Gönderen Konu: Kur’an’ın Hayata Müdahalesi  (Okunma sayısı 835 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Kur’an’ın Hayata Müdahalesi
« : Nisan 02, 2017, 02:06:55 ÖÖ »
Kur’an’ın Hayata Müdahalesi

Âlemlerin Rabbi olan Allah Azze ve Celle, her ân kâinata müdahale etmektedir:
 
“Göklerde ve yerde kim varsa hepsi O'ndan ister. O; her gün bir şe'n üzeredir.” (Rahman, 55/29)
 
Evet, O her gün bir şe’n (iş, tasarruf, yaratma, tecelli) üzeredir ve O’nun kâinat ve hayat üzerindeki müdahalesi sürekli ve kesintisizdir:
 
“Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hay’dır), bütün varlığın idaresini yürütendir (kayyum). O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur...” (Bakara, 2/255)
 
“Gökleri ve yeri yaratan Allah, içinde yaşatmakta olduğu yaratıklarını da “başıboş bırakmış” değildir”(Kıyamet, 75/36) Zira O, “göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir” (Meryem, 19/65). O bütün mahlûkatın “Rabbi” yani terbiye edicisidir.  Rab Teâlâ, başıboş, pusulasız, kendi haline bırakmadığı insana “iki yol / iki amaç tanıtmış” (Beled, 90/10) ve onu “(dosdoğru) yoluna”hidayet etmiş, yönlendirmiştir; ama bu ikisinden birini tercihte onu serbest bırakmıştır (İnsan, 76/3).
 
Gerçek şu ki, insan türünün bizatihi varlığında mündemiç bulunan çeşitli zaaflar ve kıyamete kadar insanı azdırıp saptırmakla görevli olan şeytan faktörü, insanoğlunun sürekli olarak ikaz edilip uyarılmasını, istikametinin düzeltilmesini gerekli kılmaktadır. İnsan, kulluğunu ve insanlığını unutmaya başladığı zaman hatırlatılmaya, şeytanın adımları ardında yürür hale geldiği zaman ikaz edilmeye, fitne ve fesad yaygınlaştığı zaman uyarılmaya muhtaçtır. Küfrün/nankörlüğün, şirkin, zulmün, cehaletin, fahşâ ve münkerin doruk noktasına çıktığı ve insanlığın büyük felâketlerin eşiğine geldiği ânlar, genellikle Vahy-i ilâhînin tariheyani hayata müdahale demleridir. Vahyi hakikatleri insanlara açıkça duyurmak ve vahyî ilkeleri kendi hayatlarında birer örneklik olarak sunmak üzere de Hâlik-ı Zü’l-Celâl, onlara kendi içlerinden, kendileri gibi beşer olan peygamberler göndermiştir.
 
İşte bu durum, İlahî iradenin insanoğlunun hayatına vahiyle müdahalede bulunmasıdır. Bu müdahaleyi işitip anlayarak ve hayatlarını ona göre tanzim ederek “gerçek kurtuluş”a ermek de, ona sırt çevirip bu dünyada ve öbür dünyada “ziyana uğramak” da (Şems 91/9-10) insanoğlunun özgür iradesiyle ulaşabileceği sonuçlardır.
 
Tarihe ve Hayata Son Müdahale: Kur’ân-ı Kerim
 
İnsanlık tarihine ve insanoğlunun hayatına müdahalede bulunan son ve mütekâmil vahy-i ilâhî Kur’ân-ı Kerim’dir. Çünkü O’nun en belirgin işlevi, insanları en doğru yola iletmektir.
 
“Şüphe yok ki, bu Kur'ân, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.” (17/9)
 
Evet, Kur’ân-ı Kerim, insan ve toplum hayatına a’dan z’ye müdahale eden Kitâb-ı İlâhî’dir ve bu müdahale kıyamete kadar da sürecektir. İnsanın Rabbi ile insanın kendisi ile insanın insanla ve toplumla, insanın eşya ile ilişkisini belirleyen temel ahlâkî kriterleri, ilkeleri vaz’eden; yapılması ve yapılmaması gerekenleri tespit eden Furkan’dır O.
 
O, merhum Aliya İzzetbegoviç’in tanımlamasıyla “hayatın kitabıdır”.
 
Onu tanıyan okumalı; okuyan anlamaya çalışmalı, anlamak için “dili”ni kavramalı; anlayan düşünüp aklederek yorumlamalı; akleden sorumluluklarının bilincine ermeli; sorumluluklarının farkına varan da ona, onun şaşmaz ilkelerine sarılmalı ve yaşamalıdır.
 
