Gönderen Konu: HZ. Peygamberin Ailesi Olarak Sahabe’i İkram  (Okunma sayısı 79 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 1945
HZ. Peygamberin Ailesi Olarak Sahabe’i İkram
« : Ağustos 26, 2022, 10:24:13 ÖÖ »
HZ. Peygamberin Ailesi Olarak Sahabe’i İkram

Ehl-i beyt kimdir?

Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen “ehl” kelimesi, “aile, eş, ev sakinleri, aşiret, insana en yakın olan kişiler, yakınlığa sahip olanlar” anlamına gelmektedir. Ayrıca “insan topluluğu, halk, ümmet, aile, eş ve çocuk, çevre/taraftar, sahip, ehil ve din adamları” anlamlarında kullanılır. İsfahani’ye göre “ehlü’r-racül/bir kimsenin ehli” denildiğinde kişiyi başkasıyla bir araya getiren soy, din veya onlar gibi işleve sahip sanat, ev, şehir gibi konular anlaşılır. Esasen kişinin ehli, bir meskenin kendisini ve onları birleştirdiği kimselerdir. Sonraları bu anlam genişletilerek kendilerini bir soyun birleştirdiği kişiler için “ehlü’r-racül” terkibi kullanılmıştır. (Isfahani, el-Müfredât, 29.)

Kur’an’da “ehl-i kitap” ve “ehl-i kurâ” gibi farklı isim ve mevzularla birlikte başka kelimelere izafe edilerek işlenen “ehl” kavramı, 52 ayette “aile” anlamıyla ön plana çıkar. Bu bağlamda ehl-i beyt, “evin sakinleri” demek olup bir kimsenin aynı çatı altında yaşadığı akrabaları; evladüiyali ve ihvanı, bir başka deyişle hanesinin sakinleridir. İslami literatüre göre Hz. Peygamber’in ehl-i beyti; ezvac-ı tahirat (hanımları), çocukları ve damadı Hz. Ali’dir.

Kur’an’ın aileye dair kullandığı bir diğer kavram ise “kişinin kendisi, ailesi, dost ve arkadaşları” manasına gelen ve “ehl” kelimesiyle eş anlamlı olan “âl” ifadesidir. “Âl” kelimesi “ezvac-ı mutahhara” ile birlikte kullanıldığı zaman torunları da kastedilmiş olur. (Âsım Efendi, Tercemetü’l-Kâmûsi’l-Muhît, 3/1162.) Bu itibarla “ehl-i beyt” terkibi, Hz. Peygamber’in vefatının ardından, onun aile fertleri için kullanılan bir terim hâline gelmiştir.

Gerek “aile” gerekse muadilleri “ehl” ve “âl” tabirleri, aslında “aynı gaye için çalışan kimselerin hepsi” (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 25.) anlamında kullanılır. Kur’an’da Allah’ın, “O asla senin ailenden değildir.” (Hud, 11/46.) buyurmak suretiyle iman etmeyen oğlunu Hz. Nuh’un ailesinden/ehlinden saymaması bu çerçevede zikredilmelidir. Allah’ın, gerçekleştirdiği eylemi “kötü bir iş” olarak nitelemesiyle Hz. Nuh’un oğlunu aileden saymaması, gaye ve inanç birliğine halel getirdiği için olmalıdır. Müminlerin, Hz. Nuh’un yaptığı gemiye binmelerinin ardından tufan başlayınca Hz. Nuh oğluna, gemiye binmesi ve inkârcılardan olmaması için nasihatte bulunmuştur. Ayet bu durumu şu şekilde dile getirir: “Gemi, yolcularıyla birlikte dağ gibi dalgaların arasında yüzüyordu. Bu sırada Nuh, kâfirliği tercih eden ve böylece kendisinden ayrı düşen oğluna, ‘Haydi yavrucuğum/evladım gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin; ne olur o kâfirlerin arasında kalma!’ diye seslendi.” (Hud, 11/42.) Fakat oğlu bu nasihati, “Ben bir dağa tırmanırım, o dağ beni suda boğulmaktan kurtarır.” (Hud, 11/43.) diyerek dikkate almamıştır. Hz. Nuh, şefkat ve merhamet dolu bir edayla: “Yavrucuğum/Oğulcuğum/Evladım!” demesine rağmen Allah’ın, “O, asla senin ailenden değildir.” şeklindeki mukabelesi; bozuk inanç, ahlak ve amel sebebiyle oğlunun, artık Hz. Nuh’un ehlinden/ailesinden sayılmaması anlamına gelmektedir. Görüldüğü üzere kavramla nesep değil, inanç birliği kastedilmiştir. Bu durum, din ve inanç bağıyla bağlı olmayanların akrabalık ilişkisinde bir hayır olmadığını ifade eder.

