Gönderen Konu: Düşünce Yolculuğuna Çıkalım  (Okunma sayısı 50 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5758
Düşünce Yolculuğuna Çıkalım
« : Şubat 18, 2022, 10:17:07 ÖÖ »
Düşünce Yolculuğuna Çıkalım

İnsanı ihmal eden, insanı insan yapan değerleri vermeyen sistem; insanı, insanî değerleri çürütür. İnsanların büyük ekseriyeti; eğitimle ve sistematik tesirlerle iyi de olur, kötü de. Sosyal düzen, insanları büyük bir otomatik makine gibi içine alarak sallıyor, döndürüyor, evirip çeviriyor, belli bir materyalist sarhoşluğa şartlandırıp salıveriyor. Kendine gelir gibi olanlar çıkarsa, onları tekrar aynı muameleye tâbi tutuyor. Materyalizm ideolojik ilgilerinden vazgeçti, çünkü hayatın realitesi haline geldi. Şu şartlarda zaman onun lehine işliyor.

İnsanları vakitsiz ve düşüncesiz bırakmış, bin bir maddi kaygı ile sımsıkı kuşatmış çarklarını istediği gibi döndürüyor. Bugünkü dünya düzeninin putu paradır, konfordur. Fikrî görüntülü iddiaların cilasını kazıyın, altından paracı putperestliğin sırıttığını görürsünüz. Her türlü ekonomik farklılık grubu bu dünya düzeninin kölesidir. Zengini de fakiri de. (Yahut daha az zengini de.) Geçmiş devirlerde de öyle değil miydi? Değildi. Yanlış, doğru, bir takım değerlere inanılıyordu; onlar uğruna mücadele edenler vardı. Düşünenler, yazanlar, o yolda ömrünü çileyle geçirenler vardı.

Yaşamayı, kendi başına gaye olarak görmeyenler vardı. İnsanımızın kutsalı, değerleri, dünya ahiret dengesi vardı. Sosyal kesitler böyleydi. Tabiattaki zorlukları yenmek, ilmin ve aklın hedefi gibi gösteriliyordu. Bugün; insan, tabiatı, üretim adına tahrip ediyor.

‘Vasıta gaye haline gelmiştir.’ Belirtmek istediğim budur. İnsan sadece tabiatı değil, kendini de tahrip ediyor. İnsan sadece tabiatı değil, kendini de ‘para’ ihtirasının vasıtası haline getirmiştir. Nefse mahkûm iradenin emrine giren akıl, öyle yalnızlaştı ve öyle ışıksız kaldı ki, eşkıyanın elindeki silahtan farksız hale geldi. Küresel bir bakış açısıyla ele alındığında kaçınamadığımız bir süreçtir yaşadığımız. Değerleri vardır, alışkanlıkları vardır, gelenekleri vardır ve her şeyden öte inancı vardır. Taşlar yerinden oynadı ve yerine yerleştirilemedi. Sistem zannetmişti ki, ‘yerinden oynattığım taşların yerine koyduğum taşlar oturur.’ Hiçbirinin de yerine oturmadığını şimdi onlar şaşkınlıkla, bizde ibretle izliyoruz. Yerimize başkaları oturdu, lakin ne onların yeri orası, ne bizim yerimiz burası. Onları yerimizden kaldıramadık. Kendi oturduğumuz yerleri de kendimizin edemedik. Bugün insanlığın önündeki mesele, bir “medeniyet ve insan” meselesidir. Siyasî değildir, teknik değildir, ekonomik değildir.

   Bugün yegâne farklılık kaynağı İslam’dır. Batı, geçmiş tecrübelerinden dolayı bunun farkındadır ve hastanın ilaçtan korkması gibi İslam’a cephe almıştır. Ama Batılı metotları benimsemiş olan, anlamadan, mukayese şuuruna varmadan o metotları uygulamayıp taklit eden Müslümanlar, durumun farkında değildir. Medeniyet krizi yaşar.

Coğrafyamızın işgal edildiğinin, parçalandığının, zihnimizin felçleştirip köleleştirildiğinin farkında değildir. 

