Gönderen Konu: Resûlullah’a Tabi Olmak  (Okunma sayısı 2777 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2114
Resûlullah’a Tabi Olmak
« : Eylül 17, 2020, 08:35:29 ÖÖ »
Resûlullah’a Tabi Olmak

Dünya bir çarşıdır, bir pazar yeridir. Yakında kapanır, dağılır. Size yalnız fânileri gösterecek ve onlara bağlanmanıza sebep olacak kapıları kapatınız. Allah’ın kudretini görmenize ve yalnız O’nu sevmenize vesile olacak kapıları açınız.

Şahsınıza mahsus özün Allah’a yakınlığı ve kalblerin günah kirlerinden temizliği hallerinde sebepler ve iktisab kapılarını kapatınız. Bunu, başkalarına şâmil olan hususlarda yapmayınız. Meselâ âile efrâdınızın fertleri gibi.

Kazancınız sizden başkası için olsun. Faydası sizden başkası için olsun. Elde etmesi sizden başkası için olsun. Siz onların beşeri ihtiyaçları için çalışınız, kazanınız. Fakat iktisab ve sebepler kapısını kendi şahsınıza kapalı tutunuz. Kendi şahsınıza mahsus olanı Allah’ın fazlından isteyiniz. Nefslerinizi dünyâ ile bir araya oturtunuz. Kalblerinizi ahiret ile bir araya oturtunuz. Sırlarınızı - özlerinizi de Mevlâ ile bir araya oturtunuz.

Allah dostları, Peygamberlerin bedelleridir. Peygamberlerden sonra onların yerine kaim olan kişilerdir. Öyleyse, onların size söylediklerini kabul ediniz. Emirlerini yerine getiriniz. Zira hiç şüphe yok ki O’nlar, size ancak Allah’ın ve Resulünün emirleri ile emrederler, nehiyleri ile nehyederler. O’nlar, Allah’ın konuşturmasıyla konuşurlar. Allah’tan verileni alırlar. Kendiliklerinden tek bir harekette bile bulunmazlar. Allah’ın dininde, hevai hareketleri ile O’na ortak olmazlar. Gerek sözlerinde ve gerekse fiil ve hareketlerinde, Resulullah’a (s.a.v.) tâbi olurlar. Çünkü Aziz ve Celîl olan Allah’ın bu husustaki kavline kulak vermişlerdir. Şanı Yüce olan Allah buyurur ki:

“Peygamber size ne emrettiyse ona sarılın; size neyi yasak ettiyse ondan da sakının.” (Haşr Sûresi; Âyet 7)

Allah yolunun yolcuları, Resulullah’a (s.a.v.) tâbi oldular. Öyle ki, O da onları kendisini Peygamber olarak gönderene, yani Allah’a götürdü. Onlar Allah’ın Resulüne yaklaştılar; O da onları, Aziz ve Celîl olan Hakk’a yakınlaştırdı. Onlar için nezd-i İlâhi’den ünvanlar, hil’atler ve halk üzerinde emirlik salâhiyetleri çıkardı…

Ey münafıklar!

Siz, dinin rafa kaldırıldığını, emirlerinin de kendi haline terk edildiğini sandınız. Sizin ne kendinizde izzet-i nefs var, ne şeytanlarınızda, ne de kötü arkadaş ve yakınlarınızda…

Allah’ım! Benim de, onların da günahlarımızı bağışla. Onların münafıklık zilletinden ve şirk bağından halâs eyle, kurtar.

Aziz ve Celîl olan Allah’a ibadet ediniz. Helâl kazançlarınızla O’na kulluk etmek için yardımını isteyiniz. Zira hiç şüphe yok ki Aziz ve Celîl olan Allah, kendisine itaat eden ve helâl kazancından yiyen mümin kulunu sever. O, helâlinden yiyen ve güzel amel ve hareketlerde bulunan kulunu sever. Sadece yiyip içen ve amel etmeyeni ise sevmez. Kendi helâl kazancından yiyeni sever. İki yüzlülükle kazanıp yiyene ve halka yedirene ise gazaplanır. Kendisini birleyeni, yani muvahhidi sever. Kendisine şirk koşup ortak tanıyana ise gazaplanır. Kendisine teslim olanı sever. Teslim olmayıp daima kendisiyle çekişip durana ise gazaplanır…

Muhabbet - sevginin şartlarından biri sevdiğine itaat etmek ve isteklerini yerine getirmektir. Seven, sevdiğine boyun eğer. Adâvet - düşmanlığın gereklerinden biri ise daima muhalefet etmek, hep karşı koymaktır. Kişi, düşman bildiğine daima karşı çıkar.

Siz, ey müminler! İzzet ve Celâl sahibi Rabb’ınıza teslîm olunuz. Dünyâ ve ahirette, O’nun idâresine, tasarruflarına rıza gösteriniz.