Bu konuda diğer bir örnek ise Kur’an’ın, “Allah, inkâr edenlere Nuh’un hanımı ile Lut’un hanımını misal vermektedir: Onlar kullarımızdan iki erdemli kişinin nikâhı altındaydılar, ancak kocalarının davasına ihanet ettiler. Dolayısıyla kocaları da Allah’tan gelen cezaya karşı onları koruyamadı ve kendilerine, ‘Haydi, diğer girenlerle birlikte girin bakalım ateşe!’ denildi.” (Tahrim, 66/10.) şeklindeki ayetiyle Hz. Nuh’un eşi ile Lut’un eşini kâfir olarak nitelemesidir. Mezkûr ayetler, ailenin “aynı gaye için çalışan kimseler” boyutunu destekler mahiyettedir ve aileyi birbirine bağlayan din ve inanç unsurunun önemini gösterir.

Aile ilişkileri etrafında Hz. Peygamber’in ashab-ı kiram ile münasebeti

İnanç ve gaye ortaklığının kişileri aile kıldığı örneklerden biri Peygamber Efendimiz ile sahabe arasındaki yakın ilişkiye dairdir. Bu irtibatın mahiyetine bakıldığında nesep birliği itibarıyla aile olanların münasebetlerine benzer bir yakınlık dikkatleri çeker. Bir defasında kızı Hz. Fatıma, el değirmeniyle un öğütmekten usandığından yakınıp Resulüllah’tan hizmetçi talep ettiğinde Resul-i Ekrem’in, “Kızım! Sen ne söylüyorsun? Henüz ehl-i suffenin maişetini yoluna koyamadım!” (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 8/25.) buyurması, bu kapsamda değerlendirilebilir. Söz konusu kurbiyet bağlamında sahabeden bazılarını, kendisini Allah Resulü’ne hizmete adayan kimseler olarak görmekteyiz. Bu simalar; Resulüllah’ı uyuduğunda uyandırma, onun abdest suyunu hazırlama, yola çıkacağı zaman bineğini hazır hâle getirme, kapısında nöbet tutma vb. vesilelerle Hz. Peygamber’e oldukça yakın olmuşlardır.

“S-h-b” fiilinden türeyen sahabi, lügatte “bir arada bulunan, sohbet eden, dost, arkadaş” veya “mekân ve zaman açısından birbirlerinden ayrılmayanlar” anlamlarına gelir. Nitekim Âsım Efendi de “sahabe” ve “sohbet” kelimelerini, “bir kimse ile hüsn-ü ülfet edip (hoşça geçinerek) yâr-u hemdem (canciğer arkadaş) olmak” (Âsım Efendi, Tercemetü’l-Kâmûsi’l-Muhît, 1/334.) şeklinde tanımlar.

