Gönderen Konu: Dini Kullanmayın - Örnek Olun  (Okunma sayısı 44 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5707
Dini Kullanmayın - Örnek Olun
« : Mart 04, 2022, 10:09:22 ÖÖ »
Dini Kullanmayın - Örnek Olun

   Son zamanlarda piyasaya yine ‘28 Şubat’vari konu mankeni hocalar sürülüyor. Hayat tarzı olan dinimiz, tartışılan bir din haline getiriliyor.

Yaşadığımız salgın da bizleri ders almaya, kendimize çeki düzen vermeye, şefkatli, merhametli olmaya, egoizmden kurtulmaya götürmüyor. Şeklî dindarların kötü örnekliği de ayrı bir dert. Camiler ‘yaşlılar kampı’ haline geldi/getirildi. Cami merkezli, kıble merkezli bir hayat kaybedildi. Kendi kavramlarımızla düşünmenin yerini Batı aldı. Hangi düşünce, görüş, cemaat mensubu olursa olsun (yaşasak da yaşamasak da) dinimizi bilmemiz, öğrenmemiz, ölçü koyma yerine dinimizin ölçülerine uymamız şarttır.

Sosyal medyanın esaretinden kurtulmamız da. Asıl mesele şurada: Kendimize, özümüze dönme. Zihin işgalinden kurtulma! Genel olarak bazı kavramları izaha çalışalım. İslâm nedir?

İslâm, Kur’an-ı Kerim’dir; ona bağlı olarak, Peygamberimizin sünnetidir. Kitab’ı ve Sünnet’i izah eden ilmi-fikri eserlerdir. İslâm’ın nasıl yaşanacağının en güzel ve mükemmel örneği (numune-i imtisal), Resulullah Efendimizdir.

O izi süren Müslüman da girdiği yere şeklini veren adamdır. Girdiği yerin şeklini alan değil. Dinini bilmeyen, öğrenmeyen, iyi örnek bulamayanların paganizme, deizme, nihilizme, yönelmesi yüreklerdeki inançsızlığıdır. Fiziki (bedensel) rahatsızlık değil. Şifası, tedavisi de Kur’an-ı Kerim’dir. Sadece okunması değil, yaşanması, hayat veren kitap olduğudur.

Ölünün arkasından okunan kitap değil, diri olanlar için, hayata dair düzenleme, hayat veren ilkeler/prensipleri muhtevidir. (içerir) Birbirimizle uğraşmayı, güncel olayların peşinden gitmeyi bırakalım. “Elhamdülillah Müslümanım” demenin ne demek olduğunu öğrenelim.

Dinimizin emirlerini, yasaklarını, sabitelerini, değişkenlerini, ortak değerimizin İslâm olduğunu bilelim. İslâm’a uymayan beyanlar ve tavırlar, kimden gelirse gelsin reddedelim. İmtihan dünyasında olduğumuzu unutmayalım. Dünya ahiret dengesini kuralım. Fâni dünyada olsak bile ebedî hayatın burada kazanıldığını, cehennemin veya cennetin işlediğimiz amellerle olduğunu, irademizi kullanmamızın bize bırakıldığını unutmayalım. “En hayırlı insan; dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir” hadisini bilelim. Ne kadar tuhaftır ki, insanlar, fevkaladelikler görmek istiyorlar.

Gördüklerini o türlü ve o yönde ‘algılamaya’ yatkın bir ruh hali içinde bulunuyorlar. Allah Resulünün yaşadığı “model hayat” hiçbir sahteliğe izin vermeyecek kadar gerçek ve açık olarak ortadadır. Kur’an vahyinin ve onun uygulayıcısı Rasulullah’ın ilk neslin iç dünyasında inşa ettiği selim akla, bugünün Müslüman’ı her türlü imkana sahip olduğu halde muhtaçtır.

Özgürlüğün Allah’a kulluk ile başladığını, Allah’a kul olmayanların hevâ ve heveslerinin, arzu ve isteklerinin kulu olduklarının farkında olmalılar.

Peygamberimizin de “abdühü ve Resulühü (önce kul, sonra Resul) olduğu gerçeğini de.

 Müslüman tabiilik içinde yaşar. Olağanüstü aramaz. Ashabı, böyle arayış içinde bulunmuş muydu? Bir tek örnek gösterilebilir mi? ‘Bir mucize zuhur etti, herkes iman etti’ şeklinde bir haber (bilgi) var mı? İmandan nasibi olanlar iman ettiler. Kalbi mühürlü olanlar mucizelere rağmen iman etmemişlerdir. Akıl ve irade ile imanın yolu, istikamet yolu bulunur. İslâm’ın ölçüleri, istikamet ölçüleridir. Bu ölçüler bize bildirilmiştir. İslâm mahfuzdur, korunmuştur. Bize düşen bildirilmiş ölçüler üzerinde amel etmektir.