Vaktiyle bir musîbete maruz kalmış, Aziz ve Celîl olan Allah’a dua ederek bu musîbetten beni kurtarmasını istemiştim. Ne var ki benim bu isteğimden sonra, maruz kaldığım o musîbet kalkmadığı gibi, üstelik bir musîbet daha gelmişti. Ben ise bu duruma fevkalade hayret etmiştim. Bu hayret içinde bocalarken bir gün birisinin bana şöyle seslendiğini duydum:

- Sen bu yola girerken, Bize hep teslimiyet içinde bulunacağını söylememiş miydin ?…

Hâtiften (gizliden) kulağıma gelen bu sesi işitince kendimden utandım, teeddüp ettim ve sustum…

Vah sana ki, Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsun; fakat O’ndan başkasını seviyorsun. Allah’ın sevgisi saflığın, temizliğin ve hâlisiyetin ta kendisidir. O’nun gayrısı ise temiz ve safi olmamak, kirliliktir. Sen, Allah’ın sevgisi ve hâlis safiyeti başkalarının sevgisi ile kirletirsen sen de kirlenirsin. Allah’ın Dostu İbrahim A.S. ile Yakup A.S.’ın başına gelen senin de başına gelir. Vaktiyle onlar, kalplerindeki birer ateşle evlatlarına meyl etmişler, onlara sevgi ile bağlanmışlar ve malum musîbetlere dûçâr olmuşlardı.

Yine vaktiyle Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.), kızının oğulları Hasan ile Hüseyin’e karşı kalbinde bir sevgi duymuştu. Bir ara Cebrail A.S. geldi ve Allah’ın Resul’üne sordu:

- Onları seviyor musun ?

Resul A.S. buyurdular:

- Evet, seviyorum.

Bunun üzerine Cebrail A.S. dedi ki:

- Onların biri zehirlenecek, diğeri de şehit edilecek…

Bu hadiseden sonra Allah’ın Resulü o iki torununun sevgisini kalbinden çıkardı. Orayı bütünüyle Aziz ve Celîl olan Rabb’ine tahsis etti. Onlar sebebi ile olan sürur ve neş’esi de hüzün ve kedere dönüştü…

Aziz ve Celîl olan Allah, Peygamberlerinin, Velilerinin ve salih kullarının kalplerine gayret-i İlâhi ile nazar eder. Orada, kendisinden başkalarına yer verilmesini istemez.

Ey dünyaya nifak ve ikiyüzlülükle talip olan kişi!

Avucunu aç, bak. Orada hiç bir şey göremeyeceksin. Yazık sana ki, alın teri ile çalışıp kazanacağın yerde, oturmuş, dinini vasıta edinerek halkın malını yiyorsun. Sanat ve alınteri ile kazanmak, bütün Peygamberlerin işidir. Bütün Peygamberler çalışarak, alın teri ile kazanmışlar ve yemişlerdir. Hiç bir Peygamber yoktur ki, behemehal bir sanatı, bir mesleği bulunmasın. Ahirette de İzzet ve Celâl sahibi Hakk’ın izni ile halkdan alırlar.

Ey dünyanın şarapları, nefsani arzuları ve hevesleri ile sarhoş olanlar!

Pek yakında mezarlarınızda uyanacak, ayıkacaksınız.

Emirler ve Yasaklar...

Emri edâ et, yerine getir. Nehiy (menedilen şey) den uzak dur. Şu musîbetlere sabret, tahammül göster. Nafilelere sarıl, onlarla Allah’a yaklaş. İşte bu şekilde hareket edersen, “İntibâha gelmiş, gaflet uykusundan uyanmış kişi” olarak çağrılır ve, İzzet ve Celâl sahibi Rabbinin tevfîkini istemek için amel eden kişi sayılırsın. Hem de çalışmanla ve amel kapısında huzur arama külfetini terk etmekle beraber. Bununla birlikte, O, yani Allah, seni kendisine vâlî edinmiştir. O’ndan iste ve huzurûnda tevâzû göster. Tâ ki, kulluk yapabilme sebep ve vesîlelerini senin için hazırlasın. Zîrâ hiç şüphe yok ki, O seni bir iş için murâd ettiği zaman, ona seni hazırlar. Senin zâviyenden, süratle hareket etmiştir. Yani kullukta senin süratli hareket etmeni emretmiştir. Kendi zâviyesinden de, sana tevfîk vermesi, yani seni muvaffak kılması, adeti ilahîsi cümlesindendir...

Emir zâhirdir, apaçıktır. Tevfîk, yani Allah’ın vereceği muvaffakiyet ise batındır, âşikâre değildir. Günahlardan nehîy, zâhirdir. Günahlardan kaçınmak, apâşikâre emredilmiştir. Günah işlemekten hicâp duyarak onlardan uzak durmak ise bâtındır. Sen ancak Allah’ın tevfîkine tutunabiliyor, O’nun vermiş olduğu utanç duygusu ile ve O’nun korumasıyla günahları terk edebiliyor ve O’nun verdiği kuvvet sayesinde sabredebiliyorsun...

