www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ

FANİDUNYA NET iSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => İslamda Çocuk Yetiştirme => Konuyu başlatan: melek - Haziran 11, 2019, 03:55:06 ÖS

Başlık: İslam'da Evlat Terbiyesinin Yeri ve Önemi!
Gönderen: melek - Haziran 11, 2019, 03:55:06 ÖS
İslam'da Evlat Terbiyesinin Yeri ve Önemi

’Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.’
(el-Enâm, 6/84)

Evlat terbiyesi, elbette devamlılık isteyen, meşakkatli ve uzun bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşmesi gereken bir faaliyettir.

Yazımız, genel itibarıyla yapıyor olduğumuz hataları muayene mahiyetinde bir derstir. Öncelikle İslam’da evlat terbiyesinin önemi nedir?’ sorusu ile başlayalım. Bu eğitimin mahiyetini anlayalım ve öğreniyor olduğumuz şeyin kıymetini bilelim.

Namaz ile ilgili neredeyse herkesin bir bilgisi var. Kaç tane farzı, vacibi ve sünneti olduğunu herkes biliyor. Abdestin dört tane farzı olduğunu öğrenmiş durumdayız. Oruç, zekât, hac vd. bunların arasında yer almaktadır. Peki, İslam da evlat terbiyesi ile ilgili ne kadar bilgimiz var?

Farz; şeriatın mükelleften kat’i ve şüphesiz bir şekilde talep ettiği şeylerdir. Yani şeriat mükelleflere ’bunu yapmak zorundasın’ der, bunun delili de kat’i olur. Hayatımızda namaz, oruç, zekât, hac, anne-babaya iyilik vb. birçok farz ameli yerine getiririz. Bu ameller biz ölünce durur, sevap kesilir. Yani ölürüz, hayattan siliniriz. Fakat farzlar içerisinde biri var ki bu amel bizi ölmekten, silinip yok olmaktan muhafaza eder, öldüğümüzde bile arkamızdan sevap göndermeye devam eder. İşte bu amel evlat terbiyesidir. Bu sübutu kat’î bir farzdır. Fakat biz Müslümanlar bunun ehemmiyetini idrak ediyor muyuz?

Namaz, oruç, zekât, hac vb. amelleri yerine getirmez iseniz cezası bellidir. Peki farz-ı ayn olan evlat terbiyesinin yerine getirilmemesi durumunda cezası nedir? Bu ameli hakkıyla yerine getirdiğimizde biz öldükten sonra bile sevap kapımız kapanmamış oluyor ve bizim insanların kalbinde diri kalmamızı sağlıyor. Yani evlatlarımızın hayatları ile birlikte bizim de hayatımız devam etmiş oluyor.

Müslümanların hayatında en yüce, en önemli ve öncelikli amellerden bir tanesi şüphesiz ki bu evlat terbiyesidir. Eğer bu terbiyeye önem vermez isek, kendi haline bırakacak olursak akıbeti dünya hayatında da ahiret hayatında da çok kötü ve çirkin olur. Müslümanlar günümüzde sağından ve solundan, önünden ve arkasından gelen baskılardan ve dine hasar verecek olaylar yüzünden kendilerini zayıf hissetmektedirler. Elinden bir şey gelmeyecekmiş zannetmektedirler. Halbuki onun elinde güçlü bir silahı vardır. Öyle ki eğer bu silahı kullanabilirse tüm şer odaklarına karşı durabilir. Bu silah ’evlat terbiyesi’dir. Kim ki bu güçler karşısında dim-dik durmak istiyorsa evlatlarının terbiyesine önem vermelidir.