Peygamberimiz ile bazı sahabiler arasında yaşananlar -ailevi bağ açısından değerlendirildiğinde- Allah Resulü’nün ehl-i beyti olarak yorumlanmasına sebep olacak derecede dikkatleri çeker. Hatta Resul-i Ekrem’in açıkça ehl-i beytten kabul ettiğini söylediği sahabiler vardır. Bu bağlamda Allah Resulü, geçimlerini durumu nispetinde kendisinin ve hâli vakti yerinde olan sahabilerin üstlendiği ashab-ı suffenin ihtiyaçlarını bizzat aile bireylerinin ihtiyaçları gibi görüp gidermiştir. Ayrıca kendisine takdim edilen hediyeleri ashab-ı suffeyle paylaşması, hazineye aktarılan malların bir kısmını onlara ayırması gibi örnekler Hz. Peygamber’in ashab-ı suffeye ne derece ihtimam gösterdiğini ve onları ailesinin bireyleri gibi düşündüğünü ortaya koyar mahiyettedir.

Sahabeden bazı isimler Peygamberimizin yanından bir an bile olsa ayrılmamıştır. Bunların başında İbn Mesud gelir. İbn Mesud ashab-ı kiram içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olmasının yanında Allah Resulü’nün nazarında da oldukça önemli bir isimdir. Sahabe arasında ahlakı ve yaşantısı itibarıyla “Resulüllah’a en fazla benzeyen kimse” olarak gösterilen İbn Mesud; Resul-i Ekrem’in hayat tarzını, giyim kuşamını, ahlak ve tavırlarını örnek alma konusunda büyük çaba sarf etmiştir. O, pek çok vesileyle Peygamber Efendimizin özel hayatını yakından müşahede etme imkânı bulmuştur. Bu çerçevede Abdurrahman b. Yezid’in şu ifadeleri, söz konusu yakınlığı teyit eder mahiyettedir: “Biz, Huzeyfe b. Yemân’a gelip, ‘Hayat tarzı, ahlak, hâl ve tavır itibarıyla sahabe içinde Allah’ın elçisine en fazla benzeyen kimdir? Onun yaşantısına bakıp da kendimize örnekler alalım.’ diye sorduk. Huzeyfe bu soruya şöyle cevap vermiştir: ‘Güzel hâl, ahlak, vakar gibi özellikleri yönüyle Resulüllah’a, Ümmü Abd’ın oğlundan (İbn Mesud) daha yakın başka bir kimse bilmiyoruz.’” (Buhari, Fezâilü Ashâbi’n-Nebi, 27.)

Peygamber Efendimizin bizzat terbiyesinde yetiştirdiği İbn Mesud, Allah Resulü’nü o denli iyi anlamıştı ki pek çok sahabi, kendisine danışmadan iş yapmamıştır. Bu itibarla onun fikirleri “en isabetli görüş” olarak kabul edilirdi. Hz. Peygamber’in, İbn Mesud hakkındaki “İbn Mesud’un tavsiyelerine sımsıkı sarılınız!” (Tirmizi, Menakıb, 28.) ifadeleri, bu duruma sebep teşkil etmiş olmalıdır. Onun bu özelliği, ilmî kabiliyetinin yanı sıra Peygamberimiz ile olan yakın ilişkisi dolayısıyladır. Zira o, daha genç yaşlarda Resulüllah’ın hizmetinde bulunmaya başlayan, ayrıca hane-i saadete serbestçe girip çıkma konusunda Allah Resulü’nün kendisine özel izin verdiği bir kişidir. Resul-i Ekrem’in ona, “Benim yanıma girmen için senin iznin, perdenin kaldırılması ya da sesimi duyman yahut karartımı görmendir. Bu izin, girmeni yasaklayan bir işaret görünceye kadar devam edecektir.” (Müslim, Selam, 16.) sözü bu müsaadenin apaçık ifadesidir. İbn Mesud’un, söz konusu özel izne istinaden Resul-i Ekrem’in evine rahatça girip çıkması ve onunla yakın münasebeti itibarıyla Medine’ye gelen yabancıların, onu Allah Resulü’nün ailesinden zannettikleri ifade edilmiştir. Bunlardan birisi de Ebu Musa el-Eşari’dir. Ebu Musa el-Eşari, bu durumu şöyle dile getirmiştir: “Biz Yemen’den Medine’ye geldiğimiz ilk zamanlarda, Peygamber Efendimizin evine çok sık girip çıkmasından dolayı İbn Mesud’u Allah Resulü’nün hane halkından biri sanıyorduk. Aralarında bir kan bağı olmadığını çok sonraları öğrendik.” (Buhari, Fezâilü Ashâbi’n-Nebi, 27.)

