Gönderen Konu: Takva Toplumu ve Kardeşlik  (Okunma sayısı 112 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Takva Toplumu ve Kardeşlik
« : Temmuz 28, 2021, 08:29:17 ÖÖ »
Takva Toplumu ve Kardeşlik

Allah Rasûlü bir ashabına "Sen dünyada bir garîb veya bir yolcu gibi ol" buyurmuştur. (Buhârî, Rikak 2) Hayat bir yolculuk yani. Her bir Müslümanın her gün beş vakitte en az 20 defa kendine Fatiha Suresini okuyarak hatırlattığı da budur: Yolun doğru yol olması. Sırat-ı Müstakim, fisebilillah, hidayet, tarikat, seyr (seyahat etmek), seferilik, vb. kelimelerle bu yolculuğun farklı cepheleri anlatılır. Doğumdan ölüme süren bu yolculuğun halleri vardır.

Ne kadar uzun olursa olsun, her bir yolun nihayeti vardır. Her bir yolculuğun sonu ise yollardan daha kısadır. İstikamete eman içinde götürmeyen her yol sıkıntılıdır, meşakkatlidir -her ne ki farklı mikatlar farklı imkanlar bahşetse de- niyet olunan cenah açısından boştur, zaman ve enerji (Üstad Cevdet Said’in tabiriyle, güç ve irade) israfıdır.

Şu halde yol yürümenin taşıdığı irade ve kudret önem arz etmektedir. Nur-u Kur'aniye ve Sünnet-i Muhammediye ile şereflenmiş Müslümanların birlikte yürüyüşü cemaat, yolculuklarının istikameti de İlay-ı Kelmetullah'tır.

“Bizim cemâatimizin meşrebi muhabbete muhabbet ve husûmete husûmettir. Yani beyne’l-İslâm muhabbete imdat ve husûmet askerini bozmaktır.

Mesleğimiz ise ahlâk-ı Ahmediye ile tahallûk ve sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz, Şeriât-ı garrâ.. ve kılıncımız da, berâhin-i katıa ve maksadımız; İ’lâ-yı Kelimetullahtır!.” (1)

Takva Toplumu

Kur'anda bir insanın yürüyüş şekilleri anlatılırken birlikte yürüyüşe de atıfta bulunulmaktadır; ihvan, millet, ümmet, kardeş, hizip, cemaat...

Mushafın ilk sayfasında “bizi sırat-ı müstakîme hidayet eyle” duasına ikinci sayfadan “bu kitap takva sahibi olanlar için hidayet edicidir” ikaz-ı ilahisinin olması meselenin ehemmiyeti açısından gayet manidardır.

Takva, Allah'tan hakkıyla korkmaktır. İki mana ile düşünülür: Birisi her yönden Allah'a itaat edip, hiçbir isyan etmemek, daima zikr (Allah'ı anma) üzere bulunup, hiç unutmamak ve her halde şükredip hiçbir nankörlüğe düşmemektir ki, ilâhî şan ve büyüklüğe layık olmak manasına "hak takva" demektir. "Gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun." (Teğabün: 16) emri ile çerçevesi de çizilir.

İkincisi Allah yolunda hakkıyla, gücünün yettiği kadar gayret etmek ve bu konuda hiç kimsenin kınamasından korkmamak, hatta anası, babası veya kendi aleyhinde bile olsa Allah için adalet ve doğruluktan ayrılmamaktır ki; bu hak, vücub (lüzumlu, gerekli) ve sabit olmak manasındadır.

Şu halde önce kalplerin birleşmesi, ikinci olarak fiillerin birleşmesi hak dinin esaslarının en büyüklerindendir. "Ben, kendi başıma, yalnızca dinimi, imanımı koruyabilirim." demek tehlikelidir. Kendi başına kalmak isteyen fertlerin, iman ve İslâm üzere hüsn-i hatime (iyi sonuç) ile ahirete gidebilmesi şüpheli olur. Ferd zorlama ve baskı altında her şeyini kaybedebilir. Çünkü "Allah'ın kudreti toplumla beraberdir." Ve dinin dünyada en büyük feyzi de bu toplumun kurtuluşundadır. Bunun içindir ki, toplumlarını yitiren veya perişan edenler muhakkak perişan olurlar. Fiilî sebepler karşısında ilmî deliller, çoğunlukla hükümlerini yerine getiremezler. Nitekim Hz. İsa bile "Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?" (Âl-i İmran: 52) dedi. Her mü’min, Hakk'ın bir izafî tecellisine ulaşmıştır. Hakk tecellî ise bütün bağların toplanmasıyla hakk tevhidin ortaya çıkmasındadır. Şu halde bütün iman ehli, tek kelime üzerinde fiillerini birleştirmedikçe ittikâya (layıkıyla Allah'tan korkmaya) eremez, Allah'a kavuşamazlar." (2)

