Gönderen Konu: Ashab-ı Kiramın Peygamber Sevgisi  (Okunma sayısı 125 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

anadolu

  • Ziyaretçi
Ashab-ı Kiramın Peygamber Sevgisi
« : Ekim 24, 2020, 07:49:32 ÖS »
Ashab-ı Kiramın Peygamber Sevgisi

Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki; “Üç şey var ki, bunlar kimde bulunursa, o kişi, imanın tatlılığını bulur. Bunlar, kişinin Allah ve Resulünü başka her şeyden fazlasıyla sevmesi, birini ancak Allah için sevmesi, küfre dönmeyi ateşe atılmayı çirkin gördüğü gibi çirkin görmesidir.” (Buhari İman, 12)

Peygamber efendimizin haber verdiği bu üstün vasıflar, sahabe-i kiramın imanının özellikleridir. Sahabenin Peygamber sevgisi, dillere destan olacak bir sevgiydi. Bu hakikate, Kuran-ı Kerim’de şu ayette dikkat çekilmiştir: “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha sevgilidir.” (Ahzab, 6)

Mekke devrinde müminler dinlerinden dönmeleri için çok büyük işkencelere maruz kaldılar. Fakat onlar Peygamber efendimizi yalanlayıp davasında yalnız bırakmamak için her türlü eziyete, işkenceye, boykota sabrettiler. Hz. Ali’ye, “Siz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi ne kadar seviyordunuz?” diye sorulduğunda, o, şu cevabı vermişti: “Resûlullah bize malımız mülkümüz, çoluk çocuğumuz, anamız ve babamızdan daha sevgili idi. Ona, susadığımızda soğuk suya duyduğumuz arzudan daha çok arzu duyar, daha çok severdik.”

Sahabenin Peygamber sevgisi, kuru kuruya bir iddiadan ibaret değildi. Gerçekten de sahabe-i kiram, Resûlullahın sevgisi uğrunda her türlü zulme ve işkenceye göğüs germişlerdi. Gerektiğinde yurtlarından, mallarından ve canlarından fedakârlık etmişler, hicret ederek Peygamberin yanında her türlü yokluğa ve zahmete seve seve katlanmışlardı.

Bunun en güzel misalini Bedir Muharabesi öncesi yapılan istişarelerde Sa’d bin Muâz’ın şu sözlerinde görüyoruz. Ensarın sözcüsü, kendilerinden üç katı kalabalık ve silahlı bir orduya karşı savaşma kararını bildirirken şöyle diyordu:
“Yâ Resûlallah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Yâ Resûlallah! Nasıl isterseniz öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, bize denizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın seninle birlikte dalarız!”

Bir Muhabbet Tezahürü: Teberrük

Sahabenin Allah Resulüne karşı sevgisi, herhangi bir lidere veya komutana karşı duyulan bağlılıktan çok daha öte, manevi bir muhabbet idi. Mesela Sahabe-i kiram, Peygamberimize karşı duydukları sevginin bir tezahürünü de teberrükle ortaya koymuşlardır.
Teberrük, “bereketlenmek” manasına gelir. Sahabe-i kiram Peygamberimizin saç teliyle, dokunduğu su veya eşyalarla teberrük eder, yani o şeylerdeki manevî feyz ve bereketten istifade etmeye çalışırlardı.

Hz. Enes radıyallahu anhu anlatıyor: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi berber tıraş ederken gördüm. Ashabı etrafını çevirmişti. Tek saç telinin dahi yere düşmesini istemiyorlar, birinin eline düşsün istiyorlardı."(Müslim, Fezâil 75)

Yine Enes sahabe hanımların Peygamber sevgisini anlatıyor: "(Annem) Ümmü Süleym, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kaylûle uykusu uyuması için yere bir deri örtü sererdi. Efendimiz uyandığı zaman annem o deri örtünün üzerinden Peygamberimizin terini toplayarak bir şişeye koyar, onu sürünme maddesine karıştırırdı."(Buhârî, İstizan 41; Müslim, Fezâil 84)

Bütün bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, ashabın Peygamberimize olan muhabbeti, tasavvuf yolunda mürşid ile müridi arasındaki muhabbete benzer bir durum vardır. Ashab-ı kiram Peygamberimize itaat etmek, ilim öğrenmek ve örnek almak yanında, onun maneviyatından istifade etmeye de çalışmışlardır.

Yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin elinde yetişmiş olan Hz. Enes’in bildirdiğine göre "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kılınca, Medine'nin hizmetçileri elinde su bulunan kaplar olduğu halde kendisine gelirlerdi. Efendimiz de bütün kaplara elini batırırdı. Bazen sabahları hava soğuk olurdu, ancak yine de elini suya batırırdı."(Müslim, Fezâil, 74)

Bilindiği gibi Peygamberimizin sünnetinin bir kısmı takriri sünnettir, yani görünce men etmediği, tasvib ettiği şeyler de sünnet olarak kaydedilmiştir. Peygamberimizin ashabına “Benim saçımın telini ne yapacaksınız?” diye “Benim elimi batırmamdan niye fayda umuyorsunuz” dememiştir. Aksine yeni doğmuş bebekleri kendisine getirmeleri ve onların ağzına ilk lokmayı bizzat kendi mübarek damağında tahnik ederek vermesi de gösteriyor ki, ashabının onun maneviyatından feyz almasını tasvip ve teşvik etmiştir.

Ashab-ı kiramın Peygamberimize olan muhabbetine düşmanları dahi şahitlik etmişlerdir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hudeybiye barışı öncesindeki umre yolculuğunda mikat mahalline kadar gelip ihrama girmişlerdi. O sırada Kureyşliler ile Peygamberimiz arasında elçilik yapmak için Müslümanların yanına gelen Urve bin Mes’ud, kavmine döndüğü zaman ashabının ona karşı bağlılık durumunu şöyle anlatmıştı:

“Ey kavmim, iyi dinleyin! Vallâhi ben pek çok kralın huzûruna elçi olarak çıktım; Kisrâ’nın, Kayser’in, Necâşî’nin yanlarına girdim. Ama müslümanların Muhammed’e karşı olan yüksek bağlılık ve hürmetlerini, hiçbir millette görmedim… Bir şey emretse hepsi birden koşuyorlar. Abdest alsa, abdest suyundan kapmak için birbirleriyle mücadele ediyorlar. Bir şey konuşsa hemen seslerini kısıyorlar. O’na duydukları tazim sebebiyle yüzüne dikkatle bakmıyorlar, başlarını önlerine eğiyorlar. Başından bir saç düşse hemen onu alıp saklıyorlar. Bu zât size makul bir teklifte bulunuyor, onu kabul edin!”(Ahmed, IV, 323-324)

En Çok Sevindikleri Müjde

Peygamberimiz ile ashabının arasındaki muhabbetin birçok yönden tasavvufi muhabbete benzediği açıktır. Sahabe-i kiramın birçoğu sadece cennete girmek değil orada da Peygamberimizden ayrılmamak istiyorlardı. Birçok farklı sahabeden rivayet edilmiştir ki, sahabe-i kiramı en çok sevindiren hadis-i şerif, “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisi olmuştur.

Bir kişi, Hz. Peygamber'e geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü! Benim için sen nefsimden daha sevimlisin. Çocuğumdan daha fazla seni severim. Evimde olduğumda seni hatırlıyorum. Seni gelip görmeyince rahat edemiyorum. Senin ölümünle kendi ölümümü hatırladığımda, biliyorum ki, sen cennete girdiğinde peygamberlerle beraber olacaksın. Benim ise cennete girmem şüpheli. Eğer cennete girsem bile, seninle beraber olamamaktan korkuyorum." dedi.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona cevap vermedi. Tam o sırada şu ayetler nazil oldu:"Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, iyilerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştır!" (Nisa; 69; Hayatu’s-Sahabe, c. 2, s. 350)

Zaman ve Mekânın Koparamadığı Bağ

Ashabın Peygamberimize karşı sevgisinde tasavvuftaki muhabbet rabıtasına benzeyen bazı sahneler de görülür. Mesela sahabeler bir vazife gereği Efendimizden uzakta olsalar da, Peygamberimiz onlardan -Allah'ın bildirdiği kadarıyla- haberdar olurdu. Mesela Peygamberimiz İslam ordusunu uzak bir bölge olan Mûte’ye gönderdiğinde, oradaki şiddetli savaşın safhalarını Medine’deki minberinden bir bir etrafındakilere anlatmıştı.

