Gönderen Konu: AHİR ZAMAN YÖNETİCİLERİNE NASSİHATLER  (Okunma sayısı 393 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
AHİR ZAMAN YÖNETİCİLERİNE NASSİHATLER
« : Ocak 31, 2019, 03:35:56 ÖS »
AHİR ZAMAN YÖNETİCİLERİNE NASSİHATLER

İnsanların farklı mizaç ve yeteneklerde yaratılmış olması, onları birbirine muhtaç yapan ve toplum olarak birlikte yaşamaya mecbur kılan ilahî bir sünnettir. Toplumsal gerçeklik, farklı yönetim kademelerinin bulunmasını şart kılmış ve beraberinde hiyerarşik bir yönetimin çıkmasına sebebiyet vermiştir. Kiminin yöneten, kiminin yönetilen olmasını zorunlu kılmıştır.

Her makam güç, yetki ve imkânla beraber sorumluluğu da beraberinde getirir. Makamlarda uygun verimin alınabilmesi makamda bulunan şahsın ehliyet, liyakat ve donanıma sahip olmasını gerektirir.

Özellikle son yıllarda Müslüman kimliğiyle gerek ekonomik gerekse siyasi alanda idareci / yönetici makamında bulunan Müslümanların -daha önce sergilemiş oldukları tutum ve davranışlardan uzak bir şekilde- Müslüman ahlâkından beklenmeyecek bir takım tutum ve tavırlar içerisinde olduklarını gözlemlemekteyiz.

Bu durum, o makamda bulunanların ahireti açısından tehlikeli olmakla birlikte, bu kimselerin toplumun karşısına İslamî kimlik ile çıkmaları / çıkarılmaları, meseleyi bireysel olmaktan çıkarıp ümmeti ilgilendiren bir mesele halini almasına sebep olmuştur. Nitekim İslamî kimlikleri ile bu makamda bulunanların toplumun genel ekonomik durumundan çok uzak bir 'şatafat' içerisinde bulunduklarını, devlet kadrosunda idareci pozisyonunda bulunanların liyakatsiz olmalarına rağmen kendi yandaşlarını usulsüz bir şekilde bazı makamlara getirmelerini, rüşveti hediye, faizi zorunluluk gibi gerekçeler göstererek nasıl meşrulaştırdıklarını, idaresi altında bulunanların sorunlarıyla ilgilenmeyip onlara tepeden bakmalarını, meşru bir temele dayanmadan kendi makamlarını nasıl daha sağlam bir hale getirebilirimin çabası içerisinde olduklarını, bazen bizzat bazen de basın yayın yoluyla müşahede etmekteyiz.

Ayet ve hadislerde hiçbir makam, makam olduğu için kınanmamış ancak kendine makam verilenlerin makamın kendine verdiği gücü ve otoriteyi kullanıp, sorumluluklarını yerine getirmemeleri kınanmıştır.

Nitekim bunun ilk örneğini insanoğlunun dünya sahnesine çıkmasından evvel görmekteyiz:

“Onu biçimlendirip ruhumdan üflediğim zaman derhal secdeye kapanın! dedik. Meleklerin hepsi tüm olarak secde ettiler. Yalnız İblis etmedi, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. (Rabbi ona) Dedi ki:

Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasladın, yoksa yücelerden mi oldun? Dedi:

Ben ondan iyiyim. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.” (Sad: 72-76)

Şeytan böyle diyerek yaratanın kendine biçtiği rolü, makamı, sorumluluğu beğenmeyip aklınca kendinin böyle bir sorumluluğu olmayacağını ispata çalışıyordu. Tarih boyunca kendisine İblisi örnek / önder edinenler hep bu şekilde kibre kapılmışlar, yaratanın kendilerine biçtiği rolü, misyonu göz ardı etmişler, hem kendilerine hem insanlığa zulmetmişlerdir.

