Gönderen Konu: RASÛLULLAH S.A.V.’IN ÜMMET’İ ÜZERİNDEKİ HAKLARI  (Okunma sayısı 338 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
RASÛLULLAH S.A.V.’IN ÜMMET’İ ÜZERİNDEKİ HAKLARI
« : Mart 14, 2019, 03:56:47 ÖS »
RASÛLULLAH S.A.V.’IN ÜMMET’İ ÜZERİNDEKİ HAKLARI

RASÛLULLAH S.A.V.’A İMAN

Rasûlullah’a iman İslâm’ın beş esasından biridir[1] ve farzdır. Nitekim âyet-i celîle bunu sarâhaten bildirmiştir:

“(Rasûlüm!) De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın (gönderdiği) elçisiyim. Ondan başka ilâh yoktur. O hem diriltir hem de öldürür. O halde Allah’a iman edin; O’nun ümmî peygamberi olan Rasûlüne de iman edin ki o, Allah’a ve onun sözlerine (kitaplarına) iman eder. Ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”[2]


Bununla beraber Allah rasûlü, risalet zincirinin son halkasıdır, artık yeni bir peygamber gelmeyecektir: “Muhammed, Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.”[3]

Peygambere iman, onun risâletini tasdîk, Allah’tan getirdiklerini kabul etmektir. Kalb ile tasdîk ettikten sonra dil ile de ikrâr etmektir. Bu hakikat bir başka âyette de şöyle dile getirilmiştir: “O halde Allah’a, Rasûlüne ve indirdiğimiz nûra (Kur’ân’a) iman edin.”[4]

Zaten peygamberin gönderilme maksatlarından biri de ona iman edilmesidir: “(Rasûlüm!) Şüphesiz biz seni (bütün insanlara) bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Bu ise: Allah’a ve Rasûlüne iman edip ona yardım etmeniz, ona hürmet etmeniz, sabah akşam (Allah’ı) tesbîh etmeniz içindir.”[5]

Rasûlü tasdîk etmeden iman sahih olmayacağı gibi inkârcıların ahiretteki vebâli de büyük olacaktır:

“Kim Allah’a ve Rasûlüne iman etmezse (bilsin ki) biz, inkâr edenlere alevi çılgın bir ateş hazırladık.”[6] Bu sebeple Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:

“Muhammed (s.a.v.)’in canı, yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki, ister Yahudi olsun ister Hıristiyan olsun bu ümmetten beni(m risâletimi) duyan, sonra da benim kendisiyle gönderildiğim (İslâm dinin)e iman etmeden ölen kimse muhakkak (ebedî) cehennemliklerden olur.”[7]

Ayrıca “Ben, insanlar ‘Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.v.) de O’nun (kulu) ve Rasûlüdür.’ diye şehâdet (iman) edene dek onlarla savaşmakla emrolundum.”[8] diye de buyurarak, insanları imana ve İslâm’a çağırmak gibi kutsî bir gâye ve vazîfeyi üstlendiğini de bizlere haber vermiştir.

“Müminler, ancak Allah’a ve Rasûlüne gönülden iman etmiş kimselerdir.”[9]

RASÛLULLAH (S.A.V.)’A İTAAT

Peygambere imandan hemen sonra ona itaat gelir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve Resûl’e götürün (Kur’ân ve Sünnet ile halledin). Bu (sizin için) hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”[10]

Görüldüğü üzere itaat, her hususta onun getirmiş olduğuna (Kur’ân ve sünnet) göre hareket etmektir. Hatta bu hususta kayıtsız bir teslimiyet göstermektir, aksi halde kişinin imanı da tehlikeye düşer:

“Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan nizalı işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[11]

Sırât-ı müstakîm üzere olmak ve oradan sapmamak; ancak dâimî bir itaat iledir:

“De ki: ‘Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz artık onun üzerine düşen sadece kendisine yüklenilen (vahyi teblîğ ve tebyîn)dir. Sizin üzerinize düşen de, size yüklenilen (itaat vazîfesi)dir. Eğer ona (Rasûle) itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz. Peygamberin üzerine düşen apaçık bir teblîğden başkası değildir.’”[12]

Allah ve Rasûlünün emirlerine boyun eğen ve yasaklarından kaçınan yani Kur’ân ve sünnet yolunda olan ise asla dalâlete düşmez: “Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz: (Bunlardan biri:) Allah’ın Kitabı -Kur’ân-ı Kerîm-; (diğeri ise) peygamberinin sünneti(dir).”[13]

