Gönderen Konu: CİNLER VE KÖTÜLÜKLERİNDEN KORUNMA YOLLARI  (Okunma sayısı 333 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
CİNLER VE KÖTÜLÜKLERİNDEN KORUNMA YOLLARI
« : Temmuz 10, 2019, 06:34:15 ÖÖ »
CİNLER VE KÖTÜLÜKLERİNDEN KORUNMA YOLLARI
 
Abdulhamid b. Abdurrahman es-Suheybânî

Çeviren

M.Beşir Eryarsoy.

ÖNSÖZ
 
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Allah'ın salât ve selâmı, yarattıklarının en şereflisi, Rasûllerinin en faziletlisi Abdullah oğlu Muhammed'e, onun aile halkına ve bütün ashabına. İmdi:

Şüphesiz müslümanın açık ve net bir şekilde bilmesi gereken en önemli konulardan birisi de insanın zıttı bir yaratık olan ve “cin” diye bilinen varlıklara dair bilgidir. Bu hayret verici varlık hakkında Kur'ân-ı Kerim'de pekçok âyet-i kerimeler olduğu gibi, sünnet-i seniyye kitapları da onlara dair bilgilerle dolup taşmaktadır. İslâmın önder ilim adamları da pek çok eserlerinde onları sözkonusu etmişlerdir.

Cinler konusunun Kitap ve Sünnette ve İslâmın pekçok kaynaklarında işgal ettiği bu geniş yer dolayısıyla onları tanıtacak, niteliklerini belirtecek, hayır ve şerlerini açıklayacak, kötülüklerinden sakınmaya yardımcı olacak araçları sözkonusu edecek özlü, ayrı bir eser kaleme almanın oldukça önemli olduğunu gördüm. Özellikle cahilliğin yaygınlaştığı, sapmak ve saptırmak için cinlerin kâfirlerinden birtakım bilgiler alan büyücü ve kâhinlerle ilişkinin çoğaldığı böyle bir zamanda bunun önemi daha da artmaktadır.

Aynı şekilde onların sözkonusu edilmesi, günümüzde kâfir cinlerin sar'a türü birtakım tasallutları musibeti ile karşı karşıya kalanlara bir irşad ve bir uyarı da bulunmaktadır. Böylelikle bu musibete düçar olanlar, bunun bir deneme ve sınama olduğunu, böyle bir musibete uğrayıp sabreden kimsenin mükafâtının cennet olduğunu bilmiş olacaklar. Nitekim bu husus (Peygamber döneminde) sar'aya düşen kadın ile ilgili kıssada böylece vârid olmuştur.

Konunun çeşitli kitaplarda dağınık bir şekilde bulunan pekçok incelikleri ve gizli noktası vardır. Bunlar ancak uzun boylu inceleme ve tetkik yoluyla bilinebilir. Ben gücüm yettiği kadarıyla bunları bu küçük eserde ortaya koymaya çalıştım. Konuyu dört temel başlık altında ele aldım. Bu temel başlıkların herbirisinin altında İslâm alimlerinin çeşitli eserlerinde dağınık bir şekilde bulunan ulaşabildiğim bilgileri kaydettim. Sözkonusu temel başlıklar şunlardır:

1. Belli bir açıklama ile birlikte cinlerin tanımı

2. Niteliklerinin sözkonusu edilmesi

3. Cinlerin insanlara eziyet vermeleri ve bunun keyfiyeti

4. Kötülüklerinden korunma yolları

Bu hususta sahip olabildiğim gücümü ve vaktimi harcadım. Yüce Allah'tan kıyamet gününde bunu iyiliklerimle birlikte tartmasını, bununla bütün müslümanlara fayda sağlamasını niyaz ederim. Başarım ancak Allah'tandır. Ona tevekkül eder, Ondan yardım dilerim. Allah, emin ve kerim peygamberine, bütün ashab ve tabiîne, kıyamet gününe kadar onlara uyacak olanlar, salât ve selâm eylesin.

Abdu'l-Hamid b. Abdu'r-Rahman es-Suheybânî

28/8/1420 H.

Sözlük Ve Terim Anlamıyla Cin
 
Sözlükte cin çoğul bir cins isimdir, tekili "cinnî" diye gelir. Bu (gizlenmek) demek olan “el-ictinân” kökünden gelmektedir ki; bu da örtü ile örtülmek, gizlenip saklanmak demektir. Onlara bu ismin veriliş sebebi insanlara karşı örtülü olmaları ve görünmeyişleridir.[1] Çoğulu "cennân" diye geldiği gibi; çoğul olarak onlardan "el-cinne" diye de sözedilir.[2]

Kendimizi kendisi ile koruduğumuz ve onunla örtündüğümüz herbir şey “cünne (kalkan)”dır. Buhârî'nin oruç bahsinde rivayet ettiği Nebi Sallallahu aleyhi vesellem’in "oruç bir cünnedir (kalkandır)" yani bir koruyucudur, hadisinde de bu lafız kullanılmıştır. Çünkü oruç kişiyi masiyetlerden korur.

"Cenin"e bu ismin veriliş sebebi annesinin karnında gizli ve örtülü oluşundan dolayıdır. Yüce Allah'ın: "Ve analarınızın karnında ceninler halinde iken." (en-Necm, 53/32) buyruğunda da bu lafız kullanılmıştır.[3]

"Cennet"e bu adın veriliş sebebi ise, bir kısmı diğerini örtecek şekilde ağaçlarının çok oluşundan dolayıdır.[4]

Terim olarak "cinn"e gelince: Onlar insanların mükellefiyetlerine benzer şekilde mükellef kılınmış, irade ve akıl sahibi, maddeden soyutlanmış, duyu organlarından saklanıp perdelenmiş, gerçek tabiat ve suretlerinde görülmeyen yiyip içen, evlenen, zürriyetleri bulunan ve âhirette amellerinden sorumlu tutulacak olan ruhlardan bir çeşittirler.[5]

Bir kimse: Cin ile şeytanlar arasındaki fark nedir, diye sorarsa, cevap şudur:

Şeytanlar cinlerin azgınlarıdır. Yüce Allah'ın şu buyruğu bunu anlatmaktadır:

"(Yahudiler) şeytanların Süleyman'ın mülkü (nübuvvet ve hükümdarlığı) aleyhine uydurdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman (büyü yaparak) kâfir olmadı... Fakat o şeytanlar kâfir oldular. İnsanlara büyüyü ve Bâbil'deki iki meleğe Harut ve Marut'a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek: 'Biz ancak imtihan (için)iz. Sakın (büyü yapıp da) küfre girme' demedikçe kimseye büyü öğretmezlerdi..." (el-Bakara, 2/102)

Çoğul olan (ve şeytanlar demek olan): "Şeyâtîn"in tekili "şeytân"dır. Bu da uzak oldu anlamında "şetana"den alınmıştır. Ancak bu lafız sadece cinlerin azgın olanları hakkında kullanılmakla kalmayıp, aynı şekilde cin ve insanlardan taşkınlık yapan ve eziyet veren herbir varlık hakkında da kullanılabilir. Nitekim yüce Allah: "İnsan ve cin şeytanları..." (el-En'âm, 6/112) diye buyurmaktadır. Münafıklar hakkında da: "Ama kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında: 'Biz sizinle beraberiz...' derler." (el-Bakara, 2/14) diye buyurulmaktadır ki, onların cin ve insanlardan olan arkadaşları kastedilmektedir.[6]

Cinlerin Varlığına İman Etmenin Hükmü
 
Cinlerin varlığına inanmanın ve varlıklarını kabul etmenin hükmü nedir? Onların varlıklarını kabul etmeyen için günah sözkonusu mudur? diye sorulursa şöyle cevap verilir:

Kitab-ı aziz ve pâk sünnet -ileride geleceği üzere- varlıklarına delil teşkil etmekte olduğu gibi, icmâ’ da onların varlıklarına delâlet etmektedir. Buna göre herhangi bir kimsenin varlıklarını inkâr etmesi caiz olamaz. İbn Hazm'ın "el-Fısal fi'l-Mileli ve'l-Ahvâi ve'n-Nihal" adlı eserinde şöyle denilmektedir:[7] "Bütün müslümanlar bu hususu icmâ’ ile kabul etmişlerdir. -Yani cinlerin varlığını ve onların Allah tarafından yaratılmış olduklarını ittifakla kabul etmişlerdir.- Hatta hristiyanlar, mecusiler, sabiîler ve -yalnızca Samiralılar müstesnâ- yahudilerin çoğunluğu da var olduklarını ittifakla kabul etmişlerdir. Dolayısıyla bir kimse cinleri inkâr etse yahutta onlar hakkında bu açık hüküm ve ifadenin dışına çıkaracak şekilde bir tevilde bulunsa kanı ve malı helâl kafir bir müşriktir."

Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye de şöyle demektedir: "Cinlerin varlığı hususunda müslüman mezheplere mensup hiçbir kimsenin muhalefeti yoktur. Yüce Allah'ın onlara Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'i peygamber olarak gönderdiğinde de. Kâfirlerin çeşitli fırkalarının büyük çoğunluğu da cinleri kabul eder. Kitap ehli olan yahudilerle hristiyanlar da müslümanların kabul ettikleri gibi cinleri kabul ederler. Bazı müslüman taifeleri arasında -Cehmiye ve Mutezile gibi- bunu inkâr edenler bulunduğu gibi; kitap ehli mensupları arasında da inkâr eden küçük bir kesim bulunmuştur. Bununla birlikte bu taifelerin de çoğunluğu ve önderleri bunu kabul etmektedirler. Çünkü cinlerin varlığı ile ilgili peygamberlerin bildirdikleri haberler kesin bir bilgi ifade edecek şekilde tevâtür ile gelmiştir. Yine kesin olarak bilinen şu ki, onlar diri, akıllı, irade ile iş yapan varlıklardır. Hatta onlara emirler ve yasaklar dahi verilmiştir. Cinler bazı inkârcıların ileri sürdükleri gibi, varlıkları insana yahut başka varlıklara bağlı sıfat ve araz türünden değildir. Cinlerin varlıkları peygamberlerden açık ve kesin bir tevâtür ile gelmiş olduğuna göre, avam ve havas da bunu bu şekilde bildiği için, peygamberlere iman eden taifelerden büyük sayılabilecek herhangi bir taife için onları inkâr etmeye imkân yoktur. Tıpkı peygamberlere iman eden taifelerden büyük herhangi bir taifenin melekleri, bedenlerin ölümden sonra dirilişini, bir, tek ve ortaksız olarak sadece Allah'a ibadeti, yüce Allah'ın insanlardan yarattıklarına bir rasûlü peygamber olarak gönderdiğini ve buna benzer peygamberlerden tevatür yoluyla gelen avamın da, havasın da bildiği bütün haberleri inkâr etmeye imkan bulunmadığı gibi ve tıpkı avamın da, havasın da tevatür yoluyla bildiği Musa Aleyhisselam'ın Firavun'a peygamber olarak geldiği, Firavun'un suda boğulduğu, Mesih Aleyhisselam'ın yahudilere geldiği, onların ona düşmanlık ettikleri, Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'in Mekke'de peygamber olarak ortaya çıkıp, Medine'ye hicret ettiği, Kur'ân'ı ve apaçık şer'î hükümleri getirdiği, az miktardaki yemeği ve içeceği arttırmak, ancak yüce Allah'ın bildirmesiyle müstesna hiçbir insanın bilmesine imkân bulunmayan geçmiş ve gelecek gaybe haber vermesine dair bilgilerin ve başkalarının tevatür yoluyla ulaştığı gibi.[8]

Cinlerin Nitelikleri
 
Pek büyük cin âlemine bakan bir kimse, Kitab-ı Aziz'de ve sahih sünnette vârid olmuş bulunan niteliklerini incelemeden onları iyi bir şekilde tanımasına imkân yoktur. Bundan dolayı onların niteliklerini açık bir şekilde sözkonusu etmek gerekir. Ben bu hususları aşağıdaki şekilde açıklamak isterim:

1. Cinler ateşten yaratılmışlardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Cinleri de daha önceden (deri gözeneklerinden) içeriye giren yakıcı ateşten yarattık." (el-Hicr, 15/27)

Yine yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Cinni de dumansız ateşten yarattık." (er-Rahmân, 55/15)[9]

Muslim, Sahih'inde Zühd bahsinde, Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Melekler nurdan yaratıldı. Cinler de dumansız ateşten yaratıldı. Âdem de size anlatılan şeyden yaratıldı."

2. Cinler insanlardan daha önce yaratılmışlardır. Alusî, Ruhu'l-Meân’i adlı tefsirinde[10] yüce Allah'ın: "Andolsun ki biz cehennem için cin ve insanlardan çok kimseler yaratmışızdır." (el-A’raf, 7/179) buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: "Cinlerin önce sözkonusu edilmesi, insanlara göre daha çok tanınmaları, sayıca daha çok olmaları ve yaratılışları itibariyle daha önceden yaratılmış olmaları dolayısıyladır."

3. Cinler yerler, içerler. Buna delil de Muslim'in Sahih'inde Eşribe (içecekler) bölümünde İbn Ömer Radıyallahu anh'ın rivayet ettiği hadistir. Buna göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur:

"Sizden herhangi bir kimse yediğinde sağ eliyle yesin, içtiğinde de sağ eliyle içsin. Çünkü şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer."

Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Tahare bölümünde İbn Mesud Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Cinlerden bir heyet Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in yanına gelerek şöyle dediler:

“Ey Muhammed! Sen ümmetine kemik, tezek yahutta kömür ile istincâ yapmalarını (pisliklerini temizlemelerini) yasakla! Çünkü yüce Allah onlarda bizim için bir rızık var etmiştir.” Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu işi yasakladı.

Cinlerin iman edenlerinin yiyeceklerinin üzerinde Allah'ın adı anılan şeyler olduğu, kâfir olanlarının, üzerinde Allah adı anılmayan şeyler olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı İmadu'd-Din el-Âmirî "Behcetu'l-Mehâfil" adlı eserinde yapmıştır.

Cinlerin yiyeceklerinin kemik ve tezek, içeceklerinin ise köpük olduğuna dair sünnette sözkonusu edilen malumat ile ilgili olarak İbn Abdi'l-Berr şunları söylemektedir: "Bu gibi şeyler akıl ile idrâk edilemeyen ve herhangi bir esasa göre kıyası yapılamayan şeylerdir. Bunlarda yüce Allah'ın bize vermediği bilgileri kendisine verdiği peygamberimize teslimiyet sözkonusudur."

Yine İbn Abdi'l-Berr şunları söylemektedir: "Cinlerin hepsinin yemek yiyen ve içen varlıklar olma ihtimali olduğu gibi, bazılarının böyle olmama ihtimali de vardır."[11]

ez-Zerkânî'nin (Muvatta) Şerhinde şu ifadeler yer almaktadır: İbnu'l-Arabi dedi ki: "Cinlerin yemek yemediklerini, içmediklerini söyleyen bir kimse, inkârcılığın tuzağına ve doğru olmayan bir yola düşmüş olur. Hatta bütün şeytanlar ve bütün cinler yerler, içerler, evlenirler ve çocukları olur, ölürler. Bu aklen mümkün olabilen bir şeydir. Ayrıca bu hususta şer'i deliller de vârid olmuş, haberler birbirlerini pekiştirir durumdadır. Dolayısıyla bu muhtevanın dışına ancak akılsızlar çıkar. Onların yemeklerinin koklamak olduğunu söyleyen bir kimse, ilmin kokusunu dahi almamıştır. Âkâmu'l-Mercan adlı eserin müellifi de şöyle demektedir: "Genel deliller bütün cin türlerinin yediklerini, içtiklerini ortaya koymaktadır."

4. Cinler evlenirler, nesilleri çoğalır, zürriyetleri vardır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar sizin düşmanınızken, siz beni bırakıp da onu ve onun soyunu veliler (dostlar) mi ediniyorsunuz?" (el-Kehf, 18/50)

İmam İbn Cerir et-Taberî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- diyor ki: "İblisin zürriyeti (soyu), Âdemoğullarına hücum eden şeytanlardır."[12]

Ayrıca senedini zikrederek Mücahid'den: "Onu ve soyunu veliler mi ediniyorsunuz?" (el-Kehf, 18/50) buyruğu hakkında onun zürriyetini demek olup, onlar da şeytanlardır dediğini rivayet etmektedir.[13]

Cinlerin evlendiklerine ve soylarının olduğuna delil olarak gösterilen hususlardan birisi de Buhârî, Muslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Darîmî ve Ebû Dâvûd'da sabit olan Enes b. Malik Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine dair nakledilen rivayettir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem helaya girdiği vakit: "Allah'ım hubsdan ve habâisden sana sığınırım" derdi.

Avnu'l-Ma’bud Şerhu Sünen-i Ebi Davud'da[14] şunları söylemektedir: "Hattabi dedi ki: Hubs, şeytanlar ve onların dişileridir. Hubs habisin çoğuludur. Habâis ise habise’nin çoğuludur. Bununla şeytanların erkeklerini ve dişilerini kastetmektedir."

İnsanlarla cinler arasında evlilik mümkün müdür? diye sorulursa şöyle denilir: Bu sorunun cevabını Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye şöylece vermektedir: "İnsanlarla cinler birbirleriyle evlenebilirler. Onlardan çocuk da dünyaya gelebilir. Bu çok rastlanan ve bilinen bir husustur."[15]

Buna yüce Allah'ın huriler hakkındaki şu buyruğu da delil gösterilebilir:

"O ikisinde de bunlardan evvel ne bir insanın, ne bir cinnin asla dokunmadığı, gözlerini yalnız eşlerine dikmiş (huri)ler vardır." (er-Rahman, 55/56)

İbnu'l-Cevzi, Zadu'l-Mesîr adlı eserinde[16] şunları söylemektedir: "Bu ayet-i kerime'de cinden olan bir erkeğin tıpkı insan erkeği gibi, kadın ile ilişki kurduğuna delil vardır."

5. Cinler birbirlerine karşı merhametlidirler.

Buna delil Muslim'in Sahih'inde tevbe bölümünde Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğuna dair naklettiği rivayettir:

"Şüphesiz Allah'ın yüz rahmeti vardır. Bundan bir tek rahmeti cinler, insanlar, hayvanlar ve haşerelere indirdi. Bununla birbirlerine bağlanır, birbirlerine merhamet ederler ve bununla yırtıcı hayvanlar yavrularına şefkat gösterirler. Allah doksandokuz rahmetini ertelemiştir. Bunlarla kıyamet gününde kullarına merhamet buyuracaktır."

