Gönderen Konu: Hadislerle Hz. Peygamber'in Ahlakı  (Okunma sayısı 271 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Hadislerle Hz. Peygamber'in Ahlakı
« : Nisan 25, 2020, 09:21:16 ÖÖ »
Hadislerle Hz. Peygamber'in Ahlakı

Hz. Muhammed (a.s.), doğusundan itibaren Allah’ın emrini almak için adeta hazırlanıyordu. Doğmadan önce babasının, küçük yaşta da annesinin vefat etmesiyle birlikte yetim kalınca, kendisinde filizlenen ahlâkî duyarlılık; ailevî ve toplumsal birliğin kıymeti hususunda tüm hayatını etkileyecek hassasiyetlere dönüşecekti. Gençliğinde hassas, duyarlı, diğergam; ama içine dönük, çekingen olan Hz. Muhammed bu duyarlılık ile çekingenliğin uzlaşma noktasını arıyordu.

O, el-Emin idi; Hz. Hatice de bundan etkilenip, ona evlenme teklif etmişti. Evlenmişler, çocuk sahibi de olmuşlardı. Ne yazık ki daha sonra bazı çocukları vefat etmiş ve o, böylece evlat açısını da tatmıştı. Ticaret ile uğraşıyordu; ancak, ticaret hayatında ne gibi hilelerin döndüğünü görmekte gecikmedi. Her şeyin madde etrafında döndüğü Mekke toplumunun ahlakî sorunlarını idrak için illa doğrudan vahiy gelmesi gerekmiyordu; Allah’ın ona bahşettiği hassasiyet onu bir ahlâkli insan yapmıştı. Diğer yandan hem Mekke toplumu, hem de ticaret için gittiği yerler gördükleri ona ters geliyordu. Mekke toplumu tuhaf şeyleri tanrı ediniyordu. Tek Tanrıya sahip olduğunu söyleyen dinler ise hem Tanrıyı parçalamışlardı hem de toplumu...

O, peygamber olmadan önce de bunun farkındaydı. Ticareti bırakacaktı, bıraktı da. Düşüncelere dalacaktı; bu evrenin “tek gayeli” bir yaratıcısı olmalıydı; insanların da “tek ve gayeli” olması gerekiyordu. Bunu biliyordu. Ancak ne bu bilgisinden emindi, ne de bu sorunun çözümünden... Belki “ahlâkî sezgisi”, yapılacakları hedefler olarak kendisine idrak ettirmişti; ancak bütün tefekkür ve gayretleri onu sadece biraz daha “kişisel olgunlaşmaya” götürüyor, ancak toplumsal bir ıslahat hareketi oluşturamıyordu.

Otuz beş yaşından itibaren Hira’ya gidip gelmeye başladı. Allah’ın birliğinin tahrifi, siyasî buhranlar, cinsiyetler arası eşitsizlik ve ahlaksızlıklar onu üzüyor, ne yapacağını bilemiyordu. İşte Allah bu halde iken, bir melek vasıtasıyla onun bilincini ve kalbini genişletti. O, kutsal âlem ile doğrudan irtibat kurmuştu. Böylece ağır bir sorumluluk ile tebliğ yükünü yüklenmişti. Bundan böyle o Kur’anı okuyor, insanlara onun istediği davranışları bizzat kendisi yaşayarak gösteriyordu. Sûreti kadar sîreti de güzeldi; zira onun ahlâki artık Kur’an olmuştu.

Yüce bir ahlâk üzere olan Peygamber, kendi ifadesiyle güzel ahlâki tamamlamak için gönderilmişti. Örnek olarak sunduğu hayat tarzı ise onun sünnetini oluşturuyordu. İnsanlık, artık iyi ile doğruyu, güzel ile çirkini onun penceresinden bakarak daha berrak görme şansına sahipti. O, örnek davranışlarıyla vahşi bir dünyadan medenî bir dünya kurmuş, zulüm ve ahlâksizlıklarla dolu bir toplumdan “asr-ı saadet”e damgasını vuran altın nesiller yetiştirmişti.

Yeniden buhranlarla kıvranan günümüz dünyasında ise, onun ahlâkına ve “sünnet”ine dün olduğundan çok daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır. Onun ahlâki, hakkı arayan ya da İşlâm’i gerçek biçimde yaşamak isteyen insanlara en kıymetli bir rehber durumundadır.

“Hadislerle Hz. Peygamber”, Resûlullah (a.ş.)’in yüce ahlâkından bir demet sunmak amacıyla Yrd. Doç. Dr. Mustafa Karataş tarafından Sahih hadis kaynaklarından seçilerek hazırlanmıştır. Bu bilgiler Resûlullah’ı çok daha yakından tanımaya ve onun ahlâkıyla ahlâklanmaya yardımcı olacaktır.


1. RESÛLULLAH’IN SEMAİLİ

Yüce bir ahlâk üzere olan Peygamber, buhranlar ve vahşet içerisinde kıvranan insanlığa kendi ifadesiyle güzel ahlâki tamamlamak için gönderilmişti. O, örnek davranışlarıyla vahşi bir dünyadan medenî bir dünya kurmuş, zulüm ve ahlâksizlıklarla dolu bir toplumdan “asr-ı saadet”e damgasını vuran altın nesiller yetiştirmiştir. Onun sireti gibi sûreti de güzeldir.

Sünen-i Tirmizî’nin Menâkib bölümünün 19. bahsinde yer alan bilgilere göre, Hz. Ali (r.a.) Sevgili Peygamberimizin semâilini şöyle anlatmaktadır:

Resûlullah (s.a.v.) ne son derece uzun ne de son derece kısaydı, o orta boyluydu. Saçları, tam düz olmayıp, biraz kıvrımlıydı. Şişman olmadığı gibi yüzü tamamen yuvarlak da değildi, ve rengi kırmızıya çalan beyazdı. Gözleri kara, kirpikleri uzundu. Mafsal kemikleri ve omuzlarının arası iriydi. Avuçları ve ayakları dolgundu. Yürüdüğü vakit, yamaçta yürüyormuş gibi sert adımlar atardı. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu, arasında Peygamberlik mührü vardı; zira o, Peygamberlerin sonuncusuydu. Gönlü cömert ve aksanı en düzgün kişiydi. Gayet yumuşak tabiatlı, muaşereti de soylu idi. Ansızın gören ondan çekinir, fakat tanıdıkça onu daha çok severdi. Kendisini tanımlayan kimse, “Ne ondan önce ne de ondan sonra asla bir benzerini görmedim” derdi.
Şüphesiz bizlerin ve günümüz insanının ondan öğreneceği çok yüce ahlakî değerler bulunmaktadır.

2.TEMİZLİK

Allah Resûlu, temizlik ve sağlığa son derece önem verirdi. Temizlik imanın yarısıdır buyurur, temiz olmayanlarla konuşmak bile istemezdi. Yamalıklı elbise giyer ancak kirli ve yırtık elbise asla giymezdi. Bir gün kendisine eli yüzü kirli, tırnakları uzamış biri gelip ahirete ve gayba ait sorular sorduğunda, ona, önce git şu tırnaklarını kes, sonra gel sorunu sor buyurmuştu. Sevgili Peygamberimiz, kendisine gelen ziyaretçilerin huzuruna çıkmadan önce saçlarını tarar, aynaya bakardı. Hatta bir gün ayna bulamayınca şu dolu bir taşa bakmış saçlarını öyle düzeltmişti. Yemeklerden sonra hemen ellerini ve ağzını yıkar, dişlerini fırçalardı. Diğer insanlara da ısrarla dış temizliğini tavsiye ederdi.

Bu konuda Sahih-i Buhârî adli eserin Savm bölümünün 27. bahsinde şöyle anlatılmaktadır:
Ebû Hüreyre (r.a.) Resûlullah (a.ş.)’in şöyle buyurduğunu haber vermektedir: “Şayet ümmetime zor geleceğinden endişe etmeseydim, her abdest alışlarında onlara misvak kullanmalarını/dişlerini fırçalamalarını emrederdim”

3. NEZAKET

Allah Resûlu (s.a.v), hizmetindekilere asla kızmazdı Ayrıca Hanımlarına ve çocuklarına karşı da gayet kibar ve nazikti; onlara hiçbir zaman bir tokat bile vurmamıştır. Sevgili Peygamberimizin yanında olan bir kimse Onun yanında olmaktan pişman olmamış aksine mutlu olmuştur.

Bu konuda Sünen-i Ebî Dâvûd’un “Edeb” bölümünün 1. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatmaktadır: Resûlullah (a.ş.), insanların en güzel huylusu idi. Bir gün beni ihtiyaçtan ötürü bir yere göndermişti. Ben de aslında onun emrettiği yere gitmeye niyetli olduğum halde çocukluk hali, ‘gitmeyeceğim’ diyerek evden çıktım. Sokakta oynayan çocukların yanına gittim. Tam o sırada Resûlullah (a.ş.) arkamdan ensemi tuttu. Dönüp baktığımda bana gülümseyerek, “Ey Enescik söylediğim yere gittin mi?’ dedi. Bunun üzerine ben de, ‘Evet Ya Resûlallah! şimdi gidiyorum’ dedim. Enes sözlerine şöyle devam etmektedir: Allah’a yemin olsun ki, Resûlullah (a.ş.)’a dokuz sene (başka bir rivayette on sene) hizmet ettim, bu süre zarfında yaptığım bir işten dolayı bir gün olsun bana ‘neden böyle yaptın’; veya yapmadığım bir işten dolayı da ‘neden böyle yapmadın’? diye sormamıştır.

4. ÇOCUK SEVGİSİ

Allah Resûlu çok merhametliydi, o bu duygusunu merhamet etmeyene merhamet edilmez sözüyle ifade etmiştir. Sevgili Peygamberimiz çocukların ağlamasına hiç dayanamazdı. Bir gün mescidde namaz kıldırırken bir çocuğun ağlaması üzerine annesi sıkıntı çekmesin diye namazı daha erken bitirmişti. Torunlarını da çok severdi. Namaz da bile çocukların mesciddeki davranışlarına kızmaz, aksine onların gönlünü yapardı. Onları öper, başlarını okşar, hatta bazan onlarla oynardı.