Benim yanımda usluca durunuz, sebât gösteriniz, hâlis niyet sahibi olunuz, kararlı olunuz. Hakkımda töhmette bulunmayınız. Bilakis hüsn-ü zanda bulununuz. İşte benim söylediklerim size ancak bu taktirde faydalı olur. Ancak bu taktirde, benim sözlerimin ma’nalarını kavrayabilirisiniz...

Ey beni ithâm eden kişi! Benim içinde bulunduğum bütün haller, yarın sana zâhir olacak. İçinde bulunduğum hallerden ötürü beni sıkıştırma. Kalbin mağlup olur ve sen gâlib gelirsin...

Dünyanın ağırlıkları başımın üstündedir. Ahiretin ağırlıkları kalbimdedir. İzzet ve Celâl sahibi Allah ile alâkalı bütün ağırlıklar ise özümdedir, ruhumdadır. Benim bir yardımcım var mı ki? Kim ki hüsn-ü niyetle benim önümde diz çöker ve başını rehin bırakırsa işte o, İzzet ve Celâl sahibi Allah’a hamdedebilir. Benim, İzzet ve Celâl sahibi Hak’tan başka hiçbir kimsenin yardımına ihtiyacım yok.

Akl-ı selîm sahibi olunuz, aklınızı kullanınız. Tasavvuf ehline karşı edepli olunuz. Onlar hakkında sû-i zanlarda bulunmayalım. Zirâ hiç şüphe yok ki, onlar, Allah’a giden yolun âşıkları, beldelerin ve insanların muhâfızları ve koruyucularıdır. Dünya ancak onların yüzü suyu hürmetine ayakta durur. Yoksa; sizin riyânız, ikiyüzlülüğünüz ve şirkiniz neyi ayakta tutmağa yarar ki ey münâfıklar, ey, İzzet ve Celâl sahibi Allah’ın ve Resulünün düşmanları, ey cehennem odunları!....

Allah’ım, Sen benim tevbemi de, onların tevbesini de kabul buyur! Allah’ım, Sen, beni de onları da gafletten uyandır! Bana da onlara da merhamet et! Kalplerimizi ve diğer uzuvlarımızı Senin sevginin dışında her şeyden boşalt. Onları yalnız ve sadece kendine hasret. Eğer Senin hâricinde bir şeyle meşgul olurlarsa veya olmaları gerekirse, bu takdîrde diğer uzuvlar, dünyâlık husûsunda aile efradının geçimine hasredilsin. Kalb ve öz de yalnız ve sâdece Sana hasredilsin, ey Rabbimiz! Âmin...

EY OĞUL! Mâsivâdan tamâmen sıyrılıp tek başına kalmadıkça senden bir şey sâdır olmaz, hiçbir menzil kat edemezsin. Her şeyden sıyrılıp Allah’ın huzûruna varmadıkça ve kalbî huzûra ermedikçe senden hiçbir şey sâdır olmaz, hiçbir dereceye erişemezsin. Amel kapısında sâbit kadem ol. Tâ ki Allah seni binanın yapımında bir meta olarak kullansın. Allah’ın vereceği muvaffakiyet ile sen, işte bu durumdasın. Allah’ın muvaffakiyet vermesi, senin durumuna ve amel kapısında sâbit kadem olup olmadığına bağlı. Eğer ihlâs ve samîmiyetle amel kapısında sâbit kadem olursan senin için Allah’ın muvaffakiyeti müyesserdir. Amelin esas sahibi ise İzzet ve Celâl sahibi Allah’dır. O, süratle kendisine kulluğa koşmanı sana emretmiştir. Sen, hiç vakit geçirmeden Allah’a kulluğa koşmalısın. Muvaffakiyet ise yalnız ve yalnız O’ndandır...

Vah sana ki, insanlardan korkma ve onlardan umup onlardan bekleme bağları ile kendini bağlamışsın. Fânilerden korkuyor, fânilerden umuyorsun. Korkun da onlar umudun da onlar. Nefsinin ayaklarından bu bağları çöz. İşte bu takdirde o, İzzet ve Celâl sahibi Rabbinin hizmetine koşar ve O’nun huzûrunda mutmain olur. Nefsini dünyadan, dünyevî şehevâttan, kadınlara düşkünlükten ve Allah‘a giden yolda engel teşkîl eden bütün dünyalıklardan koru. Eğer takdîr-i ilahîde onun için bir kısmet bulunuyorsa senin emrin ve talebin olmaksızın bu kısmet ona mutlaka ulaşır. Sen de, İzzet ve Celâl sahibi Hakkın katında “zâhid” unvanını alırsın. Hem, Allah sana şerefli kul gözüyle bakar. Şunu iyice bil ki, sen; kendi gücüne, kendi kuvvetine ve kendi elindekine güvenip dayanmakta devam ettiğin müddetçe sana gaybdan hiçbir şey gelmez. Nitekim birisi der ki:

- Cepte bir şey bulunduğu müddetçe gaybdan bir şey gelmez...

