www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ

FANİDUNYA NET GENEL => ÖLÜM AHİRET KIYAMET => Cennet => Konuyu başlatan: fanidunya - Ocak 12, 2021, 08:21:35 ÖÖ

Başlık: Cennete Layık Olmak İçin
Gönderen: fanidunya - Ocak 12, 2021, 08:21:35 ÖÖ
Cennete Layık Olmak İçin

Enes ibn-i Mâlik radıyallahu anh anlatıyor:

Bir gün Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzurunda oturuyorduk. Sohbetini kesti ve eliyle işaret ederek:

“Şimdi şuradan cennetlik bir adam gelecek.” Buyurdu. Dönüp baktık, sol kolunda nalinleri, sakalından abdest suları damlayan ensardan bir adam çıkageldi. O herkesin tanıdığı, Medine’li bir şahıstı. Doğrusu biz onun ne özelliği olduğunu anlayamadık. Çünkü çok önemli bir hizmet veya amel yaptığını görmemiştik.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ertesi gün yine aynı sözü söyledikten sonra, yine aynı adam çıkageldi. Bunun üzerine sahabenin gençlerinden Abdullah bin Amr bin As radıyallahu anh, bu adamın hangi amelle cenneti kazandığını öğrenmeye karar verdi. Peşine düşerek evine kadar gitti ve:

- Babamla aramızda bir münakaşa geçti. Ben de ‘Üç gün eve girmeyeceğim.’ diye yemin ettim. Bu süre doluncaya kadar sende kalsam olur mu? dedi.

Adam:

- Olur, deyince üç gün onun evinde yatılı misafir oldu. Hz. Abdullah radıyallahu anh, bundan sonrasını şöyle anlatıyor:

“Adamın evinde üç gece kaldım. Uzun uzun gece namazı kıldığını görmedim. Ancak yatağında bir yandan bir yana döndüğünde, sabah namazına kalkıncaya kadar, Allah-u Zülcelâl’i zikrediyor ve tekbir getiriyordu. Adamın hangi amelle cenneti kazandığını sorup öğrenmekten başka çare kalmamıştı. Sonunda kendisine:

- Ey Allah’ın kulu! Babamla aramda herhangi bir dargınlık yoktur. Sana misafir olmamın sebebi, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin senin hakkında üç gün üst üste: ‘Şimdi cennetlik bir adam gelecek.’ Demesidir. Senin evinde kalıp, ameline bakıp aynısını yapmayı arzu ettim. Fakat bu üç gün müddetince, sende fazla bir şey görmedim. Acaba seni, Allah Resulü'nün aleyhisselatu vesselamın müjdesine kavuşturan amel nedir? dedim. Adam:

- Amelim gördüğün gibidir, bundan fazla bir şey yoktur. dedi. Tam yanından ayrılırken, geri çağırarak:

- Amelim gördüğün kadardır, ancak kalbimde, herhangi bir Müslüman'a karşı kötü duygu ve haset taşımıyorum. dedi. Ben de:

- İşte seni cennete layık yapan özellik budur. dedim.” (Hayât’üs-Sahâbe)

Allah-u Zülcelâl yüce kitabında, kullarının kalbine önem verdiğini beyan etmektedir. Pek çok ayette insanların dış görünüşünün veya dillerinin söylediği sözlerin değil kalplerinde samimi inanç ve duygulara değer verildiği bildirilmektedir:

“Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini bilmektedir. Hiç yaratan bilmez mi? O, en gizli işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Mülk; 13-14)

Allah-u Zülcelâl çeşitli ayetlerde, kalplerin verdiği kararlarla ve bir işi yaparken asıl kastettiği niyetle günah veya sevap kazandığını bildiriyor. Mesela, “Allah sizi, (dil alışkanlığı ile,) kasıtsız yaptığınız yeminlerinizden, dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır.” (Bakara; 225) ayetinde, kalplerin niyetine işaret etmektedir. İnsan kasıtsızca ağzından yanlış bir söz veya yemin çıktığında değil, kasıtla, yani birini yanıltmak için yemin ettiğinde günahkâr olmaktadır.