Allah Teâlâ’nın sonsuz rahmetinden isteyen, dünya ve ukbâ nimetlerini arzulayan kimse Allah rasûlüne itaat etmelidir: “Allah’a ve peygambere itaat edin ki merhamete nâil olasınız.”[14] “Kim Allah’a ve Rasûle (cân-ı gönülden) itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebîler, sıdıklar, şehitler ve sâlihlerle beraber olacaklardır. İşte onlar ne güzel arkadaştırlar!”[15]

Ebedî saadet ve kurtuluş ancak itaatle gelir: “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, muhakkak ki en büyük bir başarıya/kurtuluşa ermiş olur.”[16]

Câlib-i dikkattir ki âyât-ı Kur’âniyyede, nerede “Allah’a itaat” zikrolunsa bunun hemen ardından “Rasûle itaat” gelmektedir.[17] Bütün Kitab boyunca bu, bilâistisnâ böyledir. Aksine sadece “Rasûle itaat”in zikrolunup da “Allah’a itaat”e atıf olmayan ayetler mevcuttur.[18] Muâsır ulemâdan, bu hususu izah eden Muhammed Takî Osmânî şunları kaydetmiştir:

“Peygambere itaatin bu denli üzerinde durulmasının sebebi, ‘Allah’a itaat’in ‘peygambere itaat’ olmaksızın gerçekleşmemesidir. Zira Allah Teâlâ, kitabında haber verdiği gibi, taleplerini ulaştırmak için herhangi bir ferde doğrudan hitap etmez:

“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. (Çünkü) O yüceler yücesidir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir.”[19]

Şu halde Allah (c.c) emirlerini sadece peygamberi vasıtasıyla ulaştırmakta ve O’na itaat, peygamber(ler)e itaat olmaksızın gerçekleşememektedir. Öyleyse peygamber bir şey emrettiğinde veya bir şey yasakladığında bunu kendi şahsî yetkisi ile yapmaz; bilakis o bunu Allah’ın elçisi sıfatıyla yapar. Allah bizzat ‘Rasûle itaat’ mevzuunda kesin bir emir verince, dolaylı bir şekilde de olsa, Rasûle itaat hakikatte ‘Allah’a itaat’ olmaktadır. Bu nokta Kur’ân-ı Kerîm’de açık bir şekilde şu ifadeyle ortaya konmuştur: “Kim Rasûle itaat ederse, muhakkak Allah’a itaat etmiş olur.”[20]”[21]

Hal böyle iken peygambere boyun eğmeyip isyan edenin âkıbeti de elbette azâb olacaktır: “Kim (de) Allah’a ve Rasûlüne isyan eder (emirlerini dinlemez ve kabul etmez)se, (muhakkak) ona (ve benzerlerine) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.”[22] Çünkü “Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[23]

Hakiki müminler zaten rahmetin ve kurtuluşun adresini bilen ve daha dünyada iken bu rahmet kapısından geçmiş olanlardır: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları)dır. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte Allah bu kimselere rahmet edecek (bağışlayacak)tır. Şüphesiz Allah mutlak gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[24]

RASÛLULLAH (S.A.V.)’A İTTİBÂ

İttibâ, lügatte ardından gitmek, izini takib etmek, manasındadır.[25] Rasûle ittibâ da onun izinden gidebilmek, sünnetini yaşamaktır. Allah’ı sevdiğini iddia eden Müslüman onun gönderdiği elçiye tâbi olarak onun sünnet-i seniyyesini hayat düstûru edinir: “(Habîbim!) De ki: Eğer siz (gerçekten) Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah (c.c) da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. (Çünkü) Allah çok esirgeyici ve çok bağışlayıcıdır.”[26]

Kişinin Rasûlullah’a olan muhabbeti, ona itaat ve tâbiiyyeti ile tezahür eder. İmam Şafî’den nakledilen şu beyitler bu gerçeği pek güzel ifade etmektedir:

Allah’a isyan ediyorsun ve de ‘O’nu seviyorum.’ diyorsun / Ömrüme yemin olsun ki bu görülmemiş bir kıyastır,

Şayet sevgin sadık olsaydı, ona itaat ederdin / Zira seven, sevdiğine tam bir itaat içerisindedir.