Allah’ım; sebeplere dayanmaktan, heveslere, hevâî duygulara, âdet alışkanlıklara kapılmaktan Sana sığınırız. Bütün diğer hâllerde de şerden Sana sığınırız...

Ey Rabbimiz! Bize dünyâda iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından koru!

Yalandan Sakınmak...

Akl-ı selim sahibi ol. Aklını kullan. Yalancı olma, hakîkatin hilâfını söyleme. “Ben, İzzet ve Celâl sahibi Allah’tan korkuyorum,” diyorsun. Halbuki sen O’nun gayrinden korkuyorsun. Cinden de, insanlardan da, meleklerden de korkma. Gerek konuşan ve gerekse sükût eden canlıların hiçbirinden korkma. Dünya azâbından da korkma, ahiret âzabından da korkma. Sadece ve yalnız, azâb ile azâb edecek olan (Allah) dan kork...

Şerîatı ve İslâmın hakîkatlerini bilen âlimler, din hekim (doktor ve tabip) leridir ki, dinde zamanla meydana gelen zayıflığı tamir ederler, telâfi ederler, tamamlarlar. Ey dini zayıflamış, din hayatı çökmüş kişi! Bu din ruh tabiplerine yaklaş. Onların önünde muayene ol. Tâ ki senin zayıflamış veya çökmüş dîn hayatını yeniden düzeltsinler, ıslah etsinler...

Derdi veren, devâsını da gönderir. Derdi veren kim ise, devâsını gönderecek olan da odur. O, meseleyi başkalarından çok daha iyi bilir. Onun bilgisinin üstüne bilgi sahibi yoktur...

Sen, İzzet ve Celâl sahibi Rabbini fiil ve tasarruflarında ithâm etme. Bizzat kendi nefsin, ithâm edilmeğe ve kötülenmeye başkalarından daha çok müstahaktır. Nefsine de ki:

- Lütuf, bahşiş ve ihsan, ancak itaât edenler içindir. Asâ (değnek, sopa) da isyan edenler, emre karşı gelenler içindir...

İzzet ve Celâl sahibi Allah, bir kula hayır murâd etti mi, onu bazı nimetlerinden mahrum bırakır. Eğer o kul , bu duruma sabreder ve cân-ü gönülden tahammül gösterirse kendisini derece bakımından yükseltir, güzelleştirir, ona lütuf ve ihsânlarda bulunur, imkanlar bahşeder, diğer insanlardan müstağni kılar...

Allah’ım, Senden kazâsız belâsız Senin yakınlığını isteriz. Kazâ-i İlâhî’n ve kader-i ilahî’n bahsinde bize lûtfeyle. Sen bizim lehimizde olmak üzere, şerlilerin şerrinin ve fâcirlerin hilesinin hakkından gel. Nasıl dilersen ve dilediğin gibi Sen bizi koru. Senden hem din, hem dünya, hem de ahiret bahsinde af ve âfiyet dileriz. Senden sâlih amellerde muvaffâkiyet ve yine amellerde ihlâs dileriz. Âmin!

Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, bir defasında Bâyezid Bestâmi’ye bir adam gelmişti. Bir ara bu kişi, Bestâmi’nin huzûrunda dururken sağa sola bakınmaya başladı. Onun böyle sağa sola bakındığını gören Bâyezid Bestâmi kendisine sordu:

- Ne var?

Adam dedi;

- Namaz kılacak temiz bir yer arıyorum!

Onun bu sözü üzerine, Bestâmi de kendisine şunları söyledi:

-Kalbini temizle de namazı dilediğin yerde kıl!...

Riyâyı hakkıyla ancak muhlis (ihlâslı kişi) ler bilir. Onlar bir zamanlar onun içinde idiler. Sonra ondan kurtuldular. Riyâ, Allah dostlarının yolunda bulunan bir geçittir. Onların o geçitten mutlaka geçmeleri lâzımdır...

Riyâ, ucüp ve nifâk, şeytanın okları cümlesindendir ki, onları kalplere atar...

Mürşidlere koşunuz. Onlardan, İzzet ve Celâl sahibi Allah’a götüren yolda seyretmeyi öğreniniz. Bu yol, onların sülûk ettiği ve Allah’a vâsıl olmak için düştükleri bir yoldur. Onlardan nefsin, hevâi arzuların ve menfi mizaçların âfetlerini sorunuz. Mürşitler, nefsin ve hevâi duygu ve arzuların âfetlerini misalleriyle birlikte kavrayıp açıklamışlar, gâilelerini ve meyvelerinin ne zaman derileceğini hakkıyla tanımışlar, sırf bunları kavrayabilmek için bu bahiste bir zaman kalmışlar, nice zaman sonra ise riyâya da, nefse de, hevâi arzulara da... tamamen galebe çalmışlar ve hâkim olmuşlardır.