Doğal olarak bize şu itiraz yönlendirilebilir. ’Zaman kötüleşti, ortam uygun değil, çevre müsaade etmiyor, müsait değil...’ Hatta bugün birine nasihat etmeye kalkıştığınızda aldığınız cevap: ’Gidin kendi oğlunuza nasihat edin!’ olmaktadır. Peki, bu anlayışı nereden aldı bizim insanlarımız? Nasıl oldu da bu anlayış hayatımıza hakim oldu? Kıymetli büyüklerimiz, ağabey ve ablalarımız: Sizin çocukluk döneminizde bu mümkün mü idi? Doğal olarak diyeceksiniz ki hayır! Peki bugün durumumuz buysa bunun sebebi nedir? Önceden düşünce ve anlayışları her yerden almaz idik. Büyüklerimizin; ’büyüklere karşı laf söylenmez, çok ayıptır’ diye bize söyledikleri bir söz bizi işte bu tehlikelerin tamamından muhafaza ediyordu. Kimsenin gözlerinin içine bakmaz, sözlerine karşılık vermez idik.
Evet, gerçekten de zaman çok kötü. Ama ne yapabiliriz hayatımız bu asra denk geldiyse?

Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: ’İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o (zamanın insan)lar(ı) içerisinde dini(nin emir ve yasaklarını muhafaza) hususunda sabreden kimse, (avucunda) kor ateş tutan kimse gibi (olacak)tır.’1

Siz dininizde sabit durmaya çalıştıkça geri kafalı ve akılsız insan olarak nitelendirileceksiniz. Gerçekte aklı olmayan kimseler aklı dayatarak kendilerini sağlam akıl sahipleri olarak topluma kabullendirirler. ’Kızınıza söyleyin ey birader, buluğ çağına erdi, tesettür ile tanışsın’ dediğinizde: ’Sana ne oluyor, daha genç bu, biraz hevesini alsın, oynasın, eğlensin.’ gibisinden cevaplar alırsınız. Ama unutmayınız ki her bir çocuk yeni hazırlanmış çamur gibidir. Ona kurumadan önce şekil verebilirsiniz, fakat o çamur eğer kurursa siz kurumuş olan çamura şekil vermeye çalıştığınızda ancak ve ancak onu parçalarsınız.

Münkiri düzeltmeye çalışırsanız azar işitirsiniz. Anne-babası, kardeşleri hasta olduğunda para harcamaktan kaçınan, fakat kıyafetlerinin, ev ve arabalarının sayısını arttırmaya gelince gözünü bile kırpmadan servet sarf eden insanları gördüğünüzde siz de belki yukarıda zikredilen ’hadiste bildirilen zamanda mıyız acaba?’ diyorsunuzdur.

İnsan ne zaman kendisini saadetli ve huzurlu hisseder? Ne zaman ki evladınız istediğiniz gibi yetişirse işte uzaman saadete kavuşursunuz. Fakat evlatlar anne-babasını rencide edip, sokaktaki fıtratı bozulmuş insanları kendine dost edinip anne-babasına bağırıyor ise, onların rızasını almak için çaba göstermiyor ise bunun gibi evlatlara anne-babaların hakkı helal değildir. Meğer bunu anne-babalar dile getirmiyorlarsa bile. Anne-babasının rızasını kazanamayan kimselerin ister dünyada ister ahirette hiçbir işi yolunda gitmez. Çünkü anne ve babalar biz Müslümanlar için cennetin kapılarıdır.

Kıymetli okurlar her birimizin vücudunun sebebi anne-babamızdır. Her iki dünyada da saadete ermemiz işte bu anne-babaların rızasına bağlıdır. Bunları neden zikrediyoruz? Eğer siz evlatlarınıza bu hususta en güzel fiili bir örnek olursanız evlatlarınızın terbiyesine bir şey kazandırmış olursunuz. Bu bakımdan bu önemlidir. Eğer bugün bu anlayış sizin hayatınızda da hakim ise emin olun ki yarın öbür gün mutlaka bir misli ile evlatlarınız size karşılık verirler. Nitekim bu yönüyle de sizin evlat terbiyesi ile meşgul olmanız her şeyden daha önemlidir. Armut ağacının bile meyvesini yiyebilmek için çiftçi insanlar on sene ona bakım yapmaktadır. Peki, evlatlarımızın bir armut ağacının meyvesi kadar da mı önemi yok? Bir ağacın meyvesini yiyebilmek için on senelik bir uğraş veriyor isek iyi bir evladın meyvesini yemek için ne kadar uğraşmalıyız? Peki bunun için uğraşıyor muyuz? Günümüzde birçok çocuk, kendi kendine, anne-babadan manevi bir eğitim almadan, süzgeçten geçirilmeyen bir terbiye ile büyümektedir.

