Gönderen Konu: Dünya ve Âhiret Bahtiyarlığı  (Okunma sayısı 119 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

anadolu

  • Ziyaretçi
Dünya ve Âhiret Bahtiyarlığı
« : Mart 13, 2021, 01:01:23 ÖS »
Dünya ve Âhiret Bahtiyarlığı

İslâm’ın bütün emirlerini ve nehiylerini, Kelime-i Şehadet’te yer alan keyfiyete göre açıklamak mümkündür. Kelime-i Şehadet’i kalben tasdik ve diliyle ikrar eden bir mükellef; Allah (cc) tarafından vahiy yoluyla indirilen, Peygamberimiz Efendimiz (sav) tarafından tebliğ edilen, kendisini dünyada ve ahirette bahtiyarlığa ulaştıracak olan itikadi ve ameli nizama teslim olmuştur. Hz. Abdullah b. Amr İbnü’l As (ra) tarafından rivayet edilen Hadis-i Şerif’te, Peygamberimiz Efendimiz ‘Kim şu beş şeyi yapmaya devam ederse, dünya ve ahirette bahtiyar olur’ buyurmuş ve zaman zaman Kelime-i Şehadet’in ikrar edilmesini, yapılacak ilk amel olduğunu ifade etmiştir. İmam İbn-i Hacer El Askalâni ‘El Münebbihat’ isimli eserinde diğer yapılması gereken zikirleri ifade etmiştir. Bütün zikirlerin tamamının sahih iman ile ilgisi vardır.

Dünya ve Âhiret Bahtiyarlığı

BİR belaya uğradığında; ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l Aliyyi’l Azîm= Biz Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz. Güç ve kuvvet ancak yüce ve ulu olan Allah’ındır.’ demek.

‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn= Biz Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz.’

İstircâ;’ ‘rücu’ kelimesinden türemiş olup; geri dönmek, verdiği şeyi geri almak gibi manalara gelir. İslam ıstılahında ise; herhangi bir musibete uğrayan kişinin; ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn= Biz Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz’ (Bakara, 156) demesidir.

İstircâ’; Allah (cc) için tevekküldür, teslimiyettir, şükürdür ve rızadır. Zira Allah Teâlâ; musibet anında istircâ’ eden kulunun bu halinden dolayı manevi âlemindeki makamını, mevkiini, derecesini yükseltir ve rahmetine gark eder. Çünkü kul; musibeti sabırla karşılayarak rahmete çevirmiş ve Rab Teâlâ’nın rızasını kazanmıştır.

Ebu Sinan anlatıyor: “Oğlum Sinan’ı defnettiğimde, kabrin kenarında Ebu Talha el- Havlânî oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana; ‘Sana müjde vermeyeyim mi?’ dedi. Ben; ‘Tabii, söyle’ dedim. O; ‘Ebu Musa el- Eşâri(ra) bana anlattı’ diye söze başlayıp, Rasûlullah (sas)’ın şu sözlerini nakletti: “Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler: ‘Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi?’ Melekler; ‘Evet’ derler. ‘Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?’ Melekler yine; ‘Evet’ derler. Allah tekrar sorar: ‘Kulum (bu esnada) ne dedi?’ Melekler; ‘Sana hamd etti ve istircâ’da bulundu’ derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle emreder: ‘Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu’l Hamd (hamd evi) olarak isimlendirin.” (Tirmizi, Cenaiz)

Enes bin Mâlik (ra) bu konuda şunları söylemektedir: “Mükâfatın büyük olması, belâ ve acının büyüklüğüne göredir. Allah Teâlâ sevdiği kimselere belâ ve musibet verir. Eğer istircâ’ ederler ve rıza gösterirlerse, Allah Teâlâ’da onlardan razı olur. Şayet uğradıkları belâdan dolayı isyan ederlerse, Allah Teâlâ’da onlara gazap eder.”