Şüphe yok ki Allah Rasûlü insanları cehennem ateşi ve Allah'a isyandan kurtuluşa çağırırken aynı zamanda onları bir toplum olmaya çağırıyordu. Ümmet-i Muhammed muhabbetullah ekseninde bir araya gelmiş bu toplumun adıydı. Bu toplumun inşası yukarıdaki ayetlerin ışığında olmuştu. Bu toplumun temelini kardeşlik oluşturmakta ve bu toplumdaki insanlar arası ilişkiyi sadece kardeşlik tanımlamaktadır. Yani akleden kalpleri bu nimet sayesinde kaynaşmış; inançları, akîdeleri, düşünceleri, fikirleri, değer yargıları, dünya görüşleri, hisleri, heyecanları, davranış kalıpları, dolayısıyla kimlik tanımlamaları da onun sayesinde aynîleşmiş ve bir tek kimliğe sahip Müslümanların aidiyetleri bir coğrafya parçası, bir etnik yapı, bir siyasî çatı, bir dil, bir renk değil, insanlığı kurtaracak olan tek din İslâm iledir.

İnsanlar bir araya gelerek toplumu oluştururlar. Her ne kadar toplum kelimesi aydınlanmacı batının klişeleri ve hatta putlaştırılmış kavramlarından olsa da, toplum takva kardeşlik hamuru ile yoğrulursa bir ‘takva toplumu’ teşekkül eder. Takva ve kardeşliğin olmadığı bir "toplum"un hangi medeniyete ait olursa olsun seküler ve putlaştırılmış bir toplum olduğundan bu yazı ekseninde bir değeri yoktur.

Takva Toplumu bulunduğu her zaman ve zeminde Allah Rasûlü’nün öncü kadroları gibi onun davasını yüklenmiş ve Allah'a daveti meslek edinmiş insanların birlikteliğidir. (3) Özetle, Allah Rasûlü’nün bu çağdaki misyon ve rolünü yüklenen cemaattir, birliktelik zemini ve esasları Allah'ın ayetleri ve Rasûlün Sünneti ile belirlenmiştir. (Âl-i İmran: 101)

Müslüman cemaatin dayandığı ve meşakkatli büyük rolünü onlarla yerine getirebildiği iki önemli nokta... Bunlardan biri yıkıldı mı ortada ne bir Müslüman cemaat kalır ne de yerine getirebileceği bir rolü… Başta iman ve takva üssü... Allah'ın hakkı, takva ile yerine getirilir. Ve takva, insan ölene kadar hayatın hiçbir anını kaçırmayan ve ondan gafil olmayan sürekli bir uyanıklıktır. Takva Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olmaktır. Kur’an hiçbir sınırlama getirmeksizin kalbi, düşünebildiği ve yapabildiği kadar bu hedefe ulaşmak için çabalamaya sevk etmektedir.

İslâm, geniş anlamıyla teslimiyet; yani Allah'a teslim olup, O'na itaat etmek ve O'nun metoduna uymak suretiyle O'nun Kitabı ile hükmolunmak anlamına gelmektedir.

 İşte bu temel kural Müslüman cemaatin varlığının gerçekleşmesine ve insan hayatında üstlendiği rolü yerine getirmesi için dayanmak zorunda olduğu ilk temel kuraldır. Çünkü bu kurala dayanmayan bütün toplumlar câhiliye toplumlarıdır. Dolayısıyla bu toplumlar, Allah'ın hayat için koyduğu metod üzerinde değil de câhiliye metodlarına uymakta ve insanlığın önderliği, doğru yola ileten önderliğin elinde olmayıp câhiliyenin elinde demektir.