Şeytanın sendeki kibir ve gururu ile aldanma. Nefsin okları ile hezimete uğrama. Zirâ hiç şüphe yok ki, nefs seni şeytanın okları ile oklar. Şeytan sana ancak nefs târikiyle tesir edebilir, bir şeyler yapabilir. Cin şeytanları sana ancak insan şeytanları vasıtasıyla tesir edebilir, seni ancak insan şeytanları vasıtasıyla delâlete düşürebilir. İnsan şeytanları ise nefsdir, kötü arkadaşlardır.

Bu düşmanlara karşı, İzzet ve Celâl sahibi Allah’a sığın, O’ndan yardım iste. Zirâ hiç şüphe yok ki, O sana yardım edecektir. O’nu bulduğun, O’nun katındaki gördüğün ve O’ndan hazzını aldığın an ise hemen O’nun huzurundan ayrıl. Hemen aile efrâdına ve diğer insanlara koş. Onları ellerinden tutarak Allah’a götür. Onlara de ki:

- Aile efradınızla birlikte hepiniz bana geliniz!...

Yusuf Aleyhisselâm, hem mülke, hem de saltanata ermek sûretiyle muzaffer olduğu zaman, âile efrâdına şöyle demişti:

- ... Bütün âlinizi bana getirin (Yusuf Sûresi, Ayet 93).

Mahrum kişi, İzzet ve Celâl sahibi Hak’tan mahrum kalan ve hem dünyada, hem de ahirette O’ndan uzak bulunan kişidir. İzzet ve Celâl sahibi Allah insanlara inzal buyurmuş olduğu ilahi kitaplarından birinde şöyle der:

- Ey âdemoğlu! Eğer benden mahrum kaldın isen her şeyden mahrum kaldın demektir...

İzzet ve Celâl sahibi Allah senden nasıl uzak bulunmasın ve sen O’ndan nasıl mahrum olmayasın ki, sen, O’ndan ve O’nun mümin kullarından kaçıyorsun. Hem de sözünle fiilinle onlara ezâ ederek, zâhirinle ve bâtınınla onlardan yüz çevirerek. Resulullah sallalâhu aleyhi ve sellem, kendilerinden rivâyet edilen bir hadislerinde şöyle buyururlar:

- Mümine eziyet etmek, Allah nazarında, Kâbeyi on beş defa yıkmaktan daha büyük bir cürümdür.

Dinle. Vah sana! ey İzzet ve Celâl sahibi Allah’ın kullarına ezâ etmekten geri durmayan kişi! Kendilerine ezâ ettiğin o insanlar; Allah’a îmân etmekte, Allah için sâlih ameller işlemekte, Allah’ı tanımakta ve O’na güvenip dayanmaktadırlar. Vah sana ki, yakında öleceksin, kendi irâdenin haricinde evinden çıkarılacak, kendisiyle böbürlenip durduğun o malından mülkünden koparılacaksın. Artık o malın mülkün sana fayda vermediği gibi, üzerinden mesuliyeti de kaldırılmayacak...

Hiddet ve Öfke...

Öfke - gazap, İzzet ve Celâl sahibi Allah için olduğu takdirde iyidir. Allah’dan başkası için olduğu takdirde ise kötüdür. Mümin, ancak İzzet ve Celâl sahibi Allah için ve O’nun dinine yardım için hiddetlenir. Kendi nefsi için ve kendine yardım için asla hiddetlenmez. O, İzzet ve Celâl sahibi Allah’ın koymuş olduğu hükümlerden bir hüküm çiğnendiği zaman öfkelenir, hiddetlenir. Hem de avı elinden alınan yırtıcı bir kaplanın hiddetlenmesi gibi. Hiç şüphe yok ki, İzzet ve Celâl sahibi Allah da sırf kendi gazabı için gazaplanır ve sırf kendi rızası için razı olur…

Gerçekte kendi şahsın için hiddetlendiğin halde, Allah için hiddet gösterisinde bulunma. Sonra münâfık olursun. Hiç şüphe yok ki, İzzet ve Celâl sahibi Allah için olan şeyler tamamlanır, bâkîdir, sâbittir, ziyâdeleşir. O’ndan başkası için olanlar ise değişir, sabit değildir, zâil olur. Bir iş yaptığın zaman nefsini, hevâî duygu ve arzularını, şeytanını… aradan çıkar. İstediğin işi sırf İzzet ve Celâl sahibi Allah için ve O’nun emrine itaat etmiş olmak için yap. İzzet ve Celâl sahibi Allah tarafından olduğu tesbit edilmiş bir emir bulunmadıkça hiçbir fiili yapma. Bu emir, ya şeriat vasıtasıyla olur veya şeriata uygun bulunmakla beraber bizzat İzzet ve Celâl sahibi Allah tarafından senin kalbine ilham edilmek suretiyle olur…