Kul olma şuuruna ermiş olan bir mü’min; canıyla, malıyla, evladıyla, devletiyle, hayatıyla, ölümüyle... Hâsılı bütün varlığıyla sadece ve sadece Allah (cc) için var oluşunun bilincindedir. Geçici olan şu dünya hayatı, bir gün son bulacak ve ölüm denilen gerçekle yüz yüze gelinecektir. Allah (cc) için yaşanılacak haysiyetli bir hayat ve yine O’nun için ölünecek onurlu bir ölüm; doğru yolda (sırat-ı müstakimde) olanlara nasip olacaktır. İşte gerçek muzaffer olanlar da ancak bunlardır.

Mü’min kul, isyan eden değil bilâkis itaat eden kuldur. Bu itaati sayesinde de belâlar onun için rahmete dönüşür. Nitekim Pak Rasul (sas) bildiriyor: “Müslümanın başına gelen hiçbir musibet yoktur ki, onun sebebiyle günahı affolunmasın. Hatta ayağına batan dikenle bile” (Müslim, Birr)

Mü’mine yakışan odur ki, Allah (cc)’tan gelen her şeyi; O’nun bir hediyesi kabul edip, O’ndan yine O’na sığınmaktır. Ümmü Seleme (r. anha) validemiz anlatıyor: “Rasûlullah (sas)’ı şunları söylerken işittim: “Kendisine musibet gelen bir müslüman Allah’ın emrettiği; ‘İnna lillâhi ve inna ileyhi raciûn= Biz Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz.’ (Bakara, 156) ayetini okur ve: “Allahümme’curnî fî musîbetî ve ahluflî hayran minhâ= Allah’ım başıma gelen musibetim konusunda beni sevaplandır. Bana bunun arkasından daha hayırlısını ver” derse, Allah, o musîbeti alır ve yerine daha hayırlısını verir.” (Müslim, Cenâiz)

İstircâ’; Allah Teâlâ’nın Muhammed (sas) ümmetine lütfettiği bir ganimet olup, kul ilk anda unutsa bile ömrünün sonuna kadar, aklına geldiği anda bu ganimetini kullanabilir. Nitekim Allah Rasûlü (sas) buyurdular: “Müslüman bir erkek veya müslüman bir kadın bir musibete duçar olur da, onu hatırlarsa aradan ne kadar süre geçmiş olursa olsun, bunun için yeniden; ‘İnna lillâhi ve inna ileyhi raciûn.’ derse, Allah Teâlâ onun mükâfatını yeniler ve tıpkı o musibete duçar olduğu günkü kadar ecir ve mükâfat verir.” (İbn Mace)

‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l Aliyyi’l Azîm= Güç ve kuvvet ancak yüce ve ulu olan Allah’ındır.’

Allah Teâlâ’nın kuvvetinin, kudretinin ve takdirinin en veciz bir göstergesi olan şu tayyib kelime; O’nun izni olmadan zerreden küreye hiçbir kıpırdanışın, değişimin ve oluşumun asla mümkün olamayacağının ifadesidir. İşte bu tayyib kelime; Rahman’ın Arş’ının hazinesi, O’na isyandan kurtuluş vesilesi, cennet nimeti; cehenneme ve şeytana karşı da korunak, barınak ve sığınaktır.   

Var olup vücut bulmak, zeval bulup yok olmak; zarar ve ziyanı savıp, menfaate kavuşmak; kaza ve belâdan kurtulup, arzulanan mutluluğa erişmek; isyan ve günahtan kurtulup, kulluk ve itaate devam etmek; azaptan emin olup, nimete kavuşmak; zulüm ve karanlıklardan kurtulup, nur ile münevver olmak... Ancak, Allah (cc)’ın gücü, kuvveti ve dilemesiyledir. (Bediu’z zaman)

Rahman’ın hazinelerinden bir inci olan bu söz; maddi ve manevi pek çok hastalığın, sıkıntının, kaza ve belânın önleyicisi ve ilacıdır. Yüce makamlara erişme vesilesidir. Şeytanın şerrinden korunma ve kurtuluş reçetesidir.