Kardeşlik

"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah'ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde, O, kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarındayken O, sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlatır ki doğru yolu bulasınız." (Âl-i İmran: 103)

Mushafın ilk sayfası gibi Âl-i İmran Suresinin bu ayetleri ile Allah kullarına bir Takva Toplumunun nasıl olması gerektiğini öğretmektedir. İman edip muttaki olanların aynı zamanda kardeş olması gerekmektedir. Zira Takva Toplumunun bir arada tutacak harç, Allah'ın ipine hep birlikte sarılırken dikkatlerini (irade ve kudretlerini) bu ipten koparmayacak yegane unsur kardeşliktir. Tarihi kinlerin, kabileci arzuların, şahsi menfaatlerin ve ırkçı bayrakların, yanında çok küçük kaldığı, Allah yolunda kardeşlikten başka hiçbir güç bu kalpleri bir araya getiremez. büyük ve yüce Allah'ın sancağı altında saflar bir araya gelebilir.

Üstad Kutup şöyle izah ediyor: “Şüphesiz ki bu cemaatin varlığı bizzat ilahî metodun gereğidir. Çünkü bu cemaat, ilahî metodun teneffüs edildiği, pratik olarak uygulandığı ve hayra davet edenlerin yardımlaştığı ve sorumlulukları paylaşma içinde oldukları en iyi ortamdır. Orada iyilik hayr, erdem, hak ve adalet; kötülük ise şer, aşağılık, batıl ve zulümdür. Orada hayr işlemek şerden daha kolaydır. Ve üstünlüğün zorlukları alçaklıktan daha azdır. Orada hak batıldan daha güçlü ve adalet zulümden daha yararlıdır. Orada, iyilik yapan birçok yardımcı bulur. Kötülük yapan ise orada direniş ve horlanma ile karşılaşır. Bu cemaatin değeri, büyük çaba sarf etmeden hakkın ve hayrın gelişeceği ortam olmasındandır. Çünkü orada herkes hayır ve hakta yardımlaşır. Çevresindeki her şey direnip itiraz ettiği için şer ve batılın büyük zorluk ve meşakkatle geliştiği bir ortam oluşmaktadır.

Varlık, hayat, değerler, olaylar, eşya ve şahıslar hakkındaki düşünce öz ve kök itibariyle İslâm düşüncesi bütün câhiliyeden tamamen farklı olduğundan bu düşüncenin kendine özgü bütün değerleriyle yaşadığı bir ortamın varlığı kaçınılmazdır. Evet, câhiliye ortamı dışında bir ortamın ve câhiliye çevresinden farklı bir çevrenin oluşturulması kaçınılmazdır.

İslâm düşüncesi için var olup onunla varlığını sürdüren bu özel ortamda ancak bu düşünce hayat bulur. Özgürlük ve serbestlik içerisinde tabii nefeslerini teneffüs edip, kendisine genel olup gelişmesini geciktirecek iç engellerle karşılaşmaksızın gelişir. Bu engeller meydana geldiğinde hayra davet, iyiliği emredip kötülüğü nehyetme kurumu bunlara karşı direnir. Ancak, Allah'ın yolunu engelleyen zorba güç bulunduğunda, Allah'ın dışında onu savunacak kişiler de bulunacaktır.

Bu ortam varlık alemi, hayat, değerler, işler, olaylar, eşya ve şahıslar hakkındaki düşüncesini belirlemesi, hayatta karşılaştığı şeyleri değerlendirebileceği bir tek ölçüye müracaat etmesi, Allah katından gelen bir tek dinle yönetilmesi ile mümkündür.

Böylece bu ortam ve yeryüzünde Allah'ın metodunu gerçekleştirmek esasına dayanan önderliğe tam bir bağlılıkla yönelebilmesi için; iman edip bünyesinde bencilliği bertaraf ettiği, kolaylıkla hareket edip coşkuyla yayılan mutmain, güvenli ve rahat cömertliğin kat kat arttığı, sevgi ve paylaşma esaslarına dayanan Allah yolunda kardeşlik esasları üzere kurulu Müslüman cemaati temsil imkânı bulabilir.