Kur'an-ı Kerim'de, kendisine makam verilen, birbirine taban tabana zıt iki idareci tipi görmekteyiz. Bunlardan biri tamamen dünyaya yönelmiş, tek derdi makamını, koltuğunu korumak amacı olan zalim idareci tipi ki, Firavun bunun örneğidir. Diğeri ise dünyanın birçok nimetini elinde bulundurmasına rağmen adaleti terk etmeyen idareci tipi ki, bunu da Hz. Süleyman (as) ve Hz. Davud'da (as) görmekteyiz.

Tarihin uzun devirleri boyunca insanlık, Ahireti inkâr eden, gayesi dünya ve menfaatleri olan yöneticiler tarafından imtihanlara maruz bırakılmıştır. İnsanlığın bu 'patron'ları, bir çocuğun kâğıt parçasıyla oynadığı gibi, kendi hemcinsleriyle oynamışlardır. Onların tebaaları kendilerine itaat göstermişlerdir. Çünkü Allah insanda vazife-şinaslık ve itaat eğilimini yaratmıştır. Hâlbuki onlar, tebaalarına karşı hiçbir zaman adalet ve hakkaniyete bağlı, Allah korkusuna sahip olmamışlardır. Daima kendi hayal, fantezi ve arzularına kapılmışlar, önderliklerini yalnızca kendi heva ve heveslerini gerçekleştirmek için bir vasıta olarak kullanmışlardır. Bu önderlerin ırkçı ve etnik önyargıları tarafından harekete geçirilen kapris, kibir ve huysuzlukları insanlık için sonsuz bir felaketin tohumlarını atmıştır.

Firavun / idareci makamında bulunanların tek korkusu, ellerinde tuttukları koltukları kaybetme korkusudur:

“Sen, dediler: bizi, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çeviresin de bu yerde Devlet ikinizin olsun diye mi geldin? Biz ikinize de inanmayız.” (Yunus: 78)

Bu korku onların makamlarını korumak için her türlü hile ve zulme başvurmalarını beraberinde getirmiştir:

“Öyleyse ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım.” (Taha: 70-71)

“Size işkence eden, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık.” (Bakara: 49)

Allah’a ve Ahiret gününe iman eden yöneticiler ise kendisilerine verilen mal, evlat, makam v.b nimetlere karşı kibre kapılmamışlar, bu nimetlerin kendilerine Allah (cc) tarafından lütfedildiğini, bunun bir imtihan vesilesi olduğunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamışlardır.

Cenab-ı Hak, Hz. Dâvud'a (as), hem hükümdarlık hem de peygamberlik verdiğini birkaç yerde bildirmiştir. Bu âyetlerde, ona güçlü bir saltanat yanında, iyi bir idarecinin muhtaç olduğu hakkı bâtıldan ayırma ve âdil davranma kabiliyetinin verildiği bildirilmiş, ondan insanlar arasında âdil davranması, bu hususta hiç bir şekilde arzularına kapılmaması istenmiştir. Arzu ve hevese göre hüküm vermenin idareciyi haktan saptıracağı; bu şekilde davranarak Allah'ı unutup O'nun yolundan ayrılanların âhirette şiddetle cezalandırılacağı vurgulanmıştır:

“Güçlü kulumuz Dâvud'u an; çünkü o (Bize) çok başvururdu. Biz dağları onunla beraber (tesbih etmeleri için) boyun eğdirmiştik; akşam sabah onunla tesbih ederler (onun yaptığı tesbihle çınlarlar)dı. Toplanıp gelen kuşları da (ona râm etmiştik). Hepsi onun nağmesine katılır (beraber tesbih ederler)di. Onun mülkünü güçlendirmiştik, kendisine hikmet (peygamberlik, yüksek bilgi, hakkı batıldan ayırma, davaları çözme) ve açık, güzel konuşma (yeteneği) vermiştik.” (Sad: 17-20)

"O zaman biz, ona şöyle vahyetmiştik: 'Ey Davud Seni şüphesiz yeryüzünde halifemiz kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet! Sakın keyfe uyma ki, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır.

Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sad: 26)

Davut (as) kendisine verilen bu nimete karşılık Allah (cc) nankörlük etmemiş, adaletten sapmamış ve kendisinde sonra gelecek diğer hükümdar / yöneticilere güzel bir örneklik teşkil etmiştir.