6. Cinler mükelleftirler

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ben cinleri de, insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık da istemiyorum. Bana yemek yedirmelerini de istemiyorum. Çünkü şüphesiz ki Allah'tır, hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan." (ez-Zariyat, 51/56-58)

İbn Kayyim -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- diyor ki: "Yüce Allah onları ibadet etmek için yarattığını bildirmektedir. Aynı şekilde kendisine ibadet etsinler diye onlara rasûller göndermiş ve bu peygamberlere kitaplarını indirmiştir. O halde ibadet onların kendisi için yaratıldıkları yaratılış amaçlarıdır. Onlar terkedilip bırakılsınlar diye yaratılmadılar. Çünkü böyle bir iş, yokluk ile alakalı bir durumdur, yokluk mükemmelliğin sözkonusu olmadığı bir haldir. Oysa emrolunana uymak bundan farklıdır. Çünkü bu varlık ile alakalı bir durumdur ve varolması istenen bir iştir."[17]

Tirmizî’nin, Sünen'inde, Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan sabit olan rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Ben diğer peygamberlere altı özellikle üstün kılındım..." Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bunlar arasında: "Ve ben bütün yaratılmışlara peygamber olarak gönderildim" diye buyurmuştur. Tirmizî dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in: "Ve ben bütün yaratılmışlara peygamber olarak gönderildim" buyruğundan kasıt, onların cinlerine de, insanlarına da peygamber gönderildiğidir. Nitekim buna tanıklık etmek üzere Darimî Sünen'inin mukaddimesinde İbn Abbas Radıyallahu anh'dan şunu rivayet etmektedir: Ona: Onun -yani Peygamberimizin- diğer peygamberlere üstünlüğü nerededir, diye soruldu. İbn Abbas dedi ki: Yüce Allah: "Biz gönderdiğimiz her peygamberi -kendilerine apaçık anlatsın diye- ancak kendi kavminin dili ile gönderdik." (İbrahim, 14/4) diye buyurmaktadır. Yine yüce Allah Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'e: "Biz seni ancak bütün insanlar için gönderdik." (Sebe’, 34/28) diye buyurmaktadır. Böylelikle onu hem cinlere, hem insanlara peygamber olarak göndermiştir.

İbn Hacer der ki: "Cinlerin mükellef oldukları ortaya çıktığına göre, onlar tevhidi kabul etmekle ve İslâmın rükünlerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Bunların dışında kalan diğer fer'î hükümlere gelince, bu hususta görüş ayrılığı vardır. Çünkü tezek ve kemik kullanımının nehyedildiğine ve bunların cinlerin azıkları olduğuna dair sabit olan rivayetler vardır."[18]

7. Cinlerin müslümanı, kafiri, salih olanı, olmayanı vardır.

Yüce Allah cinlerin şöyle dediklerini haber vermektedir:

"Gerçekten biz kimimiz salih kimseleriz, kimimiz bundan aşağıdadır. Biz çeşit çeşit yollara ayrılmışız." (el-Cin, 72/11)

Beğavî, Meâlimu't-Tenzîl adlı tefsirinde şunları söylemektedir:[19] Yüce Allah'ın: "Kimimiz bundan aşağıdadır" buyruğu salihlerden değildir, demektir. "Biz çeşit çeşit yollara ayrılmışız." Çeşitli cemaatlere, değişik sınıflara ayrılmışız. Mücahid dedi ki: Müslümanlar ve kâfirler olarak ayrılmışız demek istemektedirler, diye açıklamıştır.

Farklı hevâ ve mezheplere ayrılmışız, diye de açıklanmıştır. el-Hasen ve es-Süddi: Cinler de sizin gibidir. Kimileri kaderiyecidir, kimileri mürcieci, kimisi de rafızidir. İbn Keysan dedi ki: İnsanların hevâları gibi herbir fırkanın da kendisine göre bir hevâsı bulunan değişik gruplara ayrılmışlardır. Said b. Cübeyr dedi ki: Çeşitli renklerdeyiz demektir. Ebu Ubeyde: "Çeşitli sınıflar, demektir” diye açıklamıştır.

Yüce Allah aynı şekilde onlardan şöyle dediklerini haber vermektedir:

"Gerçekten kimimiz müslümanlar, kimimiz zalimleriz. Müslüman olmuşlar, işte onlar doğru yolu aramış olanlardır. Zalim olanlara gelince onlar cehenneme odundurlar." (el-Cin, 72/14-15)

"Zalim olanlar" kâfir olanlardır. Cinler arasında samimi müslümanların varlığına tanıklık eden buyruklardan birisi de yüce Allah'ın şu buyruğudur:

"Hatırla ki, cinlerden bir grubu Kur'ân'ı dinlesinler diye sana yöneltmiş idik. Onun huzuruna geldiklerinde: 'Susup dinleyin' dediler. (Okunması) bitirilince de kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. Dediler ki: 'Ey kavmimiz, biz Musa'dan sonra indirilmiş olup, kendinden öncekileri doğrulayan, hakka ve dosdoğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul edin ve ona iman edin, ta ki Allah günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan kurtarsın. Kim Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul etmezse o yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakıcı değildir. Onun ondan başka dost ve yardımcıları da olmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.'" (el-Ahkaf, 45/29-32)

Bu buyruk cinlerden mü'min olan bu topluluğun, dinledikleri Kur'ân-ı Kerim'in ne kadar ileri ölçüde büyük etkisi altında kaldıklarına derin bir işaret taşımakta, kendi kavimlerini imana ve İslâma davet edecek kimseler olmakla sahip oldukları pek büyük ayırıcı özelliklerini açığa çıkarmaktadır. Bunlar kalpte huşû’u ve yakîni harekete getiren anlardır. Aynı zamanda Kur'ân-ı Kerim'den ve imandan yüz çeviren herkesi uyarıp, tehdit etmektedir. Eğer bu kitabın hitabına boyun eğmez ve onu indirene teslim olmazsa, o kimse için cehennem ateşinden başka bir karşılık verilmeyecektir. Orası ne kötü bir duraktır:

"Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse onu zorlu bir azaba sokar." (el-Cin, 72/17)

Aynı zamanda bu olay, mü'min kimseleri İslâmı tebliğ etmekte, İslam davetini insanlara ulaştırmakta olanca gayreti ortaya koymak için de gayrete getirmektedir:

"Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve: 'Şüphesiz ki ben müslümanlardanım' diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet, 41/33)

Cinlerden bir kısmının mü'min ve müslüman olduğuna delil gösterilebilecek rivayetlerden birisi de, Muslim'in Namaz bölümünde zikrettiği İbn Abbas Radıyallahu anh'ın şu sözleridir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem cinlere ne Kur'ân okudu, ne de onları gördü. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ashabından bir grup ile birlikte Ukaz panayırına doğru gittiler. O sırada şeytanlar ile semadan haber almaları arasında bir engel konulmuştu. Onlara gökten alevli ateşler gönderildi. Şeytanlar kavimlerine geri döndüklerinde:

“Size ne oluyor dediler”, onlar:

“Bizimle semanın haberi arasına engel konuldu ve üzerimize alevli ateşler gönderildi”, dediler. Öbürleri

“bu ancak meydana gelmiş önemli bir olay sebebiyle olmuştur. Haydi yeryüzünün doğularına, batılarına gidiniz.” Tihâme tarafına doğru yola koyulmuş grup, -Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem  Nahle denilen yerde iken. Ukaz'a doğru gidiyorlarken orada ashabına sabah namazını kıldırdığını gördüler. Kur'ân'ı duyunca ona kulak verdiler ve:

“İşte bizimle semanın haberi arasına engel olan budur”, dediler. Bunun üzerine kavimlerine geri döndüler ve:

“Ey kavmimiz dediler. Biz hayret veren bir Kur'ân dinledik. O dosdoğru yola iletiyor. Bu sebeple biz de ona iman ettik, Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayız.” Bunun üzerine yüce Allah, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in üzerine: "De ki: 'Bana şu vahyolundu: Cinlerden bir topluluk beni dinlediler...'" (el-Cin, 72/1) buyruklarını indirdi.

Aynı şekilde cinlerden müslüman olanların varlığına delil gösterilebilecek hususlardan birisi de yine Muslim'in Sahih'inin Tefsir bölümünde Abdullah (b. Mesud) dan naklettiği şu rivayettir: "Onların o tapındıkları da rablerine hangisi daha yakın olacak diye yol ararlar" buyruğu hakkında (Abdullah b. Mesud) dedi ki: “İnsanlar bir topluluk, cinlerden bir topluluğa ibadet ve dua ediyorlardı. Nihayet cinlerden bir topluluk İslâma girdi, fakat insanlar onlara ibadete devam etti. İşte bunun üzerine: "Onların o tapındıkları da rablerine hangisi daha yakın olacak diye yol ararlar." âyeti nâzil oldu.”