Selman-ı Farisi de Allah Resulü’ne çok yakın olan simalardandır. Hendek Savaşı’nda Selman’ın önerisiyle hendeklerin kazılıp savaş hazırlıkları tamamlandığında muhacirler ile ensar farklı bölgelerde konuşlanmıştı. Bu arada her iki grup Selman’ı çok sevip benimsediklerinden dolayı “Selman bizdendir.” diyerek onu kendilerinden saymış ve paylaşamamışlardı. Bu sevimli anlaşmazlık üzerine Peygamber Efendimiz, “Selman bizden, ehl-i beytimizdendir.” buyurarak bu görüş ayrılığına son vermişti. Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in bu sözüne istinaden halifeliği döneminde, diğer ehl-i beyt mensuplarına olduğu gibi Selman’a da maaş bağlamıştır. Ancak Selman, bu parayı sadaka olarak dağıtıp hurma liflerinden ördüğü hasırları satmak suretiyle hayatını kazanma yolunu seçmiştir. (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 4/80.)

Resul-i Ekrem, ehl-i beytinden kabul edip iltifatta bulunduğu ve en yakın dostları arasında gördüğü Selman’ı çok severdi. Peygamber Efendimizin vefatına kadar da bu yakın ilişki devam etmiştir. Selman, pek çok defa Allah Resulü ile gece geç vakitlere kadar sohbet etmiştir. Hatta bu kurbiyet çerçevesinde Hz. Aişe validemiz şu ifadelerde bulunur: “Selman, bazı geceler Allah’ın elçisi ile yalnız kalırdı. Bu zamanlarda hiç kimse; hatta Resulüllah’ın eşleri, onların yanına hizmet için bile olsa giremezlerdi.” (İbn Abdülberr, el-İstî‘âb, 2/636.) Bu özel sohbetlere istinaden Selman, Resul-i Ekrem’in “Hâllerinin Mahremi” olarak da bilinirdi. Hz. Ali, Allah Resulü ile birlikteliği itibarıyla Selman-ı Farisi hakkında şu ifadeleri dile getirmiştir: “Selman, Lokman Hekim gibidir. O, bizim ehl-i beytimizdendir.” (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 4/79.)

Sevban b. Bücdüd de bu bağlamda bahsedilmesi gereken isimlerdendir. O, kabilesine yapılan bir baskında esir alındıktan sonra Medine’de köle pazarında satılmıştır. Sevban’ı satın alan Resulüllah, onu özgürlüğüne kavuşturmuş; ailesine dönebileceği yahut yanında kalabileceği hususunda onu serbest bırakmıştır. Peygamber Efendimizin, “Ey Sevban! Artık ailenin yanına dönebilirsin.” dediğinde sevineceğini zannettiği Sevban, yaşlı gözlerle, “Ya Resulallah! Sensiz bir hayatı ben ne yapayım? Yaşadığım hayatın içinde sen yoksan ben nasıl yaşarım?” diyerek Hz. Peygamber’in vefatına kadar, seferlerde dahi onun yanından ayrılmayıp hizmetinde bulunmaya ve Suffe’de kalmaya devam etmiştir. Kendisini, Allah Resulü’nün ehl-i beytinden kabul eden Sevban’ın şu sözleri Resul-i Ekrem’e olan bağlılığını gözler önüne sermektedir: “Bir gün Resulüllah, ehl-i beytini sayarken Hz. Ali, Hz. Fatıma ve diğerlerinin isimlerini zikretti ve aile fertlerine dua etti. Ben de ‘Ey Allah’ın Nebisi! Ben, senin ehl-i beytinden değil miyim?’ diye sorduğumda Resulüllah, ‘Bir başka kapıda durmadıkça ve başkasından bir şey istemedikçe evet, ehl-i beytimdensin.’ buyurdu.” (Ebu Nu‘aym, Hilyetü’l-evliyâ, 1/180-181.) Sevban, bu söze istinaden ömrünün sonuna dek hiç kimseden bir şey istememiş ve hiç kimseye bir soru dahi sormamıştır. Öyle ki ahir ömründe, hasta olmasına rağmen atına binmek veya atından inmek için kendisine yardım etmek isteyenlerin yardım tekliflerini geri çevirmiştir. Hatta bineği üzerindeyken kamçısı yere düşse dahi kimseden yardım talep etmemiş, bineğinden inip kamçısını bizzat kendisi almıştır. (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 5/99.)