Kur’ân’ı bize tebliğ eden Allah Rasûlü (s.a.s.)“yaşayan Kur’ân” idi. O başta olmak üzere, örnek Kur’an neslinin hayatını şekillendiren ana ilkeler Vahy-i ilahîden ibaretti. Bu değişim sonucunda örnek bir “insan tipi”, örnek bir “toplum modeli” ve a’dan z’ye (ahlâktan kültüre, ekonomiden siyasete...)  örnek bir “hayat tarzı” ortaya çıktı.
 
Ve Kur’an “tarihte” kalmış bir kitap değildir. O, İslâm toplumunun doğuşundan bugüne kadar Müslümanların hayatına yön verdiği gibi, bugün ve yarın da yön vermeyi, müdahale etmeyi sürdürecektir. Kur’an, yarısından fazlasını teşkil eden kıssalarda bile, “geçmiş”ten söz ederken “bugünümüze”ve “geleceğimize” de müdahalede bulunur.
 
Hiç kuşku yok ki, Kur’an’ın hayata müdahalesi insan aracılığıyla olmuştur ve olacaktır. Peygamberlerin vahyi apaçık tebliğ etmek suretiyle tarihe / hayata yaptıkları müdahale; bugün de nebevî geleneğin takipçileri tarafından sürdürülmek durumundadır.
 
Kur’ân Ütopik Değil Pratik; Statik Değil Dinamik Bir Kitaptır
 
Kur’ân-ı Kerim, günlük hayattan kopuk, toplumsal gerçeklerden uzak münzevi bir ortamda, -tabir yerindeyse- fildişi kulelerde okunup anlaşılamayacağı gibi böyle bir yaklaşımla hayata müdahale edemez, tam tersine hayat dışı ve tarih dışı kalır. Zira Kur’ân-ı Hakîm, ütopik bir kitap olmayıp doğrudan doğruya insanın pratik hayatı ile ilgilidir. O, teoride kalan ve hayal dünyasında yaşanacağı varsayılan bir hayat, bir sistem önermez. Bu bakımdan, pratik hayatın içinde yaşamayan, insanların ve toplumların sorunlarına yeterince vakıf olmayan, dünyadaki siyasal, aktüel, bilimsel, teknolojik, sosyolojik vb. gelişmelerden haberdar olmayan insanların Kur’ân'ı doğru-dürüst anlaması mümkün olamayacağı gibi, Kur’an'ı tebliğ etmeyen, onun mücadelesini vermeyen, onun ilkelerini kendi hayatına ve toplum hayatına egemen kılmanın sıkıntısını çekmeyenler de Kur’an'ın mesajını hakkıyla anlayıp kavrayamazlar ve dolayısıyla akıp giden hayata müdahale edemezler.
 
Kur’an'ın, dinamik, canlı bir davet ortamında indiğini, dolayısıyla onu gereğince anlayıp kavramanın da onun ilkelerini pratik hayatta tatbik etmek suretiyle gerçekleşebileceğini merhum üstat Ebû’l-A‘lâ el-Mevdûdî çok çarpıcı biçimde ortaya koyar. Onu dinleyelim:
 
“Muhakkak ki Kur’ân-ı Kerîm, mücerret nazariyeleri ve sırf düşünceleri ihtiva eden bir kitap değil ki, bir insan onu koltuğuna tutturup yaslanarak okusun; sonra da onun bütün maksatlarını anlamış olsun. Aynı zamanda o, yalnız ilâhiyattan (teoloji) bahseden bir kitap da değil ki, onun esrarı ve gizli hazineleri enstitü ve tekkelerde çözümlenmiş olsun. Fakat bu kitap, bir davet ve aksiyon kitabıdır.  Mücerret inişi ile birlikte güzel ahlak ve yumuşak huy sahibi, doğru mizaçlı, cömert karakterli ve insanlar arasında susmayı seven bir şahsiyeti, haktan ve doğru yoldan sapmış bir dünyanın karşısına dikivermiştir bu kitap. Kur’an onu; batılın her türünün kapısını çalan küfrün liderlerine, fıskın komutanlarına, dalalet ve sapıklığın öncülerine karşı amansız savaş veren bir şahsiyet yaptı. Bu kitap her evden, aileden mesut ruh ve nezih gönülleri söküp aldı ve onları hazırlayarak davet sahibinin sancağı altında topladı. Gerçekten bu kitap, tüm bozguncu fitnecilerin öfkesini taşırdı.  Davetin yardımcılarına karşı savaş açtırdı ki, helak olan da haktan bir beyyine üzere helak olsun; kurtulan veya ihya olan da haktan bir beyyine üzere kurtulsun, ihya olsun.
 