Kalbinde samimi bir iman, Allah korkusu ve Allah sevgisi olan kişi, onun kalbini bildiğini düşünür ve kötü niyet beslemekten hayâ eder. İmanı kemale ermemiş bir insanın kalbi adeta hasta gibidir; nasıl ki hasta insanın gücü takati olmazsa, böyle kalplerin de tam bir idrak ile hakikati kavrayacak nur ve kuvveti yoktur.

Böyle insanların kalpleri iman ile şüphe arasında bocalar durur. Müminlere karşı iyi duygular beslemesi gerektiğini bilir ama zaman zaman da nefsaniyet ağır basarak kalbine husumet duygusu verir.

İnsan çoğu zaman nefsinin fısıldadığı kötü duyguları başkalarına karşı gizler. Ancak Allah-u Zülcelal bazen kulunun kendine çeki düzen vermesini isteyerek ona bir imtihan verir. İşte insan böyle imtihan anlarında kalbindeki kötü hislerle daha fazla baş edemez; o hislerin tesiriyle hareket eder.

Bu sebeple önümüze bir imtihan çıkmadan önce kalplerimizi Allah'ın razı olmadığı hislerden temizlemeliyiz.

Ya Rabbi! Kalbimizi Temizle!

Rabbimiz gönüllerimizi halis kulluğa yakışmayan her türlü kirden arındıracak ve nefsin bulaştırdığı hastalıkları tedavi edecek çareler göstermiştir.

Ayet-i kerimede Rabbimiz, Peygamberiyle gönderdiği din hakkında: “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüller derdine bir şifa, müminlere bir hidayet ve rahmet geldi.” (Yunus, 57) buyurmaktadır.

Kalp diri olduğu müddetçe insanı felakete karşı uyarır. Mesela kişinin nefsi veya çevresi onu günaha sürüklerse kalp huzursuz olur. Bazı kişiler, günahlar içinde oldukları halde kalben hiçbir rahatsızlık duymazlar ve bunu kalp temizliği zannederler. Mesela, “Ben ibadet etmiyorum ama kalbim temiz,” derler. Hâlbuki insan kendi kalbinin temiz olup olmadığını bilemez.

Allah-u Zülcelâl, İslam dinine girenlere şöyle dua etmelerini bildiriyordu: “Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: ‘Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr; 10)

Bu ayette görüyoruz ki, bir Mümin, şeytanın ve nefsin dürtüklemesiyle Müslüman kardeşine karşı husumet duyabilir. Ama hakiki mümin bunları inkâr etmek yerine bunlardan kurtulmak için Allah'a yalvarır, yardımını ister. Çünkü insan kendi nefsine karşı Rabbinin yardımına muhtaçtır.

İslam dini, insanın kalbini kötü duygulardan temizlemeyi hedefler. Bunun için de kardeşlik duygularını pekiştiren, yardımlaşma, infak etme ve birbirinin derdiyle dertlenme gibi güzel hareketleri teşvik eder. Bu amellerle kalplerdeki kıskançlık ve nefreti tedavi eden dinimiz, aynı zamanda kötü duyguları tahrik eden gıybet, laf taşıma gibi günahlardan da sakındırır. Hepsinden önemlisi dinimiz bize dünyaya aşırı önem vermemeyi, dünya makamı ve menfaati için kimseyle çekişmemeyi öğütler.

Kalplerin Pası, Dünya Sevgisi

Her insan dünyevi kazançlara sevinir, kayıplara üzülür ama dünyanın geçici olduğunu, her şeyin bir imtihan olduğuna samimiyetle inanan kişinin bu konulardaki duyguları çok şiddetli ve kalıcı olmaz.

Ama bu dünyadan başka arzu ettiği hiçbir şey olmayan kişi dünyalık başarılarla aşırı derecede şımarır, kayıplar sebebiyle de aşırı derecede karamsarlığa kapılır.

Kalpteki iman ve dünya görüşü, insanın duygularını etkiler. Mesela insanın kalbindeki en temel duygu, Allah sevgisi olursa hiçbir şeyi layık olduğundan fazla bir beklentiyle sevmez; sadece Allah için sever. Bu durumda da hiçbir şey için başkalarına düşmanlık beslemeye gerek duymaz.

