Gönderen Konu: Kur'an Meydan Okuyor  (Okunma sayısı 90 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Kur'an Meydan Okuyor
« : Şubat 05, 2021, 09:19:51 ÖS »
Kur'an Meydan Okuyor

Kur’an-ı Kerim, Arapçanın mükemmel kullanıldığı, şiir ve edebiyatta zirvenin yaşandığı, belâgatin ön planda olduğu bir zaman diliminde indirilmiştir.

Söz sanatlarını aciz bırakmış, belâgati ve icazıyla devrin en önemli şairlerini susturmuş, kendine hayran bırakmıştır.

Mekkeli müşrikler, Yahudi ve Hıristiyanların Kur’an-ı Kerim’e ve getiren şerefli Peygamberimize itirazları muknî delillerle cevaplandırılsa da küfürdeki inatları devam etmiştir. Her itirazları cevap bulan kâfirlerden çok azları, Kur’an’ın şekline alternatif getirebilecekleri vehmine kapılmış ancak meydan okuma karşısında aciz kalmışlardır.

Kâfirlerin, “Kur’an’ı Muhammed uydurdu” sözlerine Kur’an-ı Kerim’de, “Onu peygamberin kendisi uydurdu diyorlar, öyle mi? Hayır! O, senden önce peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir. Belki artık doğru yolu bulurlar” (Secde, 3) buyrularak cevap verilmiştir.

Hz. Peygamberin (s.a.v.) vahiyden önceki hayatında kendisine etki edecek, bilgilendirecek, kusurlarını örtecek anne-babası dahi yoktu. Babası daha doğmadan, annesi ise doğduktan kısa bir süre sonra vefat etmişti. Yani Hz. Peygamberin (s.a.v.) her anı gün yüzü gibi apaçıktı. Onun “ümmi” (A’raf, 157) yani okuma yazma bilmediği Kur’an’da anlatılırken hiçbir kâfir okur-yazar olduğu yönünde bir iddiada bulunmamıştı. Zira Peygamber aleyhisselamın hayatı kâfirlerin gözünün önünde cereyan etmişti.

“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve batıla inanmadı. O, kendi hevâ ve hevesine göre konuşmaz” (Necm, 3) ayetinde yaşamı ve sosyal ortamı belli bir Peygamber olduğunu anlatmak için “arkadaşınız” ifadesi kullanılmış; hatta başka bir ayette “…Ben ondan (Kur’an’dan) önce içinizde bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?” (Yunus, 16) buyrularak Hz. Peygamber aleyhisselamın Kur’an-ı Kerim’i uydurma ihtimalinin olmadığı anlatılmıştır.

Hz. Peygamberin hayatı gözünüzün önünde cereyan ettiği halde, küçüklüğünden vahye muhatap olduğu ana kadar bütün ömrünü bildiğiniz halde hâlâ “Kur’an’ı Muhammed uydurdu” diyorsanız, Kur’an-ı Kerim, bir beşer sözüdür diyorsanız, buyurun onun benzeri bir ayet getirin denilerek, müddeilere ispat şansı verilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de, kâfirlerin iddialarını ispat etmeye çağırarak, meydan okuyarak, “Eğer, sözlerinde samimi iseler O’nun (Kur’an) gibi bir söz getirsinler” (Tur, 34) denilmiş, kâfirlerin buna güç yetiremeyecekleri için daha hafif bir meydan okumayla, “Benzeri uydurulmuş on sure” (Hud, 13) getirmeleri istenmiştir. Daha da hafifletilerek, “Benzeri bir sure” (Bakara, 23) getirmeleri istenmiştir.

Elbette, kâfirlerin buna güç yetiremeyecekleri açıktır. Kur’an böylece meydan okumayı noktalamış ve “Deki (ey Resulüm)! Andolsun insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek için toplansalar ve birbirlerine yardım etseler, yine de onun benzerini getiremezler” (İsra, 88) buyurmuştur.

Kâfirler, bu meydan okuma karşısında susmuştur. Sahte peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Müseylimet’ül-Kezzâb, meydan okumaya cevap vermeye yeltenmiş ancak rezil olmuştur. Yeltenişi de orijinal bir söz değil, Kur’an’daki surelerden aparma. Buna rağmen taklit de olsa becerememiş, gülünç duruma düşmüştür. Karia Suresi ile Fil Suresi’ni karıştırarak “El filümelfiluvemaedrakemelfilu. Lehu hortumun tavil ve zenebinkasir…” Yani “Fili tanıdın mı? Uzun hortumlu, kısa kuyrukludur.”

Sadece Müseylime değil, bütün kâfirler Kur’an-ı Kerim’in meydan okumasına karşı çaresiz kalmış ve rezil-ü rüsva olmuştur. Aradan geçen asırlar, bilim ve teknolojide, edebiyatta ve sanattaki terakki bu İlâhî meydan okuyuş karşısında çaresizliğine devam etmektedir. Bu çaresizlik kıyamete kadar da devam edecektir.

Kur’an-ı Kerim’de, aciz kâfirler için şöyle buyrulur: “Allah’a ve Peygamberine karşı gelenler, kendilerinden öncekiler nasıl alçaldıysa öyle alçalacaklardır. Biz, apaçık ayetler indirmişiz, bunları inkâr edene alçaltıcı azap vardır” (Mücâdele, 3).

Ben Müslümanlardanım diyen Müslümanlara ihtiyacımız var.

Bugün hocasını, başkanını, şeyhini, liderini Allah ve Peygamberin önüne geçirmeyen; cemaatini, derneğini, partisini, vakfını, tarikatını İslam kardeşliğinin ve Müslüman kimliğinin önüne geçirmeyen; yayın organını, kitabını, dökümanını, liderinin sözünü ayet ve hadisin önüne geçirmeyen; sen kimsin denildiğinde, “Ben Müslümanlardanım” diyebilen kaliteli Müslümanlara ihtiyacımız var. Bu duygu ve düşünceleri hiç unutmayalım!

Hedef ve ideallerimizden nasıl vazgeçtiğimizi, adaletimizi, merhametimizi, ahlakımızı ve değerlerimizi nasıl ihmal ettiğimizi, dünya ve dünyalıklar için kardeşliğimizi nasıl katlettiğimizi, mal, makam, mevki ve servet peşinde nasıl da birbirimize düştüğümüzü, paramparça olduğumuzu ve eridiğimizi düşünerek ‘nefs muhasebesi’ yapmadan öbür âleme gitmeyelim.

‘Ecel günü’nün belli olmadığını, ölenlerin hep yaşlı olmadığını, ‘nasıl yaşarsak öyle’ öleceğimizi, ölünce de en sevdiklerimiz bile, bizi mezara koyup o toprakta (kabirde) bizi amellerimizle yalnız (baş başa) bırakacağını unutmayalım.

Rabbim hesabını kolay verenlerden eylesin. Bizleri mahcup etmesin. Kabir hayatımızda (mahşeri beklememizde) ‘cennet bahçeleri’ olarak bekletsin. Kabir azabı yaşatmasın!

Siyami Akyel.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41