Medine'deki ilk Müslüman cemaat bu iki esas üzerine kuruldu. Bu cemaat Allah'ı bilmekte, O'nun sıfatlarını, vicdanlarda ortaya çıkmasından, O'ndan hoşlanmaktan, gözettiğini bilmekten ve çok az durumlar dışında sınırsız bir uyumluluk ve duyarlılıktan doğan Allah'a iman... Parlak ve saf sevgi, hoş ve güzel dostluk, geniş ve derin dayanışma konularında öyle bir duruma gelmişlerdi ki, gerçekten yaşanmış olmasaydı hayalperestlerin bir ütopyası sayılabilirdi.

Evet, Muhacir ve Ensar arasında gerçekleştirilen kardeşlik, gerçek âlemde meydana gelmiş bir olay olmakla beraber özü itibariyle rüya ve hayal alemine daha yakındır. Yeryüzünde geçmiş bir vakıadır; fakat aslında o, sonsuzluk ve Cennet hayatından bir kesittir.” (4)

 Kardeşliğin İstihkamı

Fıtratları, beklentileri, ihtiyaçları farklı olan insanların birlikte bir toplum olmasını, bu toplumun her bir ferdinin diğerinden emin olmasını sağlayacak unsur hepsinin aynı hedefe kilitlenmesidir. Bu sayede düşmanlar bile kardeş olurlar.

Müslümanlar birer insandır nihayetinde. Müslümanlar arasında ihtilafın olması mukadderdir. Öyle ki bu ihtilaf harp boyutuna kadar sertleşebilir. (Hucurat: 8) Ancak akl-ı selim takva sahibi Müslümanlara düşen şey, hem bu fitneye sert bir şekilde müdahale ederek fitne ve kaos ortamını kesin olarak sonlandırmak, hem de fitneyi doğurma ihtimali olacak, Müslümanlar arasına kalp soğukluğu verecek atmosfer bile baştan oluşturulmamaktır.

"Mü’minler birbirlerine karşı kardeş olmaktan başka bir şey değildir" konusunun işlendiği Hucurat Suresinde kardeşlik ve iyilik duygularını bozabilecek, zedeleyecek her türlü şeyden kaçınmak emrediliyor. Mü’minler arasında iyilik ve takva emredildikten sonra o kardeşlik ve iyilikleri bozabilecek cahilliklerden sakındırmak ve mü’minler arasında iyilik ve takva duygusunu en yüksek bir içtenlikle uygulayarak karşılıklı saygı telkin etmek ve bu şekilde İslâm'ın daha bir çok kavimlere yayılıp gelişeceğine işaret ile o geniş kardeşliği süsleyecek temizliğe yükseltmek üzere bu iki ayet ümmete edeb öğretmekle huzur ve gıyabda ahlâkî bir yol göstermektedir.

Şeytan ve taraftarları Müslüman safları parçalamak ve her aracı kullanarak aralarına fitne ve ayrılığı yerleştirmek için çabalar her zaman olacaktır. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim, sürekli olarak Müslümanları, ehl-i kitaba itaat etmekten, onların hile ve desiselerine kulak vermekten ve onlar gibi ayrılığa düşüp parçalanmaktan sakındırıyor. Yukarıdaki ayeti kerimedeki sakındırmalar, Medine'deki Müslüman cemaatin karşılaştığı Yahudi tuzaklarının şiddetine ve sürekli ayrılık, şüphe ve kargaşa tohumları saçtıklarına işaret etmektedir. Yahudilerin her zamanki uğraşılarıdır. Bugün, yarın, her zaman ve mekânda Müslüman saflar arasında aynı işlevini sürdürecektirler.

Günümüz İslâm coğrafyasında özellikle Afganistan ve Irak'ta öne çıkan Müslümanlar arası tefrikanın İslâm toplumunun bir esenlik ve nefes alınacak örnek vaha olma özelliğine muhal şekilde kaotik durum arz etmektedir. Câhiliyetin bir zulumat, İslâm'ın bir adalet ortamı olduğuna olan yakînimizin hilafına Müslümanların yaşadığı yerlerde zulüm ve câhiliye kol gezmektedir. Evrensel tuğyanın temsilcisi olan müşriklerden -Müslümanlar tarafından bile- adalet beklenebilmektedir.

Tüm bu ve benzeri durumlar derhal ve acilen toplumsal değerlerimize (yani sadece İslâm'a) yeniden bakışı zarurî hale getirmektedir. “İslâm'a gelin kurtuluşa erin” davetine karşı “bunlar mı kurtulmuş insanlık” tespiti kabul edilebilecek, olağan sayılabilecek bir şey değildir. Sorun iyi tespit edilmelidir.