Müslüman cinlerin güzel amelleri, iyi fiilleri vardır. Meselâ, Beyhaki'nin Şuabu'l-İman adlı eserinde nakledildiğine göre onlar iyiliği emreder, yalan ve kötülükten uzak tutmaya çalışırlar. Yine Taberânî'nin, el-Mu’cemu'l-Kebir'inde belirtildiği üzere onlardan kimisi kulun dikkatini tevhide çeker ve onu şirkten sakındırır.[20] Bezzar'ın Müsned'inde belirtildiğine göre onlardan kimileri namaz kılan mü'minle birlikte namaz kılarlar, mü'minin Kur'ân okuması ile birlikte Kur'ân okurlar ve onu dinlerler.[21] İbn Ebi Şeybe'nin, Musannef'inde[22] ile el-Hallal'in es-Sünne[23] adlı eserinde belirtildiği üzere Ömer Radıyallahu anh'ın öldürülmesi dolayısıyla onların bir kesimi ağlamıştır. Aynı şekilde yine el-Hallâl'ın es-Sünne[24] adlı eserinde Osman Radıyallahu anh'ın öldürülmesi için de ağladıkları gibi, Huseyn Radıyallahu anh'ın öldürülmesi üzerine de ağladıkları zikredilmiştir.[25]

Birisi: Cinler arasında sahabi sayılacak kimseler var mıdır? diye sorarsa şöyle cevap verilir:

Buhârî'nin sahabiyi: “Müslüman olarak Nebi Sallallahu aleyhi vesellem’le sohbette bulunan yahut onu gören kimsedir” diye açıklamasını sözkonusu eden İbn Hacer şunları söylemektedir: "Acaba bu bütün Adem oğullarına mı hastır, yoksa onların dışındaki diğer akıl sahiplerini de kapsayacak bir genellikte midir? Bu düşünülmesi gereken bir husustur. Cinleri sözkonusu edecek olursak, tercihe değer husus onların bu kapsama girdikleridir. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in onlara da peygamber olarak gönderildiği kesindir. Onlar da mükelleftirler. Aralarında isyankârlar vardır, itaatkârlar vardır. Aralarından ismi bilinenlerin ashab-ı kiram arasında anılmasında tereddüt etmemek gerekir. Her ne kadar İbn Kesir bu hususta Ebu Musa'yı[26] ayıplamakta ise de bu hususta herhangi bir delile dayanmamaktadır."[27]

8- Cinlerin şeytanları kendilerine itaat eden büyücü ve benzeri insan şeytanlarına yardımcı olmak üzere semâdan bilgi çalmaya çalışırlar.

Buna Muslim'in Sahih'inde selâm bahsinde rivâyet ettiği Abdullah b. Abbas Radıyallahu anh'ın şu sözleridir: Peygamber ashabından ensardan bir adamın bana haber verdiğine göre, bir gece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte oturuyorlarken bir yıldız kaydı ve etrafı aydınlattı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onlara şöyle sordu:

"Bunun gibi bir yıldız kaydığı zaman cahiliye döneminde ne diyordunuz?" Onlar:

“Allah ve Rasûlü daha iyi bilir”, dediler. Biz şöyle diyorduk:

“Bu gece büyük bir kişi dünyaya geldi, büyük bir kişi öldü.” Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Bu yıldız herhangi bir kimsenin ölümü ya da hayatı dolayısıyla kaymaz. Fakat şanı yüce ve mübarek olan Rabbimiz bir işe hüküm verdiği zaman Arşın taşıyıcıları tesbih getirirler. Daha sonra onlardan sonraki semada bulunanlar tesbih getirirler. Nihayet tesbih, bu dünya semasının sakinlerine kadar ulaşır. Daha sonra Arşı taşıyanların yanındakiler Arşı taşıyanlara: Rabbiniz ne buyurdu? diye sorarlar. Onlar da ötekilerine ne buyurduğunu haber verirler. (İbn Abbas devamla) dedi ki: Semavattakiler birbirlerine haberin mahiyetini sorarlar ve nihayet bu haber şu dünya semasındakilere ulaşır. Cinler bu sözü dinleyerek kapmaya çalışırlar ve bu kaptıklarını dostlarına bırakırlar ve onu onlara ulaştırırlar. İşte onların olduğu gibi bildirdikleri haktır, fakat onlar ona başka şeyler katar ve ilave ederler."

Nevevî dedi ki: "Başka şeyler katarlar" ifadesi ona yalan karıştırırlar demektir. Buna delil de Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in “cinler o işittikleri sözü kaparlar ve bunu dostlarına bırakırlar ve onu atarlar” ifadesidir.

Buna aynı şekilde Muslim'in Sahih'inde Selâm bölümünde yer alan bir başka rivayet açıklık getirmektedir. Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bazıları Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e kâhinler hakkında soru sordular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onlara:

"Onlar hiçbir şey değildir" diye buyurdu.

“Ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Onlar bazan bir şey anlatıyorlar ve doğru çıkıyor?” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

"O, cinnin sözlerindendir. Cinni o sözü alır ve bunu kendi dostunun kulağına tıpkı bir tavuk gibi bırakır, onlar bu söze yüz yalandan daha fazlasını katar karıştırırlar."

Hattabî ve başkaları şöyle demektedir: Yani cinlere mensup kişi duyduğu sözü kâhin dostuna bırakır. Diğer şeytanlar da bu sözleri işitirler. Tıpkı tavuğun sesiyle diğer arkadaşlara haber vermesi, onların da ona karşılık vermeleri gibi.

Bu buyrukta kâhinlik yapmanın haram olduğuna, kâhinlere gitmenin haram olduğuna ve bu işin yasaklanmasına delil vardır. Nitekim el-Maverdi, el-Ahkâmu's-Sultaniye'de şöyle demektedir: "Hisbe görevlisi (emr bi'l-maruf nehy ani'l-münkerle görevli olan kişi) insanların kehanetle ve oyun ve eğlence ile kazanç sağlamalarını engeller, bu sebeple mal vereni de, alanı da te’dib eder."

9- Cinlerin şeytanları arasında pek büyük yalan söyleyenler de vardır. Buna az önce kaydedilen hadis delil teşkil etmektedir.

10- Cinlerin azgın olanları Ramazan ayında zincirlerle sıkı sıkıya bağlanırlar. Böylelikle müslümanlara başka aylarda yapabildikleri zarar kadarını yapma imkânı bulamazlar ve müslümanları fitneye düşürme imkânına ulaşamazlar. Çünkü mü'minler Ramazan’da her türlü arzuyu kaldıran oruç ile meşguldürler. Kur'ân ve zikirle uğraşmaktadırlar.[28] Tirmizî'nin Sünen'inin oruç bahsinde rivayet ettiği Ebu Hureyre Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine dair rivayet te buna tanıklık etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Ramazan ayının ilk gecesinde şeytanlarla cinlerin azgınları zincirlere vurulurlar, ateşin kapıları kapatılır, onun hiçbir kapısı açılmaz, cennetin kapıları açılır ve onun hiçbir kapısı kapalı tutulmaz. Bir münadi şöyle seslenir: Ey hayır arayan (hayra) yönel ve ey kötülük arayan (kötülükten) vazgeç ve yüce Allah'ın cehennem ateşinden azad edilecek kulları vardır." Bu Tirmizî'nin lafzıdır. Buna yakın bir şekilde Buhârî ve Muslim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Tuhfetu'l-Ahvezî[29] adlı eserde şöyle demektedir: “Bazıları hakkında bundan farklı hususları gerektiren rivayetlere gelince, bunlar şeytanların kandırmalarının sebep oldukları birtakım etkilerdir ve bu etkiler bu nefislerin derinliğine kadar işlemiş ve şeytanlar onların başlarına yumurtalamış bulunmaktadır."

11- Cinler tıpkı diğer varlıklar gibi gaybı bilmezler.

Yüce Allah Süleyman Aleyhisselam'ın ölümünü sözkonusu ederken şöyle buyurmaktadır:

"Biz ölümüne hükmedince asasını yiyen ağaç kurdundan başkası onlara ölümünü göstermedi. Nihayet yıkılıp yere düşünce açıkça ortaya çıktı ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsaydılar, bu horlayıcı azap içinde devam etmezlerdi." (Sebe’, 34/14)

Kurtubî dedi ki: "Denildiğine göre cinlerin elebaşıları yedi kişi idi. Bunlar Süleyman Aleyhisselam'ın emrine itaat ediyorlardı. Davud Aleyhisselam Beytu'l-Makdis'in temellerini atmıştı. Vefat ettiğinde Süleyman Aleyhisselam'a Beytu'l-Makdis mescidini tamamlamasını vasiyet etmişti. Süleyman Aleyhisselam cinlere bu işi emretti. Vefatı yaklaştığında yakınlarına dedi ki: Mescidin inşaatını tamamlayıncaya kadar ölümümü onlara haber vermeyiniz. Mescidin bitmesine bir yıllık bir zaman kalmıştı. Haberde belirtildiğine göre ölüm meleği onun arkadaşı idi. Ölümünün alametinin ne olacağını ona sordu. O da dedi ki:

“Secde ettiğin yerden Harnube (keçi boynuzu) adı verilen bir ağaç (bitki) çıkacak. Mutlaka her sabah Beytu'l-Makdis'de bir ağaç biterdi, ona:

“Adın ne” diye sorardı. O ağaç da:

“Adım şu şudur” derdi. Ona:

“Sen ne işe yararsın”, diye sorar, ağaç

“şuna şuna” derdi. Bunun üzerine emir verir, o ağaç kesilir ve kendisine has bir bahçeye diker ve o ağacın fayda ve zararlarının adının ve tıpta neye yaradığının yazılmasını emrederdi. Bir gün namaz kılmakta iken önünde bir ağacın yeşermekte olduğunu gördü. Ona:

“Adın ne” diye sordu, o da:

“Keçiboynuzu” dedi.

“Ne işe yararsın” diye sordu. Ağaç:

“Bu mescidin tahribine”, diye cevap verdi. Süleyman Aleyhisselam:

“Ben hayatta olduğum sürece Allah onu tahrip etmeyecektir. Sen, benim ve Beytu'l-Makdis'in helakine sebep olacak ağaçsın.” O ağacı yerinden kopardı ve bahçesine dikti. Sonra şöyle dedi:

“Allah'ım, ölümümden cinlerin haberdar olmamasını sağla ki, insanlar da cinlerin gaybı bilmediklerini öğrensinler.

Cinler insanlara gayba dair bazı şeyler bildiklerini ve yarın neler olacağını bildiklerini haber veriyorlardı. Sonra kefenini giyindi, hanutlarını süründü, mihrabına girdi. Namaza durdu, tahtı üzerinde asasına yaslandı. Öldüğü halde, ölümü üzerinden bir sene geçinceye kadar cinler bunu bilemedi. Bu sırada mescidin inşası da tamamlandı.