“Sana davacıların haberi geldi mi? Hani odasının duvarına tırmanmışlardı, Dâvud'un yanına girmişlerdi de (Dâvud) onlardan korkmuştu:

"Korkma, dediler, biz iki davacıyız. Birimiz, ötekinin hakkına saldırdı. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, (adaletten ayrılıp bize) zulmetme. Bizi yolun ortasına (adalete) götür. Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken "Onu da bana ver" dedi ve konuşmada bana ağır bastı (onunla baş edemedim.) (Dâvud) dedi ki: "And olsun (o) senin, koyununu kendi koyunlarına katmayı istemekle sana zulmetmiştir. Zaten (mallarını birbirine) karıştıran (ortak)ların çoğu birbirine zulmederler.

Yalnız inanıp iyi işler yapanlar bunun dışındadır ki, onlar da ne kadar azdır! Dâvud, (bu hükümle) kendisini denediğimizi (kendisine bir belâ vereceğimizi) sandı da Rabbinden mağfiret diledi, eğilerek secdeye kapandı ve tevbe edip (bize) döndü. Biz de ondan bunu affettik. Yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardır.” (Sad: 21-25)

Ayetler, Hz. Dâvud (as) usûlüne uygun bir muhakeme yapma ve iki hasım arasında âdil davranma hususunda bir imtihana tâbi tutulduğunu göstermektedir. (1)

Ancak ona gelen davacılar, anlaşıldığına göre, onu etkilemek maksadıyla, meseleyi arz ederken tahrik edici bir tarzda konuşmuşlardır. Hz. Dâvud (as), onlardan birinin ifadesini dinleyince meselenin açık bir haksızlık olduğu neticesine varıp hemen kararını vermiş ve öbürünü dinlemeye gerek duymamıştır.

Hâlbuki adaletle hüküm verebilmesi için, diğerini de dinlemesi gerekiyordu. Hz. Dâvud (as), bu hatasını hemen anlamış, bundan dolayı tevbe ederek Rabbinden mağfiret dilemişti. (2)

Allah (cc) Hz. Davut (a.s) verdiği saltanatın daha büyüğünü Hz. Süleyman’a (as) vermişti de o da babası Davut (as) gibi şükreden insanlardan oldu:

Süleyman’a da, sabah gidişi bir ay(lık mesafe), akşam dönüşü bir ay(lık mesafe) olan rüzgârı boyun eğdirdik ve onun için erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerin bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, ona alevli azâbı tattırırdık.

Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar (geniş) leğenler, sabit kazanlar yaparlardı. “Ey Dâvûd âilesi, şükredin! Kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe: 12-13)

“Andolsun biz, Dâvûd'a ve Süleyman'a bir ilim verdik de onlar: "Bizi inanan kullarından birçoğuna üstün kılan Allah'a hamdolsun." dediler.” (Neml: 15)

Tarihte bu kadar gücü bile elinde bulunduramayan idareciler kibre kapılarak maiyetindekilere zulmetmişlerdir. Allah'ın lütfettiği imkânları ve kaynakları ele geçirmek ve her zaman değişmez hedefler olagelmiştir. Toplum, ülkenin imkânlarından hiçbir pay alamayacak bir şekilde kuvvetsiz ve zayıf bir duruma düşürülmüş, bu hedefe ulaşmak için de ülkenin refah, güç ve saygınlığını sağlayan tüm kaynaklarına el koymuşlardır.