Câbir (ra) bildiriyor: “Allah Rasûlü (sas)’ne, aşırı sıcaklardan yakındık. Ama O, yakınmamızı (şikayetlenmemizi) kabul etmedi ve ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ sözüyle yardım dileyin. Zira bu söz, en hafifi gam/keder olan doksan dokuz çeşit zararı kaldırır.” buyurdular.” (İbn Hacer, Metâlibü’l Âliye, 256)

Bir hadis-i şeriflerinde ise Allah Rasûlü (sas) şu müjdeyi veriyor: “Evinden çıkarken şu duayı okuyan kişiye bu dua kâfidir. O kişi muhafaza altına alınır. Şeytan da ondan uzaklaşıp bir kenara çekilir. O dua: Bismillâhi tevekeltü alallah, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’tır.’ (Tirmizi)

-Bir nimete kavuştuğunda şükretmek için; ‘Elhamdü lillâhi rabbi’l âlemîn= Her türlü hamd, yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.’ demek.

Hamd kelime olarak; güzel övgü, sena ve mükemmel bir şekilde methetmek gibi manalara gelir. İslam ıstılahında ise; tazim yoluyla en güzel bir şekilde Allah (cc)’ı methetmektir.

Rab; terbiye eden, düzelten, kanun koyup ıslah eden gibi manaların yanında; malik, sahip ve itaat olunan efendi gibi manaları da ifade eder.

Âlem; Allah Teâlâ’nın varlığını, birliğini ve yüceliğini gösteren her şeye âlem denilmekle beraber, İbn Cevzi bu kelimeyi şöyle açıklamaktadır: “Âlem; Allah (cc)’ın yarattığı ilk varlıktan son varlığa kadar bütün mevcudata verilen isimdir. Mütefekkirlere göre yerde, gökte ve kâinatta bulunan varlıkların hepsine âlem denilir.”

Zerreden küreye milyonlarca âlemin bulunduğu kâinatta bu kadar muntazam uyumun, ahengin ve dengenin olması ve şu ahengin hiç bozulmaması; bütün bu âlemleri bir terbiye edicinin varlığını göstermektedir. O Rab; hiç şüphesiz âlemlerin yaratıcısı ve koruyup gözeticisi olan Allah Azze ve Celle’dir.

İşte, en mükemmel övgü bütün bu âlemlerin Rabbi ve yüceler yücesi olan Allah (cc)’a mahsustur. Çünkü O Allah (cc) bizlere insan olma onurunu bahşetti, rızıklandırdı, dünyada halifeler kıldı ve dünya ahiret mutluluğuna erişebilmemiz için; rasuller ve kitaplar gönderip bizlere hidayeti nasip etti. Bunun şuurunda olan kul imanın tadını almış ve yaratılış gayesine ermiş demektir.

Sahih bir iman ile telaffuz edilen; ‘Elhamdü lillâhi rabbi’l âlemîn’ sözü, mü’min kul için Allah indinde bir kurtuluş belgesidir. Abdullah İbn Ömer(ra), Rasûlullah (sas)’ın kendilerine şunu anlattığını bildiriyor: “Allah kullarından bir kul dedi ki; ‘Ya Rabbi! Leke’l hamdü kemâ yenbeğî li celâli vechike ve li azîmi sultânik= Ey Rabbim! Senin zatının celâline ve senin hâkimiyetinin azametine layık şekilde sana hamdolsun.’ Bu hamd, kulun amelini yazmakla görevli iki meleği aciz bıraktı. Onlar (bunun sevabını) nasıl yazacaklarını bilemediler. Bunun üzerine melekler göğe çıktılar ve; ‘Ey Rabbimiz! Senin kulun öyle bir kelam söyledi ki, nasıl yazacağımızı bilemiyoruz?’ dediler. Allah Teâlâ kulunun ne söylediğini en iyi bilen olduğu halde; “Benim kulum ne söyledi?” diye sordu. Melekler; ‘Ey Rabbimiz! O kul; ‘Ya Rabbi! Leke’l hamdü kemâ yenbeğî li celâli vechike ve li azîmi sultânik= Ey Rabbim! Senin zatının celâline ve senin hâkimiyetinin azametine layık şekilde sana hamdolsun.’ diye söyledi’ dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, o iki meleğe buyurdu ki; “Kulum bana kavuşup da ben onu söylediği söze (hamde) karşılık mükâfatlandırıncaya kadar siz o sözü kulumun söylediği gibi yazınız.” (İ. Canan, Kütüb-i Sitte, 7132)