“Ve muhakkak sen, elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”[27] ifadesiyle bizzat Cenâb-ı Hakk tarafından övülen Rasûlullah, en kemâl ahlâkî vasıfları cem’ ederek, getirmiş olduğu Kur’ân-ı Kerîm ile bütünleşmiştir.[28] Bütün insanlık için en güzel örneklik ondadır:

“(Ey iman edenler!) Andolsun ki sizden, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikreden kimseler için Rasûlullah’ta (uyulacak) en güzel bir örnek(lik) vardır.”[29]

Bu itaat ve inkıyâd öyle hassastır ki; hiç kimse peygamberin sünneti-i seniyyesi üzerinde bir ölçü ve hayat tarzı göremez, yoksa belki de farkına varmadan hüsrân çukurlarına yuvarlanır da uyandığında pek geç olur:

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, peygambere yüksek sesle bağırmayın; yoksa amelleriniz boşa gider de siz farkına (bile) varmazsınız.”[30]

O (s.a.v.)’na yapılacak en ufak bir hürmetsizlik dahî gazab-ı ilâhînin davetçisi olur:

“(Ey müminler!) Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”[31]

Zaten sünnete sımsıkı sarılmamızı bildiren de Rasûlullah’tır:

“Benim sünnetime ve Râşid Halîfelerin sünnetine sarılın, bunlara azı dişlerinizle (sımsıkı) sarılın ve (din adına) sonradan ortaya çıkan işlerden uzak durun çünkü sonradan ortaya çıkan her (böyle) iş sapıklıktır.”[32] “Müslümanların arasında çıkabilecek her türlü ihtilâfın kesin çözüm yolu ‘sünnet-i seniyye’ye sarılmaktır.”[33] Ümmetin birliği ve dirliği ancak bu şekilde temin edilebilir.

Zikrolunan âyet-i kerîmeler, değişik ifade ve üsluplarla ‘peygambere tâbi olma’nın mecburiyeti üzerinde güçlü bir vurgu yapmakta ve rasûle iman eden bir kimsenin ona ‘tâbi olmak’la mükellef bulunduğunu göstermektedir. Bunun sebebi açıktır: “Peygamber insanlara, öğrettiği ve teblîğ ettiği hususların pratik bir örneğini ortaya koymak üzere gönderilmiştir. Onun mesajı, şihâhî talimlerle mahdûd değildir. Fiilleri de hayatın doğru yönünü takip etme, öğrenme ve keşfetme çabasında aynı derecede mühimdir.”[34]

“…İşte o (peygamber) onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz/hoş şeyleri helâl, (kendilerince helal saydıkları) pis ve murdar şeyleri de haram kılar. Onlar(ın sırtın)dan ağır yükü ve üzerlerinde olan zincirleri (zor teklifleri) kaldırır. Artık ona iman eden, ona hürmet eden, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte (dünya ve ahirette) kurtuluşa erenler sadece onlardır.”[35]

RASÛLULLAH (S.A.V.)’A MUHABBET

“Üç (güzel) haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa o, imanın tadına varır (imanı kâmil olur): Allah ve Rasûlünü (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek, sevdiği (kardeşi)ni Allah için sevmek, Allah Teâlâ kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”[36]

Hiç şüphe yok ki Rasûlullah’ı sevmek imandandır. Allah Tâlâ’dan sonra en çok sevilmesi gereken odur. Bir Müslüman için onun muhabbetinden habersiz ve mahrum olmak imanına halel getirir. Bu bedîhî hakikat Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilmiştir:

“(Rasûlüm onlara) de ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler; size Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”[37]

Görüldüğü üzere Allah ve rasûlünün sevgisinin üstünde bir sevgi belâların da habercisi ve davetçisidir. O sebeple mümin, peygamberi kendi öz canından da daha çok sever ve sevmelidir de. Efendimiz (s.a.v.) bu hususta, Hz. Ömer’i ve onun şahsında bütün müminleri ikaz ederek: “Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki; beni kendi canından (da) daha çok sevmedikçe gerçek mümin olmazsın.” buyurmuştur.[38]

Zira “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır.”[39] O öyle bir peygamberdir ki, bizim sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir, o bizlere çok düşkündür, müminlere karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.[40]

Ümmetine, onlardan yakın olan ve onların üzerine titreyen bir peygamberin muhabbetiyle yanıp tutuşmamak gerçekten mahrumiyettir.