Allah (cc) idareciden şükretmesini, adaletle hükmetmesini isterken; kendisine biçilen rolü / makamı beğenmeyen şeytan ise idareciden nankörlük etmesini, zulmetmesini istemektedir. (3)

Bugün idareci konumunda bulunan bir Müslümanı bekleyen iki seçenek var. Ya makam, mevki, kadın, para vb. aldatıcıları kullanan şeytanın hilelerine aldanmayıp şükreden adil yönetici, ya da şeytanın ayartmasına aldanıp nankörlük eden heva ve hevesinin peşine takılan zalim. Müslüman / idareci, ölüm gelinceye kadar şeytanın insanı yoldan çıkarmaya çalışacağını aklından çıkarmamalıdır. Bu makam da bulunan kimselerin, İslam âlimlerinin tavsiyelerinden seçilerek hazırlanan aşağıdaki hususlara dikkat etmelidir:

Bir Müslümanın / idarecinin en çok dikkat edeceği husus Allaha karşı sorumluluk bilincini yitirmemek olmalıdır. Allaha karşı asi olmaktan korkmalı, saygısızlık etmekten sakınmalıdır. Hesaba çekileceğini, yaptığı işlerin mükâfat ve ceza olarak karşılığını göreceğini aklından çıkarmamalıdır.

“(En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir.” (Kasas: 83)

Hassasiyet göstereceği diğer bir husus, namaza olan devamlılığa dikkattir. Bütün işlerin düzgün olması, namazın düzgün ve devamlı olmasına bağlıdır.

“Sana vahyolunan kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl, sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar ve Muhakkak Allah'ı anmak en büyük iştir ve Allah her ne işlerseniz bilir.” (Ankebut: 45)

Resulullah’ın (sav) ahlâkı ile ahlâklanmaya dikkat etmeli, sünnetine sımsıkı sarılmalı. Resulullah’ın (sav) en güzel örneklik için gönderildiğini bilmeli bunun için siyer ve hadis kitaplarını sürekli okumalıdır.

“Muhakkak ki size Resulullahda pek güzel bir örnek vardır.” (Ahzab: 21)

İnsanlara karşı duyarlı olmalıdır. Onların gözünün kendisi üzerinde olduğunu bilmeli, hata yapmamaya, kendini insanlara sevdirmeye çalışmalıdır. Bunun da yolu Allah sevgisine mazhar olmaktır. Allah sevdiği kulunu, insanlara da sevdirir. Buğz ettiği kimseye ise insanları da buğzettirir. (4)

Cimri, korkak ve zayıf olmamalı. Çünkü mal hasislerde (cimri), silah korkaklarda, rey zayıflarda olursa düzen bozulur.

İmam Maverdî'nin Ahkâmü's-Sultâniyye adlı eseri başta olmak üzere özetle şunlar da denilmiştir:

Emrin altında olanların işleriyle meşgul olmaktan men eden şeylerin en süratlisi, en tesirlisi cimrilik ve hırstır. Mala karşı çok haris olursan, çok toplayan ve az dağıtan, Allah için az veren veya hiç veremeyen biri olursun. Böyle olunca, işlerinin pek azı düzgün olabilir. Emrin altında olanlar, ancak mallarından elini çektiğin, üzerlerinden zulmü kaldırdığın zaman seni severler. Dostlarının, dostluktaki samimiyetleri de senin kendilerine olan iltifat ve ihsanların ile devamlı olur. Bunun için cimrilikten çok sakın. İnsanoğlunun ilk defa cimrilik sebebiyle Rabbine isyanda bulunduğunu hatırından çıkarma.

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Onlara, Âdem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, «And olsun seni öldüreceğim» deyince, kardeşi: «Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder» demişti.” (Maide: 27) (5)

Yakınlarını, hısımlarını idari işlerde başkalarına tercih etmekten sakınmalıdır.

Bu konuda Resulullah’ın (sav): "Müslümanların işlerinden birini üzerine alan bir kimse bir şahsı kayırarak haksız yere onların başına kumandan yaparsa, Allah'ın laneti üzerine olsun!" buyurduğunu unutmamalıdır.

Tarafgirlik, bencillik hissiyle kimseye vazife tevdi etmemeli. Emaneti ehline vermelidir.

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verme konumunda bulunduğunuz vakit adaletle hükmetmenizi emreder…” (Nisa: 58)

Kendisine vazife verdiğin hiçbir kimseyi herhangi bir şeyden dolayı, durumunu iyice araştırmadan önce asla suçlama! Çünkü temiz kimselere itham ve kötü zanda bulunmak, büyük günahtır.

