizden istediği hayat; Müslüman’ca yaşamak ve Müslüman’ca ölmektir.

----------------------------------------------------------------------------

(1)   Bakara Sûresi/ 156

(2)   Enfal Sûresi/ 20 - 22

(3)   Enfal Sûresi/ 24

(4)   Fizilal’il Kur’ân (Seyyid Kutub) C:3, Sh: 1494-1495, Beyrut/ 1982

(5)   Nahl Sûresi/ 97

(6)   Mektubat-ı Rabbanî (İmam-ı Rabbanî/Ter: Abdülkadir Akçiçek) C: 2, Sh: 1159, İst/ 1978

(7)   Ragip el-İsfehani, el-Müfredat, s. 519; İbn Manzur, Lisanu’1-Arap, XI, 475

8   Usûlu’n- Nizami’l İçtimai Fi’l İslâm ( Muhammed Tahir İbn-i Âşûr) Sh: 24, Ürdün/2001

(9)   En’am Sûresi/ 162

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Serbest Kürsü / Hidâyetten Sonra Kalblerin Kayması
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 08:54:05 ÖÖ »


Hidâyetten Sonra Kalblerin Kayması

Hesap gününe hazırlanan her mükellefin; imanını muhafaza için bütün imkânlarını seferber etmesi ve bunun için Allahü Teâlâ’dan (cc) yardım istemesi gerekir. Hz. Ümmü Seleme (Radıyallahu anha) validemizden nakledildiğine göre Peygamberimiz Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem ) şöyle dua ederdi:“Ey kalpleri halden hâle değiştiren (Allahım), benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Hidâyetten sonra kalplerin kayması, kıyâmetin kopması şiddetinde olan bir tehlikedir. Hz.Şehr b. Havşeb (r.a)’in rivâyetinde “Ya Rasûlallah, kalbin muhafazası ile ilgili bu duayı her fırsatta yapıyorsunuz?” sorusuna Peygamber Efendimiz (sav)  “Kalbi Allahû Teâlâ’nın kudret ve tasarrufu altında olmayan hiç kimse yoktur. O, dilerse doğruda sabit kılar, isterse kaydırır,” cevabını vermiştir. Kalbin hak din üzere sabit olması, mü’minin imanını muhafaza etmesinin yegâne şartı ve imkânıdır.

Kalbimiz, imanımızın mekânıdır. Kalbimizin kayması, imanımızın kayması anlamına gelir. Bu nedenle imanı muhafaza ve müdafaa etmek, Müslüman insanın bütün mekânlarda ve zamanlarda en önemli görevidir. Müslüman insan kendi istikâmetini, salâhını ve imanını muhafaza ve müdafaa etmek istiyorsa daima Rabbine sığınmalı; şuur ve iradesini bu yolla uyanık tutmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de kalb kaymasından Allah’a sığınmamızın zarureti haber verilmektedir: “Rabbimiz, bizi hidâyete eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.”(1)

Kalbi onu Yaratan’a sunmak... Onu Yaratan’dan koparmamak. Hep O’na yönelmek, O’na bağlanmak, O’na sarılmak, kaymasının önüne geçmektir. Allah Rasûlü’nün “Fiten” uyarıları içinde yer alan “Akşam ile sabah arasında inanç değişimlerine sürüklenen insan tipi” siluetler hâlinde resm-i geçit yapıyorlar. Mürted ve harbî müstevliler tarafından İslâm ülkelerinde kimi kurumlara özel bir misyon verilmek isteniyor ve onun yansımaları ile karşılaşıyoruz. Aslında müstakim insanların, bu yapıda kendilerini aşan işlere monte olabilecekleri endişesi gün yüzüne çıkmış bulunuyor. Nihâî plânda “Allah’ın dini”ne karşı yanlış işler yapamayacak olanların, sürece adım adım monte olabilecekleri kaygısını taşımamak elden değildir. Eskiler şöyle söylerlerdi, “Bu çocuğa mukayyet ol!” Yani “Başına bir iş gelmesine müsâade etme” demek isterlerdi. Dolayısıyla “Kalbe mukayyet olma zamanındayız, yani kalplerimizin başına bir şey gelmesine müsâade etmemeliyiz.”

Kalbin sahibi ile ilişkisinde bir kırılma, yamulma yaşanırsa, İslâmî hayat son bulur.

 Allah’ın ve Rasûlü’nün maksatlarına mukârin olmak şartıyla İslâm’ı yeniden öğrenmek, kalplerimizi modern hurafelerin istilâsına karşı sağlam bir kalkan olabilir. Allah’tan ve Rasûlünden koparılmış bir din. Hani, insanın moral ihtiyacını karşılasın diye üretilen bir yığın dünyevi terapi yöntemi var, biri de din olsun.... Böyle değil. Hıristiyanlık buna dönüştürüldü, Yahudilik kavmî bir asabiyyetin yükleme unsuru hâline getirildi. İslâm Rabbani muhtevasını koruyor, modern çağın Prometeci insanı, şimdi ona musallat olmak istiyor ve bütün gücüyle kalplerimize yükleniyor. Kalblerimizi çalmaya çalışan çağdaş hırsızlarla karşı karşıyayız. Müsteşriklerin işareti üzere yeniden İslâm, Kur’ân Müslümanlığı diyerek kalplerimizi imanımızdan, imanımızı da kalplerimizden çalmaya çalışıyorlar. İşte böyle zamanlarda “kalbe mukayyet olmak” Kur’ân-ı Kerîm’in ikazlarına uymaktır.