Ebu Eyyub(ra)’un bildirdiğine göre bir adam Rasûlullah (sas)’ın huzurunda; “Elhamdü lillahi hamden, kesîran, tayyiben, mübâreken fîhi= Allah’a; çok, gönülden ve bereketli olarak hamd olsun.” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (sas); “Bu sözü söyleyen kimdir?” diye sordu. Adam sustu. Hoşlanmadığı bir şey sebebiyle Rasûlullah (sas)’tan azar işiteceğini düşündü. Allah Rasûlü (sas); “Kimdir o? Doğru olanı söyledi.” buyurunca adam: “Ben söyledim ey Allah’ın Rasûlü! Onunla cenneti ümit etmekteyim” dedi. Rasûlullah (sas); “Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, on üç melek gördüm. Senin sözünü hangisi Aziz ve Celil olan Allah’a çıkaracak diye birbirleriyle yarışıyorlardı.” (İbn Hacer, Metâlibu’l Âliye, 3377)

İŞLERE; ‘Bismillâhirrahmânirrahîm= Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla’ diyerek başlamak.

 “Yaratan Rabbinin ismiyle/adıyla oku.” (Alak,1)

İsim kelimesinin lügat âlimlerimizce; yükseklik ifade eden alâmet, anlam ve belirti gibi manalara geldiği bildirilmiştir.

‘Allah’ ism-i celilesi; varlığı vacip olan, hak mabud, mukaddes zatın has ismidir. Allah Teâlâ’nın diğer isimleri de dâhil olmak üzere kâinattaki her şey bu yüce ismin bir tezahürüdür. Ve her şey bu güzel ismi ve o güzel ismin tek sahibi olan Hak Mabudu tanıtacak birer alâmettir.

Bizlere bildirdiği ve bildirmeyip katında kendine sakladığı; “En güzel isimler Allah’ındır.” (A’raf, 180) Bu isimleri içerisinde yalnızca; ‘Allah’ ism-i celilesi; O’ndan başka hiç kimseye verilemeyen ve çoğulu olmayan özel isimdir.

Rahman ve Rahim: Allah Teâlâ’nın dünyada bütün yaratıklarına, ahirette ise yalnızca mü’min kullarına olmak üzere; rahmetiyle muamele edeceği anlamına gelmektedir.

Besmele-i şerifte, Allah Azze ve Celle; has ismi olan ‘Allah’ ism-i celilesini yalnızca Rahman ve Rahim isimleriyle açıklamıştır. Diğer pek çok güzel isimleri olmakla beraber şu iki mübarek ismini Besmeleye alması (Allah-u a’lem) kendisini kullarına rahmetiyle tanıtmak içindir.

Her ismi, Allah Teâlâ’nın birçok güzelliğini ve yüceliğini bizlere gösterip öğretirken, Rahman ve Rahim isimleri; bütün bu güzelliklerin ancak rahmetle kemale ereceğinin bir ifadesidir. Onun içindir ki; Rab Teâlâ Besmele-i şerife has isminin yanında şu iki güzel ismini de almıştır.

Besmele-i şerif; Rab Teâlâ’dan Rasûlullah (sas)’a inen ilk emir olup; ‘Allah’ ism-i celilesi hürmetiyle O’nun yardımını dilemek, hayata şeriatın özü olan ‘Besmele’ ile başlamak ve onunla yön vermektir.

Mü’min kul her işine O’nun rahmetine sığınarak, ‘Allah’ ism-i celilesi ile başlar. Zira merhamet sahibi olan Allah’ın ismi ile başlanan her işte Allah (cc), kullarına rahmetiyle muamele edecektir. Zira bu O’nun şanındandır.