Ebu Cafer en-Nehhâs dedi ki: Bu âyet-i kerime hakkındaki açıklamaların en güzeli budur. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e kadar ulaşan hadis de bu görüşün sıhhatine delil teşkil eder. İbrahim b. Tahmân, Ata b. es-Sâid'den, o Saib b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Allah'ın peygamberi Davud oğlu Süleyman -ikisine de selam olsun- namaz kıldı mı, önünde yeşeren bir ağaç görürse ona:

“Adın nedir” diye sorar. Şayet dikilmek için ise, onu diker, bir ilaç için ise bunu yazardı. Bir gün namaz kılmakta iken yine önünde bir ağaç bitiverdi.

“Adın nedir diye sordu”, o:

“Keçiboynuzu” dedi.

“Sen ne işe yararsın” diye sordu. Ağaç:

“Bu evin tahribi içinim”, dedi. Süleyman dedi ki:

“Allah'ım, cinler ölümümü bilemesinler. Böylelikle insanlar cinlerin gaybı bilmediklerini bilmiş olacaklar.” Süleyman o ağacı bir asa halinde yonttu ve bir sene boyunca ona yaslandı. Onlar da bunu bilmediler. Derken asa düştü. İnsanlar cinlerin gaybı bilmediklerini öğrenmiş oldular. Bu halin miktarına baktılar, bir sene olduğunu tespit ettiler.”

Yine Kurtubî şunları söylemektedir: Sahih senedlerle tefsir’de belirtildiğine göre İbn Abbas şunları söylemektedir: Davud oğlu Süleyman -ikisine de salât ve selâm olsun- bir sene boyunca ölümü bilinmeksizin asası üzerine yaslanmış olarak kaldı. Bu vakitte cinler, kendilerine vermiş olduğu emirleri yerine getiriyorlardı. Bir sene sonra yere düştü, yere yıkılınca insanlar, cinler eğer gaybı bilmiş olsalardı, hor ve hakir kılıcı azapta devam edemeyeceklerini açıkça anlamış oldular.[30]

Hadisi Hakim, Müstedrek'inde rivayet etmiş olup, bu senedi sahih bir hadis olduğu halde Buhârî ve Muslim tarafından rivayet edilmemiştir, dedi.

12- Cinlerin görülmeyecek şekilde olan aslî hilkatlerinden çıkarak şekillenebilmeleri ve görülmeleri mümkündür. Bu hususta birkaç şekil sözkonusudur:

a. İnsan suretinde gelmeleri. Buna delil gösterilecek hususlardan birisi de yüce Allah'ın şu buyruğudur:

"Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve şöyle demişti: 'Bugün insanlardan sizi yenebilecek yoktur. Ben de muhakkak sizin yardımcınızım.'" (el-Enfâl, 8/48)

Bu Bedir günü şeytan bir adam suretinde görünerek onlara söylediği sözleri söyleyip, müşrikleri aldattığı zaman tahakkuk etmişti.

Ebu Hureyre Radıyallahu anh'ın bir adam suretinde gelen şeytan ile başından geçen olayları anlatan rivayet te buna delildir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Ebu Hureyre'yi ramazan zekatını korumakla görevlendirmesi bilinen bir olaydır. Bu Buhârî'nin Sahih'inde Vekâlet bahsinde ve başka yerlerde sabittir.

b. Siyah köpek suretinde gelmeleri. Buna da Muslim'in Sahih'inde namaz bahsinde Abdullah b. es-Sâmit'ten, onun Ebu Zerr Radıyallahu anh'dan şöyle dediğine dair rivayet delil teşkil etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

"Sizden herhangi birisi kalkıp namaz kılacak olursa, eğer önünde deve eğerinin arka tarafındaki tahta gibi bir şey bulunursa onun için sütre olur. Şayet önünde deve eğerinin arkasındaki tahta gibi bir şey bulunmayacak olursa eşek, kadın ve siyah köpek onun namazını keser." Ben (Abdullah b. es-Samit):

“Ey Ebu Zerr dedim. Siyah köpek ile kırmızı köpek ve sarı köpek arasında nasıl bir fark vardır?” Ebu Zerr dedi ki:

“Kardeşimin oğlu, senin bana sorduğun şekilde ben de Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e sordum. Şöyle buyurdu:

“Siyah köpek bir şeytandır.”

Bu hadisi buna yakın bir şekilde Tirmizî de Sünen'inin Namaz bahsinde, Nesâî Kıble bahsinde, Ebû Dâvûd Namaz bahsinde, İbn Mâce Namazın kılınması ve Namazda Sünnet bahsinde, Ahmed, Müsned'inde, Darimî Sünen'inin Namaz bahsinde ve hepsi de Abdullah b. es-Samit'ten o Ebu Zerr'den diye rivayet etmişlerdir.

Siyahın cinlere mahsus renk olduğunu gösteren birtakım deliller de vardır. İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre Ebu Zerr Radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

"Benden önce hiçbir peygambere verilmemiş beş şey bana verildi. (Düşmanımın kalbine salınan) korku ile bana yardım olundu. Bu sebeple düşman bir aylık mesafeden benden korkar. Yeryüzü benim için hem namaz kılacak yer, hem de temizlenme aracı yer kılındı ve ganimetler bana helâl kılındı. Benden önce hiç kimseye helâl kılınmadı ve ben hem kırmızıya, hem siyaha gönderildim. Bana: "İste O sana verilecek” denildi. Ben isteğimi ümmetime yapacağım şefaat olarak sakladım. O inşaallah sizden yüce Allah'ın huzuruna ona hiçbir şeyi ortak koşmadan çıkan kimselere erişecektir."

A’meş -ki burada delilimiz de budur- dedi ki: Mücahid'in görüşüne göre kırmızıdan kasıt insanlar, siyahdan kasıt cinlerdir.

Mucemu Şuyuhi Ebi Bekr el-İsmailî’deki rivayete göre Ebu Abdi'r-Rahman es-Sülemî şöyle demiştir: Ali b. Ebi Talib Radıyallahu anh dedi ki: "Cinler muayyen birtakım köpeklerdir." Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: "Sizler iki noktası bulunan simsiyah köpeği öldürünüz. Çünkü o şeytandır."

İbn Abdi'l-Berr dedi ki: "İlim adamlarının dediklerine göre simsiyah (köpek) şeytandır. Yani böyle bir köpek menfaat sağlamaktan uzak, zararı ve eziyeti bir ihtimali yakın bir yaratıktır. Bunlar düşünme ile anlaşılacak konular değildir. Kıyas ile bu neticelere ulaşılamaz. Bu hususlarda Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in dediği kabul edilir.[31]

İbn Abdi'l-Berr -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- kimseye zarar vermedikleri ve kimseye saldırmadıkları takdirde siyah köpeklerin dahi öldürülmeyeceği kanaatine yatkındır. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem canlı herhangi bir varlığın hedef edinilmesini yasaklamıştır. Ayrıca köpeklerin öldürülmesine dair verilen emir Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in Ebû Dâvûd'un Sünen'indeki şu rivayette olduğu gibi neshedilmiştir: "Beş haşere vardır ki bunlar Harem hududları içerisinde de, dışında da öldürülürler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem  bunlar arasında saldırgan köpeği de saydı."

Bu hadisiyle Nebi Sallallahu aleyhi vesellem  köpekler arasından sadece saldırgan için özel hüküm vermiştir. Çünkü mü'mine saldıran, eziyet veren ve mü'min tarafından kendisine güç yetirilen herbir hayvanın öldürülmesi vaciptir.

(İbn Abdi'l-Berr devamla) dedi ki: Yine bu husustaki delillerden birisi de şudur: İmam Malik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'den sonra dönemlerin değişip durmasına rağmen bütün bölgelerde köpekler öldürülmemiştir. Bütün bu ülkelerde ise İmam Malik'in de, başkalarının da mezhebinde olan ilim adamları ve fazilet sahipleri bulunagelmiştir. Herhangi bir münker ve açık masiyette hiçbir şekilde müsamaha göstermeyen, mutlaka o münkere karşı tepki gösteren ve onu değiştirmeye kalkışan kimseler de bulunmuştur.

Bu hususta rivayet edilen ve şeytan olduğunu belirten siyah köpeklerin öldürülmesi kanaatini benimseyenlerin ise buna dair bir delilleri yoktur. Çünkü yüce Allah kötülüğü ağır basan insanlara ve cinlere mensup olanlara "insan ve cin şeytanlarını" (el-En'âm, 6/112) buyruğunda "şeytan" adını vermiş bulunmaktadır ve bu sebep dolayısıyla da öldürülmesi gerekmemiştir.[32]

c. Evlerde barınan yılanlar şeklinde gelmeleri. Buna Muslim'in Sahih'inde Selâm bölümünde Ebu Said el-Hudri Radıyallahu anh'dan şöyle dediğine dair kaydettiği rivayet delildir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

"Şüphesiz Medine'de müslüman olmuş cinlerden bir kesim vardır. Her kim evlerde barınan bu kesimden bir şeyler görecek olursa üç (gün ya da defa) onlara süre tanısın. Bundan sonra bir daha ona görünecek olursa onu öldürsün. Çünkü o bir şeytandır."