Onların yerine yeni ölçüler ikame etmeye çalışmak değil. İtidal, İslam’ın bir bütünlük ve istikamet güvencesi olarak telkin ettiği bir kök değerdir, bir hayat düsturudur. Peygamberimizin hayatı bir itidal destanıdır. Bir tek tavrını sözünü işaretini gösteremezsiniz ki itidal güzelliği taşımasın. Kur’an-ı Kerim, itidal izahlarıyla dopdoludur. Müslümanlar itidali, uygulamayı da, önemsemiyorlar bile. “İtidal” emrini, ilkesini esasını, düsturunu anlayabilmek için düşünmek lazım. İtidal farz. Belki de farz-ı ayn. “Dinde aşırılığın (ifradın) helake sebep olduğu’ kuraldır. Çünkü itidalden uzaklaşmak asıldan, esastan sapmadır. İnsanın manevi hayatı ile ilgili çok önemli bir hususun, Kitap’ta, Sünnet’te yer almamış olması mümkün değildir. Cemaatler; bir toplumun teşekkülünde şarttır. Cemaatsiz olmaz. Yapısı, kurumsallaşması, dünyevileşme hastalıklarına bulaşmaları, siyasi düşünce ayrışmaları, (bazılarının) keramet hastalığı, ‘adam yetiştirme’nin yerini ‘kadrolaşma’nın alması, Fetö örneği gibi bir sürü rahatsızlıkların olmasından dolayı cemaatsiz bir toplum düşünülemez.

Cemaatlerin âcilen kendini düzeltmesi, yaşadığı dini hayatı gözden geçirmesi, nefs muhasebesi yapması, ‘dindarlığın dinde olanı yaşamak’ olduğunu unutmaması şarttır. Tasavvuf ve tarikat bilgilerini de gözden geçirmesi, ‘Şeriatsız tasavvuf olmaz!’ sözünü de unutmaması gerekir. Hiçbir tasavvuf ekolü ve kolu, İslâm’la özdeş kılınamaz. Kezâ hiçbir fıkhî ekol ve yorum da İslâm’la özdeşleştirilemez. ‘Öbür âlemde şeriattan sorulacak, tasavvuftan değil’ sözü de tasavvuf büyüklerinden İmamı Rabbani hazretlerine aittir. Tasavvuf veya tarikat; vahiy kaynağından nasiplenir, feyizlenir.

Âlimler de Rasulullah Efendimizin vârisleridir. O kaynaktan beslendikleri müddetçe makbuldürler, muteberdirler, muhteremdirler. Müçtehitlerimiz Şeriata dayanarak içtihat ederler. Müçtehitlerimizin çıkardığı fıkhî hükümler İslam’la özdeş olsaydı yanılma olabilir miydi? Ayrıca müçtehitlerimiz (usul ve şartlarına uygun) içtihad ederek fikren-ilmen cihad etmiş olurlar. Müslümanların değişen şartlardaki her meselesine kafa yordukları için. Bu gayretlerinden dolayı da taltif, takdir ve teşvik görmüşlerdir. Ehl-i Sünnet çizgisindeki bütün tasavvuf büyüklerimiz başımızın tâcıdır. Bütün Allah Dostları, tasavvufu, ‘İslâm’ı hayat tarzı olarak canlı tutma, yaşama/yaşatma’ olarak görmüşlerdir.

İhlas’ı, ihsan’ı, takva’yı, erdem’i istikamet’i, sırat-ı müstakim’in, kalb-i selim’in, hayatımıza taşıyıp örnek olmuşlardır. İslâm’ın asliyeti, Kur’an-ı Kerim’dir, onun teyit ettiği hadis-i şeriflerdir. Hataya düşme ihtimali olmayan hiçbir tasavvufî ve içtihâdî yorum mevcut değildir. Tasavvufî disiplin ise; mutasavvıfların sözlerine uymanın aklî sorumluluğu olduğunu, o sözleri söyleyenin yanılması durumunda, o söze uyanın sorumlu tutulacağını ihtar eder. Hayatımızın sıkıntılarından kurtulmak için, asliyet dairesinin ölçülerini hayatımıza hâkim kılmalıyız. Bildirilen ölçüler yeter.

Günümüzdeki ‘olağanüstüye, gizeme, sırra, olan aşırı ilgiyi bırakalım. Bu zararlı ilginin zararı ancak sahih bilgiye dayalı sahih imanla önlenebilir. Bu ilgiden rahatsız olunuyorsa sahih bir din eğitimine ihtiyaç vardır. Din eğitiminde yaşanan sefalet ve cehaletin müsebbibi de “din eğitimi”ni tehlikeli görenlerdir. Düşünmeye, kıyaslamaya, sorgulamaya, özeleştiriye, beşerî zaaflarımızı ve şuuraltımızı bir denge noktasında kıvamlandırıp fazilet ve güzellik hâline dönüştürmeye o kadar ihtiyacımız var ki. Maalesef buna mecalimiz de cesaretimiz de yok!

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41