“Bu kitap, gerçekten yirmi üç sene müddetle haşmetli İslâmî hareketi yönetmiştir. O hareket ki, işe bir ferdin çağırması ile başlamış, yeryüzünde ilâhî bir devlet hilafeti ikame etmeye kadar ulaşmıştır.
 
“İşte bu kitap, her bir merhalesinde batılın her çeşidini bir bir yıkma ve yerine mutlak hakkı koyma mücadelesinin ve hakla batıl arasında devam eden sürekli savaşlar sırasında atılan her adımın plân ve tespitini yürütmüştür. Öyleyse bu kitabın gizlediği pek çok esrar ve hakikat, sadece harflerinin üzerinden geçmek ve kelimeleriyle mırıldanmakla onun önünde nasıl tecelli edecek? Küfür ile İslâm arasında cereyan eden mücadele alanına inmeden, İslâm ile cahiliyet arasında sürmekte olan mücadelede ayaklarını tozlandırmadan onun vaat ettiği zafere nasıl ulaşacaksın? Bu mücadelenin semtinden geçmek nasip olmadan nasıl hedefe ulaşacaksın?

Kur’an'ın derin maksat ve manalarını anlamak, ancak bu kitabı hakem kabul edip Allah yolunda davete başlamak ve bütün adımlarını Kur’an'ın öğrettiği ve tevcih ettiği şekilde atmanla mümkün olacaktır. Bundan dolayı Kur’an'ın davetçilerinin başına gelen mihnet ve tecrübelerin tamamının senin de başına gelmesi muhakkaktır.  Mekke, Habeşistan ve Tâif vakalarını müşahede eder; Ebû Cehil ve Ebû Leheb’lerle çatışır; münafık ve Yahudilerle karşılaşırsın. Aynı şekilde İslâm'la ilk müşerref olanlardan müellefetü'l-kulûba (kalpleri ısındırılanlara) kadar geçerek her nevi insan örneğini dener ve görmüş olursun.
 
“O halde bu tavır, yol ve gidiş emsalsizdir. Hiçbir tavır ve davranış buna benzemez; bununla boy ölçüşemez...
 
“...Kur’an'ın hükümlerini hayatlarında tatbik etmeyenler, hayatın çeşitli alanlarına ilişkin Kur’an hükümlerinin gayesini, ahlâkî öğretilerini, iktisadî, hukukî tevcihâtını, prensiplerini, sistemlerini ve onların değer ölçülerini idrak edemez ve buna gücü de yetmez.”[1]
 
Demek oluyor ki, Kur’ân, kendisi uğrunda belli bir çaba, uğraş ve fedakârlık göstermeden, onun ilkelerini kendi hayatımızdan ve en yakınlarımızdan başlayarak dünyaya hâkim kılmanın sıkıntısını çekmeden, fildişi kulelerden mücadele ortamına, cihad arenasına inmeden anlaşılamaz; zaten bu Yüce Kitab da sırlarını onlara açmaz. Kur’an bir felsefe kitabı değildir. O, Âlemlerin Rabbinin, hayatın çeşitli ihtiyaçlarına verdiği cevaplardır. Bu bakımdan Kur’ân, statikbir düşünce değil, dinamik-aktifdüşünceler, yargılar, ilkeler bütünüdür. Bu özelliğiyle hayata müdahale eder.
 
Kur’ân-ı Kerim Hayatı Dizayn Etmek İçin İndirildi
 
Sahabenin bu konudaki tutumunu Abdullah b. Mesud şöyle anlatır:
 
"Biz Kur’an'ı on âyet, on âyet alırdık ve aldığımız on âyeti anlayıp hayatımıza aktarmadan diğer on âyeti almaktan kaçınırdık.  Kur’an insanlara, onunla amel etsinler diye nazil olmuştur. İlk nesiller Kur’an'ı amel etmek için okudular.  Sizin herhangi biriniz ise, Kur’an'ı başından sonuna kadar okur; tek bir harfini dahi bırakmaz; halbuki onunla amel etmeyi tamamen terk etmiştir."[2]
 
Abdullah İbn Mes’ûd’un bu ifadelerinden şöyle bir formülasyona gidilebilir: Bir mümin, her gün on ayeti okuyup tam manasıyla anlamaya, gönlüne sindirmeye ve uygulamaya çalışmalıdır. Her gün böyle yapmaya devam eden bir mümin, Allah Rasûlü (s.a.s.)gibi “yaşayan Kur’ân”olma hedefinde sürekli mesafe kazanır, her gün kendisini yeniler, imanını ve heyecanını diri tutar, salih amellerini çoğaltır ve Allah’ın rızasına ve rahmetine kavuşur. Hz. Ali ise şöyle buyurur:
 