İslâm âlimleri, “elfâz-ı küfr” diye bir paragraf açmışlar inanca ilişkin eserlerde... “Hangi sözler insanı inanç alanının dışına çıkarır?” Hassasiyet bu noktada. Onları okuduğunuzda “Zülf-i yare dokunan”, “Leylayı inciten” sözler olduğunu görüyorsunuz genellikle. Allah’ın kudretini sorguladınız, Rasûlü gücendirdiniz, Kur’ân’ı incittiniz... Hattâ İslâm’ın âlem niteliğindeki müesseselerini (şeâir-i İslâm) yaraladınız... Yapmayın bunları, büyük tehlike var inançlarınız için bunlarda...  Oysa hoyratça geziliyor bu alanlarda, sanki hiçbir hudut tanımaksızın.  Hz. Ümmü Seleme Radıyallahu anha validemizden nakledildiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle dua ederdi:“Ey kalpleri halden hâle değiştiren (Allahım), benim kalbimi dinin üzere sabit kıl”(2)

Hidâyetten sonra kalplerin kayması, kıyâmet şiddetinde bir tehlikedir. Hazreti Peygamberin en çok yaptığı bir dua olarak hadisimiz, en temel meselede hem bilgi, hem de Allahû Teâlâ’dan ne isteneceğine dair misal vermektedir. Şehr b. Havşeb (r.a)’in rivâyetinde “Ya Rasûlallah, ne çok bu duayı yapıyorsunuz?” sorusuna Peygamber Efendimiz “Kalbi Allahû Teâlâ’nın kudret ve tasarrufunda olmayan hiç kimse yoktur. O, dilerse doğruda sabit kılar, isterse kaydırır” cevabını vermiştir.(3)

Allahû Teâlâ’nın irade ve hükmüne karşı çıkacak hiç bir varlık söz konusu olamaz. İman ise, insan kalbinin en temel ameli ve sahibinin bütün hareketlerini etkileyen gücüdür.

Böyle olunca kalbin hak din üzere sabit olması, mü’minin iman çizgisinde devamının yegâne şartı ve imkânıdır. Her türlü olumsuzluk, kalpteki yanlış kabuller ya da inkârın sonucudur. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de, kalb kaymasına ya da yamukluğuna zeyğ tâbir edilmektedir. Haktan, gerçekten, dinden başka yöne meyletmek, yönelmek, bozukluk anlamlarına gelen zeyğ’in insanı sevk edeceği bazı tavırlara da işaret edilmektedir. “Kalblerinde yamukluk bulunanlar, (manası kolay anlaşılmayan) müteşâbih âyetlerin peşine takılırlar...” (4)

“Ümmü’l-kitab” niteliğindeki muhkem, anlamı açık âyetleri bırakıp, anlaşılması, yorumu güç âyetler üzerinde ısrarla durmayı belli bir haktan yan çizme duygusunun göstergesi sayılmıştır.  Kur’ân-ı Kerîm, bizlerden kalbin fıkhını istemektedir. “Kalbin fıkhı” tâbiri, fazla yaygın olmamakla beraber, Kur’ân’ın ifadesine uygundur. Bir âyette, cehennemlik olanların özelliklerinden söz edilirken meâlen şu ifadelere yer verilmiştir:

“... onların kalpleri vardır, ama onlarla idrak etmezler; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır onlarla işitmezler.”(5)

“İdrak etmezler” şeklinde mana verdiğimiz kelimenin aslı “fıkıh” kökünden gelen bir fiille ifade edilmiştir. Kalp kelimesi, geniş anlamıyla aklı da içine alır. Buna göre, kalp ve aklın fıkhı, onların gerçeği kavramaları anlamına gelir.

Allah’a yaklaşmanın tek yolu, İslâm dininin emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat çizgisini takip etmektir. Bu çizgiyi takip etmek için, akıl ve kalbi vahyin ışığı altında eğitip, fakih/anlayışlı kılmak gerekir. Bunun -birinin diğerini tamamlayıcısı olan- iki yolu vardır: Birincisi ilim, ikincisi ameldir.

Kalbî hassasiyet, düşünce ve hayat çerçevemizi çizerken yakınlıkları ve uzaklıkları doğru tayin etmeyi gerekli kılıyor. Şu demek bu:

-Allah’a daha yakın, Resulullah’a daha yakın, sahabe-i kirama, Allah dostlarına, kalbe daha yakın olmak.

-Nefse daha uzak, Şeytana daha uzak, nefsî, kavmî asabiyyetlere daha uzak, hatta kimi geleneklere daha uzak...  Bunun çaresi, “Allah’ın huzurunda bulunduğu hissiyle hareket etmek”te odaklanıyor. Rabbimiz bizden dini kendisine has kılmamızı istiyor.

“Ey iman edenler! Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a halis kılarak O’na çağırın.”(6)

Kalb, duygu dünyasıdır, kişilik merkezidir, ruhaniyet iklimidir, inkılâblar mekânıdır. Kalbi Allah’ın dinine sabitlemeden Müslüman’ca bir hayat yaşamak mümkün değildir. Kalblerini dinlerine sabitlemeyenler, Müslüman olduklarını iddia etseler bile dinleriyle kavgalı olmaktan kurtulamazlar. Kalb kaymasına uğrayanlar, dini Allah’a has kılmazlar. Kalb kayması, Dini Allah’a has kılmaktan çıkarıp, insanın kendi nefsi için çıkar malzemesi hâline getirmesi demektir. Kur’ân’da, kalbi, Allahû Telâya bağlılık noktasında yoğunlaştırma demek olan “İhlas”a bu kadar vurgu yapılması, aslında insanın içinde din ile ilişkide böyle bir savrulma potansiyeli bulunması sebebiyledir. İhlas nasıl bir kalb ameli, kalb yoğunlaşması ise, dini nefsi hesaplar için kullanmak da, kalbi bir sapma, savrulmadır. Bir kalb kaymasıdır, pörsümesidir. Din aslında, tâbii ki insanın dünyadaki tüm ilişkilerini tanzim eden mahiyetiyle davranışlar boyutu da bulunan bir müessese olmasına rağmen, asıl olarak kalbdeki kıvamı ile gerçek değerini bulur. Üsve-i hasenemiz/güzel örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (sav)’in en çok yaptığı duanın ve “kalblerimizi kaydırma” âyetinin ümmete, kalbî istikamet ve tatminin müslümanlığın esası ve vazgeçilmez rüknü olduğunu öğretmektedir. Çok karmaşık dünyamızda müslümanlığımız ve tâbii âhirette mutluluğumuz buna bağlıdır. O halde duamız da hep aynı olmalıdır:

“Ey kalbleri halden hâle (renkten renge, şekilden şekile) çeviren Allah’ım, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.”

Kalp kayması, bazân gayr-i meşrû bir bakışla, bazân haram olan bir lokmayla, bazân batıl bir söz dinlemekle, bazân batıl bir iş yapmakla ve bazân zalimleri alkışlamakla meydana gelir. Tevbe ile kalpte meydana gelen günah lekesi silinmezse, kalp kayması meydana gelir.

Kalp kayması, başlı başına bir hüsrandır. Kalplerini günahlara uğratanlar, hayatlarını hüsrana uğratanlardır. İman ettikleri Kur’ân’a gurbet yaşatanlar, kalbleri kaymış olanlardır. Onlar Kur’ân yerine Kur’ân karşıtı şeylerle kendilerini meşgul ettirenlerdir.

Rasûlüllah (s.a.v.)’ın Buhârî ve Müslim’in Hz. Ömer (r.a.)’den rivâyet etmiş oldukları ve “niyet hadisi” diye meşhur olmuş olan hadis-i şerifte Allah Rasulü şöyle buyurmaktadır:

“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlayacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (7)

Dikkat edilirse, bu hadis-i şerif; her şeyin kalite standardını bir kalb ameli olan “niyete – maksada – gayeye” bağlamaktadır. Yani o işi neden yaptın? Amacın ne idi?

Niyetin sorgulandığı alan ise çok nettir.

-Allah rızası mı başka bir hesap mı?

Allah rızası dinin özü, öteki hesapların tamamı ise dinin kullanılmasıdır.

Hiç şüphesiz davranışlar hâlinde ortaya koyduğumuz her amelin de bir “kalb karşılığı” vardır.

Mü’min hiçbir amelin “Din istismarı -Dini kendi çıkarı için kullanma” diye nitelenebilecek bir mahiyet kazanmasına imkân vermez. Bile bile “Din istismarı”na yönelen insanın, öncelikle bir “İman testi”nden geçmesi lâzım. Belki o, “Hevasını ilah edinenler” sınıfına dâhildir. İnsanların Allah inancını bile kendi çıkarı için sömüren varlıktır o. Onu ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor.

Biz kendimize bakıyoruz. Mü’min iken, âhiret kaygısı taşıyor iken, Rabbimizin huzurunda amellerimizin “Defolu çıkma” riskini çok çok önemsiyor iken, kalbi kaymalarla kaybedenler zümresi içine girmemeyi konuşuyoruz.

Cihadın olmadı, çünkü riya karıştı, ilmin olmadı, infakın olmadı, namazın olmadı, gibi ebedi hayat hükümlerine maruz kalmamayı konuşuyoruz.

Bu ümmetten önceki ümmetler, kendi dinlerinden olmayanlarla cihad ettiler ama kendileri de dinlerini zevklerine uyarlamakta sakınca bulmadılar. Sıkıştıklarını gördüklerinde ellerindeki kitabın âyetlerini ya tevil ettiler ya da silip imha ettiler. Hoşlandıklarını da din önderlerinin ağzından ‘olur’ almış ilkeler hâline getirdiler. Din adamı olarak başlarında bulunanlar onlara çalıştı, onlar da din adamlarına çalıştı. Birbirlerini memnun edip Allah’ın rızasını kazandıklarını hayal ettiler. Birbirlerine verdikleri rüşveti adeta Allah’a verilmiş sadaka gibi tuttular. Bu yaptıkları ile de mutlu oldular, cennet kazandıklarını vehmettiler. Kitleler din adamlarını rab edindi. Din adamları da onlara garantili cennet tapuları dağıttı.

Alanın da verenin de razı olduğu bir pazar oluşturdular. Neticede de din ellerinden gitti, ebedî hüsrana uğradılar.

Bütün bu vahim sonuç, Allah’ın dinine bir tek hükümde bile olsa müdahâle etmekte sakınca görmemekle başladı. Dine teslim olmaları gerekirken dini kendilerine teslim etme cüreti gösterdiler. Yaptılar, yaptıklarını beğendiler. Birbirlerini alkışladılar. Gidişata ayak uydurmayanı da linç ettiler. Bir hüküm, iki hüküm diyerek bireysel de olsa dinden tavizi, tavizin başladığı yerde kalacağını zannederek basit ya da zararı sirâyet etmez zannettiler. Sonuç ise öyle olmadı. Bir hahamın ya da papazın küçük bir tebessümü, din üzerinden kahkahaya dönüştü. Kudüs’teki bir ‘küçük görülmüş bid’at’ İstanbul’da şirke dönüştü. Biz ise bu iki dinin kaldırılış sürecini Kur’ân ve Sünnet’ten öğrenmiş ümmetiz. Allah’ın dinine müdahâlenin, iyi niyetlerle bile olsa akıbetini görmüş bulunuyoruz. Hiç şüphe yok elbette, böyle bir süreç işlese dahi İslâm için, kaldırılıp başka bir din getirilme tehlikesi yoktur. Elhamdülillah, yoktur. İnsanlar müdahâle etti diye din kaldırılıp yenisi getirilmeyecek ama müdahâleciler kaldırılacaktır. Dine şekil vermek isteyenler ancak kendi çevrelerine ve onlara aldananlara etki edebilirler. Din köklerinden zarar görmez. Bu hakikat dinimiz açısından sevindiricidir. Fertler olarak ise bu sürece düşülmesinin bedelini ödemeye mecburuz. Bilmemiz ve kollamamız gereken parolamız şudur: İslâm kendisine Müslüman arıyor. İlm-i sahih ve ameli salih, kalp kaymasına karşı savunma kalkanlarımızdır. İmam-ı Evzâi (rh.a) derdi ki; “Mü’min az konuşur, çok amel işler. Münafık ise çok konuşur az amel işler.”(8) Konuşması çoğalıp amelleri azalanlar, kalp kaymasına uğrayanlardır. Yani kalbleri Hakk’ın ve hakikatin dışındaki şeylerle meşgul olanlardır.