"Evlerde barınanlar"dan kasıt ise evlerde barınan yılanlardır, bunlar çoğunlukla cinlerden olurlar. Nitekim Ahmed'in Müsned'inde İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Yılanlar cinlerden mesh olmuşlardır. (Hilkatleri değiştirilmiştir.)"

d. Zararlı haşereler suretinde görünmeleri. Buna da Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Edeb bölümünde Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu anh'dan şöyle dediğine dair kaydettiği rivayet delil teşkil etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Şüphesiz cinlerden olan haşerelerden herhangi birisini evinde kim görecek olursa üç defa ona görünsün. Eğer tekrar gelecek olursa onu öldürsün, çünkü o bir şeytandır."

13- Cinler hızlı hareket ederler ve zor işlere güç yetirebilirler.

Şüphesiz ki cinler alemi, hayret verici bir alemdir. Onların en hayret verici özelliklerinden birisi de yüce Allah'ın şu buyruğunun tanıklık ettiği gibi bir yerden bir başka yere hızlıca intikal edebilme güçleridir:

"Cinlerden bir ifrit dedi ki: 'Ben onu sana sen yerinden kalkmazdan önce getirebilirim ve muhakkak ben buna gücü yeten ve güvenilir bir kimseyim.'" (en-Neml, 27/39)

Görüldüğü gibi burada cinlerden olan bu ifrit Sebe Melikesi Belkıs'ın tahtını Süleyman Aleyhisselam meclisinden kalkmadan önce getirmeyi üstlenmiş bulunmaktadır. Bu ise onların hızlı bir şekilde hareket edebildiklerine delildir.

Aynı şekilde onların hayret verici özelliklerinden birisi de; yüce Allah'ın haber verdiği şekilde, ağır ve yorucu işleri yerine getirebilecek güce sahip olmalarıdır. Buna göre cinler Süleyman Aleyhisselam'a pek büyük köşkler, pek büyük timsaller ve oldukça geniş, büyük kazanlar ve çok büyük su havuzları yapıyorlardı. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar kendisine köşklerden, heykellerden, büyük havuzları andıran çanaklardan ve yerlerinde sabit kazanlardan istediğini yaparlardı. 'Ey Dâvûd hanedanı! Siz de şükrederek çalışın, kullarımdan şükreden ise azdır.'" (Sebe, 34/13)

Cinlerin İnsanlara Rahatsızlık Vermeleri Ve Bunun Nasıl Olduğu
 
Özellikle cinlerin şeytanlarının, yüce Allah’ın dilemesi halinde insanlar üzerinde bir etkileri vardır. Çünkü aralarından kimileri insana onu öldürmek yahut bunun neticesinde taun hastalığı ortaya çıksın diye dürtmekle, onu saraya düşürmek yahut ona nazar değmek yahut onu çalmak ya da uykusunda iken ona eziyet verip onu korkutmak veya namazını kesmek suretiyle insanlara zarar verenleri vardır.

Kimileri yardımcıları olan kâhinlere ve yeryüzünde fesad çıkartıp, asla ıslâh etmeyen hokkabazlara faydalı olmak üzere hırsızlama dinledikleri sözleri çalarlar.

Aşağıdaki satırlarda bu gibi kimselerin kötülük şekillerinin bazıları sözkonusu edilecektir:

1. Bir insanı öldürmeleri. Buna Muslim'in Sahih'inde Selâm bahsinde zikrettiği şu rivayet tanıklık etmektedir: Ebu Saib, Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu anh'ın yanına evinde bulunduğu bir sırada girdi. Dedi ki: Onun namaz kılmakta olduğunu gördüm. Namazını bitirsin diye oturup bekledim. Bu sırada evin bir tarafındaki (çatıda bulunan) kuru hurma dalları arasında bir hareket duydum. Dönüp baktığımda bir yılan olduğunu gördüm. Onu öldürmek üzere üzerine atıldım. Bana: “Otur” diye işaret etti, ben de oturdum. Namazı bitirince evdeki bir odaya işaret etti ve şöyle dedi: “Şu odayı görüyor musun?” Ben: “Evet” dedim. Şöyle dedi: “Burada bizden yeni evlenmiş bir genç vardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte Hendek'e çıktık. Günün ortalarında bu genç Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'den izin alır ve hanımının yanına giderdi. Bir gün ondan izin istedi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ona:

"Üzerine silahını al. Çünkü ben Kureyzalıların sana zarar vereceğinden korkarım." diye buyurdu. Adam silahını aldı, sonra (evine) döndü. Hanımının iki kapı arasında ayakta dikilmekte olduğunu gördü. Hemen hanımına saplamak üzere mızrağı ile üzerine yürüdü. Çünkü bundan dolayı hanımını kıskanmıştı. Hanımı ona:

“Mızrağını tut ve benim dışarıya çıkmama neyin sebep olduğunu görmek için evin içerisine gir”, dedi. Genç içeri girdiğinde yatak üzerinde katlanıp durmuş büyükçe bir yılan ile karşılaştı. Elindeki mızrakla üzerine atılıp mızrağını ona sapladı, sonra çıktı. Mızrağını evin ortasına sapladı ve yılan onun üzerinde bir süre hareket etti. Önce yılan mı öldü yoksa genç delikanlı mı daha çabuk öldü, bilinmiyor.

(Ebu Said) dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in yanına gelip ona durumu anlattık; dedik ki:

“Onu bize diriltsin diye Allah'a dua et.” Peygamber şöyle buyurdu:

"Arkadaşınız için mağfiret dileyiniz." Sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz Medine'de müslüman olmuş cinler vardır. Onlardan herhangi birilerini görecek olursanız üç gün süreyle ona izin veriniz (uyarınız). Eğer bundan sonra bir daha size görünürse onu öldürünüz. Şüphesiz ki o, bir şeytandır."

Bu hadis-i şerif bu gencin, cinlerden birisi olan o yılan sebebiyle öldürüldüğüne delildir. İleride yüce Allah'ın izniyle cinlerin şerlerini bertaraf etmekte yardımcı yollar sözkonusu edileceği vakit, yine bu olaydan daha geniş bir şekilde sözedilecektir.

2- Tâûn hastalığı ortaya çıksın diye insanı dürtmeleri:

Tâûn: Kanın galeyanından ötürü meydana gelen şişkinlik yahutta kanın belli bir organ üzerinde fazlaca toplanması ve o organı ifsâd etmesi demektir.[33] Bu hastalığın cinlerin dürtmeleri sonucu meydana geldiğinin delili, bu hususta bizlere kadar ulaşmış hadislerde sabit olan ifadelerdir. Meselâ, İmam Ahmed'in rivayet ettiği Ebu Musa Radıyallahu anh yoluyla gelen hadis böyledir. Buna göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimin yok oluşu dürtmekle (silahlarla öldürülmekle) ve tâûn ile olacaktır."

“Ey Allah'ın Rasûlü, dürtmenin ne olduğunu biliyoruz, peki taun nedir?” diye soruldu. Şöyle buyurdu:

"Cinlerden düşmanlarınızın dürtmeleridir. Hepsi de şehadete sebeptir."

Yine İmam Ahmed'in ve sahih olduğunu belirterek Hakim'in, Âsım el-Ahvel'den, onun Kureyb b. el-Haris'den, onun Ebu Musa el-Eş'ari'nin kardeşi Burde b. Kays'dan kaydettiği şöyle bir rivayet vardır: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

"Allah'ım, ümmetimin telef olmasını senin yolunda (silahla) dürtülmek ve taun hastalığı sonucu ölmek suretinde takdir buyur!"

İbn Hacer dedi ki: Tâûnun cinlerin dürtmesi neticesinde ortaya çıktığını destekleyen hususlardan birisi de çoğunlukla en mutedil mevsimlerde ve havası itibariyle en sağlıklı, suyu en güzel bölgelerde ortaya çıkmasıdır. Ayrıca eğer bu hastalık, havanın kötülüğü sebebiyle ortaya çıkmış olsaydı, yeryüzünde devam ederdi. Çünkü hava kimi zaman sağlığa aykırı, kimi zaman sağlığa uygun olur. Kimi zaman bu gider, kimi zaman öteki gelir ve bu herhangi bir kıyas veya deneye göre olmamaktadır. Kimi zaman böylesi üstüste birkaç sene gelir, kimi zaman bir kaç sene gecikir. Ve eğer yine böyle (yani kötü hava şartları dolayısıyla) olsaydı insanları ve hayvanları da kapsaması gerekirdi. Müşahede ile varlığı tespit edilen ise, onun pekçok kimseye isabet etmekle birlikte, mizaçları itibariyle onlar gibi olup, o kimselerin yanlarında bulunanlara isabet etmemesidir. Ayrıca böyle olsaydı bedenin tamamını kapsaması gerekirdi. Oysa bu hastalık bedende belli bir yerde özellikle olur ve orayı aşmaz. Diğer taraftan havanın bozukluğu, vücuttaki karışımların değişmesini ve hastalıkların çoğalmasını gerektirir. Bu ise çoğunlukla hastalık olmadan da ölüme sebeptir. İşte bu durum, tâûnun cinlerin dürtmesi sonucu ortaya çıktığını göstermektedir."[34]

İbn Mâce'nin Sünen'inde ve Hakim'in Müstedrek'inde sabit olduğuna göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Herhangi bir toplum arasında fuhuş açıktan işlenecek olursa, mutlaka onlar arasında tâûn hastalığı ve daha önce geçip gitmiş olan geçmişlerinde bulunmayan ağrılar başgösterir.”

Yine Hakim'in rivayet ettiğine göre:

"Zina artarsa öldürmeler de çoğalır ve tâûn başgösterir."