Bu konuyla ilgili olarak Sahih-i Buhâri’nin “Büyû” bölümünün 49. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resulullah (a.ş.), bir gün evinden çıkarak benimle birlikte Benû Kaynuka çarşısına gelinceye kadar hiç konuşmadan yürüdü. Sonra oradan da Hz. Fatima’nın (r.a) evinin önüne geldi ve, “Küçük! orada mısın, küçük! orada mısın?” diyerek, torunu Hasan’ı çağırdı. Hz. Fatima çocuğu hemen göndermemişti. Sanırım o arada çocuğun üzerini giydirmiş, yahut banyo yaptırmıştı. Sonra çocuk koşarak geldi. Resûlullah (s.a.v.) torunu Hasan’ı kucakladı, öptü, okşadı ve sonra: “Allahım sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev!” diye duâ buyurdu.

5. CÖMERTLİK

Allah Resûlu (s.a.v.), son derece cömertti. Kendisinden bir şey isteyeni asla boş çevirmezdi. Bu konuda Sevgili Peygamberimizin hayatında bir çok örnek bulunmaktadır.

Sünen-i İbn Mâce’nin, “Libâs” bölümünün 1. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Sehl b. Sa’d eş-Sâidî anlatıyor: Bir kadın Resûlullah (a.ş.)’a bir hırka getirmişti. Allah Resûlu, “Bu kadifeden hırka da nedir?” diye sordu. Kadın: Ya Resûlallah! Sizin giymeniz için onu kendi ellerimle dokudum buyurun dedi. Esasen Resûlullah (a.ş.) efendimizin böyle bir hırkaya ihtiyacı da vardı, onu aldı. Ardından o hırkayı giyinmiş olarak namaz kılmak için mescide çıktı. Adamın biri Yâ Resûlallah! Bu giymiş olduğunuz hırka ne kadar da güzel! diye seslendi.
Allah Resûlu (a.ş.); “Evet öyledir” buyurdu. Odasına girdiğinde hırkayı katlayıp o adama gönderdi. Orada bulunan insanlar adama çıkışarak, ‘Vallahi, sen iyi bir şey yapmadın. Resûlullah’ın bu hırkaya ihtiyacı vardı. Allah Resûlunun kendisinden bir şey isteyen kişiyi boş çevirmediğini sen de biliyorsun’ dediler. Bunun üzerine adam şöyle dedi: ‘Allah’a yemin olsun ki, ben bunu sadece giymek için almadım, kefenim olsun diye aldım’. Sehl diyor ki: o zat olduğu gün, o elbise kendisine kefen olmuştu.

6. MERHAMET

Allah Resûlu (s.a.v.), Duygu yüklüydü, o bir rahmet peygamberiydi. Bazen göz yaşlarını tutamaz ağlardı. Sevgili peygamberimiz gayet yumuşak kalpliydi.

Bu konuda Sünen-i Dârimî’nin, “Mukaddime” bölümünün 2. bahsinde zikredilen olay çok etkileyicidir.

el-Vadîn isimli bir zat anlatıyor: Bir adam Resûlullah (a.ş.)’a geldi ve şunları aktardı: ‘Yâ Resûlalllah! Biz cahiliye ehlinden iken putlara tapar, çocuklarımızı öldürürdük. Benim bir kız çocuğum vardı. Ona seslendiğim zaman sevinçle yanıma gelir neşelenirdi. Yine bir gün yanıma çağırdım, o da geldi. Evimin yakınında kendimize ait bir kuyu vardı, oraya götürdüm ve kızımı kendi elimle kuyuya attım... Yavrucağızım benim ardımdan babacığım! babacığım! diye bağırıyordu... Allah Resûlu bu olayı dinlerken ağlıyordu; o kadar çok ağlıyordu ki, gözünden yaşlar boşanıyordu. Resûlullah’ın arkadaşları o adama, ‘Allah Resûlunu üzüyorsun’ dediler. Resûlullah: “Bırakın bu adam önemli bir şey soruyor” dedi. Sonra o şahsa dönerek, “Şu olayı bana bir daha anlat” buyurdu. Adam aynı olayı tekrar anlattı. Resûlullah (a.ş.)’in göz yaşları güzelim sakalını ıslatiyordu. Sonra adama şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah, senin kafir iken yaptıklarını silmiştir. Şimdi artık her şeye yeniden başla.”

7. HAYVAN HAKLARI

Allah Resûlu (s.a.v.), hayvanlara karşı gayet merhametliydi. bir köpeği suladığından ötürü günahkar bir kimsenin affedildiğini, bir kediyi hapsederek açlıktan ölmesine sebep olan bir kadının da cehennemlik olduğunu haber vermiştir.

Sünen-i Ebî Dâvud’un, “Cihad” bölümünün 44. bahsinde zikredilen su olay, sevgili Peygamberimizin hayvan hakları konusunda ne derece hassas olduğunu gözler önüne sermektedir:

Abdullah b. Cafer (r.a.) anlatıyor: Bir gün Resûlullah (a.ş.) beni hayvanının terkişine almıştı. Enşardan birinin bahçe duvarının yanına geldik. Orada bir deve duruyordu. Resûlullah (a.ş.) devenin inlediğini duydu. Bunun üzerine devenin yanına gitti ve gözlerinin yaşla dolmuş olduğunu görünce hayvanın başını okşadı. Devenin iniltisi kesilmişti. Allah Resûlu; “Bu devenin sahibi kim, bu deve kimin?” diye sordu. Enşardan bir genç gelerek, benimdir Yâ Resûlallah! diye cevap verdi. Resûlullah; “Allah’ın sana bahşettiği bu hayvan hakkında Allah’tan korkmaz mısın, bak o bana seni şikayet ediyor; sen onu aç bırakıp ona eziyet ediyormuşsun’ buyurdu.”

Tabi ki, Hayvanın dili yoktu. Ancak onun halinden ıstırabı anlaşılıyordu. Dolayısıyla Allah Resûlu (a.ş.) hayvanın sahibine yaptığı yanlısı bu şekilde anlatmak istemiştir.

8. ZUHD HAYATI

Allah Resûlu (s.a.v) sade bir hayat yaşadı, lüksü hiç sevmedi.

Resûlullah (a.ş.) bir gün hasır üzerinde uyudu. Kalktığı zaman hasır onun vücudunda iz bırakmıştı. O kendisine ev eşyası alınmasını teklif edenlere “Benim dünya (rahatlığı) ile isim yok. Dünyada ben bir ağacın altında gölgelenen ve sonra oradan ayrılıp giden bir yolcu gibiyim.” derdi. Doyasıya buğday ekmeği bile yememiş olan Sevgili Peygamberimizin bazen aç kaldığı bile oluyordu.

Bu konuda Şahîh-i Müslim’in “Esribe” bölümünün 140. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Bir gece Resûlullah (a.ş.) evinden dışarı çıktığında Ebû Bekir ve Ömer (r.a. ) ile karşılaştı. Onlara, “Bu saatte neden evinizden çıktınız?” diye sordu. “Açlıktan Yâ Resûlallah” dediler. Hz. Peygamber: “Allah’a yemin olsun ki, sizi çıkaran sebep beni de evimden çıkardı, o halde benimle gelin”, buyurdu. Birlikte Enşardan bir zatın evine gittiler, ancak adam evde yoktu. Evin hanımı onları görünce “Hoş geldiniz safa getirdiniz buyurun”, dedi.

Resûlullah (a.ş.), evin beyini sordu, kadın, “Bize tatlı ve soğuk su getirmek için çıkmıştı neredeyse gelir” derken ev sahibi gelmişti; karşısında Hz. Peygamberi ve onun iki güzide arkadaşını görünce, “Sana şükürler olsun Allahım! bu ne şeref! en kıymetli misafirler evime gelmiş”, diyerek sevincini beyan etti.

Hemen gidip salkımlarıyla hem kuru hem yaş hurma getirdi. Buyurun siz bunları yiyin dedi ve eline bir bıçak alıp odadan çıkmak isterken Allah Resûlu, (adamın niyetini anladı) “Sakin ha şağılan hayvan kesmeyesin” buyurdu. Adam bir koyun kesti (pişirip misafirlerine ikram etti) o etten ve hurmalardan yediler, getirdiği sudan da içtiler; karınları doyunca Allah Resûlu, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e şunları söyledi: “Allah’a yemin olsun ki, evinizden çıkaran açlık sebebiyle de olsa, size ikram edilen bu nimetlerden bile kıyamet günü sorguya çekileceksiniz.”

9. ADALET

Allah Resûlu (s.a.v) adaletten asla ayrılmadı. Hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapmadı. Sevgili Peygamberimiz kanun önünde insanlar arasında eşit davrandı.

Bakınız! Bu konuda Şahîh-i Buhârî’nin “Ehâdîşu’l-Enbiya” bölümünün 54. bahsinde yer alan şu olay çok muhteşemdir.

Allah’ın elçisi evrensel bir prensip ortaya koymaktadır.

Âişe (r.a.) anlatıyor: Küreys’in ileri gelenlerinden Fâtimeyi Mahzûme isminde bir kadın hırsızlık yapmıştı. İnsanlar, “Bunu Resûlullah’a affettirmek için kim aracı olacak?!, olsa olsa Peygamberin gözbebeği Uşame b. Zeyd olur”, diyerek Hz. Peygamberin azatlı kölesi Zeyd’in oğlu Uşame’den aracı olmasını istediler. O da Resûlullah’a durumu arz etti.