Hayırlı her işe Besmele ile başlamak berekettir. Besmelesiz başlanan bütün işler bereketsizdir ve asla Allah (cc)’a arz olunmazlar. Nitekim Rahmet Nebisi (sas) buyuruyor; “Her hayırlı işe ‘Besmele’ ile başlayınız”; “Besmele ile başlanmayan her iş kesiktir.” (İbn Mace, 1894)

Bir diğer hadis-i şeriflerinde ise o pak Rasul şöyle buyurmaktadır: “Cibril-i Emin bana vahiy getirdiği zaman ilk olarak; ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’ derdi.” (Darekutni, 11305)

Besmele; mü’min kul için korunak, barınak ve sığınaktır. Rasûlullah (sas) buyurdular: “Biriniz evinin kapısına geldiğinde selam versin. Zira selam ile beraberinde bulunan şeytan dönüp gider. Evlerinize girdiğiniz zaman da ‘Besmele’ ile girin ki, içeride bulunan şeytanlar çıkıp gitsin. Bineklerinize yaklaştığınız zaman, bineğin keçesini üzerine atar atmaz ‘Besmele’ çekin. Zira böyle yaptığınızda şeytan sizinle beraber bineğe ortak olamaz. Eğer böyle yapmazsanız (şeytan) binek üzerinde size ortak olur. Yemek yiyeceğiniz zaman ‘Besmele’ çekin ki, şeytan yemeğinize ortak olmasın. Şayet böyle yapmazsanız şeytan yemeğinize ortak olur. Çöplerin evlerinizde gecelemesine imkân vermeyin. Zira çöpler şeytanın barınağıdır. Aynı şekilde silindiğiniz mendillerle gecelemeyin. Zira onlar şeytanın yatağıdır. Hayvanların sırtına koyduğunuz keçeleri döşek edinmeyin, kilitli olmayan evlerde iskân etmeyin, etrafı çevrili olmayan damlarda uyumayın. Köpeğin havlamasını ve eşeğin anırmasını duyduğunuz zaman; ‘Eûzu’ (Eûzubillahi mine’ş şeytani’r racîm) çekin. Zira hiçbir eşek ve köpek şeytanı görmedikçe anırmaz ve havlamaz.” (İbn Hacer, Metâlibu’l Âliye, 2621)

Besmele-i şerif inananlar için maddi ve manevi şifa kaynağıdır. Nitekim bu konuda Hz. Ali (ra) şunları söylemektedir: “‘Bismillah’ her türlü hastalığa karşı şifa ve her türlü devaya karşılık da bir yardımdır. ‘er- Rahman’; ona iman eden herkese yardımdır. Bu, kendisinden başkasına bu ismin verilemeyeceği zatın adıdır. ‘er- Rahim’ ise; tevbe edene ve iman edip salih amel işleyene merhametlidir’ demektir.” (M. Çelik, Besmele Şuuru, 70)

Allah (cc)’ın haram kıldığı bir amel işlenirken veya haram bir şey yenilip içilirken kasten Besmele çekmek, eğer mü’min ise o kulu dinden çıkartır. Çünkü bu harekette Allah Teâlâ ile alay edip, O’nun pak ism-i şerifini haramda kullanmak vardır.

Bununla beraber işlerine Besmele ile başladıkları halde, hayatlarında şeriat-ı garrayı hâkim kılmayanlar ise besmeleye ihanet etmişlerdir.

-Bir günah işlediğinde; ‘Estağfirullah el- Azîm ve etûbu ileyh= Yüceler yücesi olan Allah’a tevbe ediyor ve günahımı bağışlamasını O’ndan diliyorum’ demek.

İstiğfar; kulun işlemiş olduğu günahlarının, Allah Teâlâ tarafından dünyada ve ahirette üzerinin örtülmesi, karşısına çıkartılmaması ve hesabının sorulmaması dilek ve temennisidir. Şu haliyle, kulluk şuuruna ermenin bir göstergesi olan istiğfar; kulun günahlarını bağışlayacak bir Rabbinin olduğunu bilmesi, O’na sığınması ve O’ndan bağışlanma dilemesidir. Kulun Allah Teâlâ’ya kulluğunu izhar edip, günahlarından temizlenme ve temiz kalma niyazıdır.