Kendinden, insanlardan ya da dünyadan bahsederken zühd sahibi ol. Eğer böyle yaparsan, Allah seni insanlar yönünden rahata kavuşturur. İzzet ve Celâl sahibi Hak ile ünsiyete ve O’nun yakınlığı ile rahata rağbet et. Zaten O’nun ünsiyetinden başka ünsiyet yoktur. O’nunla olan rahattan başka rahat da yoktur. Hakiki rahat ancak O’nunla olan rahattır. Tabii ki, bütün bunlar nefsinin, hevai duygu ve arzularının, bedeninin… kederlerinden temizlendikten sonra mümkün olur…

Allah Dostları ve tasavvuf ehli ile beraber ol. O’nların sohbetinde bulun. Böylece, Allah’ın O’nlara olan yardımı sayesinde sen de güçlenirsin. Sen de O’nların gözü ile görürsün. Allah da tıpkı O’nlarla övündüğü gibi, seninle de övünür. Allah, diğer kulları arasında seninle iftihar eder…

Kalbini Allah’dan başka şeylerden temizle. Zira sen onunla Allah’dan başka şeyler görüyorsun. Önce biraz eşyayı, yani Allah’dan başka şeyleri görürsün. Sonra da O’nun yardımı ile, yarattıklarında Allah’ı görürsün, Allah’ın fiillerini görürsün. Nasıl ki, üzerinde pislikler bulunduğu halde hükümdarın huzuruna girmen doğru olmazsa, aynı bunun gibi, için (batının) pis olduğu halde de, Hükümdarların Hükümdarı İzzet ve Celâl sahibi Hakk’ın huzuruna girmen doğru olmaz. Sen, içi her türlü pis tortularla dolu bir küpsün. Bu durumda neye yararsın ki! Önce git, içindekileri değiştir, temizlen. Kötü hasletlerini iyileri ile değiştir. İşte ancak ondan sonradır ki, Hükümdarın huzuruna girmen mümkün olur…

Senin kalbin günahlarla dopdoludur. Hep insanlardan korkuyor, herşeyi onlardan umuyorsun. Kalbin dünya sevgisiyle dopdolu. Bütün bunlar kalplerin necaseti ve pisliği cümlesindendir. Nefsin ölüp de doğruluk tabutunun kapısına konmadıkça konuşmaya hakkın yok. İşte o zaman, fanilere teveccüh etmenin bir mahzuru kalmaz. Fakat senin nazarında fanilerin hala mevcudiyet bulduğu ve sen de onlara değer verir durumda olduğun müddetçe sakın onlara elini uzatma. Hatta o eli öpecek olsalar bile sen de, Allah’a yakınlığın tesiri ile bir dehşet ve hayret duyacak derecede Allah’a yakın olmadıkça konuşmağa hakkın yok. Ne zaman ki dehşet ve hayret duyacak derecede Allah’a yakınlaşırsan, işte o zaman onların senin elini öpmeleri de, sana bir şeyler vermeleri de, sana gelecek bir şeye mani olmaları da, seni övmeleri de, yermeleri de… sana zarar vermez. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, artık sen onlarla değil, Allah ile meşgul olursun…

Tövbe sıhhatli olduğu takdirde iman da sıhhatli olur ve ziyadeleşir. Ehli sünnet nazarında iman ziyadeleşir de, noksanlaşır da. Taat ve ibadetlerle ziyadeleşir; günah ve masiyetlerle de noksanlaşır. Onun için tasavvuf ehli ve Allah Dostları, kalplerine Allah’dan başka şeylerin sevgisini asla sokmazlar. Onların imanı kendilerinin Allah ile sükûnet bulmaları halinde artar; O’nun gayrı şeylerle sükûnet bulmaları halinde ise eksilir, noksanlaşır. O’nlar; ancak Rabb’larına tevekkül ederler, ancak O’nunla emin olurlar, O’nunla kuvvet bulurlar, ancak O’na dayanırlar, O’na güvenirler, ancak ve sadece O’ndan korkarlar. Yine ancak O’na döndürüleceklerdir. Yalnız O’nu tevhid ederler, yalnız ve sadece O’na güvenirler. O’na bir başkasını asla ortak koşmazlar. Bu hususta denemeye tabi tutulurlar. O’nların tevhidi kalplerindedir. İnsanları idare edişleri de zahirleri itibariyledir. Kendilerine karşı herhangi bir cahillik yapıldığı zaman, O’nlar buna karşılık cahillik etmezler, cahilce davranmazlar. İzzet ve Celâl sahibi Allah, O’nlar hakkında şöyle buyurur:

“… Kendilerine cahiller cahilce davrandıkları zaman, O’nlar ‘Allah selâmet versin’ deyip geçerler; cahillerle cahillik etmezler,” (Furkan Sûresi, Âyet 63)