Hz. Habil'in bizzat kan kardeşi tarafından katledilmesi, kardeşler arasında düşmanlığın olabileceğini göstermektedir. Bu durum, insanlığın yeryüzündeki serüveni kadar eskidir, süreğendir. İslâm davetine icabet ederek Müslümanların cemaatine dahil olan insanların yeryüzünde fitne ve fesatı kaldırırken kendi aralarında da İslâm'ın esenliğinin tesis etmeleri davanın gereğidir.

Yukarıdaki ayette de işaret edildiği gibi Müslüman bile olsa tefrika riski vardır, ancak Müslümanlar değerlerine dönmeleri durumunda tefrikanın kardeşlik karşısında bir tesiri ve varlığı olamayacaktır. Müslümanların aralarındaki kardeşliğin tesisi ve beslenmesi İslâm esenliğinin bu dünyada dahi yaşanabilirliğinin garantisi olacaktır.

Bu iki temel esasa (iman ve kardeşlik) dayanan ve onlarla ayakta kalan, Allah'ın metodunun yeryüzünde ikamesi, hakkın batıla, iyiliğin kötülüğe ve hayrın şerre galip gelmesi için Allah'ın metoduna uygun olarak O'nun gözetimi altında ve O'nun elleriyle meydana gelen Müslüman cemaat” ilay-ı kelimetullah uğrunda özgürleşmiş insanlığın adaletle yaşaması mücahedesi ve ‘tevhide davet’ görevini ifa edebilecektir.

Kardeşlik korunmalıdır. Kardeşliğin önündeki önemli bir engel; ihtilaflardır. İhtilafa düşerek kardeşliklerini bir kenara bırakmak ve sırat-ı müstakim üzerindeki cemaate tefrika sebebi olmak yukarıdaki ayetlerde men edilmiştir. Kardeşlik muhafaza edilmelidir. Peki ama nasıl muhafaza edilir? Allah Rasûlü buyuruyor ki:

"Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekabet etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah'ın kulları, Allah'ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona (ihanet etmez), zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslümanın malı, kanı ve ırzı diğer Müslümana haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. (Eliyle göğsünü işaret etti:) Takva şuradadır... Sakın ha! Birinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah'ın kulları, kardeş olun! Bir Müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.”(5)

Peygamberimiz ‘elinde fazlası olanın, ona muhtaç olana vermesi gerektiği’  konusu üzerinde o kadar durmuş, tekrarlamış ve ısrar etmiştir ki, ashab; "kişinin ihtiyaç fazlası olup başkalarının da ona muhtaç olduğu malda kendisinin hakkı bulunmadığını" düşünür hale gelmişlerdir. Bir topluluk içinde yaşayan bütün insanların olmazsa olmaz ihtiyaçlarını karşılamak, onların da normal yaşamalarını sağlamaktır. Bu nedenle Takva Toplumu müntesipleri birbirlerini koruyup kollamalıdır.

Mü’minin mü’minle ilişkisine sadece kardeşlik tarifler. Yaşanılan coğrafyada komşuluk ve mekan paylaşımı yapmak zorunda kaldığımız insanlarla ilişkimizi bir takım dünyaya ait değerler belirliyor ve kardeşlik sadece bir öğe ise bu ilişkiler câhiliye ilişkisidir. Câhiliye ile olan ilişki ise komşuluk ilişkisinden aşkın bir değer taşımaz. Şekli ne olursa olsun asabiyet duygusu ile gelişiveren tefrikalar karşısında sağduyuyu elden bırakmamak, gerekirse “tahta kılıç alıp eve çekilebilme” erdemine sahip olunmalıdır.

Hucurat suresinde emredildiği üzere İslâm düşmanların manipülasyonuna gelmemek, onların oyuncağı ve piyonu olmamak için azamî gayret sarf edilmeli, künhüne vakıf olunamayan ve evrensel diktatörlüğün inisiyatif ve yönetimine tabi ortamlar üzerinden akan haberler karşısında sağduyu muhafaza edilmelidir. Meşrebi ne olursa olsun beş vakit namazına şahitlik ettiğimiz insanlar hakkında hüsn-i niyet sürdürülmelidir. Tüm Müslümanların ortak değeri olan Kur'an ve Sünnetten neş'et eden ve başlangıcına ve nihayetine Müslümanların bilinç ve iradesinin hakim olduğu salih ameller bu niyetleri sürdürecektir.