Bunun üzerine Allah Resûlu; “Sen bana Allah’ın koyduğu bir cezayı affetmem için mi aracı oluyorsun!?” diyerek kalktı ve insanlara şöyle hitap etti: “Sizden önceki milletler şu yüzden helak olmuşlardı; onların soylu ve zenginleri bir suç işlediklerinde onu affettiler, onların zayıfları suç işlediğinde ise hemen cezasını verdiler. Allah’a yemin olsun ki, şayet bu suçu Muhammed’in kızı Fatima da işlemiş olsaydı, ona da cezasını verirdim.”

10. DEVLET MALİ

Allah Resûlu (s.a.v.), kendisi ve yakınları için devlet malını kullanmaktan sakınırdı. Kendisi sadaka kabul etmediği gibi ailesine de sadaka malından yemeyi yasaklamıştı. Nitekim torunu Hasan sadaka hurmalarından birini aldığında onu elinden attırmıştı.

Bu konuda Şahîh-i Buhârî’nin “Deavât” bölümünün 11. bahsinde şunlar anlatılmaktadır:

Sevgili Peygamberimizin kızı Hz. Fatima (r.a)’nin un öğütmek için değirmen çevirmekten elleri şişmişti. Fatima beyi Hz. Ali’ye durumunu anlattı ve babasının başkalarına esirler arasından hizmetçi verdiği gibi kendilerine de bir hizmetçi vermesini söyledi. Hz. Ali, Fâtimaya bunu babsina kendisinin söylemesini teklif etti. Bunun üzerine Fatima Resûlullah’ın evine gitti, ancak onu bulamadı. Sorununu Hz. Âişe’ye anlattı (ve geri döndü). Allah Resûlu eve geldiğinde Hz. Âişe, Fatima’nın anlattıklarını Peygambere arzetti. Olayın devamını Hz. Fatima şöyle anlatıyor: Daha sonra biz evde yatıyorduk ki, Allah Resûlu yanımıza girdi. ben yataktan kalkmak istedim. Babam (Hz. Peygamber) kalkma! Buyurdu. Gelip yatağımıza oturdu, öyle ki, onun ayağının soğukluğunu bile hissettim. Buyurdu ki: “Size hizmetçiden daha hayırlı bir şey söyleyeyim mi, yatağınıza girdiğinizde, 33 Allahuekber, 33 Şubhanallah 33 Elhamdülillah, deyiniz, bu sizin için hizmetçiden daha hayırlıdır.”

Görüldüğü gibi Allah Resûlu, devletin malını kendi çocuklarına vermeyerek eşsiz bir yönetim anlayışı ortaya koymuştur.

11. AİLE İLİŞKİLERİ

Allah Resûlu (s.a.v.) dargın eşleri barıştırır, aileler arasındaki geçimsizliklere çözüm bulmaya çalışırdı. Sevgili Peygamberimiz, damadı Hz. Ali ile kızı Fatima (r.a.) arasında geçen bir olayda da gönüllerini almıştı

Nitekim Şahîh-i Buhârî’nin, “Salât” bölümünün 58. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Sehl b. Sa’d (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (a.ş.) kızı Fâtima’nın evine teşrif etti ancak (damadı) Ali’yi orada bulamadı.
- Ali nerede? Diye sordu. Fâtima:

- Aramızda bir tartışma olmuştu. Darıldık. O da öğle uykusunu benim yanımda uyumadan çıktı gitti, dedi. Resûlullah orada bulunan bir adama,

- Git bak! nerede? Buyurdu. O adam geldi ve:

- Yâ Resûlallah! Mescidde uyuyor, dedi. Allah Resûlu mescide girdi; baktı ki, Hz. Ali, elbisesi sıyrılmış bir vaziyette yatmış, üstü başı toprak olmuştu. Resûlullah (a.ş.) bir yandan Hz. Ali’nin tozlarını siliyor, bir yandan da topraklanmış adam anlamında,

- Kalk Ey Ebû Turâb! Kalk Ey Ebu Türâb! Diyordu.

12. CESARET

Allah Resûlu (s.a.v.) çok cesurdu, Sevgili Peygamberimiz, bir gece Medine yakınlarında duyulan bir gürültünün sebebini anlamak için karanlıkta atina atlayıp gidip bakmış ve önemli bir şey olmadığını insanlara gelip haber vermişti.

O, yirmiye yakın gazaya katılmış, askerin dağıldığı zamanlarda dahi asla korkuya kapılmamıştır. Sevgili peygamberimizin hayatında onun üstün cesaretini belgeleyen birçok olay bulunmaktadır.

Bu konuda Şahîh-i Buhârî’nin, “Megâzı” bölümünün 32. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Câbir (r.a.) anlatıyor: Kendisi Resûlullah (a.ş.)’la birlikte Necid tarafına bir gâzaya çıkmıştı. Resûlullah (a.ş.)’in dönüşünde, kendisi de onunla birlikte dönmüştü. Dönüşte ağaçlık bir vadide Resûlullah (a.ş.) mücahidlere istirahat verdi. Gâziler ağaç altlarında gölgelenmek için etrafa dağılmışlardı. Resûlullah (a.ş.) da bir ağaç altına inmiş kılıcını da ağaca asmıştı. Câbir diyor ki, biraz uyumuştuk fakat az sonra Resûlullah’ın bizi çağırdığını duyduk. Yanına geldiğimizde bir de ne görelim! müşriklerden bir bedevî Arap Resulullah’ın yanında oturuyor. Bunun üzerine Allah Resûlu bize şunları anlattı:

“Şu Bedevî Arap ben uyurken yanıma gelmiş, kılıcımı alarak kınından çekmiş. Bu sırada hemen uyandım. Kılıç kınından sıyrılmış olarak bana,

- Şimdi benim elimden seni kim kurtaracak! dedi, ben de:

- Allah kurtarır dedim, bakın işte şurada oturan adam odur. (Allah Resûlunun sözü üzerine Adamın elinden kılıç düşmüş, Resûlullah (a.ş.) adamı esir almıştı).

Câbir diyor ki, Allah Resûlu o adama ceza vermemişti.

13. DUA ve ZİKİR

Allah Resûlu (s.a.v.), her fırsatta Allah’ın adını anar, boş konuşmaz, daima Allah’ı anardı. Herhangi bir işe başlarken mutlaka besmele çeker, besmelesiz başlanan iş ebterdir, yani bereketsizdir buyururdu. Sevgili Peygamberimiz her vesileyle Allah’a dua ederdi. Adeta duasız bir anı yok gibiydi. Bir işe başlarken besmele çeker, yatağına yatarken yatarken, uyanırken, bir yere girerken bir yerden çıkarken, bineğine binerken, yemek yerken, şu içerken kısaca hayatın her safhasında düâyi eksik etmezdi. Gelmiş geçmiş bütün günahlarının affedilmesine rağmen o yine de günde en az yetmiş defa estegfirullah der, tevbe ederdi. Seyyidu’l-İstiğfar diye anılan bir dua ederdi ki, anlamı şöyledir:

“Ey Allahım! Sen benim rabbimsin, Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum ve sana verdiğim sözüme vaadime gücüm yettiği oranda bağlı kalmaya çalışıyorum. Yaptığım kötülüklerin şerrinden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetlerini inkar etmiyorum aynı zamanda günahlarımı da itiraf ediyorum. Rabbim beni bağışla! Şüphesiz günahları ancak sen bağışlayabilirsin.”

Şahîh-i Buhârî’nin, Buhârî, Dualar bölümünün, 41. bahsinde Sevgili Peygamberimizin şu duayı da sıkça yaptığı zikredilmektedir:

“Allahım! Korkaklıktan sana sığınırım. Cimrilikten sana sığınırım, ihtiyarlıktaki düşkünlük ve bunaklıktan sana sığınırım. Dünya fitnesinden ve kabir azabından sana sığınırım”

Yaptığımız günahlarımızı unutmayarak Allah’tan af dilemeli, O’nun adını çokça anmalıyız. İşlerimize başlarken onun adını anarak başlamalı, her halimizde ona yalvarmalıyız. Zira bizler aciz birer kulüz. Rabbimizin mülkünde ona iyi bir kul olmaya çalışmalıyız.

14. DÜNYA-AHİRET DENGESİ

Allah Resûlu (s.a.v.), Sevgili Peygamberimiz, ne dünya için ahiretin ne de ahiret için dünyanın terkedilmesini hoş karşılamazdı. Zira İslamda ruhbanlık yoktu. Kendisini tamamen dünyaya kaptıran dünya hırsıyla her türlü günah işleyen ve ahiretini terkeden bir kimse nasıl makbul değilse, ahireti kazanayım derken dünyadan el etek çekmek de o derece makbul bir şey değildir.

Bu konuda Sahih-i Buhârînin “Savm” bölümünün 51. bahsinde şöyle bir hadis yer almaktadır.

Hz. Peygamber Selman-ı Fârisî ile Ebû’d-Derdâ’yi kardeş yapmıştı. Selman-ı Fârisi, Ebu’d-Derdâ’nin misafiri olmuştu. Ebu’Derdanın hanımını perişan bir vaziyette görünce şaşırdı. Ummu’d-Derdâ da ona kcasınını eviyle hiç ilgilenmediğini anlattı. Ebu’d-Derda çok ibadet eden biriydi. Bu yüzden evinin işleriyle de fazla ilgilenmezdi. Selman’a sofra hazırladılar Ebu’d-derda nafile oruç tuttuğu için için sofraya oturmadı. Selman (r.a.) Sende oturmazsan ben yemem diyerek Ebu’d-Derda’yı Sofraya oturttu. Daha sonra gece olunca yattılar. Ebu’d-Derda nafile namaz kılmak için kalmak istedi. Selman şimdi çok erken yat uyu sonra kalkarsın diyerek kalkmasına müsaade etmedi. Seher vakti olunca Şimdi kalkabiliriz. Diyerek kalkıp teheccud namazı yani geceleyin nafile namaz kıldılar. Selman Ebu’d-Derdâ’ya; Şüphesiz Rabbının senin üzerinde hakkı vardır. Vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin diye nasihat etti. Sabah olunca da birlikte Peygamberin mescidine gittiler. Olanları anlattılar Hz. Peygamber Selman doğru yapmış buyurarak Ebu’d-derdâ’yi uyardılar.
Ayrıca yine Şahîh-i Buhârî’nin, “Edeb” bölümünün 84. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (a.ş.) yanıma geldi ve:

- Senin gündüzleri (devamlı) oruç tuttuğun, geceleri ise (devamlı) namaz kıldığın haberini alıyorum, dedi. Ben de, Evet doğrudur, dedim.