Batı’nın yaptığı, hem Müslümanca duyma ve düşünme melekelerimizin yani Müslüman zihninin yitirilmesi hem de Müslümanca yaşama zeminlerimizin yerle bir edilmesidir. Batı Müslümanların ibadetinden korkmuyor. Müslümanların dirilişinden, direnişinden, ümmet şuuruyla hareket edişinden korkuyor. İslâm’ı dönüştürüp dize getiremediler. İslâm’ın direniş ve diriliş ruhunu yok edemediler. Küresel sisteme boyun eğmemekte direnen İslâm’ı dönüştürmek, Müslüman toplumların direniş ve diriliş ruhunu yok etmek için var güçleriyle çalışan bir batasıca Batı var. Batı; direnmeyeni, kendi sosyal hayat tarzı içinde çürütüyor. Teknolojik parlaklığın ardındaki insanlık işte bu durumdadır. Çözüm yok mu? Çook! Meselelerin sayısı kadar çözüm var. Ama teşhisi koyup çözümü arayan yok. Teşhisi koyup çözümü aramak için düşünmek, düşünmek için de etrafımızı kuşatan sosyal hayat cenderesinden sıyrılıp ‘vakit ve mecal’ bularak şuur kazanarak hareket etmek lazım. Çünkü medeniyetleri ameller kurar, sadece fikirler değil. Amellerin de imana dayanması, fikrin amele dönüşmesi şarttır. Bunun yolu da kendi kavramlarımızla düşünmektir. 

Allah’a kul olan, kula kul olmaktan kurtulur. İşte hürriyetin en kestirme tarifi budur. Allah’a kul olmanın şuurunda değilsen, önce nefsine sonra daha nicelerine kul-köle olursun. Birçok zekâlar, hürriyet aşkına ateizme saplandı, neticede en ağır esaret buhranlarına yuvarlandı. Sosyal plandaki bütün mensubiyet ilgileri, “Allah’a kulluk” şuuruyla bağlantılı olarak meşruiyet ve değer kazanır. O şuurdan uzaksan ve o ilgiler nefsaniyetten doğuyor ise, her çabalayışında mahrumiyetin ve yalnızlığın artar. O sahte ilgi yumağının her teli ayrı bir esaret zincirine dönüşür. Özgürlük adı altında toplumu götürdükleri yer içgüdüleriyle hareket eden hayvani bir hayattır. İrade ve şuura, görünen canlılar içinde sadece insan sahiptir. Emanet; hem mesuliyettir, hem mazhariyettir. İradeni, şuurunu ve aklını gerektiği gibi kullanırsan mahlûkatın en şereflisi olmaya liyakat kazanırsın; fakat verilen nimetlere rağmen, vereni unutup verilene bağlanırsan, fıtratın dışında yaşamayı tercih edersen esfel-i safiline yuvarlanırsın. Taştan kayadan beter olursun. Giydirilmiş cehennem odunlarına dönersin. Kuşların bile uçmak için havaya, havanın mukavemetine ihtiyacı var. Boşlukta daha iyi uçulmaz, küt diye düşülür! ‘Boşluk özgürlükçüleri’nin getirildiği hal psikolojik hastalık halidir. Hayatı anlamamışlar ki, sosyal yönünü anlasınlar. Günümüzdeki insanlığın durumu, helak olan kavimlerin helak sebebinin bir parçasının değil, tamamının yaşandığı haldir. Bu bir değişik fitne, değişik bir imtihan! Bir çeşit ceza. Şunu hiç unutmayalım: Tebliğle sabittir ki, sosyal plandaki hataların karşılıkları dünyadayken mutlaka yaşanır.

Ferdî ve şahsî sorumluluk hesap gününe kalmaz. Tabii ki tersi de doğrudur; sosyal (toplumu ilgilendiren) iyiliklerin karşılığı da dünyadayken yaşanır. Hepimiz insanız. İnsanî ilişkileri pürüzlü olan insanların, yani ‘şahsiyet meselesi’ni halledememiş insanların davalarına faydadan çok zarar verdiklerini görüyoruz.

   İslâmî tebliğ insanlar arası ilişkilerde güven telkin etme, örneklik sergileme, eylemlerinin sorumluluğunu üstlenen bir kişilik sahibi olma olayıdır. Kişiliğiniz ve insanî ilişkileriniz söz konusu olduğunda, değil dostlarınızın, düşmanlarınızın dahi sizi takdir ve tercih etmesi olayıdır. Entelektüel birikimleri ve İslâmî bilgileriyle çevrede temayüz etmiş fertlerin dahi beşeri münasebetlerde düştükleri acınılası durum, şahsiyet/kişilik sorununu halledememiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Bunun halli, bir ‘öğrenim’ işi değil, bir ‘eğitim’, yani ‘terbiye’ işidir.

Bitmeyen, çözülemeyen derdimiz bu! Bireysel ve sosyal münasebetlerde, üsveyi hasene ‘iyi/güzel örnek’ olamadıkları için insanları pişman ederek hayal kırıklığına uğratmaktadırlar. Bir ülke ki, iyi insan denilince Müslüman akla gelmiyorsa, o ülke Müslümanları inançlarının yüzünü ağartamamışlar demektir. Bu da her şeyden önce şahsiyet kazanmakla mümkündür. Düşünce yolculuğuna çıkalım. Teslimiyet ve temsiliyet yolculuğu.

Bulunduğu yerin şeklini alan değil, bulunduğu yere şeklini veren Müslümanın yolculuğu.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41