Kardeşlik bir metin okuma şeklinde analitik bir öğe olarak değerlendirmemeli, putlaştırılmamalıdır. Bizatihi yaşanmalıdır.

Kardeşlik ile takva birbirini tamamlayan “biri olmazsa diğeri nasıl var olabilir?” sorusuna cevap gerektiren bir olgudur. Takva sorumluluktur, kardeşlik ise yaşanılası bir örnekliktir. Bu ikisi de sembolik uygulama ile gösteriliveren, gerçekleştiriliveren bir amel değil, Müslümanın bütün genetik kodlarına, varlığına sirayet etmiş birer değerdir. İslâm'ı insanlığa ulaştırma derdindeki bütün Müslümanların (cemaatlerin) takva ve kardeşlik olmadan bir anlamı, bir değeri de olmayacaktır. Kardeşliği muhafaza edecek amellerin özü onun haysiyetinin, özgürlüğünün ve şerefinin zedelenmesine müsaade etmemekten geçer.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Dipnotlar:

(1) Nursi Said , Tarihçe-i Hayat ,Sy.58, Envar Neşriyat.

(2) Yazır, Elmalılı Hamdi, Ali İmran 101-104 ve Hucurat 6-13 ayetleri tefsiri, Hak Dini Kuran Dili Tefsiri.

(3) Takva Toplumu Sayısı, Rahle Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı 25, Güz 2005.

(4) Kutup, Seyyid, Ali İmran 101-104 Hucurat 6-13 ayetleri tefsiri, Fizilal-il-Kuran, Dünya Yay. İstanbul 1992.

(5) Buharî, Nikah 45, Edeb 57, 58, Feraiz 2; Müslim, Birr 28-34, (2563 - 2564); Ebu Dâvud, Edeb 40, 56, (4882, 4917); Tirmizî, Birr 18.

Abdullah Eğilmez.

 


* BENZER KONULAR

Birbirimizin Hem Cenneti Hem de Cehennemi Olabiliriz Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:48:55 ÖÖ]


Kulluk Şuuru Nasıl Oluşur Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:44:55 ÖÖ]


Şeytanın Büyücülüğü Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:41:01 ÖÖ]


Birliğe Çağrı Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:35:09 ÖÖ]


Ahirete İmanın Mü’mine Kazandırdıkları Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:29:15 ÖÖ]


Sen Değerlisin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:19:59 ÖÖ]


Evlilik İnsanı Mükemmelliğe Ulaştıran Hızlı Yollardan Birisidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:58:11 ÖÖ]


Müslümanım Diyen Ey Hanımlar Kızlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:51:18 ÖÖ]


Birçok Kadın Kocasını Birçok Rrkekte Karısını Cennetlik Etmiştir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:45:05 ÖÖ]


Hesap Günü İyice Yaklaştı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:33:16 ÖÖ]


Kırık Kalple Yapılan Dualar Makbuldür Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:20:47 ÖÖ]


Ertuğrul Erkişi - Safahat`tan Şarkılar 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:41:49 ÖS]


İslâm Kadına En Büyük Değeri Vermiş Şerefli Yaşamasını Sağlamış Gönderen: anadolu
[Dün, 08:16:41 ÖÖ]


Çocukla İletişim Kurarken Ona Saygı Duymak Değer Vermek Gerekir Gönderen: anadolu
[Dün, 08:08:13 ÖÖ]


Mümin Bir Erkek, Mümin Kadına Kızıp Darılmasın. Gönderen: anadolu
[Dün, 08:03:19 ÖÖ]


Çocukların Namaz Eğitimi Gönderen: anadolu
[Dün, 07:57:19 ÖÖ]


Namazını Sapasağlam Koruyanalr Gönderen: anadolu
[Dün, 07:50:26 ÖÖ]


Bu Din Sadece Camilerin Dini Değil Hayatın Dinidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:38:19 ÖÖ]


İslam Gariplerin Dinidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:29:34 ÖÖ]


Komşunuzu İhmal Etmeyin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:21:38 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41