Kalplerimizi, dillerimizi ve ellerimizi kötülüklerle mücâdele eden birer silah hâline getirmemiz, kalp kaymasının önüne geçmemiz anlamına gelir. Çünkü bu durumda mü’min kişi kötülüklere karşı teyakkuz hâlindedir. İmanla uyanmış ve imana uymuş bir kimsenin kötülere ve kötülüklere teslim olması mümkün değildir. Ancak kendileriyle kötülükler, günahlar, haramlar arasına mesafe koyamayanlar, onlara karşı terk-i mücâdele edenler, kalplerini kaybetmiş olanlardır. Huzeyfetü’l Yeman (r.a.)’a yaşayan ölülerden sual edildiğinde cevaben dedi ki: “Yaşayan ölü; eliyle, diliyle ve kalbiyle münkeri/kötülükleri değiştirmeyendir.” (9)

Kötülüklere karşı terk-i mücâdele, kalp kaymasının bir alâmetidir. Kalpleri kötülüklerden taraf olanlardan kötülüklerle mücâdele beklenemez. Kendi kalplerine sahip çıkmayanlar, kime ve neye sahip çıkabilirler?

Kalp kaymasına karşı bizleri uyaran Kur’ân âyetleri, sürekli uyanık bulunmayı, daima sakınmayı, her zaman tetikte olmayı zorunluluk hâline getiriyorlar. Kalbin heyecanlarına, korkularına ve paniğe kapılmasına karşı uyanık bulunma... Kalbi etkileyen vesveselerden ve parçalanmaya neden olabileceğinden korkulan eğilimlerden sakınmak... Kalbi saptıran, kötülüğü telkin eden, duygu ve vesveselere karşı hazırlıklı olma... Bunun yanında, herhangi bir yanılgı ya da gaflet veya dehşet anında bu kalbin başka taraflara yönelmemesi için Allah’la sürekli bir ilişki gerekmektedir.

Allah’ın peygamberi, masum olduğu halde sık sık yüce Allah’a şöyle dua ederdi:

“Allah’ım, ey kalpleri yönlendiren, kalbimi dinin üzerinde sabit kıl.” Ya insanlar ne yapmalıdırlar? Üstelik onlar peygamber ve de masum değiller.

Gerçekten bu, kalbi derinden sarsan bir tablodur. Bir süre bu tabloyu seyreden, kendi içinde taşıdığı kalbe bakan, onun karşı konulmaz güce sahip yüce Allah’ın kontrolünde olduğunu, içinde taşıdığı halde bu kalp üzerinde hiçbir etkinliğinin olmadığını gören mü’min, bedeninde derin bir ürperti hissedecektir.(10)

Kalbler için sürur ve lezzet muhabetullah ve marifetullah olmadan tamamlanamaz.

Allah’tan razı olmadan, Allah’ı sevmeden Allah’a takarrüb hasıl olmaz. Allah’ı tanımadan ve Allah’ın dışındaki mahbublardan yüz çevirmeden muhabbet-i kâmile hasıl olmaz.(11)

Kalplerimiz Allah’ın elindedir. Allah “Mukallib”dir. Kalpleri evirip çevirendir. Kalben Allah’ın indirdiklerinden razı olanların Allah’ın indirdiklerini hayata hâkim kılmak için mücâdele etmeleri, bir “Kalb-i Selim” ile Allah’ın huzuruna çıkma derdine düşenlerdir. Allah’a iman ile mutmain olmuş kalplerimizin kaymaması için daima imanımızın atmosferinde kalmalıyız. Çirkin fiillerin ve şüphelerin her tarafı kasıp kavurduğu bir zamanda imanın atmosferinde kalarak salih amel işleyenler, kalplerini kurtaranlardır. Onlar bir “Kalb-i Selim” ile Allah’ın huzuruna çıkmaya çalışanlardır. Hidâyetten sonra kalp kaymasına uğramak, şeytan ve şeytanın zürriyeti tarafından yağmalanmaktır. Hayatlarından şeytana ve şeytanın zürriyetine pay ayıranlar, kalp kaymasına uğrayanlardır. Kısacası kalp kayması, hayatın karanlıkta kalmasıdır.