"Allah'ın Kitabı'nı öğreniniz; çünkü Allah'ın Kitabı, sözlerin en değerlisidir. Dini iyi anlayınız; çünkü dini iyi anlamak kalpleri parlatır. Kur’an'ın nûrundan şifa isteyiniz; çünkü o, gönüllerdeki marazlara şifadır. Kur’an'ı hakkına riayet ederek okuyunuz; çünkü en güzel haberler ondadır. Kur’an okunduğu zaman kulak veriniz; umulur ki Allah size merhamet eder. Kur’an vasıtasıyla hidayete erdiğinizde, öğrendiklerinizle amel ederek doğru yolda daim olasınız. İlmiyle amel etmeyen âlim, bilgisizliğinden dolayı doğru yolu bulamayan günahkâr cahil gibidir. Bana göre, cehaleti içinde bocalayan cahile nispetle, ilmiyle amel etmeyen âlimin vebali daha büyük ve âlim daha perişandır. Her ikisi de mahvolmuş sapıklardır."[3]
 
Kur’an’ı okuyup anlama ve uygulama konusunda selefin tutumunu Hasan Basrî şöyle özetler:
 
"Siz Kur’an'ın okunmasını konaklar edinmişsiniz, geceyi de deve... O deveye biner, onunla konakları geçersiniz. Hâlbuki sizden öncekiler, Kur’an'ı Rablerinden gelen risaleler, mektuplar ve fermanlar olarak görürlerdi. Geceleyin sabahlara kadar Kur’an'ı düşünür, gündüz de onun ahkâmını infaz eder, pratiğe aktarırlardı."[4]
 
Kur’ân’la Hayata Müdahale Ederek Tarihin Öznesi Olabiliriz
 
Allah’ın Kitabı ile ve onun “hayat veren” (Enfal 8/24) mesajı ile irtibatı kesmek, kuşku yok ki, başımıza gelen felaketlerin biricik sebebidir. Yüce Rabbimizin Kur’an’da, Rasûl’ünün (s.a.s.)dili ile ikaz buyurduğu üzere, ümmet olarak “Kur’ân’ı mehcûr bırakmanın” (Furkan 25/30) yani O’ndan uzaklaşmanın; O’na ilişmemenin, O’nun hükümleriyle amel etmemenin bedelini ödüyoruz.
 
Ashabın Kur’ân hocalarından Ebû Musa (r.a.), O’ndan uzak kalmanın bedeline dikkat çekmiştir:
“Kur’ân’dan uzun süre uzaklaşmayınız! Aksi halde ehl-i kitabın kalplerinin katılaşması gibi sizin kalpleriniz de katılaşır.”[5]
 
Elbette Kur’an’dan uzaklaşan zihinler kararır, gönüller paslanır, kalpler katılaşır. Kur’an’dan, O’nun diriltici ilkelerinden beslenmeyip duyarsızlaşan kalplerin sahipleri ise “yaşayan ölüler” haline gelirler. Yaşayan ölülerden oluşan bir toplumun zelil ve perişan olması da kaçınılmaz olur.
 
Bu şaşmaz hakikati, Allah Rasûlü (s.a.s.)şöyle formüle eder:
 
“Allah şu Kur’an’la bazı toplumları yükseltir; bazılarını da alçaltır.”[6]
 
Allah Azze ve Celle, daha önce kendilerine kitap verilip de zamanla onun mesajlarına duyarsız hale gelen toplulukların kalplerinin ‘katılaşması’ve bunun sonucu olarak da doğru yoldan sapmalarını hatırlatarak, Asr-ı Saadet müminlerini ve kıyamete kadar gelecek tüm müminleri bu konuda uyarır:
 
“İnananlar için hala vakit gelmedi mi ki, kalpleri Allah’ın zikrine (Kur’ân’a) ve inen hakka huşû duysun ve bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra da üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar.” (Hadid 57/16)
 
Ayette işaret edilen ‘kalplerin katılaşması’nın nedeni açıktır:
 