Sen; cahillerin cahilce davranışları, tabiatlarının, nefslerinin ve hevai duygu ve arzularının yersiz ve manasız heyecanları ve feveranları karşısında sükût etmeli ve mülayim - yumuşak davranmalısın. Fakat cahiller, yani kendini bilmezler, İzzet ve Celâl sahibi Hakk’a karşı açıktan açığa bir masiyet - günah işledikleri zaman sükût etmek caiz değildir. Çünkü böyle bir durumda sükût edip ses çıkarmamak haramdır. Böyle durumlarda konuşmak ibadettir; sükût etmek ise günahtır, masiyettir. İyiliği emredip kötülüğü men etmeye gücün yeterse hemen yap. Asla kusur etme. Zira bu, yani iyiliği emredip kötülüğü men etmek (emr-i bil’maruf, nehy-i anil-münker), senin yüzüne açılmış bir hayır kapısıdır. O halde, hemen o kapıdan girmekte acele et…

İsa A.S. dağ meyvelerinden yer, birikintilerden su içer, mağaralarda ve harabelerde barınırdı. Uyumak üzere yattığı zaman da başını ya bir taşa koyar veya kollarını yastık yapardı. Burada esas olan Allah’dan başka hiç bir şeye gönül bağlamamak, hiç bir şeye güvenmemektir. İşte halis mümin böyle yapar. Allah’dan başka hiç bir şeye güvenmez, dayanmaz. İzzet ve Celâl sahibi Rabb’ine bu inanç ve bu şuur içinde kavuşmaya azmeder. Eğer onun dünyada bir kısım kısmetleri bulunuyorsa, bunlar kendisine mutlaka gelir. O nimetlerle onun sadece zahiri hemhal olur. Onları nefsi ile alır. Fakat kalbi, Allah’dan başka hiç bir şeye güvenmemek ve dayanmamak inancı ve azmi içinde olarak hep İzzet ve Celâl sahibi Allah ile beraberdir. Dünyadan kısmetlerini alırken asla değişmez. Zira bir kere zühd kalbe yerleşti mi, dünyalıkların bol bol gelmesi ve kısmetlere nail olması onu değiştirmez. O, ne derece çok dünyalığa sahip bulunursa bulunsun, kalbi daima Allah ile beraberdir…

Eğer mümin dünyayı, ehli dünyayı, dünyevi hevesatı, zevkleri, hevesleri… sevmiş olsaydı bunlara karşı bir an bile sabredemez, gecesinde ve gündüzün de onlarla meşgul olurdu. Yine mümin bunları sevmiş bulunsaydı; kulluk edemez, zahid olamaz, İzzet ve Celâl sahibi Allah’ı zikredemez ve O’na itaatte bulunamazdı. Fakat Allah, bir lütûf olarak ona nefsinin kusurlarını gösterdi. O da bunlara tövbe etti. Geçmiş günlerinde Allah’a karşı işlemiş olduğu bu kusurlarından ötürü nedamet duydu. Yine Allah ona; Kitab (Kur’an), Sünnet (Hadisler, Allah Resul’ünün yaşayışı, ahlâkı) ve şeyhler - mürşidler vasıtasıyla dünyanın kusurlarını ve aşağı yanlarını da gösterdi. Böylece, dünya bahsinde ona zühd ve takvâ geldi. Dünyada zühd ve takvâ sahibi oldu. Öyle ki, her ne zaman dünyanın bir kusuruna nazar etse, Allah ona başka kusurları da gösterir. Bütün bunlardan sonra mümin bilir ve idrak eder ki:

- Dünya fanidir; ömrümün sonu pek yakındır. Nimetleri elden gidicidir. Güzelliği değişicidir. Ahlâkı pek kötüdür. Eli boğazlayıcıdır. Sözleri zehirlidir. Çok imtihana tabi tutucudur. Çabuk ve çok boşayıcıdır. Kendisine bir daha dönüş yoktur. Ne aslı vardır, ne de vefâsı. Onda kalmak, su üzerine bina yapmak gibi bir şeydir…

İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, mümin onu ne bir karargâh olarak kabul eder, ne de bir ev. Sonra, bir derece terakkî eder, kadri yücelir; Allah sevgisinde ve O’na bağlılıkta sebat ve istikrar kazanır. Böylece, İzzet ve Celâl sahibi Hakk’ı tanır. Daha önceleri dünyayı kalbine karargâh edinmediği gibi, bu safhadan itibaren artık ahireti de karargâh edinmez ve kalbinde ahiret düşüncesine de yer vermez olur. Bilakis, dünyada da ahirette de kalbine karargâh olarak yalnız Allah’ın yakınlığını seçer; yalnız Mevlâ’sının yakınlığını kalbine karargâh edinir. Özü ve kalbi için, Allah’ın yakınlığından bir ev yapar. İşte bu merhaleye eriştiği andan itibaren artık dünyanın imarı ona zarar vermez olur. İsterse dünyalık olarak bin adet ev yapmış ve bunlara sahip bulunmuş olsun. Zira o, bunları kendisi için değil başkaları için yapar. Bunları yapmakla, İzzet ve Celâl sahibi Allah’ın bu husustaki emrine uymuş, O’nun kaza ve kaderine itaat etmiş olur.