“Şayet bir kimse; asâletinden yahut cesaretinden yahut yumuşak huyluluğundan yahut ilminden yahut tevâzuundan yahut takvâsından yahut zühd ve verâından yahut aklının mükemmelliğinden yahut kavrayışının üstünlüğünden yahut edebinden yahut güzel ahlâkından yahut güzel konuşmasından yahut hüsn-i muâşeretinden yahut iyilik ve hayırseverliğinden yahut şefkat ve merhametinden yahut da bu gibi üstün vasıflardan dolayı sevil(ebil)iyor ise, bütün bu güzel ahlâkların ve üstün vasıfların kendisinde bir araya geldiği ve bütünleştiği bir kimsenin hali nasıl olur (bir düşünün)? Dikkat ediniz, bu (bahsolunan şahıs) ancak Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz (değil mi)dir! O ki hem maddî hem de manevî olarak en mükemmel sûrette yaratılmıştır…”[41]

Muhabbet hususunda ashâb-ı kirâm Rasûlullah (s.a.v.)’a cân u gönülden bağlanmış kimseler olarak bizlere en güzel misaldirler. Kâinâtın Efendisi için sadece mallarını değil canlarını da vermeye hazırdılar. Öyle ki hiç tereddüt etmeden “Anam-babam sana fedâ olsun Yâ Rasûlallah!”[42] diyerek nefislerinden geçmiştirler. Muhabbetleri o derece idi ki vefâtından sonra peygamber (s.a.v.)’in ismi anılsa yahut onu hatırlatacak bir şey olsa hemen gözleri yaşlarla dolardı.[43]

Bir defasında Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden beni en çok sevenlerden bir kısmı (da) benden sonra gelip ailesi ve malı pahasına beni görmüş olmayı isteyecek kimselerdir.”[44] Bizler de bu nebevî müjdeye nâil olmak isteyen Müslümanlar olarak, bu kutlu zincirin bir halkası olmak için Rasûlullah’ın izinden gitmeli ve onun sünnetini yaşayıp yaşatmalıyız. Çünkü bu dünyada -hasbelkader- komşuluğuyla müşerref olamadıysak da ahirete ona komşu olmanın yolu budur: “Kim benim sünnetimi ihyâ ederse (yaşarsa) beni sevmiş olur. Beni seven de cennette benimle beraber olur.”[45]

“(Kıyamette) kişi sevdiği ile beraber-dir.”[46] Bu sebeple kimi sevdiğimize dikkat etmek mecburiyetindeyiz. Mâzallah, bizim sevip ahbâb olduğumuz kimse Allah katında makbûl değil ise hüsrâna uğrarız. Şayet sevdiğimiz, habîbimiz Allah’ın Rasûlü olur ise ve bu muhabbetin mesûliyyetini yerine getirebilirsek, o zaman ebedî saadete nâil oluruz. İşte bu şuur ve hissiyat ile bir ömür sürmek bizlere de nasîb olsun…

“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl

Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl!”

--------------------------------------------------------------------------------------------------------

 [1]   Buhârî, İman, 2, Tefsîr, 30; Müslim, İman, 21; Tirmizî, İman, 3; Nesâî, İman, 13

[2]   A’râf, 7/158

[3]   Ahzâb, 33/40

[4]   Teğâbün, 64/8

[5]   Fetih, 48/8-9

[6]   Fetih, 48/13

[7]   Müslim, İman, 240; Ahmed b. Hanbel, II, 317, 350

[8]   Buhârî, İman, 17; Müslim, İman, 36; Ebû Dâvûd, Cihâd, 104; Tirmizî, İman, 2; Nesâî, Tahrîmu’d-dem, 1, İman, 15

[9]   Nûr, 24/62

[10] Nisâ, 4/59

[11] Nisâ, 4/65

[12] Nûr, 24/54

[13] Mâlik, Kader, 3

[14] Âl-i İmrân, 3/132

[15] Nisâ, 4/69

[16] Ahzâb, 33/71

[17] Bkz. Âl-i İmrân, 3/32; Mâide, 5/92, Enfâl; 8/1, Muhammed, 47/33; Mücâdele, 58/13; Teğâbün, 64/12

[18] Nûr, 24/56; Nisâ, 4/42, 115

[19] Şûrâ, 42/51

[20] Nisâ, 4/80

[21] Osmânî, Sünnetin Değeri ve Bağlayıcılığı, 22-23

[22] Cin, 72/23

[23] Ahzâb, 33/36

[24] Tevbe, 9/71

[25] Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, 706 (t-b-’a maddesi).