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurat: 12)

Başkalarına doğruları emrederken kendisi kötü fiilleri işlemekten kaçınmalıdır.

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Siz kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Bunun yanlış olduğunu düşünemiyor musunuz?” (Bakara: 44)

Arkadaşların ve yakınların ile alakalı işlerinde iyi zanda bulun. Onlara suizanda yani kötü düşüncede bulunmaktan kaçın. Bu davranışın, onların iyi yetişmelerinde sana yardımcı olur. Allah-u Teâlâ’nın düşmanı olan şeytan, yaptığın işlerde, hoşlanacak bir şey bulamasın. Çünkü sende azıcık bir zayıflık bulması, suizannı ve hayatının tadını kaçıracak olan gam ve kederi gönlüne sokmak için kâfidir.

Söz verdiğinde muhakkak yerine getir.

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever.” (Ali İmran: 76)

Hayırlı bir şey vaat ettiğinde, gecikmeden yap. Daima iyilik yapmaya, iyilik sahibi olmaya yönel! Sana iyilik yapanlara karşılık, iyilikle mukabelede bulun.

İdaren altında bulunanların ayıp ve kusurlarını görmemeye çalış!

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Birbirinizin kusurunu araştırmayın…” (Hucurat: 12)

Kendini yalan sözden uzak tut ve böyle yalancılara buğzet. Söz taşıyanlardan da uzak dur!

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık. Herkesi kınayan, söz götürüp getiren…” (Kalem: 10-11)

İşlerinin, başında veya sonunda fesada uğrayıp bozulması, yalancıların sana yaklaşmaları ve sana yalan söylemeye cüret etmeleri ile başlar. Çünkü yalan, günahların başıdır. Koğuculuk (söz taşıma), sahibini selamete erdirmez. Koğucu (söz taşıyan), ile arkadaşlık edenin de başı selamete ermez. Ayrıca, koğucunun sözlerine uyarak hareket eden kimsenin hiçbir işi rast gelmez.

“Ben kudret sahibiyim, emrederim, itaat ederler" dememelidir. Haiz olduğu kudret kendisine azamet ve tekebbür telkin ederse, üzerindeki Allah'ın kudretini düşünmelidir. Asla Allah ile azamet yarışına kalkışmamalıdır. Çünkü Allah her cebbarı zelil, her mütekebbiri hakir eder.

Doğruluk ve iyilik sahibi kimseleri çok sev. Doğruluk üzere çalıştıkları müddetçe şeref sahiplerinin yardımcısı ol.

Kötü arzulardan ve zulümden çok kaçın. Hatta bunları, hatırından bile uzak tut. İdaren altında olanlar da, bu düşüncelerden uzak olduğunu bilsin.

Kızdığın zaman kendine hâkim ol. Gazap ve kızgınlıkla amel etme. Vakur, ağır başlı ve yumuşak huylu ol.

Herkese karşı adaletle ve ihsan ile muamele edersen, onlar da sana itaatte bulunup, her söylediğini ve her istediğini kolaylıkla yaparlar.

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl: 90)

Sakın dünya ve dünya gururu, sana ahiret korkusunu unutturmasın. Aksi halde üzerindeki hakları hafife almaya, küçümsemeye başlarsın. Bir işi önemsemeyip ağır davranmak, insanı aşırılığa, ihmalkârlığa götürür. Aşırılık ise helake sebep olur. Yaptığın her amel, ihlâslı yani yalnız Allah-u Teâlâ’nın rızası için olsun.

Hasetçiye meyletme! Fasık ve facire, açıktan günah işleyenlere merhamet gösterme.

Nimete nankörlük edene iyilikte bulunma. Düşmana yaltaklık etme! Haini emin kabul etme.

Fasıklarla dostluk kurma. Azgın ve sapık kimselere tâbi olma ve onlara uyma. İkiyüzlü olanları övme.

Hiçbir insanı hakir, aşağı görme. Hakikaten çok muhtaç olup, senden bir şey istemeye geleni boş çevirme.