---------------------------------------------------------------------

(1)   Âl-i İmran Sûresi/8

(2)   Tirmizi, deavât, 89, 124; kader, 7; İbn Mace, mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, II, 4, 8; III, 112, 257; V, 182, VI, 251, 294, 302, 315; İbn Ebi Şeybe, Musannef, XI, 37

(3)   bk. Sünen-i Tirmizi, deavât: 89

(4)   Âl-i İmran Sûresi/ 7

(5)   Araf Sûresi/179

(6)   Mü ’min Sûresi/14

(7)   Sahih-i Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1, Eyman, 23; Sahih-i Müslim, İmaret, 155; Ebu Davud, Talak, 11; Sünen-i Tirmizî, Fedailu’l-Cihad, 16

8   Siyeru A’lami’n-Nübela (İmam Zehebi) C:7, Sh: 125, Beyrut/ 1428

(9)   İhyau Ulumi’d Din (İmam-ı Gazali) 2/ 311; A’zaru’l Mütekaisîn (Yahya b. İbrahim Yahya) Sh: 9, Riyad/ 1420

(10)   Fizilâl’il Kur’ân (Seyyid Kutub) C:3, Sh:1495, Beyrut/ 1982

(11)   Fıkhu’l Kulûb (Muhammed b. İbrahim b. Abdullah et-Tevcîrî) Sh:4-5, Ürdün/ 2006

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
Mutlulık Yolu İslam / Kalbin Temizliği
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 08:45:49 ÖÖ »


Kalbin Temizliği

Bugün İslâm fıkhı’nın uygulanmadığı coğrafyalarda; can, mal, akıl ve  nesil emniyeti olmadığı gibi, din emniyeti de yoktur. Din adına her türlü sapık fikirleri ortaya atan bir insan, arkasına binlerce insanı toplayabilmekte ve ateş çukuruna doğru götürmektedir. 

Gerekli ilmi donanıma sahip olmayan Müslümanlar ise, bu kargaşada söz ve fiillerinde tereddüde  düşmektedirler. Maalesef herkes  kendi hocasının, üstadının, şeyhinin doğru olduğunu, hatta kalb gözünün açık olduğunu ileri sürmektedir. Birilerinin kalb gözünün açık olduğunu görmek için, önce mükellefin kendi  kalb gözünün açık olması gerekir. Hz. Ali ‘nin (r.a) “Hak adamla bilinmez, önce hakkı tanı dolayısıyla ehlini tanırsın” diyerek önemli bir ölçüyü hatırlatmıştır. Dolayısıyla yoğun bir şekilde devam eden sapık fikir trafiğinin kurbanı olmak istemiyorsak, şer’i delilleri  dikkate alalım ve temiz biz kalb ile yolumuza devam edelim.

İNSANI yaratan Allah (c.c.) onu hem beden olarak, hem de ruh olarak yaratmıştır. Bedenimizi, fiziğimizi farklı farklı özelliklerde yaratan rabbimiz, ruhlarımızı da aynı şekilde farklı yaratmıştır. İnsanların görünüş itibarı ile şişmanı zayıfı, uzunu kısası, güçlüsü ve cılızı, hızlı koşanı, daha çok zıplayanı olduğu gibi, ruhlarımızda da aynı farklılıkları görebiliriz. Öfkeli, sabırlı, kibirli, merhametli, tez canlı, ağırkanlı, kıskanç, kendini beğenmiş, bencil olma gibi hasletler ruha ait özelliklerdir. İnsan hem ruhundan, hem de bedeninden sorumludur. Allah(c.c.) ruhumuzu da, bedenimizi de terbiye etmemizi ister.

Fakat insanda asıl olan, önemli olan cismani yönü değil ruhani yönüdür. Bu yüzden Peygamber Efendimiz  (sav) şöyle buyurmuştur.  “Allah sizin suretlerinize, değil kalblerinize bakar” İmanın mekanı, barınağı kalbtir. Allah (c.c.) Kur’an’ı Kerim’de imanın dâhil olacağı yerin kalb olduğunu beyan etmiştir: “ Araplar(bedeviler) iman ettik dediler.

De ki  siz iman etmediniz, fakat islâm olduk deyin. Fakat henüz iman kalblerinize girmedi”(Hucurat,14) Burada kastedilen İslâm devletine tâbii olmak ile tahkiki imana sahip olmak arasındaki farktır. İnsan için hayati öneme haiz olan unsur, imanın mekanı olan kalbin sağlıklı ve temiz  olmasıdır. Âhiret’e tertemiz bir kalple intikal etmek, imtihanı kazanmanın  formülüdür. Ahiretle ilgili olan muhkem bir nassda şöyle buyurulmuştur. ” O gün, ne mal fayda verir; ne de oğullar! Meğer ki insan, Allah’a tertemiz bir kalble gelmiş olsun”(Şuara,88-89) Bu âyetin tefsirinde İmam Kurtubi temiz kalbi açıklarken şöyle der ;”Temiz kalb, yerilmesi gereken kötü vasıflardan arınmış, buna karşılık güzel vasıflar ile  bezenmiş kalp demektir.” Said b. Müseyyeb’den gelen rivâyet şöyledir: “Selim kalb, sağlam, sağlıklı kalp demektir ki, o da mü’minin kalbidir. Çünkü kâfir ile münafıkın kalbi hastadır. Nitekim yüce Allah: “Onların kalplerinde hastalık vardır” (el-Bakara. 2/10) diye buyurmaktadır.

KALBLER NASIL KİRLENİR?

Bu hususta Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur; “ Fitneler kalblere hasır çubukları gibi tekrar tekrar arz olunur. Kalb bunları kabul ederse o kalbde siyah bir nokta hasıl olur. Kötülükler arttıkça siyah noktalarda artar ve kalb sonunda simsiyah olur.

İyilik oraya girmeye bir yol bulamaz.  İnsan bir iyilik yapınca da kalbinde beyaz bir nokta hasıl olur, iyilikler arttıkça beyaz noktalar artar ve sonunda kalb bembeyaz olur. Cilalanır ve artık hiçbir kötülük ona zarar veremez.”(1)

Hadiste belirtildiği üzere insanın kalbini kirleten şey günâhlarıdır. Allah’a itaat edilerek üzeri temizlenen ve parlatılan kalb ise üzerinde kötülüğün barınmasına müsaade etmez.