Böylelikle bu iki hadis-i şerifte açıklandığına göre tâûnun sebepleri arasında toplumda fuhşun ve hayasızca davranışların yaygınlık kazanmasıdır. Bu da açılıp saçılmanın propagandası yapılarak, fıskın ve fuhşiyatın sebeplerinin yaygınlaşması, çıplak resimlerin ve hayayı ortadan kaldıran ve sağlıklı tabiatların nefret ettiği açık saçık dizilerin yayınlanarak, insanları burada anlatılan kişilerin izinden gitmeye çağrılmaları ve hayasızlıklarında ve fuhşiyatlarında onların taklidlerinin yapılmasına davet edilmesidir. Bundan dolayı bu tür toplumların cezası, yüce Allah'ın onlara bedenlerini ölünceye kadar perişan eden tâûn hastalığını musallat kılmasıdır.

Şeyh el-Münavî az önce geçen: "Zina çoğalırsa öldürme de çoğalır ve taun başgösterir." hadisiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bunun böyle olmasının sebebi, zinanın cezasının öldürülmek olmasıdır. Eğer aralarında bu had uygulanmayacak olursa, yüce Allah onlara cinleri musallat eder, cinler de onları öldürürler."[35]

Onun bu sözü muhsan zinakâr hakkında özel bir ifadedir. Çünkü muhsan zinakârın cezası recmdir. Böyle bir açıklama da su götürür. Çünkü şöyle demek yeterlidir: Tâûn yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de sözünü ettiği sapık ve fesâd ehli kimselere verdiği cezalar türünden fâsık ve günahkârlara verdiği bir cezadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Derken biz herbirini günahı ile yakaladık. Kimilerinin üzerine taş yağdıran kasırga gönderdik. Kimilerini o çığlık yakaladı. Onlardan kimisini yere geçirdik, kimilerini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı." (el-Ankebût, 29/40)

Bu buyruk tâûn neticesinde ölümün şehidlik olduğuna dair vârid olmuş buyruklarla çelişmemektedir. Nitekim Buhârî Sahih'inin Tıp bölümünde kaydettiği rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem: "Tâûn her müslüman için bir şehâdettir." diye buyurmuştur. Aynı şekilde tâûnun yüce Allah'tan bir rahmet olduğunu belirten rivayetlerle de çatışmaz. Nitekim böyle bir rivayeti İbn Ebi Şeybe Musannef'inde[36], Abd b. Humeyd Müsned'inde[37], Taberanî el-Mucemu'l-Kebir adlı eserinde[38] kaydetmişlerdir. Lafzı da kısaca şöyledir: el-Hâris b. Umeyra ez-Zebidî dedi ki: Şam'da tâûn hastalığı ortaya çıktı. Muâz kalkıp, Hıms'da onlara bir hutbe irad ederek dedi ki: “Şüphesiz bu tâûn Rabbimizin rahmeti, Peygamberimizin duası ve sizden önceki salihlerin (sebebiyle) ölümüdür...”

İbn Hacer tâûnun bazan masiyet sebebi ile bir ceza olarak görülebileceğini ifade eder. Bazı hadisleri kaydettikten sonra şunları söylemektedir: "Bu hadislerde ifade edildiğine göre tâûn bazen masiyet sebebiyle bir ceza olarak verilebilmektedir. Peki, nasıl şehadet olabilir? Şöyle denilebilir: Bu hususta varid olmuş haberlerin genel ifadesi dolayısıyla, bu sebeple ölen bir kimse şehidlik mertebesine ulaşır. Günahlar işlemiş bir kimsenin şehidlik mertebesine ulaşması, kamil bir mü'min ile aynı mevkide eşit olmasını gerektirmez. Çünkü şehitlerin mertebeleri de yüce Allah'ın adı en yüksek olsun diye çarpışırken Allah yolunda geri dönmeksizin ileri atılırken cihad ederek öldürülen ve birtakım günahları bulunan benzeri şehidler gibi de dereceleri farklı farklıdır. Yüce Allah'ın Muhammed ümmetinin fertlerine dünya hayatında günahlarının cezasını vermesi, bu ümmete bir rahmetidir. Yine bu durum da tâûn hastalığı ile ölen bir kimsenin, şehadet mükâfatını almasına aykırı değildir ve özellikle onların çoğunluğu bu tür hayasızlıkları işliyorsa bile bu böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır ya, bu hastalığın onların genelini kapsamasının sebebi onların münkerlere karşı çıkmamaları ve tepki göstermeyişleridir..."[39]

Peki, tâûn hastalığı her ülkede mi görülür? diye sorulursa şu cevap verilir:

Hayır. Çünkü Mekke ile Medine'nin istisnâ edildiğine dair delil vârid olmuştur. Nitekim Ömer b. Şebbe'nin Tarihu Mekke adlı eserinde sahih bir sened ile[40] kaydettiğine göre, Ebu Hureyre Radıyallahu anh Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’den şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Mekke ve Medine'nin herbir deliği meleklerle doldurulmuştur. O bakımdan onlara Deccal de, Tâûn da inemez."

Buhârî'de Fiten bahsinde Enes'den gelen rivayette de şunlar yer almaktadır:

"Böylelikle meleklerin orayı -yani Medine'yi- koruduğunu görürler. O bakımdan inşaallah Deccal de, tâûn da ona yaklaşmayacaktır."

Buradaki "inşaallah" ifadesinin mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. Bunun teberrüken söylendiği belirtilmiştir. Bu durumda girmeyiş Medine'yi (her zaman ve her durumda) kapsar. Bunun Allah'ın iradesine bağlı olduğu anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre tâûnun Medine'ye girmesi mümkün olabilir.[41] Az önce kaydettiğimiz Ebu Hureyre'nin hadisi dolayısıyla birinci açıklama daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

3- Bazı cinler bir insanı saraya düşürebilir ve ona tesir edebilir.

Şöyle ki; kâfir cinlerden bazıları insanın aklına ve bedenine musallat olarak musibetzedenin hareketlerini ve tasarruflarını karıştırır. Kimi zaman cinni sadece insanın bedenine zarar verir, aklına vermez. Bütün bunlar yüce Allah'ın kullarını bir sınamasıdır. Nitekim yüce Allah: "O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere..." (el-Mülk, 67/1) diye buyurmaktadır.

Cinlerden olan bir kimse neden bir insanı saraya düşürür sorusunun cevabına gelince:

Bu ya aşık olmaları, arzulamaları ve şehvetleri dolayısıyla olabilir yahut kimi insanların onlara eziyet vermesine bir ceza ve nefret sonucu olabilir yahut onların birilerinin üzerine küçük abdest bozmak, sıcak su dökmek, birilerini öldürmek gibi, bir insanın kendilerine kasten eziyet vermek istediğini sanmaları sebebiyle olabilir. İsterse insan bunu bilmesin. Cinler arasında ise cahillik ve zulüm vardır. Bundan dolayı insana hakettiğinden daha fazla ceza verebilirler. Bazen bu onların insanların sefihleri türünden kimselere yaptıkları bir kötülük ve bir abes iş de olabilir. Sözü geçen bu iki husus ile ilgili olarak, cinlerin yaptıklarının bir dereceye kadar onlara açıklanması gerekir. Şöyle ki birinci türden olan işler haram olan hayasızlıklar türündendir. Bu husus cinne bildirilir. Ayrıca onlar hakkında Allah'ın bütün cinlere ve insanlara peygamber olarak gönderdiği Rasûlünün hükmüyle hüküm verileceği onlara bildirilir.

İkinci türden olanlara gelince; eğer insan bu hususu biliyor ise, cine bu işin bilinmeyen bir husus olduğunu söyler. Kasten eziyete kalkışmayan bir kimsenin ise cezalandırılmayı haketmesi sözkonusu değildir ve eğer bu işi kendi evinde ve mülkünde yapmış ise, bu evin o insanın mülkü olduğu ve mülkünde caiz olan şekilde tasarruf hakkına sahip olduğu onlara bildirilir ve yine onlara izinlerini almaksızın insanların mülkünde kalma haklarının bulunmadığı söylenir. Bunun yerine onlar, insanların mesken olarak kullanmadıkları harabe yerleri, boşlukları mesken olarak kullanabilirler. Bundan ötürü cinler çoğunlukla harabelerde ve boş yerlerde bulunurlar. Aynı şekilde hamam, bostan, çöplük ve kabristan gibi yerlerde bulunurlar. Şeytanların beraberlerinde bulundukları ve halleri rahmanî olmaktan çok şeytanî olan sapık tasavvuf şeyhleri de şeytanların dağıldıkları yerler olan bu gibi mekânlara çokça giderler.[42]

Acaba sara kötü olan ve olmayan ruhların etkisiyle ortaya çıkar mı, sorusuna şöyle cevap verilmiştir:

İbn Hacer bu hususa şu sözleriyle cevap vermiştir: "Sara cinnin etkisiyle olabilir. Fakat ancak cinlerin kötü ruhlu olanlarından meydana gelir..." Daha sonra da az önce geçen ifadelere yakın bir şekilde saranın sebebini sözkonusu etmektedir.[43]

Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed et-Tayyib b. Ebi'l-Eş'as (vefatı 360 h.)'ın saraya dair bir kitabı da vardır ki, bunu Keşfu'z-Zunun sözkonusu etmektedir.[44]

4- Cinlerden kimilerinin nazarı insanlara değer. Buhârî'nin Tıp bahsinde Um Seleme Radıyallahu anhâ'dan rivayet ettiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onun odasında yüzünde nisbeten değişik renkte bir bölgenin de bulunduğu bir küçük kız görür. Peygamber efendimiz: "Siz bu kıza okutunuz. Çünkü buna nazar değmiştir" diye buyurdu. Hadis ile ilgili olarak İbn Hacer şunları demektedir: "Buradaki "nazar değmiştir" ifadesi ile kastedilenin ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Bunun cinlerin bakışından bir göz değmesi olduğu söylendiği gibi, insanların bakışından bir göz değmesi olduğu da söylenmiştir. Fakat kabul edilmeye daha değer olan, ifadenin bunlardan daha kapsamlı olduğudur."[45]