Günümüzde yaygın bir söz: ’Allah, Allah, şu çocuğa bak, nasıl da büyümüş, daha dün küçücük bebek idi, bugün ise koca adam olmuş’ Dikkatinizi çekmek isterim! İnsanlar bu sözleriyle zamanın hızlı geçmesine atıf yapmaktadır. Asıl önemli olan husus, bu çocuklar büyürken, bu zaman dilimi içerisinde anne baba olarak biz neredeyiz? Ne ile meşgulüz? Ticaretin, seferin, işin, amelin veya başka diğer sebeplerle çocukların uyurken evden çıkıp yine onlar uyurken eve gelmeseydin; onların eğitimi ile ilgilenmeyi hayatının tatlı bir kısmına çevirseydin, onlara bir babadan öte dost olsaydın, evlatların senin istediğin gibi büyüyeceklerdi ve senin saadetin olacaklardı. Evlatlar kişinin devamı, kalbinin meyvesi, vücudunun ayrılmaz parçalarıdır. Fehimde, kemalde, toplum içerisindeki konumunda, ticaretinde ve ilmi derecesinde büyük başarılar elde eden kişiler var. Fakat bu insanlar evlatlarının arzu ettikleri gibi yetişmemeleri sebebiyle mutluluğu tadamamaktadırlar. Kendilerini mutsuz hissetmektedirler.

Çocukların anne-babalarından beklentileri sadece onların eğitimi için zaman ayırmalarıdır, çocuklar bundan başka bir şey istemezler. Bir günde 24 saat, bir haftada ise 168 saat var. Peki, bu zaman diliminin ne kadarını çocuklarımızın eğitimi için ayırıyoruz? Gününüzün üçde ikisini çocuklarımız için dışarıda harcıyoruz. Peki, bu isabetli bir tutum mudur sizce? Peygamber efendimiz (s.a.v.) bizlere:

’Kişinin çocuğunu terbiye (ve tedip) etmesi, elbette bir sâ’ sadaka vermesinden daha hayırlıdır.’2 tavsiyesini nereye koyacağız?

Dünya hayatına düşkün olan birine dünya mallarının tamamını getirip verirseniz elbette ki o saadete eriştiğini zanneder ve mutlu olur. Fakat Müslüman bir baba, evladının Allah ve Rasûlü dilediği (emrettiği) gibi büyüdüğünü ve bu hayattan göç ederken arkasında Fatiha okuyacak helal birinin kalıyor olduğunu gördüğünde yaşadığı sevinç yukarıda zikretmiş olduğumuz kişinin sevincinden kat kat fazla olur. Evlat terbiyesi ihmal eden kişiler bunun cezasını her iki dünyada gördükleri gibi bu ameli inşa edenler de her iki dünyada mükafatını alırlar.

Peki evlat terbiyesine nereden başlayacağız? En başta çocuklarımıza Allah’ı tanıtmalıyız. Çünkü bu bize nas ile emredilmiştir. ’Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz.

Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınmanındır.’3 ayetinde de olduğu gibi erkeklere daha çok yük düşmektedir bu hususta. Bir de farkında olunarak yapılan amel ile zorunluluk hissederek yapılan ameller bir değildir. Bazen görürüz ki anne-babaları muhafazakâr olan ailelerin çocukları onlara benzemiyor. Bu durum, çocukların terbiyesinin ihmali sonucu ortaya çıkmaktadır. Çocuklar anne-baba adlı pencereden dünyayı tanımak isterler. Fakat süzgeç konumundaki bu pencereler çocuklarına vakit ayırmazlar ise dünya kendisini farklı yönleri ile birlikte tanıtma fırsatını yakalar ve evlatlarınızı sizin elinizden yavaşça alır.