Artık bu kimse, halkın hizmetinde olarak ve onlara rahat getirme gayretinde, Allah’ın emrini yerine getirir. Karanlıklar içindeki herşeye, yiyeceklere, ekmeğe… ışık getirir, nur getirir. Fakat kendisi bunlardan bir zerre bile yemez. Onun kendisine mahsus yiyeceği vardır. Bu yiyeceğe ondan başkası ortak olamaz. Böylece o, kendi yiyeceğinin yanında bulunduğu an yer; başkalarının yiyeceği yanında bulunduğu an ise oruçludur, açtır..

Zâhid, yiyeceklere ve içeceklere karşı oruçludur. Ârif ise, tanıdığının gayrine karşı oruçludur. O, açtır; kendi tabibinden başkasının elinden yemez. Ancak kendi tabibinin elinden yer. Onun derdi ayrılıktır, uzak oluştur. Devâsı ise vuslattır, yakın oluştur. Zâhidin orucu yalnız gündüzleyindir; o, yalnız gündüzleyin oruçludur. Ârifin orucu ise hem gündüzleyin, hem de geceleyindir; o hem gündüzleyin oruçludur, hem de geceleyin. O, İzzet ve Celâl sahibi Rabb’ine kavuşmadıkça orucunu yemez. Ârif, bütün devir boyunca oruçludur, dâimi kurbiyet ve yakınlıktadır, hıfz ve himayededir. O, bir devir boyu kalbi ile oruçludur, özü ile kurbiyyette - yakınlıktadır, hıfz ve himayededir. Kendi şifasının, Rabb’ine vuslattan ve O’na yakın bulunmaktan ibaret olduğunu kat’iyetle idrâk etmiştir…

EY OĞUL! Eğer kurtuluş - felâh istersen, fânileri kalbinden çıkar. Onlardan asla korkma. Bir şey de bekleme. Onlarla ünsiyet etme. Onlarla sükûnet bulma. Hepsinden süratle kaç, uzaklaş. Sanki onlar ölüler ve cîfe (necis, leş)lermiş gibi kendilerine soğukluk göster. İşte senin için bu mertebe tahakkuk ettiği zaman, İzzet ve Celâl sahibi Allah’ı zikir anında kalbî itminan husule geldiği gibi, O’ndan başkaları anıldığı anda da onlardan kaçış husule gelir. Allah anıldığı an, kalben sükûnet bulursun. Başkaları anıldığı zaman ise onlara karşı bir ürküntü duyarsın…

ABDÜLKADİR GEYLÂNİ HZ.

 


* BENZER KONULAR

Kim Allah’a Ve Ahiret Gününe İnanıyorsa Gönderen: melek
[Bugün, 07:53:18 ÖÖ]


Allah’ın Ahlakıyla Hhlaklanmak Gönderen: melek
[Bugün, 07:46:57 ÖÖ]


Allah Sevgisi Kalbine Yer Etmelidir Gönderen: melek
[Bugün, 07:41:05 ÖÖ]


Nefsimiz ve Allah C.C Rahmeti Gönderen: melek
[Bugün, 07:34:32 ÖÖ]


Allah İçin Sevmek Yada Sevmemek Gönderen: melek
[Bugün, 07:28:23 ÖÖ]


Zor Zamanlar ve Dayanışma Ruhu Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:05:43 ÖÖ]


İbadetler Güzel Ahlâklı Olmayı Sağlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:52:03 ÖÖ]


Ramazan ve İman Kardeşliği Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:44:35 ÖÖ]


Tasavvuf Nefsi ve Kalbi Temizlemek Demektir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:27:41 ÖÖ]


Hased, İyilikleri Yer Bitirir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:18:45 ÖÖ]


Esat Aydoğan - Güller Hürmetine Rahmet 320 Kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:22:20 ÖS]


Mehmet Emin Ay & Mustafa Demirci - Badı Saba 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:10:40 ÖS]


Mehmet Emin Ay & Mustafa Demirci - Selam Götürün 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:56:26 ÖS]


Mehmet Emin Ay & Mustafa Demirci - Aşkı Mevla 1 320 Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:37:39 ÖS]


Mehmet Emin Ay & Mustafa Demirci - Gülbeste 1 320 Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:24:51 ÖS]


Celaleddin Ada - Aşkullah Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:15:31 ÖS]


Mehmet Emin Ay - O'nun Güzel İsimleri 320 Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:06:15 ÖS]


Mehmet Emin Ay - Nât-ı Şerîfler & Gül-i Ruhsâr 320 Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:55:22 ÖS]


2024 - Agah - Mestâne - Enstrümantal Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:30:02 ÖS]


Birbirimizin Hem Cenneti Hem de Cehennemi Olabiliriz Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:48:55 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41