- Böyle yapma! Gece namaz kıl, uykunu da uyu. Oruç tuttuğun gibi, bazen de tutma; zira vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Misafirin senin üzerinde hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde hakkı vardır. Umulur ki, uzun yaşarsın o zaman sana her ayda üç gün oruç tutmak yeterli olur. Kaldı ki, her hasene ona katlanır, böylece bütün seneyi oruçlu geçirmiş olursun, dedi. Abdullah, diyor ki, ben daha fazla istedim o da artırdı. Dedim ki:

- Ben bundan fazlasına da güç yetirebilirim.

- O halde üç günle birlikte Cuma günleri de oruç tutarsın, dedi. Abdullah diyor ki, ben daha fazla istedim, o da artırdı.

Ben yine,

- Ben bundan fazlasına da güç yetirebilirim dedim. Buyurdu ki:

- O halde Allah’ın Nebisi Dâvud (a.ş.)’in orucunu tut! Allah’ın Nebisi Dâvud’un orucu nedir? dedim. Buyurdu ki:

- Senenin yarısıdır (Bir gün tutar bir gün iftar edersin).”

15. ÇALIŞMAK

Allah Resûlu Muhammed (a.ş.) gerek sözü ile, gerekse yaşantısı ile insanlığa örnek olmuştur. Çalışma ve gayret konusunda da onun pek çok ibretli sözü mevcuttur. Fakat bu hususta bizzat yaşayarak anlatmak istedikleri, sözlerinden çok daha fazladır. Çünkü o, yapmadığını söylemez; bir şeyi tavsiye veya emretmişse, muhakkak kendisi tatbik eder ve öyle söylerdi. Bu sebeple Resûlullah (a.ş.) her konuda olduğu gibi çalışma konusunda da en güzel örnek şahsiyeti (üsve-i hasene) temsil etmektedir.

Hz. Peygamber’in (a.ş.) hayatı çalışmakla geçmiştir

Resûlullah Efendimiz (a.ş.), çalışmaya çocukluğundan itibaren başlamıştır; çocukluğunda süt annesi Halime’nin koyunlarını otlattığı gibi, daha sonra da Mekke’de ücret karşılığı Küreys’in koyunlarını gütmüştür. O çobanlık yaptığını şöyle anlatmaktadır: “ Mûsa (a.ş.) köyün çobanı iken peygamber olarak gönderildi. Dâvûd (a.ş.) da koyun çobanı iken peygamber olarak gönderilmiştir. Ben de Ecyad’da ailem için koyun güdüyordum.” Ayrıca o, köyün gütmeyen hiç bir nebî olmadığını da haber vermiş, kendisine siz de güttünüz mü? denildiğinde “Evet ben de güttüm” demiştir.

Dokuz, on yaşlarından itibaren amcası Ebû Tâlib’le birlikte Şam’a giden ticaret kervanlarına katılan Hz. Peygamber (a.ş.), gençliğinde ticaret yapmış, onun ticaretteki dürüstlüğünü gören Hz. Hatice (r.a.), kendisiyle evlenmiş, daha sonra da işlerini ona havale etmiştir.

Peygamberlik verildikten yaklaşık on üç sene sonra, kavmının baskıları sonunda Mekke’den hicret ederek Medine’ye yerleşmek zorunda kalan Allah Resûlu (a.ş.), şahâbeşini mescid yapımına teşvik etmiş ve bu mescidin inşasında bizzat kendisi de çalışmıştır. Temeli taşlarla, duvarları kerpiçle örülen mescidin inşası sırasında Peygamber Efendimiz (a.ş.) bizzat çalışmıştır. Onun yorulduğunu gören bir şahâbî, Yâ Rasûlallah! onu bana ver ben taşıyayım dediğinde ise, elindeki kerpiçi vermemiş, “Sen de bir başkasını al, taşı” buyurmuştur.

Diğer taraftan o, evinde de boş durmamış, hanımlarına yardımcı olmuş, evde kendine düşen görevleri fazlasıyla yapmıştır. Zaman zaman süpürgeyi ellerine alıp, odasını temizlemiş, keçilerini o gül kokulu elleriyle sağmıştır. Yeri geldiğinde sabahları hanımlarına uğrayıp, siparişlerini öğrenerek, çarşıya çıkıp evinin ihtiyaçlarını bizzat temin etmiştir. Nitekim Hz. Aişe’ye (r.a.), Resûlullah’ın (a.ş.) evde ne yaptığı sorulduğunda o şöyle anlatmıştır: “Allah Resûlu ayakkabısını diker, elbisesini yamar, köyunları sagar... kısaca sizler evde neler yapıyorsanız onları aynen yapardı.”

Ayrıca Allah Resûlu’nun (a.ş.) Medine’de Hendek savaşı sırasında şehrin etrafına hendek kazılmasına bizzat iştirak ettiği ve balyozla taş kırdığı da bilinmektedir.

Tembellikten Allah’a sığınan peygamber

Hz. Peygamber (a.ş.), boş duranları sevmez, kendisi de boşa vakit geçirmekten son derece endişe ederdi. Nitekim o, vaktini boşa geçirenleri sevmediğini, “İnsanların çoğu sıhhatin ve boş vaktin kıymetini bilmezler”, ve “...Hastalığın için sıhhatinden, ölümün için hayatından istifade et. Vaktini boş geçirme” sözleriyle ifade etmiş, mahşer günü kişinin, ömrünü nerede harcadın, gençliğini nasıl tükettin gibi sorulara muhatap olacağını haber vererek zamanın en iyi bir biçimde değerlendirilmesini teşvik etmiştir. Diğer taraftan “Kıyamet koparken sizden biriniz elinde bir hurma fidanı bulunursa, şayet ölmeden önce onu dikmeğe güç yetirebilirse onu diksin” buyurarak çalışmayı ve hayırlı işlerden geri kalmamayı anlatmak istediği görülmektedir.

Hz. Peygamber (a.ş.) tembellikten Allah’a sığınır ve şöyle dua ederdi: “Allahım! Tembellikten ve borçlu olmaktan sana sığınırım. Yalancı Deccâl’in fitnesinden sana sığınırım. Cehennem azabından da sana sığınırım.”

Allah Resûlu (a.ş.), dilenenleri asla sevmezdi. Çünkü o, çalışan ve üretenin, çalışmayarak parazit ve asalak olarak yaşayanlara üstünlüğünü çok iyi biliyordu. Bir gün bir dilenci yardım istemek için Hz. Peygamber’in (a.ş.) yanına geldi.

 Allah Resûlu (a.ş.) eli ayağı düzgün, güçlü kuvvetli bu adama çalışsana buyurdu. Adam nasıl çalışacağını sorunca, Resûlullah (a.ş.) şu cevabı verdi: “Sizden birinizin ipini alıp da dağa gitmesi ve arkasına odun demeti yüklenip getirerek onu satması ve Cenâb-i Hakk’in bu sûretle o kimsenin onurunu koruması, istediği verilse de verilmese de halktan dilenmesinden daha hayırlıdır.”

Güçlü mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır

Allah Resûlu (a.ş.), “Kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlıdır” buyurarak çalışıp kazanmayı, her bakımdan sıhhatli ve güçlü olmayı önermektedir. “Veren el, alan elden daha üstündür” ilkesiyle de üretken ve hayır sahibi insanların, tüketen ve başkalarına bağımlı olarak yaşayan insanlardan daha makbul olduğunu ifade etmektedir.

16. ESTETİK DUYGUSU

İşlâmiyet, gerek insanlar üzerinde, gerekse insanların işlerinde en güzeli, en mükemmeli görmek istemekte, göze ve gönle hoş gelene ulaşmanın yollarını öğütlemektedir. Yaşamın her safhasında hatta ibadet esnasında dahi yüce duyguları harekete geçirecek mânevî hazzın elde edilmesini hedeflemektedir. Örneğin namazlardaki saf düzeni ile karmaşa ve karışıklığa set çekerek insanı düzen ve disipline alıştırmaktadır. Saflardaki bu âhenk ve hep birlikte hareket, en güzele ve en mükemmele erebilme çabası olarak algılanmalıdır. Öte yandan hac ve umrede tavaf esnasında melekleri sembolize ederek pervaneler gibi Kabe etrafında topluca helezon şeklinde dönen insanların manzarası da, bediî duyguları çağrıştıran güzelliklerden değişik tablolar sunmaktadır.

Allah Resulunun hayatı incelendiğinde, onun her işinde estetik duygusunun, hakim olduğu göze çarpmaktadır. Zira güzel ve estetik olan her şey fıtrat tarafından benimsenecektir. Nitekim o, “Allah güzeldir, güzel olanı sever” demektedir. Her konuda ümmetine örnek olan Hz. Peygamber, mescitte itikafa girdiğinde dahi hanımlarına saçlarını yıkatır, taranır ve aynaya bakardı. Öte yandan Allah Resûlu, bir gün vefat eden birinin cenaze merasimine katılmıştı.

Ölenin yakınları mezar kazdılar. Ancak Allah’ın Elçisi mezarın bir köşesinde düzeltilmemiş bir yer gördü. O tümseğin de kazılmasını istedi. Yanındakiler, “Az sonra üzerine toprak dökeceğiz kapanacak, ne zararı olabilir!? dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Orayı da düzeltiniz; zira Müslüman yaptığı işi güzel yapar” buyurdu.