Günahlar için kaygan bir zemin oluşturur ve zulüm orada kendisi için uygun bir ortam bulamaz. Tam tersi günahlarla meşgul olan bir kalb ise kötülüğün tesiri ile paslanır, kilitlenir ve hatta belki de mühürlenir. Bunun sonucunda da akıl edebilmesi için gerekli olan Allah’tan gelen âyetler, iyi nasihatler, güzel sözler kalbinin derinliklerindeki akıla ulaşamaz. Ulaşamayınca da İman ve salih amel olarak ortaya hiçbir şey çıkmaz. Nasıl ki kendisi için gerekli gıdayı, proteinleri, vitaminleri almayan vücut hasta oluyor ve işlevini tam olarak yerine getiremiyorsa, Ruh’ta aynı şekilde aç kaldığı, eksik gıdalandığı zaman yeteneklerini kaybeder. Hasta olur ve hatta ölür. Allah (c.c.) Kur’an’ı Kerim’de kâfirleri ruhsuz kerestelere benzeterek şöyle der;” Bu, onların iman edip, sonra da inkâr etmiş olmalarındandır. Onların kalpleri paslanmıştır. Onun için anlamazlar; Onları gördüğünde dıştan hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar elbise giydirilmiş keresteler gibidir” (Munafikun, 63/3-4) Bu âyetin tefsirinde İmam Kurtubi, Müslim’in Sahihinden naklen; Yüce Allah onları işitmeyen, akletmeyen, ruhsuz bedenler, akılsız cisimler gibi duvara dayandırılmış kerestelere benzetmektedir. İçi boş oduna elbise de giydirsen, kıravat da taksan odun odunluktan çıkmaz. Ruhsuzdur ve ateş için bir kütük olmaktan öteye gidemez. Böyle insanlar diri değildir. Onlar yürüyen ölülerdir. İslâm’ın hâkim olmadığı topluluklarda caddelerde, mağazalarda, her yerde “ölülerin yürüyüşü” filmini devamlı olarak seyredebilirsiniz. Aynı zamanda böyle toplumlarda ruh hastalığı alabildiğine yaygındır. Çünkü, İnsanların ruhları tatminsizlik içindedir. Allah’ın zikrinden uzak bir yaşantı hayatlara hâkim olmuş ve kanıksanmıştır. Kalbimizin özelliklerini en iyi bilen yüce yaratıcı kalb hakkında şöyle buyurmuştur; “Kalbler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.(Rad 28) Ruhları değil, bedenleri doyurmaya öncelik veren bir toplum felâh bulamaz. Psikolojik sorunlar, ruhsal çöküntüler, kargaşa ve kaos asla bitmez. İnsanlar madde plânında zirveye de ulaşsa mutluluğu yakalamaktan çok uzaktırlar. Onlar ancak hayvan gibi yaşarlar. Allah(c.c.)’a itaatten uzak, inkârcı, nankör insanlar için Kur’an’ı Kerim’de Bakara suresi 171. âyette şöyle buyurmaktadır. “İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” Gerçek körlük göz körlüğü değil, kalb körlüğüdür. Kalbleri kör olanlar, kendilerine ve idare ettikleri insanlara baş gözleri kör olanlarla kıyaslanamayacak derecede zarar verirler. Bu hususta İmam Gazali, Akıl, ruh ve beden arasındaki münasebeti açıklarken bir ata onu yöneten ruhu bir süvariye benzeterek süvarinin körlüğünün, atın körlüğünden daha çok süvariye zarar verdiğini belirtir.(2) İslâm topraklarındaki zalim, fasık ve kâfir idareciler hastalıklı ruhları ile insanları bölük bölük cehenneme doğru sürüklemekte, günâhları yüzünden kör olan halk ise yürümekte oldukları uçurumu göremeyerek toplu bir intiharın içindedirler. Öylesine bir intihar ki bedenleri değil, ruhları öldüren, ebedi bir azâbı beraberinde getiren korkunç bir aldanma.

Günâhlarla kirlenmiş olan kalb doğruyu yanlıştan ayıramaz. “Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünebilirler.” Rad (19) Nasıl ki bir şoför sürmüş olduğu aracın camlarını temiz tutup görüş alanını açık tutuyorsa, aklın da görebilmesi için temiz bir kalbe ihtiyaç vardır ki, yoğun trafikte arabayı, yani bedeni bir çukura yuvarlamasın. Hele bu çukur cehennem çukuru olursa. Bugün islâm topraklarında her türlü sapık fikirler son sürat ve alabildiğine yoğundur. Böylesi tehlikeli bir trafikte çok iyi görüş alanına ve iyi şoförlüğe ihtiyaç vardır.

Yoldaki çukurları görmek ve sahte tabelâları gerçeğinden ayırmak ancak özel bir kabiliyet gerektirir. Bu hususta rabbimiz şöyle buyurur” Ey îman edenler! Eğer Allah’tan İttika ederseniz (haramlardan kaçarsanız). O, size (hak ile bâtılı) ayırt edici

bir anlayış (Furkan) verir.” (Enfal,8/29) Sapıklığı, doğrudan seçebilmek ancak Allah’tan korkmak, yani haramlardan kaçmak ile olur. Haramlardan kaçanın da kalbi temiz, cilâlı ve görüş açısı geniştir...

Devamlı olarak Allah’a âsi gelen, farzları yapmayan insanın kalbi ise nasıl temiz kalsın?