5- Kimi cinler bir insanı alıp kaçırabilir. Buna delil Malik'in Muvatta'ında, Şafii, Abdu'r-Rezzak, Ebu Ubeyd, Beyhaki ve İbn Ebi Şeybe[46] ile İbn Ebi'd-Dünya'nın rivayet ettiği şu lafızdaki rivayettir: Abdu'r-Rahman b. Ebi Leyla'dan rivayet edildiğine göre, onun kavminden bir adam yatsı namazını arkadaşlarıyla birlikte kılmak üzere evinden çıktı, fakat bulunamadı. Hanımı Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'a gitti ve ona durumu anlattı. Ömer Radıyallahu anh bu hususu kadının yakınlarına sordu. Onlar da onun dediklerini doğruladılar. Ömer Radıyallahu anh ona dört yıl beklemesini emretti. Dört yıl bekledikten sonra Ömer Radıyallahu anh'ın yanına geldi ve ona durumu haber verdi. Bu hali yakınlarına sordu, onlar da onun doğru söylediğini belirttiler. Ömer Radıyallahu anh kadına evlenmesini emretti. Daha sonra onun ilk kocası geldi. Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'ın huzurunda davalaştılar. Ömer dedi ki:

“Sizden herhangi bir kimse uzun bir süre kaybolur da ailesi onun hayatta olup olmadığını bilmezse (ne yapsın)” dedi. Adam:

“Ama benim mazeretim vardı”, deyince,

“mazeretin nedir” diye sordu. Adam dedi ki:

“Ben kavmimle birlikte yatsı namazını kılmak üzere çıktım. Cinler beni esir aldı -ya da bana cinler isabet etti, dedi- uzun bir süre aralarında kaldım. Bunlara mü'min olan cinler gaza etti. Onlarla savaştılar ve onlara karşı zafer kazandılar. Onlardan esir aldılar. Aldıkları esirler arasında ben de vardım. Bana:

“Dinin ne” dediler.

“Ben müslümanım”, dedim. Onlar:

“Sen bizim dinimiz üzeresin, seni esir almamız bize helal olmaz”, dediler. Sonra da beni aralarında kalmak ya da gitmek arasında serbest bıraktılar. Ben de gitmeyi tercih ettim. Geceleyin beni alıp götürdüler. Geceleyin benimle yol yürüyorlardı, gündüzün de fırtınalı bir rüzgarın arkasından gidiyordum. (Ömer):

“Peki ne yiyordun” diye sordu. Adam:

“Bakla ve üzerinde Allah'ın adı anılmadık şeyler”, dedi.

“Ne içiyordun” diye sorunca,

“üstü örtülmemiş şeyler” diye cevap verdi. Katade dedi ki: (Buradaki) el-cedef: üstü örtülmemiş içecekler demektir. (İbn Ebi Leylâ) dedi ki:

“Ömer adamı hanımını almak ile ona verdiği mehri geri almak arasında muhayyer bıraktı.”

İbn Abdi'l-Berr -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- et-Temhid lima fi'l-Muvattai mine'l-Meânî ve'l-Esânîd adlı eserinde bu rivayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bu, Iraklıların rivayeti olarak sahih bir haberdir. Mekkelilerin de meşhur bir rivayetidir..."[47]

6- Müslümana uykuda iken eziyet vermeye gayret etmeleri ve onu korkutmaya çalışmaları. İbn Ebi Şeybe Musannef'inde[48] Kişi geceleyin kalkacak olursa nasıl dua eder? (bahsinde) şu rivayeti zikretmektedir: Bize Abdullah b. Numeyr, Zekeriya b. Ebi Zaide'den anlattı. O Mus'ab b. Yahya b. Ca’de'den dedi ki: Halid b. el-Velid geceleyin korkardı. O kadar ki, beraberinde kılıcı olmadan dışarı çıkmazdı. Bu sebeple herhangi bir kimseye bir zarar vereceğinden korktu. Bu husustan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e şikâyetçi olunca şöyle buyurdu:

“Cebrail’in bana dediğine göre, cinlerden bir ifrit sana kötülük ediyor. Bunun için sen de de ki:

“İyi bir kimsenin de günahkârın da aşamadığı Allah'ın eksiksiz kelimeleri ile semadan inenin ve oraya yükselenin kötülüklerinden, yeryüzünde yayılanların ve oradan çıkanların kötülüklerinden, gece ve gündüzün fitnelerinden, hayır ile gelen müstesnâ, geceleyin gelen herbir şeyin şerrinden sana sığınırım ey Rahmân" diye buyurdu. Halid bu sözleri söyledi ve o korkusu gitti.

7- Müslümanın namazını kesmek gayretleri: Buhârî'nin Sahih'inde Ehadiysu'l-Enbiyâ bölümünde Ebu Hureyre Radıyallahu anh'ın rivayetine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Cinlerden bir ifrit kurtularak benim namazımı kesmek istedi. Allah da ona karşı bana yardımcı oldu, ben de onu alıp yakaladım. Hepinizin onu görmeniz için mescidin direklerinden birisine onu bağlamak istedim. Kardeşim Süleyman'ın: "Rabbim, bana mağfiret buyur ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ver bana!" (Sâd, 38/35) şeklindeki duasını hatırladım ve onu hor ve hakir olarak geri çevirdim."

Peygamber efendimizin: "Cinlerden bir ifrit" buyruğundaki ifrit azgın ve kötü kimse demektir.[49]

8- Kâhinlere ve madrabazlara faydalı olmak amacı ile söz hırsızlama gayretleri: Bunun delili daha önce geçmiş bulunmaktadır. İbn Hacer dedi ki: "Hattabî dedi ki: Bu kâhinler, sınamaların da tanıklık ettiği ve bilindiği üzere zihinleri keskin, nefisleri şerli, tabiatları ateş tabiatında olan bir topluluktur. Bunlar çeşitli meselelerini cinlere götürürler ve çeşitli olaylar hakkında onların görüşlerini sorarlar. Cinler de onlara birtakım kelimeleri telkin ederler."[50]

Yine İbn Hacer diyor ki: "Hattabî dedi ki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in açıkladığına göre kâhinin bazan isabet etmesi, ancak cinninin ona meleklerden hırsızlama yoluyla dinlediği kelimeyi ona bırakmasının bir sonucudur. O da bu doğru kelimeye duyduklarına kıyas ederek birtakım yalanlar ilave eder. Nadir olarak bazan isabet edebilir, hatalı olduğu ise daha çok görülen bir husustur.[51]

9- Kafir cinnin herbir insan ile birlikte bulunması ondan ayrılmayarak, ona her türlü kötülüğü emretmesi: Bunun delili Muslim'in Kıyamet Gününün Nitelikleri bahsinde kaydettiği Abdullah b. Mesud Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine dair rivayettir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

"Aranızdan cinlerden onunla birlikte bulunanın kendisi için görevli kılınmadığı hiçbir kimse yoktur.”

“Sen de mi ey Allah'ın Rasûlü?” diye sordular. Şöyle buyurdu:

“Evet ben de. Şu kadar var ki, Allah ona karşı bana yardımcı oldu ve bunun üzerine o da İslâma girdi. O bakımdan bana sadece hayır emreder."

İmam Ahmed'in Müsned'inde yine İbn Mesud'un rivayetine göre:

"Cinden onunla birlikte bulunacak olan kimse ile onunla beraber meleklerden olacak kimse

 


* BENZER KONULAR

Dinimizin Bizden İstediği Hayat Gönderen: melek
[Bugün, 09:02:39 ÖÖ]


Hidâyetten Sonra Kalblerin Kayması Gönderen: melek
[Bugün, 08:54:05 ÖÖ]


Kalbin Temizliği Gönderen: melek
[Bugün, 08:45:49 ÖÖ]


Peygamberimizin Kadınlara Karşı Muamelesi Gönderen: melek
[Bugün, 08:36:03 ÖÖ]


Allah Rasülü’ne Muhabbetimiz Gönderen: melek
[Bugün, 08:33:38 ÖÖ]


Kendimize ve Ailemize Sahip Çıkalım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:12:49 ÖÖ]


Müslümanlar Kazanımlarını Ne Zaman Kaybederler Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:05:29 ÖÖ]


Savrulsak Da Beraberiz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:41 ÖÖ]


Egemenlik Kimde Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:50:29 ÖÖ]


Yolumuzun Esası Zaruri Olan İle Yetinmektir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:57 ÖÖ]


Vakit İnsanın Sahip Olduğu En Değerli Varlığıdır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:35 ÖÖ]


Engin Titiz - Single Eserleri Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:55:37 ÖS]


Hakan Bayraktar - Albümdışı Ve Single Eserler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:46:16 ÖS]


Salih Kul Olmanın Yolu Kur’ân ve Sünnet’tir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:42:10 ÖÖ]


Ahd ve Ahdin Gereği Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:37:16 ÖÖ]


İman Amel ve Salih Amel Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:29:54 ÖÖ]


Peygamberimizin Ticari Muamelelerle İlgili Tavsiyeleri Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:20:53 ÖÖ]


Sağlık ve Afiyet Nimeti Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:04:27 ÖÖ]


Saadet Asrı Adanmış Hayatlar Gönderen: türkiyem
[Nisan 23, 2024, 08:10:20 ÖÖ]


İhsan ve Tefekkür Gönderen: türkiyem
[Nisan 23, 2024, 08:03:23 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41