Katılaşmaya başlayan kalbin yeniden yumuşaması, zayıflayan imanın tekrar güçlenmesi, erozyona uğrayan müslüman kimliğin aslî hüviyetine kavuşması ise ancak ve ancak Kur’an’a dönmekle mümkün olabilir. Hadîd sûresinin 17.âyeti de bu gerçeği işaret buyurur: “Bilin ki, Allah cansız(ölü) hale gelen toprağa yeniden hayat verir! Belki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.” (Hadid 57/17) Bu âyete ilişkin olarak İbni Abbas’ın söylediği gibi, ancak Allah’ın Kitabıdır ki, “kalpleri kasavet ve katılıktan sonra yumuşatır, Rabbine yöneltir ve mutmain kılar; ölmüş kalpleri ilimle, hikmetle diriltir.”[7]
 
Tıpkı ‘ölü toprağın’ yağmurla/rahmetle tekrar hayat bulması gibi, üzerine ölü toprağı serpilen, yaşayan ölülerhaline gelen, umudunu, inancını yitirme noktasına gelen inanan insanların “yeniden dirilişi” de sadece Kur’an’a dönüşle mümkün olabilir.

----------------------------------------------------------
 
Dipnot

[1] - Ebû’l-A‘lâ el-Mevdûdî, Kur’ân'ı Anlamak İçin Temel Prensipler, çev: M. Söylemez, İmko Y., Adana, s. 67-70.

[2]-  İmam Gazali, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.3, s. 13.

[3]-  Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık, 1977-İstanbul, c.5, s.1839.

[4]-  İmam Gazali, İhyâ, c.3, s. 13.

[5]-  M.Yusuf el-Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık,s.1585.

[6]-  Müslim, Müsâfirîn 269; Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 16.

[7]-  Sünen-i Tirmizi, Tefsin 24.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Kur’ana Göre hz Muhammed S.A.V
« Yanıtla #1 : Nisan 02, 2017, 02:10:30 ÖÖ »
Kur’ana Göre hz Muhammed S.A.V

Müslümanlar tarafından tarih boyunca Hz. Muhammed’in (s.a.s.) insanlığa tanıtılması gayesiyle siyer türünden farklı tasavvurlar ve sunumlar geliştirilmiş, bu bahiste muazzam bir literatür meydana gelmiştir. Bu çeşit çalışmalar günümüzde de artarak devam etmektedir. Zira son İlahi elçi olması hasebiyle Rasûlüllah’ın (s.a.s.) hayatına anlama ve onu örnek almaya ihtiyaç hiçbir zaman sona ermeyecektir. Zamanın ve şartların değişmesiyle birlikte insanların anlayışları ve dünya görüşlerinin de farklılık arz ettiği için, bu değişimleri doğru olarak algılamak suretiyle asrımız insanına Allah Rasûlü’nü (s.a.s.) örnek sunulabilen bir anlayışla tanıtmak bilhassa bu alan üzerinde çalışan ilim adamlarının esaslı görevidir. Bu görevin en iyi şekilde gerçekleştirilebilmesi için Hz. Peygamber’in (s.a.s.) insanlığa tanıtılmasına vesile olacak eserlerin en sağlam kaynaklara ve en doğru delillerle dayanması gerekir. Şüphesiz bu kayakların en başında da Kur’ân-ı Kerim gelir.
 
İnsanlığa son ilahi mesaj olan Kur'ân-ı Kerim esas itibariyle, bütün İslâmî ilimlerin temel kaynağını teşkil eder. Başka bir ifadeyle İslâmî ilimler, İslâm dininin kaynağı ol­ması bakımından Kur'ân'a dayanırlar. Sadece kıraat ve tefsir gibi doğrudan Kur'ân ile ilgili ilimleri değil, hadîs, fıkıh, kelâm, tasavvuf ve İslâm felsefesi gibi ilimlerin esas kaynağı da Kur'ân'dır. Zira Kur'ân bütün bu ilimlerin konularıyla ilgili temel, bilgiler, ilkeler ve hükümler vaz’etmektedir.
 
Kur'ân, İslâm diniyle irtibatlı olan bütün ilimlerde olduğu gibi ihtiva ettiği haberler, geçmişle ilgili bilgiler, tarihî olay­lar ve olgularla ilgili yorumlar itibariyle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatının da en mühim kaynağıdır. 
 