En azından günde beş kere namaz kılmayarak Allah’a isyân eden kalb nasıl temiz olabilir? Kalbi temizleyen en büyük unsur Farzların yapılması ve haramlardan kaçmaktır.

Bir de “Tevbe” vardır ki, günâhlar ancak onunla yıkanır, temizlenir. İmam Gazali “Tevbe” konusunu açıklarken şu ifâdeleri kullanır “ Nasıl ki pislikte kullanmak elbiseyi kirletiyor, sabun ve sıcak su ile yıkaması elbiseyi temizliyorsa onun gibi kalbi şehvetlerde kullanmakta kalbi kirletiyor. O kiri, gözyaşlarının suyu, pişmanlığın yakıcılığı ile yıkamak tertemiz yapar. Her temiz elbise makbul olduğu gibi, her temiz ve tahir kalb de makbuldur. Senin vazifen sadece tezkiye ve temizlemedir.”(3)

Kalb kirli olunca, bütün vücudun bozulmasına sebep olur. Vücut bozulunca da Allah’a kulluk hasıl olmaz. Fısk ve küfür gündeme girer ki bu da ebedi hüsran demektir. Yemiş olduğumuz yiyeceklerden, yapmış olduğumuz hareketlere, konuşmalarımız ve gözlerimizin gördüğü haramlara, kulaklarımızın duyduğu gayri İslâmi nağmelere kadar her şey kalbi fesada uğratan unsurlardandır. Hattâ ve hatta şüpheli olan şeylerden bile kaçarak Allah’ın yasak sınırlarına yaklaşmaktan imtina etmeliyiz. Bir Hadisi şerifte peygamberimiz (s.a.v.); ”Helal olan açıkça beyan edilmiştir, haram olanda açıkça beyan edilmiştir. İkisi arasında ise helâle de, harama da benzer durumu olan ve insanların çoğunun hükmünü bilmediği işler vardır. Kim bu şüpheli olanlardan sakınırsa dinini ve namusunu muhafaza etmiş olur. Kim de şüpheli olanlara dalarsa neticede harama dalar.

Sürüsünü koruluğun etrafında otlatan çoban gibi ki, (koyunların) koruluğa dalması pek uzak değildir. Dikkat edin her sultanın bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu ise haram kıldıklarıdır. Dikkat edin vücutta bir et parçası vardır. O iyi olduğu zaman bütün vücut iyi olur. O bozulduğu zaman bütün vücut bozulur. Dikkat edin o kalb’dir.”(4)

Burada bozulması ile bütün vücudumuzun bozulacağı kast edilen kalb, maddi kalbimizin içinde yer tutmuş olan manevi kalb’dir. Bizim maddi kalb ile işimiz yoktur, O doktorların işidir. Aynı zamanda o kalb hayvanlarda da vardır. Biz şer’i kalb ile ve onun sağlığı ile ilgileniyoruz.

AKIL NEREDEDİR?

İslâm âlimlerinin ittifakı ile akıl kalb’de bir “nûr”dur. Aynı zamanda akıl doğruyu, yanlıştan ayıran en büyük unsurdur. İnsan onunla iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırır. Akıl olmazsa insan Allah indinde sorumlu olmaz. Rasulullah(s.a.v.)” Allah akıldan daha üstün bir mahluk yaratmamıştır”(5) buyurarak yaratılmışların içinde en üstün varlık olarak aklın kıymetine işaret etmiştir.

Akıl melekemiz bizi “Eşref-i mahlûkât” derecesine çıkaran en büyük sermayemizdir.  Kendilerine akıl verilen insan meleklerden farklı olarak, Nefis ve şeytanın aldatmalarına ve bütün olumsuz hasletlerine rağmen aklına tâbi olarak aydınlığı ve şerefi yakalar.

Şeytan’ın askerî olmaktansa, Allah’a asker olur. Akıl ise ancak ilim vasıtası ile gerçek doğruyu bulur. Allah (c.c.)’ın Kur’an ve peygamber göndermesindeki hikmet de budur. İmam Gazali “ Akıl göz ise, ilim ışıktır” sözü ile nasıl ki ışık olmadan gözlerimiz göremez ise, akılda Vahiy olmadan, âyet ve hadislere tâbi olmadan doğruyu bulamaz, diyerek aklın tek başına doğruyu bulamayacağını, ancak ilim ile beraber hareket ederse işe yarayacağını ifade eder.

Bir de insan kafatasının içinde bulunan beyin (Dimağ) vardır. Günümüzde insanlar aklı hep kafataslarının içinde, beyinlerinde telaffuz ederler. Akıl ile beyin birbirine karıştırılmamalıdır. İkisi farklı şey olmakla birlikte beraber çalışırlar. Hz.Ali’nin dediği üzere “Akıl kalbde bir nurdur, ziyâsı dimağdadır.” Beyin verileri, bilgileri toplar kalbe sunar. Kalb onları akıl süzgecinden geçirir. Akıl ise sevgi, merhamet, nefret, öfke, beğenilme arzusu gibi duyguların tesiri altında olduğu halde bir hükme varır veya varamaz. Kalbin üzeri ne kadar kötü haslet ile donanmışsa akıl o kadar olumsuz etkilenir.