Eğer gerçekten bunun farz bir amel olduğunu kavradıysak biz hakikaten bu farz ameli yerine getiriyor muyuz?
Her bir insan kıyamet gününde kendisi ve ailesi için hesap verir desek biraz daha dikkatinizi çekmiş olur muyuz? Öyleyse şu ayeti dikkatlice okuyalım. ’Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.’4 Delil ile sabittir ki her bir insan kıyamet gününde kendisi ve ailesi için cevap verir.

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: ’Her biriniz birer çobandır ve tebaasından sorumludur. İnsanlar üzerinde idareci bulunan da bir çobandır ve o da onlardan sorumludur. Erkek de ev halkı üzerinde bir çobandır ve o da onlardan sorumludur. Kadın da kocasının evi ve çocuğu üzerinde bir çobandır; o da onlardan sorumludur. Köle de efendisinin malı üzerinde bir çobandır ve o da ondan sorumludur. Dikkat edin! Hepiniz çobansınız ve her biriniz tebaasından sorumludur.’5

Eserlerde zikredilir, bir kişinin cehenneme girmesine hükmedilir. O kişi Allah’a yalvarır. ’Yâ Rabbi, benim böyle olmamda babamın da payı var. Sen duaları kabul edici zatsın. Beni gücü yettiği halde terbiye etmeyen babamı cehenneme sokmadan önce beni cehenneme sokma, o girsin sonra ben gireyim.’ der.

Namazsız olduğunda namazı buyurmayan, Allah’ın emir ve yasaklarını ihmal ettiğinde onu uyarmayan, yiyeceği lokmanın haramdan olup olmadığını dikkate almayan anne-babalar siz bu ayet ve hadisleri okuduktan sonra da mı bu farzı önemsememeye devam edeceksiniz? Bu yazıları okuduğunuzda sizin için çok basit gelebilir bütün bunlar. Fakat bir düşünün sizin evlatlarınızın arasında yok mudur acaba cehenneme sürükleyecek amellerle meşgul olanlar? Eğer varsa Allah (c.c.) hepimizi ıslah eylesin. Kim sebep oldu bu duruma!

Ey evlat sahipleri ve evlilik hayatına adım atmak üzere olan din kardeşlerim, lütfen dinimize sarılalım, aslımıza dönelim. Neden mi dersiniz? Çok basit görünen tuvalete giriş çıkış adabını bile öğreten bu dinimiz sizce bu kadar önemli ve farz olan hususu mu öğretmedi? Hangi ayakla girip hangi ayakla çıkacağınızı öğreten bu din sizce hayatınızın her alanında yetersiz mi kalmakta?

Eğer böyle düşünüyorsak çok yanılmaktayız. Çünkü Rahman olan Rabbimiz bize şöyle buyurmaktadır: ’Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.’6

Çocuklarımızın nimet olduğu ve onların terbiyesinin farz olduğu hususunda anlaştığımızı düşünüyorum.
’Hani Rabbiniz şöyle buyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi arttırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.’7 İşte bu nimetin şükrünü, onların terbiyeleri ile meşgul olmakla eda edebiliriz.

Bu yazımız sadece bir giriş mahiyetindedir. Bundan sonra sırasıyla dinimize göre evlat terbiyesinin kısımlarını elimizden geldiği kadar sizlere aktarmaya çalışacağız. Biz bu eğitimi Peygamberimiz (s.a.v.)’den nakletmek ve âcizane kusurlarımızı gidermek istiyoruz. Biliriz ki Allah (c.c.) Kur’ân’ı Kerim’de bizlere: ’Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çok çetindir.’8 buyurmaktadır, biz de bunu yerine getirmekle mükellefiz.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1   Tirmizî, Fiten, 73.

2   Tirmizî, el-Birru Ve’s-Sıla, 33.

3   Tâ-hâ, 20/132.

4   et-Tahrîm, 66/6.

5   Buhârî, Itk, 17.

6   el-Mâide, 5/3.

7   İbrâhîm, 14/7.

8   el-Haşr, 59/7.