Kur'ân'ın haber hükümleri arasında, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) çağrısını yayma yo­lunda yaptığı mücadeleler, yapılan savaşlar ve antlaşmalar; Mekke ve Medine halkının ona ve davetine karşı tavır ve tutumları, diğer taraftan da ashabın faziletleri, onların İslâm'a hizmetleri bulunmaktadır. İslâm Peygamberi'nin (s.a.s.) ve Müslümanların karşılaştıkları hâdi­selerden söz eden âyetler ise, bir yandan tarih şuuru ve bilgisi kazandırmakta, diğer yandan Müslümanların Siyer ve Megâzî bilgileri sunmaktadır. Görüldüğü gibi, Siyer söz konusu olduğunda en mühim ve ilk müracaat kaynağı şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zira gerçekliklerinde şüpheye mahal olmayan türden olan Kur’ânî veriler yardımıyla Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında, onun nasıl bir kişilik olduğu ve hasımlarıyla nasıl mücadele ettiği hakkında doğrudan fikir sahibi olmamız mümkündür. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) en iyi öğrenebileceğimiz kaynak, onu peygamber olarak seçen ilâhî kaynaktır. Zira bir kişiyi bir göreve atayan makam, o kişinin şahsiyeti­ni, meziyetlerini, varsa zaaflarını daha iyi bilir ve görev alanını, yükümlülükle­rini, yetkilerini ancak o makam belirler. Bu makam ilâhî makam, görev peygamberlik, atayan Allah, atanan da peygamber ise, bunun böyle olmasından daha tabii ne olabilir? Ayrıca unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber'i (s.a.s.) insanlığa tanıtan en objektif, en orijinal ve en sahih kaynak Kur'ân’dır. Objektiftir, çünkü beşerin hissî ve indî yaklaşımları ondan uzaktır. Orijinaldir, çünkü Hz. Peygamber’le (s.a.s.) Kur'ân arasına bir mesafe girmemiştir. Sahihtir, çünkü Kur'ân, bir bilgi kaynağı olarak her mümin için içerisinde hiçbir kuşku barındırmayan tek kaynaktır. Nasıl ki bize Kur'ân'ı Hz. Peygamber (s.a.s.) öğretmişse, Hz. Peygamber'i (s.a.s.) de Kur'ân öğretmektedir. Bu sebeple Hz. Muhammed'le (s.a.s.) ilgili tasavvurda ana çerçeve­yi belirleyecek olan bu kitap olmalıdır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.s.) Kur’ân'a rağmen veya onun emri dışında hareket etmemiştir. Kur'ân'ı Hz. Peygamber'in (s.a.s.) aracılığına başvurmadan anlama­ya çalışmak nasıl Kur’ân'ı yanlış anlamaya yol açıyorsa, Hz. Peygamber'i (s.a.s.) Kur’ân'ın kılavuzluk ve aracılığına başvurmadan anlamaya çalışmak Hz. Peygamber'i (s.a.s.) yanlış anlamaya yol açar. İşte bu nedenlerle Kur’ân, tanıttığı Peygamber, peygamberlik kurumu ve Hz. Peygamber’le (s.a.s.) ilgili tüm tasavvur ve yaklaşımların kendisine vurulması gere­ken mihenk taşı olmalıdır. Allah Rasûlü (s.a.s.) ile ilgili yaklaşımların bir yanlış anlamadan kaynaklanıp kaynak­lanmadığı, bir anlama problemi taşıyıp taşımadığı, ancak o yaklaşımın Kur’ân'ın tanıttığı peygamberle kıyaslanması sonucu anlaşılabilir.1
 
Siyerin, yani Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatının ve mesajının en doğru şekilde ancak Kur’ân’dan elde edileceğini ifade ettikten sonra genel hatlarıyla Kur’ân’ın bize takdim ettiği Hz. Muhammed’in temel özelliklerini ayetler ışığında şu şekilde ortaya koymak mümkün olur:
 
Hz. Peygamber’in Allah Nazarındaki Değeri En Üst Derecededir.
 
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler: Ey inananlar! Siz de onu övün, ona salat ve selam getirin”.(Ahzâb, 33/56).
 
Hz. Peygamber’den (s.a.s.) başka Allah ve meleklerinin salatta bulunduğu ve bize de ona salâtın emredildiği başka bir peygamber yoktur. Allah’ın peygamberimize salâtını, ona teveccühü ve verdiği değer olarak anlamak gerekir.
 
O, Bütün Âlemler İçin Rahmet Olarak Gönderilmiştir.
 
“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107).
 
Hz. Peygamber (s.a.s.) sadece yaşadığı dönemi, yaşadığı coğrafyaya ve yaşadığı topluma değil, o an için yaşayan ve daha sonra yaşayacak bütün insanlık için rahmet vesilesi olarak gönderilmiştir. Hatta alem ifadesinden dünyadan başka alemlerin olduğunu ve Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) rahmet olarak gönderilmesinin onları da kapsadığını söylemek mümkündür. Bu âyet her şeyden önce Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) davetinin ve misyonunun evrenselliğine işaret eder.
 
Onu sevmek ve itaat etmek, Allah’ı sevmek ve itaatle birdir.
 