Hz. Peygamber’in bir savaşta burnu kesilen şahâbîye, gümüşten taktırdığı burundan şikayeti üzerine, altın taktırmasına müsaade etmesi, sağlık açısından açıklanabileceği gibi, estetik yönü de göz ardı edilemeyecek bir olaydır. Allah Resulunun, ağız bakımı ve dış sağlığı konusunda da aynı duyarlılığı gösterdiğine tanık olunmaktadır.

Öte yandan onun, çirkin olacağı için yalnız tek ayağa ayakkabı giyilmesini yasaklaması da oldukça ilginçtir.

Asr-ı saadetten günümüze değin İşlâm sanat tarihinde, estetiğin eriştiği boyutlar tartışmasız parmak ısırtacak seviyededir. Harflerin dile geldiği hüsn-ü hat sanatı, renklerin ve şekillerin bayramını andıran tezhip ve minyatür sanatları Müslümanlara ait sanat dalları arasında estetiğin en güzel sunulduğu alanlardır. Buhûrîzâde İtrî Efendi’nin “tekbir” ve “salâvat” ta kullandığı lahûtî ses ve eşsiz beste muşîkîde zirvedir. Özellikle mimaride Müslümanlar adeta sanat yarışı içine girmişçesine harikalar meydana getirmişler, fizik ile metafiziğin buluştuğu olumsuz eserler ortaya koymuşlardır.. Şüphesiz bunlar arasında camilerin payı oldukça büyüktür. Görenlerin büyülendiği Süleymaniye ve Selimiye camileri Mimar Sinan’ın ve Türklerin erişilmesi imkansız olan estetik zevkini hala dünyaya ilan etmektedir.

Öte yandan Şah Cihan’ın, Mimar Sinan’ın talebelerinden Mehmed İsa Çelebi’ye yaptırdığı Taç Mahal, mimarı tarihçilere ve uzmanlarına göre dünyanın en güzel binasıdır. Bir güzellik ve zarafet sembolüdür. Ayrıca Müslümanların, hali ve kilim dokumalarındaki müstesna güzellikler, onların insana, sanata ve estetiğe verdikleri değeri göstermeye yeterlidir. Kısaca Müslümanların tarihi pek çok sanat ve estetik harikalarıyla doludur.

17. AFFETMESİ

Taif Seferi, İslami yayamak için Taif’e giden Allah’ın elçisinin kıymetini taifliler de bilemediler. Kendilerine gelen zatın Allah’ın habibi olduğunu anlayamadılar. Onu taşladılar… Mübarek ayakları kan içerisinde kaldı. Cebrail (a.ş.) Taifin altını üstüne getirmek istedi. Ancak Resulullah, hayır, belki bunların içinden İslam’a girenler olur buyurdular.

Ambargo, Müşrikler Hz. Peygamber’e hayat hakkı tanımak istemiyorlardı. Onunla görüşen ve Müslüman olanları da tehdit ediyorlardı ve üç yıla yakın Müslümanları aç ve susuz bıraktılar. Onlarla alış veriş yapmadılar. Kız alıp vermediler. Ancak Allah Resulü o sıralarda bile Allah’ın onları afetmesi için dua ediyor, göz yaşı döküyordu ve “Allah’im, kavmımı affet. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” diye yalvarıyordu. Ancak kavmı bunlarla da kalmadı onu hicret etmeye Mekke’yi terk etmeye zorladılar.

Mekke’nin Fethi, Allah Resulü üzülerek ve istemeyerek ayrıldığı Mekke’ye sekiz sene gibi çok kısa zamanda muzaffer olarak dönüyordu. Fetih gerçekleşmişti. Ebu Sufyan’ın evine ve Kabe’ye sığınanlara dokunulmayacak diyordu.
Kendine yapılanları affetmiş hatta suçlular utanmasın diye kendisi başını öne eğerek mekke’ye girmişti. Onun bu affı karşısında Mekke’li müşrikler eriyor, bölük bölük İslam’a giriyorlardı.

18. NÜKTE VE LATİFE

Allah Resûlu (s.a.v.), tatlı dilli olmayı ve güler yüz göstermeyi sadaka saymış, kendisi bunu bizzat yaşayarak göstermiştir. Sevgili Peygamberimiz, konuşurken sürekli tebessüm eder, etrafına neşe dağıtır, yerine göre latife yapar insanların gönlünü hoş tutardı. İnsanların arasında bulunduğu zaman onlara bazan nükteli ve hoş sözler söylerdi.

Ancak onun şakaları da bir gerçeğe işaret ederdi. Nitekim yaşlı bir kadına sen bu halinle cennete giremezsin demiş, kadın üzülünce, cennete bu yaşlı halinle değil, genç olarak gireceksin diyerek kadını sevindirmişti.
Yine Enes b. Malik (r.a.)’a arasıra “Ne haber iki kulaklı”, diyerek takılırdı.

Sünen-i Ebî Dâvûd’un, “Edeb” bölümünün, 92. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Bir defasında adamın biri “Ya Resulallah! Beni devene bindirir misin” demiş, Resûlullah da, “Seni devenin yavrusuna bindireyim” diye cevap vermişti. Adam “Nasıl olur ben devenin yavrusuna nasıl binerim” deyince, Resûlullah (a.ş.); “Her deve bir başka devenin yavrusu değil midir?” diyerek şaka yaptığını açıklamıştı.

Diğer taraftan Sevgili Peygamberimiz, düğün ve bayramlarda eğlenmeye de müsaade etmiştir. Hz. Aişe validemiz Medineli bir kızın düğününden döndüğünde ona def çalıp çalmadıklarını sormuş, Aişe, hayır dediğinde, def çalsaydınız ya Medineli kadınlar bundan hoşlanırdı, buyurmuştur.

Sahih-i Buhârinin “ıydeyn” bölümünde yer alan bir hadiste şöyle anlatılmaktadır:

Bir bayram günü Hz. Peygamberin evinde hanımları ve hizmetçileri şarkı türünden sözler söyleyerek eğleniyorlardı. O sıra da Hz. Ebû Bekir gelmiş ve başta kızı Hz. Aişe olmak üzere oradakilere, Peygamberin evini şeytanın işleriyle mi doldurdunuz diyerek çıkışmıştır. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Ey Ebu Bekir, Herkesin bir bayramı var, bizim bayramımız da bugün bırak eğlensinler” buyurmuştur.

Görüldüğü gibi islam Fıtrat dinidir. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz dünya ve ahiret dengesini en mükemmel bir biçimde kurmuştur. Her şeye yasak koyan bir anlayışla hareket etmemiş Zararlı olmayan davranışlara müsaade etmiştir.

19. HİTABET

Allah Resûlu (s.a.v.), konuşurken tane tane konuşur, kelimelerini saymak isteyen neredeyse tek tek sayabilirdi.

Muhatabının anlaması için bazan sözü üç defa tekrar eder, bazan de soru sorarak öğretirdi. Onun konuşmaları ya da hitabı çok uzun olmaz, hatırda kalacak kadar gayet veciz ve kısa olurdu. Sevgili Peygamberimiz, ne zaman, nerede ve ne söyleyeceğini çok iyi ayarlardı. O, sertlik ile tatlılığı ve güzelce anlatma ile söz sayısının azlığını bir arada toplamıştır. Onu ne bir delil çürütebilmiş, ne karşısına bir haşim çıkabilmiş ve ne de bir hatip onu susturabilmiştir. Aldatmaya başvurmaz, hile yolunu kullanmaz, arkadan konuşmaz, ayıplamaz, ne gecikir, ne de acele eder, ne uzatır ve ne de kısa tutardı.

Sevgili Peygamberimiz karşısındaki kişinin anlayacağı şekilde konuşur. Söz söylerken yapmacık hareket etmezdi.

Onun konuşmasındaki asıl amaç söylediği sözün mahiyetinin anlaşılması ve gereğinin yerine getirilmesiydi. Sadece insanlara konuşmuş olmak için ya da onları eğlendirmek maksadıyla asla konuşmazdı. Böyle davranışları da ayıplardı.

Şahîh-i Buhârî’nin, , “Menâkib” bölümünün 23. bahsinde bu konuda şöyle zikredilmektedir.

Âişe (r.a.) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz sözü sizin söylediğiniz gibi (hızlı) söylemezdi. O, tane tane konuşurdu, şayet biri onun kelimelerini saymak istese sayabilirdi.

20. NEZAKET VE TEVAZU

Allah Resûlu (s.a.v.), halkından farklı yaşamadı. O, halkının arasında sade bir vatandaş gibi yaşadı, saraylar, köşkler de yaptırmadı. Kendisine bir görev düştüğünde onu yapar kendisine bir ayrıcalık tanınmasını istemezdi. Toplumun efendisi ona hizmet edendir düsturuyla hareket eder, Liderlik, başkanlık gibi sıfatların arkasına sığınmazdı. Diğer taraftan sevgili Peygamberimiz, karşısındaki insana çok saygılı ve centilmen davranırdı, herkese değer verdiğini belli ederdi. Allah Resûlu (a.ş.) kendisine biri geldiğinde onunla tokalaşır, karşısındaki insan elini çekmeden onun elini bırakmazdı; yine karşısındaki kimse yüzünü başka tarafa çevirmeden önce, o kimseden yüzünü çevirmezdi; Resûlullah (a.ş.)’in, beraber oturduğu bir kimsenin önünde dizlerini uzattığı da görülmemiştir.

Sevgili Peygamberimiz bulunduğu yerde insanlara hizmet etmekten kaçınmazdı. Bir gün Hz. Peygamber arkadaşlarıyla oturuyordu. Bir ara kalktı arkadaşlarına şu dağıtmaya başladı. O sırada içeriye yabancı biri geldi ve bu topluluğun lideri kim dedi: Sevgili Peygamberimiz “Seyyidu’l-Kavmı Hadimuhum” yani bu topluluğun efendisi onlara hizmet edendir, buyurdu. Evet o, hizmet edeni efendi olarak kabul eden bir anlayışa sahipti.

Tirmizi, eş-Sünen, “Kitâbu’l-Cenaiz”, 32.