İstiğfar; kul için azaptan kurtulmaya bir vesile olup, çirkin bir günah işleyerek nefsine zulmettiğinde, hemen Allah (cc)’ı hatırlayarak; kulu olduğunu arz edip O’ndan bağışlanma dilemesidir.

İstiğfar, bozulan ölçülerin ve dağılan dengelerin yeniden ayarıdır. Huzeyfe (ra) anlatıyor: “Benim dilimde aile efradıma karşı bir ölçüsüzlük vardı. Fakat bu başkalarına olmazdı. Bu halimi Rasûlullah (sas)’a arz ettim. O; “İstiğfar bakımından ne haldesin? Bu kusurunun bağışlanması için günde yetmiş kere istiğfar et” buyurdu.” (İ. Canan, Kütüb-i Sitte, 7142)

İstiğfar, manevi arınma ve korunmanın yanında Allah (cc)’ın lütfu ve keremiyle maddi kazanımların da en güzel vesilelerindendir. Allah Azze ve Celle buyuruyor: “Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve çocuklarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın. Size ne oluyor ki, Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” (Nuh, 10-13)

İstiğfarın şartı; önce tevbe etmektir. Zira tevbe temizler, istiğfar ise temiz olarak muhafaza eder. Olmuş ve olacak günahlardan korur ve temiz tutar.

Tevbe; kelime olarak, hatadan dönme, kirden ve pastan manen arınma ve yeniden doğuş demektir. İslâm ıstılahında ise, kalbini ve azalarını şartlarına uygun olarak günah kirinden paklamaktır.

Tevbe; Allah Teâlâ’nın kullarına bağışladığı en büyük lütuflarındandır. Zira tevbe, kulun Müslümanlığını güzelleştirir. Çünkü tevbe; günah esaretinden kurtulup, Allah (cc)’a kul olma hürriyetine geçiştir. Rahman’a dönüş ve yöneliştir. Günahkâr kul için bundan daha büyük bir lütuf olabilir mi?

Tevbe; Allah Teâlâ’nın, kullarına iman nimetinden sonra bahşetmiş olduğu en büyük nimetlerinden olup, günahın kirinden ve ateşin azabından kurtuluş reçetesidir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle müjdeliyor: “Ey iman edenler, Allah’a kesin/nasuh bir tevbe ile tevbe edin. Umulur ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar.” Tahrim, 8

Allah (cc)’ın takdir ettiği güzelliklere sahip olabilmek için, hiç şüphesiz O’nun razı olduğu; arınmış, korunmuş, temiz ve muttaki kullarından olmalıyız. İşte o zaman Rahman’ın rahmetiyle yeryüzünün hâkimiyeti her şeyiyle bizim olacaktır. O vaadediyor: “Yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır.” (Enbiya, 105)

Allah (cc), haktır ve asla yalan söylemez. Biz kulları için vaadettiği her şeyi en temiz ve en güzelinden verecektir. Yalnız Hak Teâlâ, vaadini yerine getirmeyi kullarının kendisine verdikleri sözlerini tutup tutmamalarına bağlamıştır. “Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaadettiklerimi vereyim.” (Bakara, 40)

Düşmanlarımıza galip gelip, yeryüzünün varisleri olabilmemiz; arınıp temizlendikten sonra Allah Teâlâ’ya gerçek manada mûti kullar olmamıza bağlıdır. Nitekim Hz. Ömer (ra), Kadisiyye savaşından önce ordunun başında kumandan olarak görevlendirdiği Saad b. Ebi Vakkas(ra)’a şu mektubu göndermiştir:

“Ey Saad! Sakın; ‘Rasûlullah (sas)’ın dayısı ve sahabisidir’ diye söylenen sözler Allah (cc) hakkında seni aldatıp gururlandırmasın. Çünkü Allah (cc) ile hiçbir kimse arasında O’na itaat etmenin dışında bir bağlantı yoktur. İnsanların tamamı Allah (cc) huzurunda eşittirler. Allah (cc) onların Rabbi’dir, onlarda O’nun kullarıdırlar. Fakat afiyette olmak hususunda birbirlerinden üstündürler. O’nun yanındakini ise ancak itaatle elde edebilirler. Sen, Rasûlullah (sas)’ın Peygamber olarak gönderilişinden vefatına kadar yaptığını gördüğün şeyleri yap. Emir budur. Sana öğüdüm budur. Eğer bu öğüdümü tutmaz ve başka yöne saparsan, amelin boşa çıkar ve kayba uğrayanlardan olursun.” (M. Hilâli, Diriliş Muştusu Kur’an-ı Kerim, sh; 28)

Şüphesiz ki, dünya ahiret saadetine; ancak tevbe ve istiğfar kapısından geçip, arınanlardan olduktan sonra ulaşılacaktır. İşte istiğfarın Allah (cc) indindeki değerini Rahmet Nebisi (sas) şöyle bildiriyor: “İstiğfarın en değerlisi (Seyyidü’l İstiğfar), kulun şöyle demesidir: Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Gücüm yettiğince, ezelden sana verdiğim söz ve vaadime bağlıyım. Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım. Üzerimdeki nimetini ve günahlarımı Sana itiraf ediyorum. Beni mağfiret buyur. Çünkü günahları ancak sen bağışlarsın.” Rasûlullah (sas) devamen şöyle buyurdu: “Kim bu duayı, sevap ve faziletine kalben inanarak gündüz okurda o gün akşama varmadan ölürse, o cennet ehlindendir. Kim de bu duayı sevap ve faziletine kalbiyle inanarak gece okurda sabaha çıkmadan ölürse, o da cennet ehlindendir.” (Buhari)

Hz. Aişe (r. anha) anlatıyor: “Rasûlullah (sas) şöyle dua ederdi: “Ey Allah’ım! Beni güzel amel işledikleri zaman (bunun mükâfatıyla) müjdelenen ve hata işlediği zaman da istiğfar eden kimselerden eyle.” (İbn Mace)

 


* BENZER KONULAR

Şükür imtihanı Gönderen: KOYLU
[Dün, 06:20:00 ÖS]


Namaz Yoksa Her Şey Eksik Gönderen: KOYLU
[Dün, 06:15:19 ÖS]


Hadîs-i Şerîflerle – Namaz İbadeti Gönderen: KOYLU
[Dün, 06:10:57 ÖS]


Nefis Cihadı Nasıl Kazanılır Gönderen: KOYLU
[Dün, 06:04:37 ÖS]


İşte Bu Cennete Giden Yol Gönderen: KOYLU
[Dün, 05:53:35 ÖS]


Asr’ı Saadette Yaşamak Demek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:33:19 ÖS]


Diri ve Ölü Arasındaki Fark - Zikir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:24:49 ÖS]


Bin Tane Canın Olsa Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:21:56 ÖS]


Müslüman'a Kafir Demeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:10:24 ÖS]


Müslümanın Kendine ve Cemiyete Karşı Vazifeleri Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:02:40 ÖS]


2024 - Hüseyin Akpınar - Yadigarı Ahbab 320 kbps + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:47:06 ÖÖ]


Kadınlara Dair Kur’ani Hükümler 5 Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 16, 2024, 01:51:14 ÖS]


Kadınlara Dair Kur’ani Hükümler 4 Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 16, 2024, 01:45:26 ÖS]


Kadınlara Dair Kur’ani Hükümler 3 Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 16, 2024, 01:41:46 ÖS]


Kadınlara Dair Kur’ani Hükümler 2 Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 16, 2024, 01:36:04 ÖS]


Kadınlara Dair Kur’ani Hükümler 1 Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 16, 2024, 01:30:58 ÖS]


Sadaka ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 16, 2024, 07:31:32 ÖÖ]


Bütün Yıl Oruç Tutmuş Sayılmak Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 16, 2024, 07:25:27 ÖÖ]


Nikah ve Evlenmek Gönderen: melek
[Nisan 15, 2024, 10:49:27 ÖS]


Boşanma Gönderen: melek
[Nisan 15, 2024, 10:44:34 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41