[26] Âl-i İmrân, 3/31

[27] Kalem, 68/4

[28] Müslim, Müsâfirîn, 139; Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 27; Nesâî, Kıyâmu’l-leyl, 2; İbn Mâce, Ahkâm, 14

[29] Ahzâb, 33/21

[30] Hucurât, 49/1-2

[31] Nûr, 24/63

[32]Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlim, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 6

[33] Çakan, Seçme Hadîsler, 69

[34] Osmânî, Sünnetin Değeri ve Bağlayıcılığı, 25

[35] A’râf, 7/157

[36] Buhârî, İman, 9, 14, İkrâh, 1; Müslim, İman, 67, 68

[37] Tevbe, 9/24

[38] Buhârî, Eymân, 3; Ahmed b. Hanbel, IV, 233, 336, V, 293

[39] Ahzâb, 33/6

[40] Bkz. Tevbe, 9/128

[41] Sirâcüddîn, Muhammedü’r-Rasûlullâh, 11

[42] Buhârî, Cenâiz, 3, Savm, 4, 56, Kefâle, 4, Şehâdât, 30, Megâzî, 18, Nikâh, 107, Eşribe, 20, Edeb, 68, Eymân, 3; Müslim, İman, 52, 329, Salât, 221, Mesâcid, 147, 309, Cenâiz, 103, Cihâd, 132, 136, İmâre, 161, Ru’yâ, 17; Ebû Dâvûd, Tahâre, 75, Salât, 11, 125, Harâc, 35, Eymân, 13, Edeb, 20; Tirmizî, Ru’yâ, 10, Tefsîru’l-Kur’ân, 5, 21, De’avât, 46, 131, 144, Menâkıb, 16, 46; Nesâî, Tahâre, 48, İftitâh, 15, Tatbîk, 73, Cenâiz, 11, 103, Sıyâm, 85, İstiâze, 1; İbn Mâce, Salât, 10, Sadakât, 17, Menâsik, 56, Duâ, 9, Zühd, 35 (Burada atfolunanların dışında, bu ifâdenin yer aldığı daha birçok hadîs-i şerif vardır.)

[43] Sirâcüddîn, Muhammedü’r-Rasûlullâh, 602-603

[44] Müslim, Cennet, 12

[45] Tirmizî, İlim, 16

[46] Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165; Ebû Dâvûd, Edeb, 123; Tirmizî, Zühd, 50, De’avât, 105

 


* BENZER KONULAR

Sadaka ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:31:32 ÖÖ]


Bütün Yıl Oruç Tutmuş Sayılmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:27 ÖÖ]


Nikah ve Evlenmek Gönderen: melek
[Dün, 10:49:27 ÖS]


Boşanma Gönderen: melek
[Dün, 10:44:34 ÖS]


Kaç Nefes Kaldı Ömürden Geriye Gönderen: melek
[Dün, 10:28:51 ÖS]


İslam'da Adalet Gönderen: melek
[Dün, 10:18:14 ÖS]


Sahip Çıkmak Gönderen: melek
[Dün, 10:07:38 ÖS]


Günahlardan Sakınmak Salih Amel İşlemek Gönderen: melek
[Dün, 09:52:02 ÖS]


Hüseyin Arı - Single Eserleri Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:52:30 ÖÖ]


Ne İdik Ne Olduk Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:23:51 ÖÖ]


Sen-Ben Yok Biz Var Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:20:52 ÖÖ]


Gerçek Fatih Kendini Fethedendir Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:17:25 ÖÖ]


Hep Umut Taşımalı İmanlı Yürekler Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:10:25 ÖÖ]


Allah'ın Affı Sonsuzdur Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:05:29 ÖÖ]


Hayatı Kul Olarak Yaşamak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:33:19 ÖÖ]


Ölüm Gününüz Doğum Gününüz Olsun Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:15:40 ÖÖ]


Allah’tan Korkmak Her Şeyin Yerine Geçer Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:05:55 ÖÖ]


Şevvâl Ayında Oruç Tutmanın Önemi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:55:33 ÖÖ]


Ramazan Sonrası Yapmamız Gerekenler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:46:43 ÖÖ]


Çevre ve İnsan Gönderen: anadolu
[Nisan 14, 2024, 08:24:54 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41