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatmaktadır: Resûlullah (a.ş.) hastayı ziyaret eder, cenazeyi teşyı eder, (tevazu gösterir) merkebe biner ve bir kölenin bile davetine icabet ederdi. Öyle ki, o Benî Kurayza günü, üzerine lifden palan örtülmüş bir merkebe binmişti.

21. DOĞRULUK

Allah Resûlu (a.ş.), ‘in gerek peygamberlikten önce gerek paygamberlikten sonra yalan söylediği asla vaki olmamıştır. O Peygamberlikten önce “el-Emîn” yani güvenilen kişi olarak biliniyordu. Yalan söylenmesine hiç tahammül edemezdi. Resulullah (s.a.v.) doğruluğun cennete yalanın ise cehenneme götüreceğini haber vermiştir.

Bir gün kendisine çeşitli sorulara soruldu, ardından da bir mu’min yalan söyleyebilir mi diye sordular. Sevgili Peygamberimiz, oturduğu yerden şöyle biraz doğruldular ve hiddetle müslüman asla yalan söylemez! Müslüman asla yalan söylemez diye onlarca kez tekrar ettiler. Sahabe-i Kıram keşke bu soruyu sormasaydık. Hz. Peygamberi çok üzdük diye pişmanlıklarını ifade ettiler.

Hz. Peygamber, sözüne son derece sadık idi. Birine söz verdiğinde hangi durumda olursa olsun mutlaka onu yerine getirirdi. Bakınız bu konuda onun arkadaşlarından bir olan Abdullah b. Ebi’l-Hamsa (r.a.) şöyle anlatıyor: Henüz Peygamberlik verilmeden önce Hz. Muhammed (a.ş.) ile bir yerde buluşmaya karar vermiştik. Ben verdiğim sözü unutmuştum; üç gün geçtikten sonra hatırladım. Kararlaştırdığımız yere gittiğimde Hz. Muhammed (a.ş.)’in hâlâ orada beklediğini gördüm. Bana dönerek şöyle demişti: “Abdullah nerede kaldın, bak bana eziyet ettin; üç gündür seni burada bekliyorum”.
Ebû Dâvûd, eş-Sünen, “Kitâbu’l-Edeb”, 90.

Yalan söylemek ve sözünde durmak dinimizde çok büyük günahlardan sayılmıştır. Sevgili Peygamberimiz yalan söylemeyi, emanete hıyanet etmeyi ve sözünde durmamayı münafıklık alameti olarak bildirmiştir. Mü’min ve Müslüman yalana hiçbir zaman tevessül etmemelidir. Zira yalan bütün kötülükleri de beraberinde getirir. Şaka dahi olsa yalandan kaçınmak gerekir.Yalan söyleyen kişi, her türlü kötülüğü de yapabilir. Allah Teâla bizleri doğruluktan ayırmasın.

22. HZ. PEYGAMBERİN ORUÇLARI

Allah Resûlu (a.ş.) Ramazan orucundan başka her ayda en az üç gün oruç tutmaya özen gösterirdi. Çoğunlukla da Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Yine Ramazan ayından başka en çok oruç tuttuğu ay olarak Şaban ayı zikredilmektedir. Ramazan ayından sonra altı gün Şevval orucu tutardı. Yine Ramazan orucu farz kılınmadan önce Muharrem ayında asure orucu tutardı Ancak daha sonra o gün oruç tutmayı serbest bırakmıştır. Kendisi bazen iftarsız oruç tutar yani visal yapardı. Ancak bunu ümmetine yasaklamıştı. Şüphesiz beni rabbim doyurur derdi.
Sevgili Peygamberimiz sahura kalkar, oruç tutanların sahur yemeği yemelerini de teşvik ederdi. Sahur yemeği yemek benim ümmetime ait bir özelliktir, Sahur yemeği yiyiniz zira sahurda bereket vardır, buyururdu.

Allah Resûlu (a.ş.), Evde yiyecek bir şey olmadığı zaman nafile oruca niyetlenirdi. Böylece hem ev halkı üzülmemiş, hem de oruç tutmuş olurdu

Bu konuda Sünen-i Neşâi’nin, “Siyâm” bölümünün 67. bahsinde şöyle zikredilmektedir:

Âişe (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (a.ş.) sabah (namazından sonra) eve geldiğinde, “Yiyecek bir şey var mı?” diye sorardı. Biz, “Hayır yok”, dediğimizde, “O halde ben de (nafile) oruç tutarım”, derdi. Bir gün bize tirit yemeği ikram olarak gönderilmişti. Yine Allah Resûlu sabahleyin eve geldi ve aynı şekilde, “Yanınızda yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Biz de, “Evet hediye olarak tirit yemeği gönderildi” dedik. Bunun üzerine, “Halbuki sabah olduğunda oruç tutmak istiyordum” dedi ve o yemeği yedi.

Diğer yandan oruç tutanların orucu bozan hallerden uzak tutmaları gerekmektedir. Oruç tutan kötü söz söylememeli, kavga etmemelidir. Bakınız bu konuda Hz. Peygamberin gayet uyarıcı sözleri bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:

“Nice oruç tutanlar var ki, akşama sadece aç ve susuz kalmış olurlar,
Oruçlu kötü söz söylemesin, kimseye sataşmasın. Biri kendisine sataştığı zaman ben oruçluyum desin”

23. HZ. PEYGAMBERİN NAMAZLARI

Namaz kılmayı çok severdi; öyle ki, bazen ayakları sisinceye kadar namaz kılardı

Âişe (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (a.ş.) geceleri o kadar çok namaz kılardı ki, bazen ayakları bile şişerdi. Bir gün, “Ey Allah’ın Resûlu neden bu kadar kendini yoruyorsun, halbuki senin gelmiş geçmiş bütün günahların affedilmiştir, dedim.

- “Ey Âişe! Şükreden bir kul olmayı ben sevmez miyim”, buyurdu.
Buharı, eş-Şahîh, “Kitâbu’t-Tefsir”, 48;2.

Allah Resûlu (a.ş.), Cuma, bayram ve farz namazların dışında çeşitli namazlar daha kılmıştır ki, biz bunların bazılarına sünnet namazlar adını vermekteyiz ve beş vakit namaz içerisinde bu namazların bir kısmı kılınmış olmaktadır. Bunun haricinde Sevgili peygamberimiz her gece seher vakti sekiz rekat ya da ön rekat nafile namaz kılardı ki, bu namaza teheccud namazı adı verilmektedir.

Resûlullah (a.ş.), güneş yada ay tutulmalarında da “küsüf” ve “husuf” namazları kılmıştır. Ayrıca “şükür namazı”, “hacet namazı”, “salatu havf” adı verilen korku namazı gibi namazlarda kıldığı bilinmektedir. Yine Peygamberimizin Ramazan gecelerine mahsus olmak üzere Teravih namazı kıldığını da biliyoruz. Öte yandan hac esnasında tavaftan sonra tavaf namazı kıldığı da bilinmektedir. Bunlardan başka Hz. Peygamberin güneş doğup kerahat vakti çıktıktan sonra israk namazı, kuşluk vaktinde duha namazı, akşam namazından sonra da evvabın namazı kıldığı kaynaklarda yer almaktadır.

Diğer taraftan Sevgili peygamberimiz, namaz kılarken tadili erkana son derece riayet ederdi. Yani rüku ve secdeleri hakkıyla yapar, acele etmez, rüküdan ve iki secde arasında kalktığında belli bir süre beklerdi. Bir gün kendisi arkadaşlarıyla mescidde otururken bir adam gelip namaza durdu, ancak namazın aceleyle kıldı. sonra Hz. Peygamberin yanına geldi ve selam verdi. Allah Resûlu (a.ş.), adamın selamını dahi almadı ve git namazını yeniden kıl da gel buyurdu. Adam üç defa namaz kıldı fakat her seferinde peygamber adamı geri gönderdi. Dördüncü kez geldiğinde ona namazı acele kılmamasını, rüku ve secdeleri hakkıyla yapmasını anlattı.

Görüldüğü gibi müminlerin miracı olarak tanımlanan namazı kılarken hakkıyla kılmalı bu konuda sevgili peygamberimizi örnek almalıyız. Ayrıca onun kılmadığı bir namazı çeşitli isimler uydurarak ihdas etmemeliyiz. Böyle davrananlara da aldanmamak gerekir.

24. ANA BABA HAKKI

Hayırlı bir evlad olmak ve anne- babaya iyi davranmak dinimizde en makbul ibadetler arasında sayılmaktadır. Rabbimiz ana babaya karşı iyi davranmayı ve onları üzmemeyi emretmektedir. Bu konuda Allah Teâla İsrâ süresi 23-24. ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:

“Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmenizi emretti. Onlardan biri yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakin onlara “of” bile deme. Onları azarlama, onlara güzel söz söyle”.

Onlara saygıyla tevâzu kanatlarını indir. Ve ‘Ey Rabbim! Ben küçük iken bunlar beni nasıl şefkatle yetiştirdiler ise, Sen de onlara öylece merhamet eyle’ diyerek dua et”

Bakınız sahabenin ileri gelenlerinden biri olan Abdullah b. Mes’ûd (radıyallahü anh) şu şekilde anlatmaktadır: “Hz. Peygamber’e Allah katında en faziletli ibadet hangisidir diye sordum, vaktinde edâ olunan namazdır, buyurdular.

Sonra hangisi dedim, Ana babaya iyilik etmektir, dediler. Daha sonra hangisi olduğunu sordum, Allah yolunda cihaddir, buyurdular”.(Buhârî, Edeb,1)

Diğer taraftan annenin hakkı, babanın hakkından üç kat daha fazladır denilmektedir. Nitekim Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) rivayet olunan bir hadise göre, kime iyilik edeyim diye üç defa pes peşe Allah Rasûlune soru soran bir şahsa, Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her üç cevabında da, annesine iyilik etmesini söylemiş; dördüncüde ise babasına iyilik etmesini tavsiye etmiştir. (Buhârî, Edeb 2). Ayrıca, bir insanın babası başkasının kölesi iken, tonlarca para verip onu esaretten kurtarsa, yine de hakkını ödeyemeyeceği belirtilmiştir (Buhârî, el-Edebu’l-müfred, İ, 14). Dolayısıyla bu durumda annenin hakkını ödemenin çok daha zor olduğu anlaşılmaktadır.