Gelen bilgiler kirlenmiş olarak kendisine ulaşır. Verilen karar da o kadar kirli olur ve insanı o derece bozuk amellere sevk eder. Beyin kiler gibidir. Yemek yapmak için her türlü malzeme oradan gelir. Ancak doğru malzemeyi, doğru şekilde kullanmak ortaya mükemmel ve lezzetli bir yemek ortaya çıkarır. Doğru malzemeler uygun sıcaklıklarda ve usule uygun yapılmadığı taktirde ortaya lezzetli bir yemek çıkmadığı gibi, protein ve vitamin bakımından da eksik olur ve hatta o yemek  zehir olur. İslâm kültüründen uzak olan, dünya sevgisi kendilerine baskın gelen insanlar, âhiret ile ilgili ilimleri öğrenmemişler, öğrenememişlerdir. Beyin faktörü gerçekten dikkate alınması gereken çok önemli bir etkendir. O tek başına bir güç değildir. Bugünkü bilim zekâyı, beyni putlaştırmış, kalbin üzerine çıkarmıştır. Duygularımızın merkezi kalb’dir. İnsan duyguları ile insandır ve değer bulur. Yaratılış olarak çok güzel, ya da yakışıklı olan, bunun yanında bir takım özel marifetleri olarak iyi şarkı söyleyen bir şarkıcı, iyi rol yapan bir artist, bir müzik aletini çok iyi çalabilen bir müzisyen, bulunduğu dalda dünya şampiyonu olmuş bir sporcu ya da bulunduğu alanda uzman olmuş çok zeki bir profesör vs. bütün bunlar eğer karakter olarak kibirli, ahlâksız ve bencil olma gibi çirkin hasletlerden birini veya birkaçını taşıyorlarsa toplum nazarında sevilmezler, en azından insan olarak takdir görmezler.

Kötü ahlâkları kabiliyetlerini bastırır. Tam tersi çok zeki olmasa da, hatta fizik olarak çirkin bile gözükse iyi niyetli, güler yüzlü, insanlara değer veren, yardım eden, temiz ahlak sahibi insanlar ise el üstünde tutulur ve değer verilirler. Toplum nazarında sevilir ve saygı gösterilirler. Allah(c.c.) “ Biz insanların sûretlerine değil, kalblerine bakarız” buyurarak ruh ve akıl güzelliğinin diğer güzelliklerden önce geldiğine işaret etmiştir.

“Biz Kur’an’ı bir dağa indirseydik onun Allah korkusundan baş eğerek parça parça olduğunu görürdün”(Haşr,59/21) Kur’ân-ı Kerim heybet timsali bir dağı bile parça parça olacak derecede etkiliyor ise biz insanlarda acaba neden böyle bir etki uyandırmıyor?

Bizleri titretmiyor? korkutmuyor? Çünkü, insanoğlunun kalblerinin üzerinde onun idrakını yok eden, ya da azaltan öyle duygular vardır ki aklın hassasiyetini zayıflatmış, görüşünü daraltmış, kirlenmiş. Gurur, kibir, ucub, riya, hased, öfke, kavmiyetçilik vs. gibi görünmeyen duvarlar kalbimizin önünü kapamış iken nasıl akledelim? Doğru bilgi nasıl bu kadar engel arasından geçerek aklımıza ulaşsın? Bir de bunun üzerine şeytanlar kalbizin üzerinde cirit atarken nasıl idrak edelim? Bir Hadisi şerifte peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; ”- Eğer şeytanlar Ademoğullarının kalblerinin etrafında dolaşmasaydı, muhakkak ki, Ademoğulları göklerin melekûtuna bakacaklardı”(6)

Şeytanların kalbimize atmış olduğu vesvese tohumları ve diğer olumsuz duygular bizim melekler âlemini görmemize engeldir. İdrak olmayınca kalbe etki de olmaz. Etki olmayınca da o akıl hapis kalır, işe yaramaz. Dolayısıyla o kalbin desteklediği ruh ölür. Geriye kalan ise sadece ruhsuz bir odundur.

Bugün İslâm fıkhı’nın uygulanmadığı coğrafyalarda; can, mal, akıl ve  nesil emniyeti olmadığı gibi, din emniyeti de yoktur. Din adına her türlü sapık fikirleri ortaya atan bir insan, arkasına binlerce insanı toplayabilmekte ve ateş çukuruna doğru götürmektedir.

Gerekli ilmi donanıma sahip olmayan Müslümanlar ise, bu kargaşada söz ve fiillerinde tereddüde  düşmektedirler. Maalesef herkes  kendi hocasının, üstadının, şeyhinin doğru olduğunu, hatta kalb gözünün açık olduğunu ileri sürmektedir. Birilerinin kalb gözünün açık olduğunu görmek için, önce mükellefin kendi  kalb gözünün açık olması gerekir. Hz. Ali ‘nin (r.a), “Hak adamla bilinmez, önce hakkı tanı dolayısıyla ehlini tanırsın” diyerek önemli bir ölçüyü hatırlatmıştır. Kendi coğrafyamızda yoğun bir şekilde devam eden sapık fikir trafiğinin kurbanı olmak istemiyorsak, haramlardan kaçarak, farzlara azâmi riâyet ederek temiz biz kalb ile yolumuza devam edelim. Bu ise ilimle yani üzerimize farz olan ilmihal bilgisini öğrenmek ile mümkündür. Hakkı batıldan ayırma nimeti (furkan) sahih ilme göre amel eden ve muhlis  olan kullara verilen bir nimettir. Allah bize onu nasip etsin. Âmin

--------------------------------------------------------------------

(1)   Müslim terc. K.iman1/191 sofuoğlu

(2)   İhyâu Ulûmi’d-din, İmam Gazali, Cilt.3, Sh.35

(3)   İhyaû Ulûmid’din Cilt.4. sh.24

(4)   Buhari, Kitabul iman,1/19; Müslim, Kitabul büyu, 3/1219; İbnu Mace, Kitabu’l fiten, 2/1318

(5)   Tirmizi, Nevadirde, İhyâu Ulûmi’d-din, İmam Gazali, Cilt.3, Sh.34

(6)   İhyaû Ulûmid’din Cilt.3; sh.19. (Ahmed)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10