Hafif, basit olanlarla, Hakkı tanımayanlarla, malını ölçüsüz savuran cahillerle düşüp kalkma.

Günlerini, başkasına kızarak, onları azarlayıp lanet ederek ve gizlice sır, söz taşıyarak, herkesin gizli hallerini araştırarak geçirme.

Şüpheli, tereddütlü hallerde dikkatli, ihtiyatlı, yavaş hareket eyle. Bir şeyin deliline iyice ulaş, delili iyi tespit et ki, hükmün kesin ve sağlam olsun.

Birini cezalandırman gerekirse, herhangi bir himaye, müsamaha ve ayıplayıcının ayıplama ihtimali, ceza vermene mani olmasın. İyi tespit et, acele etme. Temkinli davran.

Asla kendini beğenme, asla yüzüne karşı övülmeyi bekleme.

Yanlış bir hareketiniz olursa, duruma göre gerekirse aleni özür dilemekten çekinmeyiniz. Bu sizi yüceltir.

Başarılarınızı büyütmeyin, başarısızlıklarınızdan ders çıkartınız.

İnsanlara yumuşak davranınız.

Resulullah’ın (sav): “Allahım! Halka yumuşak davrananlara sen de yumuşak davran!” duasını ve "Allahım! Halka sert davrananlara sen de sert davran!” bedduasını unutmayınız.

Altınızdakilerle konuşurken ses tonunuzu yükseltmeyiniz. Bu onları tedirgin eder, sizinle tartışma zeminini yok eder. Sonuçta yanlış karar alma olasılığınızı artırır.

Başkalarını hesaba çeken Müslüman yönetici, bir gün kendisinin de hesaba çekileceğini inanmalı.

Sanığı terleten hâkim, bir gün kendisinin de Allah’ın huzurunda sanık gibi terletileceğini düşünmeli. Memurları teftiş eden müfettiş, kendisinin de teftişe tabi tutulacağını hatırlamalıdır.

Dünya menfaatlerine aldanıp faiz ve rüşvet karşısında zaaflarımıza yenik düşmemeli. Faiz yiyen ve rüşvet alanlarla ilgili rabbimizin uyarılarını unutmamalıyız.

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.” (Bakara: 275) “Mallarınızı da aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin.” (Bakara: 188)

Çalışanlara düşüncelerini ve tavsiyelerini sorun. Çalıştığınız alanda ki kişilerin bilgilerinden faydalanınız. Resulullah (sav) ashabı ile sürekli istişare ettiğini unutmayın.

Yanlış adım attığınızı fark ettiğinizde, geri çekilmekten kaçınmayın. Hatalarınızda ısrar etmeyin. Çünkü hatasız kul ve yönetici olamaz.

Bugünkü işini, yarına bırakma! Kendi işini kendin yapmaya çalış. Yarınki günde karşılaşacağın işler ve hadiseler, yarına bıraktığın işleri yapmana mani olur. Bil ki, gün, geçtiği zaman, içindekileri de birlikte götürür. Bugünkü işini yarına bırakırsan, yarına iki günlük işi biriktirmiş olursun. Bu ise seni çok meşgul eder, sonra hiç birini yapamazsın. Ama her günün işini o günde yaparsan, kendini ve bedenini rahatlatmış, sultanının işlerini de muhkem etmiş olursun.

Mallar çoğaltılmakla ve hazineler de biriktirilmekle, üzeri kilitlenmekle meyve vermez, artış göstermez. Ancak bu mallar, seninle bulunanların ıslahı, haklarının kendilerine verilmesi, geçim sıkıntılarının giderilmesi gibi hususlar için kullanıldığı takdirde kıymetli olur ve o zaman meyve vererek artış göstermiş olur. O halde hazinelerinde, hakikaten artan mal biriktirmek istiyorsan, mallarını bu şekilde, İslam’ın ve Müslümanların faydaları için, onlara hizmette harcamalısın. Bu gibi hususlara riayet eder, hak sahiplerine haklarını ödersen, kavuştuğun nimetler elinde kalır ve Allah-u Teâlâ sana daha fazlasını ihsan eder.