Anne babayı hoşnut etmek, onların hayır dualarını almak son derece önemlidir; Kişinin anne ve babasını razı etmeden cenneti kazanması bile kolay değildir. Anne dokuz ay çocuğunu karnında taşır, sonra yıllarca kucağında gezdirir, daha sonra da bir ömür boyu gönlünde gezdirir. Çocuğunun ayağına diken batmasına bile tahammül edemez. Kendini ateşe atar, çocuğunu kurtarır. yemez yedirir, giymez giydirir. Söyler misiniz annenin hakkı nasıl ödenir!
Onların rızası alınmadan son nefeste kelime-i şehâdet getirmek ve imanla gitmek bile kolay değildir.

Şahâbe arasında annesiyle dargın olan bir zat, ölüm döşeğinde iken dili tutuldu, kelime-i şehadeti söyleyemiyordu.

Onun bu hâlini Rasûlullah’a bildirdiler. Sevgili Peygamberimiz, ölmek üzere olan o zatın annesine giderek oğluna hakkını helâl etmesini söyledi. Kadın diretince Resûlullah; ‘O halde ben de büyük bir ateş yaktırıp oğlunu içine atacağım’ buyurdu. Kadıncağız anne şefkatiyle buna dayanamadı ve hakkını helâl etti. Bunun üzerine oğlunun dili çözüldü ve kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti.

Ana başta tâc imiş, her derde ilâc imiş

Bir evlat pîr olsa da, anaya muhtâc imiş.

25. KOMŞU HAKLARI

Komşu hakkına son derece önem verir, bunu imanın bir gereği sayardı. Sevgili Peygamberimiz, “Cebrail (a.ş.), sürekli komşuma iyi davranmamı tavsiye ediyordu. Öyle ki, komşuyu komşuya varış kılacak zannettim” buyurmuştur.

“Allah’a ve Âhiret gününe inanan kimse komşusuna ikram etsin, Allah’a ve Âhiret gününe inanan kimse misafirine hakkını versin.” Ya Resûlallah! Onun hakkı nedir? denildiğinde, Buyurdu ki: “Gece ve gündüz olmak üzere üç gün ziyafet vermektir. Kim bundan fazlasını yaparsa ona sadaka vermiş olur. Yine Allah’a ve Âhiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin yahut sussun!” buyurmuştur.
Buhârî, eş-Şahîh, “Kitâbu’l-Edeb”, 85.

Diğer yandan Sevgili peygamberimiz“Şerrinden ve kötülüğünden komşusu emin olmayan kimse cennete giremez.” Buyurmuştur.

Peygamnberimizin hanımı Hz. Aişe, bir gün Resûlullah’a bir kadından bahsetti. Bu hanımın çok güzel namaz kıldığını, senenin çoğunu oruçlu geçirdiğini kendisini sürekli ibatede adamış biri olduğunu anlattı. Ve kadına hayranlığını ifade etti. Allah Resûlu (a.ş.) Peki merak ediyorum bu kadının komşularıyla ilişkisi nedir. Komşularına nasıl davranır? Diye sordu. Hz. Aişe’de bildiğimiz kadarıyla bira huysuzmuş, komşularıyla iyi geçinmediği söyleniyor diye cevap verdi. Allah Resûlu (a.ş.) Ne yazık ki, onda hayır yokmuş, onun ibadetlerini bana anlatmayınız büyüdülar.

Görüldüğü gibi esas olan insanları razı etmek onları üzmemektir. Komşunun ise hakkı daha fazladır. Komşu gayr-i müslim dahi olsa yine komşuluk hakkı vardır. Müslüman olursa iki kat hakkı vardır, bir de akraba ise üç kat hakkı olmuş olur. Dolayısıyla komşularımızla iyi geçinmeye,herhangi bir yardıma ihtiyaçları olduğu zaman onların yanında yer almaya çalışmalıyız.

Onların sevinç ve üzüntülerini paylaşmalıyız. Ne demişler Komşu komşunun kulune muhtaçtır.

26. KOLAYLIK İLKESİ

Ebû Mûsa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (a.ş.) herhangi bir iş için Şahâbîlerinden birini vazifelendirdiği zaman, onlara şöyle söylerdi: “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz; kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.”
Müslim, eş-Şahîh, “Kitâbu’l-Cihâd”, 5.

Hz. Âişe (r.a.) Allah Resûlu herhangi bir konuda muhayyer bırakıldığında o, kolay olan tarafı seçerdi demektedir.
Sahih-i Buhârî’nin “Edeb” bahsinin 72. bölümünde yer alan hadise göre Âişe (r.a.) şöyle anlatıyor:

Resûlullah (a.ş.) bir şey yapmış ve arkadaşlarına da onun yapılmasına da müsaade etmişti. Fakat bir topluluk Allah Resûlunun müsaade ettiği bu işi yapmaktan takva adına kaçındı. Bunun üzerine Resûlullah (a.ş.) çok üzüldüler ve bir hutbe irad ederek Allah’a hamdettikten sonra şöyle buyurdu:

“Şu topluluğa da ne oluyor! Benim yaptığım bir şeyi yapmaktan kaçınıyorlar. Yemin olsun ki, Allah’ı en çok bilen ve ondan en fazla korkan şüphesiz benim.”

Din adına peygamberden daha fazlasını yapmak dindarlık değildir. Gerçek dindarlık ve gerçek takva sahibi olmak Sevgili peygamberimize benzemek, onun gibi yapmaktır. Bir mümin peygamberine ne kadar çok benzerse o kadar takva sahibi olur. Aksine Canım Peygamber bunu yapsa da biz yapamayız bu ayıptır. Takva sahibi böyle yapmaz, gibi anlayışlar doğru değildir.

İslam Dini fıtrata uygundur. Onun istemleri ütopik değildir. yaşanabilir kurallar koymuştur. Dini yaşanamaz hale getirmek, yaşklarla doldurmak doğru değildir. Tabir caizse Kiraldan fazla kiralci olmaya gerek yoktur. Allah ve Resûlunun istemediği bir şeyi müminler yüklemek ya da Allah ve resûlunun yapılmasını müsaade ettiği bir davranışı bir takım tevillerle yasaklamak dindarlık değil aksine din adına insanları istismar etmektir. Bu ise Allah’ın rızasına uygun olmaz.

27. HAYA DUYGUSU

Allah Resûlu (a.ş.), İman altmış kusur şubedir. Haya da imanın şubelerinden biridir buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz kendisi de çok hayâli idi. İnsanların ayıbını yüzüne vurmaz, bir kimsenin ya da bir grubun yaptığı yanlısı söylemek istediğinde isim belirtmeden söylerdi. Böylece o kişileri toplum içerisinde rencide etmemiş olurdu.

Şahîh-i Müslim’in ,“Fezâil” bölümünün 67. bahsinde yer alan bir hadise göre Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) şöyle anlatıyor: Resûlullah (a.ş.) perdenin arkasındaki bekar kızdan daha hayâli idi. Onun bir şeyden hoşlanmadığını yüzündeki ifadesinden hemen anlardık.

Adamın biri çok utangaç olan kardeşine nasihat ediyordu. Kardeşim bu kadar utangaç olma biraz girişken ol, biraz yırtık ol gibi sözler söylüyordu. O sırada Sevgili peygamberimiz oradan geçiyordu bu sözleri duydu. Nasihat eden adama kim bu adam dedi. O kişi de Ya Resûlallah bu genç benim kardeşim, ancak çok utangaç çok hayali biri, biraz açılması gerekmez mi? Diye şikayetini arzetti. Sevgili Peygamberimiz kardeşinin yakasını bırak, Şüphesiz hayali olmak güzel bir haslettir. Zira Haya imandandır, buyurdu.

Taktir edileceği gibi bugün toplumda utangaç ya da hayali insan bulmak neredeyse imkansız gibidir. Bir insan bir suç işlediğinde en azından yüzünün kızarması gerekir. Ancak bugün bırakın suç işlediğinde yüz kızarmasını, gerçek suçlular daha baskın çıkabiliyorlar. Çok rahat yalan söylüyor ve kendini savunmaya kalkışıyor. Halbuki bu güzel bir ahlak değildir. İman sahibi bir insan hayali olmalıdır. “Hem suçlu hem güçlü diye bir söz vardır”, Ne yazık ki, bugün içinde yaşadığımız toplumda pek çok insan hem suçlu hem de güçlü durumdadır.

Haya ve utanma duygusu olmayan kimse her kötülüğü rahatça işleyebilir. Sevgili Peygamberimiz, Şayet haya etmiyorsan istediğini yap, buyurarak, insanları kötülük yapmaktan alıkoyan şeyin haya ve utanma duygusu olduğunu bildirmiştir.

Yine Halktan utanmayan haktan utanmaz diye bir söz vardır. Bugün ne yazık ki, yüzü kızaracak insanları arar hale geldik. Fakat koybolmaya yüz tutmuş bu güzel hasleti yaşamamız ve yaygınlaştırmamız gerekmektedir. Bu konuda eğitim ve öğretim camiamıza hocalarımıza, basın ve yayın organlarımıza çok önemli vazife düşmektedir.

28. KANAAT

Allah Resûlu (a.ş.) Allah Teâla’dan yetecek kadar mal istemiştir. O, Allah’tan bir gün tok olup şükretmeyi, bir gün de aç olup sabretmeyi isterim derdi.

Sevgili Peygamberimiz dünya hayatını yolculuk esnasında dinlenmek için durulan bir mola yerine benzetmiş, dünyada bir garip gibi yada bir yolcu gibi olun buyurmuştur.