Tam tersine, dünyayı çok sevmek de insanın kalbindeki imanı olumsuz yönde etkiler. Mesela insan dünya lezzetlerini çok sevdikçe, onlara bağlandıkça Allah'ın koyduğu sınırlardan hoşlanmaz, onlara fazla dikkat etmez. Allah'ın sınırlarını çiğneyip günaha girdikçe de kalbi günah kirleriyle paslanır.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Mümin bir günah işlediği vakit kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer kendini günahtan alıkoyar, istiğfar ve tevbe ederse kalp parlar. Ama tevbe etmez, günaha devam ederse o siyahlık artar ve sonunda kalbi tamamen kaplar.

İşte bu, Allah Teâlâ’nın: ‘Hayır, öyle değil; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp köreltmiştir.’ (Mutaffifîn, 14) ayetinde anlatılan, kalbin paslanması ve günahla örtülmesidir.” (Tirmizi, Tefsir 74) buyurmuştur.

İnsanın kalbi günahlarla kaplandıkça hastalanır. Hasta kalbin özelliği, Allah'a ve Allah'a çağıranlara karşı şüphe ve kuruntu içinde olması, nefsine uygun gelmeyen şeyler sebebiyle karanlık hisler beslemesidir.

Bu karanlık duygular gitgide kalbi katılaştırır ve sonunda kalp taştan da katı, duyarsız bir hale gelir. Artık kalp ölü bir hale geldiği için kişi Rabbine ve Rabbine çağıran davetçilere karşı güven ve sevgi duymaz. Allah'ın mahlûkatına karşı da duygusuz ve anlayışsızdır.

Peygamber efendimiz böyle kişiler için şöyle buyuruyor: “Cehennemlikleri haber vereyim mi? Onlar kaba, katı kalpli, insanlara iyiliği dokunmayan ve kibirli kimselerdir.” (Buhari, Tefsir, 68)

Allah'a tam bir iman ve samimi muhabbet sayesinde kalpleri şifa bulmuş müminlerin kalpleri ise duyarlıdır, anlayışlıdır: “Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal; 2)

Kalbin Cilası

Kalbi Allah'a karşı muhabbetle dolu olan kişi, Rabbinin sevgisini kaybettirecek his ve davranışlardan sakınır. Kalbi temiz olarak tutmanın en güzel yolu, takvadır. Bizler takvayı daha çok uzuvlarımızı günahlardan alıkoymak olarak biliriz. Hâlbuki uzuvları günahlardan korumanın yolu kalbimizde bencilce arzular ve kötü duygular beslememektir. Peygamber efendimiz de buna işaretle, “…takva buradadır,” buyurarak, eliyle kalbini göstermiştir. (Buhârî, İman 39; Müslim, Müsakat 107)

Bilhassa Allah'a iyi bir kul olmak ve onun katında yüksek derecelere erişmek isteyenler, kalplerini en ufak bir çirkin duygudan bile korumalıdır.

Peygamberin hanımlarına yabancılarla konuşurken sesinin tonunu ve kelimeleri bile ölçüp biçmeyi emreden bir ayette: “Bu hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir. (Ahzâb/33: 53) buyrulduğunu görüyoruz. Demek ki kalp temizliğinin yolu, onu kirletecek unsurlara karşı her an korunmaktır.

Elbette bizler bu derece korunabilen insanlar değiliz, hatadan uzak olamıyoruz. Çare, geciktirmeden tevbe etmek, temizleyici amellere ve muhabbetlere sarılmak. Nitekim ayet-i kerimede "Şübhe yok ki, Allah, tevbe edenleri de, (maddî - mânevî kirlerden) temizlenenleri de sever..." (Bakara, 222) buyrularak tevbe ile temizliğin birbiri ardınca anılması buna işaret olmalıdır.

İnsan Allah'a karşı gafil olduğu zaman nefsanî tarafı galip gelir ve kalbini kendi süfli arzularıyla meşgul eder. Bundan sakınmak için kalbi diri tutan manevi çalışmaları aksatmamalıdır.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu duruma işaretle, “Muhakkak şu kalpler, demirin paslandığı gibi paslanır. Onu cilası Kur’an okumak ve ölümü hatırlamaktır.” (Beyhaki, Şuabü'l-iman, II, 353) buyurmaktadır.

Hayrünnisa Yılmaz.