Şunu iyi bil ki, mülk, Allah’ındır (cc) ve onu dilediğine verir. Dilediğinden ise çekip geri alır.

Nimetlere bol bol kavuşanlar, Allah’ın (cc) bu nimet ve ihsanlarına nankörlük ederler, küfran-ı nimette bulunurlarsa ve bu nimetlerle övünüp büyüklenirlerse, o nimetlerin elden çıkması ve cezanın gelmesi çabuklaşır ve hiçbir şey o kadar süratli değildir.

-----------------------------------------------

Dipnotlar:

(1): Sâbünî, en-Nübüvve, 280. 24. âyette geçen imtihanla kastedilen husus, pek çok âlime göre, Hz, Dâvud'un (as) iki hasımdan birini dinleyip, daha diğerinin sözlerini dinlemeden acele hüküm vermesidir. Başka bir görüşe göre ise, idare ve saltanatı üslenince, Allah tarafından bir imtihana tâbi tutulduğunu idrak etmesidir. Çünkü birçok hâkim gibi adaletsiz davranarak yanlış hüküm vermekten korkmuştur.

(2): Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yay.

(3): “Beni ateşten, onu çamurdan yarattın” diyerek secde etmemesi. Bkz. Sad suresi: 72-76. ayetler.

(4): Hadis-i şerifte şöyle geçer:

“Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:

“Ben filanı seviyorum onu sen de sev!”diye emreder. Cebrâil onu sever ve sonra gök halkına: Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır. Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrâil’e: “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrâil de onu sevmez. Sonra Cebrâil gök halkına: Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.” (Müslim, Birr, 157)

(5): O devirde kişilerin elinde bulundurduğu maldan Allah Teâlâ’ya kurban takdim edilir, o kurban ıssız bir yere, bir dağ başına bırakılır, şayet kurban oradan kaybolmuş ise o kurban Allah-u Teâlâ tarafından kabul edilmiş olurdu.

 


* BENZER KONULAR

Birbirimizin Hem Cenneti Hem de Cehennemi Olabiliriz Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:48:55 ÖÖ]


Kulluk Şuuru Nasıl Oluşur Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:44:55 ÖÖ]


Şeytanın Büyücülüğü Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:41:01 ÖÖ]


Birliğe Çağrı Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:35:09 ÖÖ]


Ahirete İmanın Mü’mine Kazandırdıkları Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:29:15 ÖÖ]


Sen Değerlisin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:19:59 ÖÖ]


Evlilik İnsanı Mükemmelliğe Ulaştıran Hızlı Yollardan Birisidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:58:11 ÖÖ]


Müslümanım Diyen Ey Hanımlar Kızlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:51:18 ÖÖ]


Birçok Kadın Kocasını Birçok Rrkekte Karısını Cennetlik Etmiştir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:45:05 ÖÖ]


Hesap Günü İyice Yaklaştı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:33:16 ÖÖ]


Kırık Kalple Yapılan Dualar Makbuldür Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:20:47 ÖÖ]


Ertuğrul Erkişi - Safahat`tan Şarkılar 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:41:49 ÖS]


İslâm Kadına En Büyük Değeri Vermiş Şerefli Yaşamasını Sağlamış Gönderen: anadolu
[Dün, 08:16:41 ÖÖ]


Çocukla İletişim Kurarken Ona Saygı Duymak Değer Vermek Gerekir Gönderen: anadolu
[Dün, 08:08:13 ÖÖ]


Mümin Bir Erkek, Mümin Kadına Kızıp Darılmasın. Gönderen: anadolu
[Dün, 08:03:19 ÖÖ]


Çocukların Namaz Eğitimi Gönderen: anadolu
[Dün, 07:57:19 ÖÖ]


Namazını Sapasağlam Koruyanalr Gönderen: anadolu
[Dün, 07:50:26 ÖÖ]


Bu Din Sadece Camilerin Dini Değil Hayatın Dinidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:38:19 ÖÖ]


İslam Gariplerin Dinidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:29:34 ÖÖ]


Komşunuzu İhmal Etmeyin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:21:38 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41