Bir gün evinde istirahat ediyordu. Hz. Ömer bir konuda onunla görüşmek için ziyaretine geldi. Sevgili Peygamberimiz yatağından kalkınca mübarek yüzüne hasırın izleri çıkmıştı. Hz. Ömer bunu görünce gözleri yaşardı. Ve Ya Resûlallah, müsaade etsen de sana yumuşak bir yatak yaptırsak şu duruma bak, hasırın nakışları mübarek vücudunuza iz yapmış, dedi, Sevgili Peygamberimiz, hayır, istemem, dünya benim neme gerek Ya Ömer, biz dünyada bir yolcu gibiyiz buyurdu.

Nice servet sahibi kimseler vardır ki, onlar kanaat sahibi olmadıkları için yine de fakirdirler. Ya da sürekli fakirlik korkusuyla yaşarlar. Kanaat ise bitmez tükenmez bir hazinedir. Kanaat olmazsa insanoğlunun gözü doymaz. Tûl-i emele zincir vurulmaz.

Bakınız bu konuda Allah Resûlu (a.ş.) şöyle buyuruyor: “İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa bir vadi daha ister. İnsanın gözünü ancak kara toprak doyurur.”

Helalinden kazanmak çok kazanıp insanlığın yararına çalışmak dinimizce kutsal sayılmaktadır. Ancak çok mal sahibi olmakla mal hırsı taşımak ayrı şeylerdir. Mal hırsı bazen fakir ve yoksullarda da bulunabilir.

Dünya malı ve dünyalık elbette gereklidir. Ancak dünyalık hırsı, doyumsuzluk iyi değildir. Bu durumu şöyle bir örnekle anlatmak mümkündür.

Bir geminin yüzebilmesi için mutlaka şu olmalıdır. Ancak geminin en büyük düşmanı da yine şudur. Gemi içine su almaya başlarsa batabilir. İşte dünya malı da böyledir. Geçimini temin etmek başkalarına muhtaç olmamak, başarmak, ayakları üzerine durabilmek için, veya hayır hasenat yapmak için mal ve mülk gereklidir. Fakat bu mal hırsı insanın gözünü karartmaya başlamışsa işte o zaman tehlike başlamış demektir. Bu durumu kısaca söylece özetleyebiliriz. Paramız cebimizde veya cüzdanımızda olmalıdır. Gönlümüzde olmamalıdır. Bunun yolu ise kanaat sahibi olmaktır.


29. YEME İÇME ÂDÂBİ

Allah Resûlu (a.ş.) günde iki ogün yemek yerdi. Yemek yerken tıka basa yemez gayet az yer doymadan sofradan kalkardı. Kendisi de bir hadislerinde yemek yerken midenizin üçte birini yemeğe üçte birini suya üçte birini de havaya ayırın buyurmuştur.

Sevgili Peygamberimiz yemek yerken artık bırakmaz, israf etmezdi. Helal yiyecek ve içeceklerden yer, Helal olan az lokma haram olan çok lokmadan hayırlıdır, buyururdu. Bir kişinin yemeği iki kişiye de yeter buyurarak sofraya başkalarını da davet etmeyi ihmal etmez, bir anlamda misafir davet etmenin güzelliğini de anlatırdı.

Yemekten önce ve sonra ellerini yıkar, sofradan kalktıktan sonra da dişlerini fırçalardı. Yemekten önce ve sonra ellerini yıkayan fakirlik yüzü görmez buyurmuştur.

Kendisi hiçbir yemeği ayıplamazdı. Bir gün sirke ile ekmek ikram ettiler ona bile sirke ne güzel katiktir diyerek iltifat etmişti.

Toplum içersine çıkanlara kötü kokan yiyecek ve içecekleri yeme içmelerini yasaklamıştır. Kendisi ise bu tür yiyecekleri yemezdi. Yemeğe besmeleyle başlar, ağzında lokma varsa konuşmaz, yemekten sonra da nimetleri veren Allah’a hamd ve şükrederdi. Misafirlikte yemek yemiş ise ev sahibine de ayrıca dua ederdi.

Sofra kurulduğunda evde bulunan herkesi çağırır. Kendisi hemen başlamazdı. Sofraya oturmayacaklar varsa onlara da bir iki lokma ikram ederdi.

Yemeğe besmele ile başlanılmasını sağ elle ve herkesin kendi tarafından yemesini tembih etmiştir. Ömer b. Ebî Seleme şöyle anlatıyor. Ben henüz çocuk iken Resûlullah (s.a.v.) ile aynı sofraya oturmuştum. Sofrada yemek yerken her tarafa uzanıyordum. Bunun üzerine Allah resûlu şöyle buyurdu: Ey Çocuk, besmele çek, sağ elinle ye ve kendi önünden ye .” (Buhârî, Taam 2).

Yemek yerken besmele çekmeli ve edeble yemelidir. Yemeğe veya suya üflenmesini peygamberimiz yasaklamıştır. İsraf etmemelidir. Bu nimetleri bulamayan yoksulları düşünmeli mümkünse fakir ve garibanları doyurmanın yolları aranmalıdır. Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir. Düsturunu koyan peygamberimizin bu çarpıcı ifadesini düşünmeliyiz. Ve Allah tealaya şükretmeliyiz. Yüce Rabbimiz de Şükrederseniz size nimetlerimi artırırım buyurmaktadır.

Sevgili Peygamberimiz de, Nimetlere şükreden kimse oruç tutup sabreden kimse gibi sevap alır buyurmaktadır. (Buhârî, taam 56).

30. SEVGİ SAYGI VE KARDEŞLİK

Hepimiz Allah’ın Kullarıyız. Hepimiz Adem peygamberin çocuklarıyız. Ve canlılar içerisinde en mükerrem varlıklarız.

Biz insanlara Allah Teâla değer vermiş insanolarak en mükemmel şekilde yaratmıştır. Şüphesiz insan olmamız hasebiyle bir takım kusurlarımız hatalarımız olacaktır. Ancak yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü prensibi rehberimiz olmalıdır. Canlılara bu gözle bakmalı onların güzel yönlerini görmeli ve sevmesini bilmeliyiz.

İslam Dini barış dinidir. Din gerek dünyada gerekse ahirette biz mutlu kılmak için gönderilmiştir. Mümim kimse de hem kendisiyle hem de diğer varlıklarla barışık yaşayan kimsedir.

Diğer yandan Kuran-ı Kerimde Yüce Rabbimiz biz müslümanları kardeş yapmıştır. Müminler ancak kardeştir. Buyurmaktadır.

Sevgili Peygamberimiz de müminler bir binanın taşları gibidir. Birbirlerini sıkı sıkıya tutarlar, birinin basın bir musibet geldiğinde diğer mümin onu gönlünde hisseder buyurmaktadır.

Mümin kardeşlerimizle iyi geçinmeliyiz. Onları aldatmamalı sevgi ve saygıyı zedeleyecek davranışlarda bulunmamalıyız. Birbirimizi menfaat kaygısı gütmeden sırf Allah için sevmeliyiz. Sevgiyi yaygınlaştırmak için selamlaşmalı, ziyaretleşmeli yeri geldikçe hediye ve ikramlarda bulunmalıyız. Giybet ve dedikodun sakınmalıyız.

Sevdiğimizi kardeşimize söylemeli, onun başarılarını ve güzel yönlerini taktir etmeliyiz ki, sevgi ve muhabbetimiz ziyade olsun.

Birbirimizin ayıp ve kusurlarını araştırmak yerine hatalı yönlerini değil güzel yönlerini öne çıkarmalıyız. İyi gününde de kötü gününde de müslüman kardeşimizin yanında yer almalıyız.

Küskünlükler ortadan kaldırılmalıdır. Yaşlılara ve büyüklere saygı gösterilmeli,onlar ziyaret edilerek gönülleri ve duaları alınmalıdır.

Küçükler sevindirilmeli, dul, yetim ve kimsesizler unutulmamalıdır.
İnsanı sevindirmek, onu hoşnut etmek garibanların duasını almak Allah Tealanın rahmet ve bereketini celbedecektir.

Mustafa Karataş.

 


* BENZER KONULAR

Esat Aydoğan - Güller Hürmetine Rahmet 320 Kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:22:20 ÖS]


Mehmet Emin Ay & Mustafa Demirci - Badı Saba 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:10:40 ÖS]


Mehmet Emin Ay & Mustafa Demirci - Selam Götürün 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:56:26 ÖS]


Mehmet Emin Ay & Mustafa Demirci - Aşkı Mevla 1 320 Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:37:39 ÖS]


Mehmet Emin Ay & Mustafa Demirci - Gülbeste 1 320 Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:24:51 ÖS]


Celaleddin Ada - Aşkullah Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:15:31 ÖS]


Mehmet Emin Ay - O'nun Güzel İsimleri 320 Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:06:15 ÖS]


Mehmet Emin Ay - Nât-ı Şerîfler & Gül-i Ruhsâr 320 Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:55:22 ÖS]


2024 - Agah - Mestâne - Enstrümantal Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:30:02 ÖS]


Birbirimizin Hem Cenneti Hem de Cehennemi Olabiliriz Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:48:55 ÖÖ]


Kulluk Şuuru Nasıl Oluşur Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:44:55 ÖÖ]


Şeytanın Büyücülüğü Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:41:01 ÖÖ]


Birliğe Çağrı Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:35:09 ÖÖ]


Ahirete İmanın Mü’mine Kazandırdıkları Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:29:15 ÖÖ]


Sen Değerlisin Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:19:59 ÖÖ]


Evlilik İnsanı Mükemmelliğe Ulaştıran Hızlı Yollardan Birisidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:58:11 ÖÖ]


Müslümanım Diyen Ey Hanımlar Kızlar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:51:18 ÖÖ]


Birçok Kadın Kocasını Birçok Rrkekte Karısını Cennetlik Etmiştir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:45:05 ÖÖ]


Hesap Günü İyice Yaklaştı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:33:16 ÖÖ]


Kırık Kalple Yapılan Dualar Makbuldür Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:20:47 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41