Bu konuda bir başka sima, Resullüllah’ın kölesi Habeşli Şukran Salih’tir. Hz. Peygamber, Bedir Savaşı’na giderken Şukran’ı da beraberinde götürmüş, gerek yol süresince gerekse savaş esnasında onu yanından bir an bile ayırmamıştır. Savaşın ardından azat edilip Suffe’ye dâhil olan Şukran, özgürlüğüne kavuştuktan sonra dahi hayatını Peygamberimize hizmet ederek geçirmiştir. Bilindiği üzere Allah Resulü ve ailesine, sadaka almak yasaklanmıştı. (Buhari, Zekât, 57.) Resul-i Ekrem, Şukran’ı ehl-i beytinden görmüş ve bu çerçevede onun başkalarından sadaka almasını yasaklamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber, vefat ettiğinde, cenaze ve defin işlemlerinde Şukran’ın da görev almasını vasiyet etmiştir. Bu vasiyet üzerine Şukran, Resulüllah’ın vefatında, ehl-i beyt’in ilgilendiği cenaze ve defin işlemlerinin her safhasında yakından alakadar olmuştur. Hz. Peygamber’i, Şukran’ın da içinde bulunduğu beş kişi yıkamıştır. Resulüllah’ın naaşını, onun üzerindeki gömleğini çıkarmadan Hz. Ali yıkamış; Fadl çevirmiş; Hz. Abbas, Üsame ve Şukran ise su dökmüştür. (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 2/280.) Şukran, Resulüllah’ın kırmızı kadife elbisesini alarak önce kabrine sermiş, ardından Hz. Ali, Fadl, Kusem b. Abbas ve Şukran kabre inmişlerdir. (Askalânî, el-İsâbe, 3/284.)

Hz. Peygamber’e yakınlığı bakımından zikredilmesi gereken diğer bir isim de Abdullah b. Ömer’dir. O, Resulüllah’a yakın olma ve ilim tahsili uğruna Suffe’de yaşamayı, şahsi evinde hayat sürmeye tercih etmiştir. Ablası Hz. Hafsa’nın, Hz. Peygamber’in eşi olması hasebiyle hane-i saadetin yanı başında, onların terbiyesinde ve ehl-i beytten biri gibi yaşamıştır. O, daha çocuk denecek yaşlarda başlayan bu yakınlığı itibarıyla Hz. Peygamber’in yaptıklarını ve sünnetini adım adım takip ederek 2630 hadis rivayetiyle muksirûndan sayılmıştır.

Bahsedilen birkaç örnek etrafında ehl-i beyt kavramına farklı bir bakışla Resulüllah’ın, ailesi gibi gördüğü çok yakın dostları söz konusudur. Onlar, Resulüllah’ı yakından tanıma ve ondan istifade etme konusunda özel gayret sarf eden, pek çok hadis-i şerif nakleden ve Hz. Peygamber’in özel hayatının bilgisini bize aktaran isimler olmaları itibarıyla İslam kültürünün teşekkülünde önemli rol oynamışlardır. Allah, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” fehvasınca Resul-i Ekrem’e hizmet etme bahtiyarlığına eren ve onun yanı başında yaşayan sahabe gibi bizi de cennette Allah Resulü’ne yakın kılsın!

Doç. Dr. Yaşar Akaslan

RADYO DİNEME LİNKİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41