“De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder".(Âl-i İmrân, 3/31).
“De ki: "Ey insanlar, biliniz ki, ben sizin hepinize Allah'ın gönderdiği peygamberiyim. O Allah ki bütün göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O'ndan başka Allah yoktur. Hem diriltir, hem de öldürür. Onun için gelin Allah'a ve peygamberine iman edin. Allah'a ve Allah'ın bütün kelamlarına inanan o okuyup yazması olmayan peygambere de. Uyun ona ki, kurtuluşa erebilesiniz”. (Araf, 7/158).
 
Sevgi yukarıdan aşağıya, büyükten küçüğe, güçlüden zayıfa doğru gerçekleşirse merhamet olarak tecelli eder. Bu durumda Allah’ın kullarını, Rasulüllah’ın (s.a.s.)  ümmetlerini sevmesi demek onlara merhamet etmeleri acımaları anlamına gelir. Aynı şekilde anne ve babalar da yavrularına karşı merhamet ederler. Sevginin aşağıdan yukarıya, küçükten büyüğe ve zayıftan güçlüye doğru tezahürü ise itaat olarak kendini gösterir. Bu durumda insan Allah’ı ve Rasulü’nü sevdiğini iddia ediyorsa, bu iddiasına ancak onlara itaat etmekle gerçekleştirebilir. Bu durumda Allah’ın sevmenin yolu Rasûlüllah’ı (s.a.s.) sevmektir. Yani Allah’a itaat etmek isteyen Rasûlüllah’a itaat etmeli, bunun için de Rasûlüllah’ın (s.a.s.) gösterdiği istikamette hayatını sürdürmeye çalışmalıdır ki, Allah da onu sevsin, yani ona merhamet etsin. Bu hususta Kur’anda şöyle buyrulur.
 
“De ki: "Allah'a ve Peygambere itaat edin". Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez.”(Âl-i İmrân,3/32)
 
“Ey inananlar! Allah'a ve Peygamberine itaat edin, Kuran'ı dinleyip dururken yüz çevirmeyin, dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler gibi olmayın” (Enfâl, 8/20-21)
 
“Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O'nun katında toplanacağınızı bilin”(Enfal, 8/24)
“Ey inananlar! Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin, size güvenilen şeylere bile bile hıyanet etmiş olursunuz.”(Enfâl, 8/27).
 
O Da Bizim Gibi Beşerdir, Ancak Kendisine Vahiy İndirilmektedir.
 
“De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana Allah’nızın tek bir Allah olduğu vahyolunuyor. Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın." (Kehf, 18/110)
 
 “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 33/40); “Ey
 
Muhammed! De ki: "Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben ancak bana vahyedilene tabi oluyorum. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım”(Ahkâf, 46/94).
Kelime-i tevhide de belirtildiği gibi, O önce bir kul, sonra Rasuldür. Onun kul olması temel, Rasul olması ise bir sıfat ve görevdir. O, bir kul olmasaydı, diğer insanlara örnek olması veya diğer insanların onu örnek alması hiç mümkün olmazdı. Ancak o, sıradan bir kul değil, Allah’ın seçtiği, Allah’ın eğittiği, Allah’ın güzel ahlakla donattığı, aynı zamanda ilahi mesajı insanlığa iletmekle görevlendirdiği, âlemler rahmet olarak gönderdiği bir kuldu.
 
O Şahit, Müjdeleyen ve Uyarıcı Olarak Görevlendirilmiştir.
 
“Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir”(Ahzâb, 33/45-46)
 
“Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik”(Nahl, 16/89)
 
“Biz sana Kitab (Kur'ân)ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!” (Nisâ, 4/105)
 
“De ki: "Ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim. O tek ve kahredici olan Allah'tan başka Allah da yoktur."(Sad, 38/65)
 
“Şüphesiz biz seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ki, Allah'a ve Resulüne iman edesiniz ve bunu takviye edip, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edesiniz”(Fetih, 48/8-9).
 
Peygamberin şahit olarak gönderilmesi demek, her şeyden önce Allah’ın, kullarına hidayet yolunu gösterdiğine şahitlik etmesi, aynı zamanda insanlara neyin doğru, neyin de yanlış olduğunu bildirmesi demektir. İnsanlar onu görecekler, elçi olduğunu bilecekler, daha sonra da onun yaptıklarına bakarak doğruyu ve yanlışı öğrenecekler, bunların sonucunda da Allah tarafından sorumlu tutulacaklardır.
 
O, Müminlerine Karşı Son Derece Merhametlidir.
 
“Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler”(Fetih, 48/29)
 
Allah Rasûlü (s.a.s.) kendisine inananların memnuniyetini temin etmek, onları huzurlu ve mutlu kılmak için de çok hassasiyet göstermiş, ashabının üzülmemesi ve zarar görmemesi hususunda çok titiz davranmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususa açık işaret bulunmaktadır.  
 
“Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir”. (Tevbe, 9/128-129)  
 
Bu âyet, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için nasıl endişelendiğini, kendisini inananların sıkıntılarına tahammül edemediğini, bunların kendisine çok ağır geldiğini, müminlere olan şefkatini ve merhametini çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir.
 
O, En Güzel Örnektir.
 
“Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir” (Ahzâb, 33/21).
 
Allah, peygamberini en güzel sıfatlarla muttasıf olarak yaratmış, onu en güzel şekilde terbiye etmiştir. Onun ilahi vahyi insanlara aktarmanın yanı sıra bu vahiy doğrultusunda yaşama ve örnek olma görevi de vardır. Allah onu insanlık için en ideal örnek olarak yaratmış, her iki âlemde de güzelliklere kavuşmak isteyenlere örnek sunmuştur. Müslümanlar gerek din, gerekse dünya işlerinde onu kendilerine örnek almakla mükelleftirler.
 
Onun Bedeni Değil, Ancak Misyonu Bakî Olacaktır.
 
“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Al-i İmran, 3/144)
 
Sonuç olarak ifade etmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) takdiminde Kur’ân’ın kaynaklığını esas almak demek, bu hususta Kur’ân'dan başka bir belge ve bilgi kaynağına müracaat edilmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü Kur’ân'ın Hz. Peygamber (s.a.s.) için ortaya koyduğu her niteliğin ya da yükümlülüğün Hz. Peygamber'in (s.a.s.) hayatında nasıl bir karşılık bulduğunu öğrenmek ancak, Kur’ân’ın yanında sünnet, hadis ve siyer kaynaklarına başvurulmak suretiyle mümkün olur. Bu sebeple Kur’ân'ın verdiği siyer malumatıyla birlikte sünnet, hadis, siyer, megâzî ve tarih kaynaklarına da başvurmak zaruridir. Ancak, zikredilen kaynaklardan istifade edilirken senet ve metin kritiği yapılmalı, sünnet, hadis, haberler mutlaka Kur’ân’ın hakemliğine götürülmeli, ikinci derecedeki kaynakların muhtevası Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin ışığında ele alınmalı, kısacası Hz. Peygamber (s.a.s.) konusunda yapılacak herhangi bir değerlendirmenin nihaî ölçüsü Kur’ân olmalıdır.

-----------------------------------------------------------------

Dipnot

1- İslâmoğlu, Mustafa, Üç Muhammed, İstanbul 2008, s. 249-250

 


* BENZER KONULAR

Cemal Kuru - Ağlayu Ağlayu 320 kbps + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:09:34 ÖÖ]


Kendimize Gelelim! Özümüze Dönelim sabır ve Şükrü Hayatımıza Yerleştirelim Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:02:09 ÖÖ]


İman İbadet ve Güzel ahlaka Önem Vermeli Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:53:44 ÖÖ]


Zekât İslam’ın 5 Şartından Biridir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:42:49 ÖÖ]


Sosyal Medya Kirliliğine Dikkat Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:05 ÖÖ]


Ben Duygusundan Sıyrılmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:21:59 ÖÖ]


Allah'tan Korkan İnsan İffetsiz - Ahlaksız – Olamaz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:15:54 ÖÖ]


Abdest Gusül ve Teyemmümün Faydaları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:03:14 ÖÖ]


Kutlu Bir Dava Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:41:38 ÖS]


Huzurun Kaynağı Olan Evliliği Geciktirmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:36:37 ÖS]


Şükür Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:22:20 ÖS]


Allahü Teâlâya Hakîkî Kul Olmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:16:26 ÖS]


Mümin İmansız Ölmekten Çok Korkmalıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:09:10 ÖS]


Şükür imtihanı Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 06:20:00 ÖS]


Namaz Yoksa Her Şey Eksik Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 06:15:19 ÖS]


Hadîs-i Şerîflerle – Namaz İbadeti Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 06:10:57 ÖS]


Nefis Cihadı Nasıl Kazanılır Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 06:04:37 ÖS]


İşte Bu Cennete Giden Yol Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 05:53:35 ÖS]


Asr’ı Saadette Yaşamak Demek Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 17, 2024, 05:33:19 ÖS]


Diri ve Ölü Arasındaki Fark - Zikir Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 17, 2024, 05:24:49 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41