Çünkü o ashabına ve bütün ümmetine karşı, bir baba gibi düşkün idi. Allah-u Zülcelâl onun bu şefkatini şöyle beyan buyurmuştur: “Şânım hakkı için, size kendi içinizden öyle bir Peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe, 128)

Sahabe-i kiram da Peygamberimizin bu durumunu bilir, çok uzaktayken bile ona selam gönderirlerdi. Tıpkı tasavvuf yolundaki rabıta gibi Peygamber efendimizle aralarında bir irtibat olduğuna inanırlardı. Mesela Hubeyb’in müşriklerin eline düştüğü zaman, idam edilmeden hemen önce gönderdiği selam gibi…

Hz. Hubeyb idam edilmek üzereyken Allah-u Teâlâ’ya şöyle niyazda bulundu:

“İlâhî! Burada düşman yüzünden başka bir yüz göremiyorum! Rasûlü’ne elçi olarak gönderilecek bir kimse de yok! O’na selâmımı Sen ulaştır!”

O sırada Medine’de ashabı arasında oturmakta olan Peygamberimizin: “Onun üzerine de selâm olsun!” buyurduğu duyuldu.

“Yâ Rasûlallâh! Kimin selâmına karşılık verdiniz?” diye sorulunca Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam:

“Kardeşiniz Hubeyb’in selâmına. İşte Cibrîl, Hubeyb’in selâmını getirdi!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 170; Meğâzî, 10, 28; Vâkıdî, I, 354-363)

Hubeyb’e sordular: “Hayatının kurtulmasına karşılık senin yerinde Peygamberinin olmasını ister miydin?” Hubeyb hiç düşünmeden haykırdı:

“Asla! O’nun burada benim yerime ölmesi şöyle dursun, mübârek ayaklarına bir dikenin batmasına bile gönlüm razı olmaz!” Bu cevaba hayret eden Ebû Süfyân:

“Ben dünyada Muhammed kadar arkadaşları tarafından sevilen başka hiçbir kimse görmedim!” demekten kendini alamadı. (Vâkıdî, I, 360; İbn-i Sa’d, II, 56)

Asıl Sevgi Emanetine Sahip Çıkmaktır

Elbette Peygamberimizin ashabı derece derece idi. Hz. Ebubekir radıyallahu anhunun derecesi ise her bakımdan en ileri idi. O iman eden yetişkin erkeklerin ilki olduğu gibi fedakârlıklarıyla da her zaman öncüydü.

Peygamberimizin mağara arkadaşı olan Hz. Ebubekir’le aralarında özel bir irtibat vardı. Öyle ki diğer Peygamberimizin bazı sözlerinin manasını sadece Hz. Ebubekir anlardı. Aleyhisselatu vesselam efendimiz vefatından bir müddet evvel bir gün minberde;

"Yüce Allah, kulunu, dünya ile kendisine kavuşma arasında serbest bıraktı. O kul da, O'na kavuşmayı seçti" buyurduğu zaman Hz. Ebu Bekir O Kul’un, Nebî’nin bizzat kendisi olduğunu anlamış, “Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah!” diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. O sırada onun böyle ağlamasının sebebini kimse anlayamamıştı.

Bununla beraber Peygamberimiz Hakk’a yürüdüğü zaman ashabı arasında yalnız Hz. Ebu Bekir sükûnetini koruyabildi, onun emanetini yüklenip üstüne düşen vazifeye koyuldu. Çünkü asıl sevgi, sevdiğine itaat etmek ve yolunda yürümektir.

Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhu ne zaman Rasulullah Efendimizin bir hadisini nakledecek olsa ağlar, konuşmakta güçlük çekerdi. (Tirmizî, Deavât, 105/3558; Ahmed, I, 3)

Ölüm döşeğinde “Bugün hangi gün? diye sordu. “Pazartesi” olduğunu öğrenince “Eğer bu gece ölürsem beni yarına bekletmeyiniz! Zîrâ benim için gün ve gecelerin en sevimlisi O’na en yakın olanıdır.” dedi.” (Ahmed, I, 8)

Sahabe-i kiram, içlerinden birinin vefat edeceğini anlayınca “Allah'ın Rasûlüne bizden selâm götür!” derlerdi. (İbn-i Mâce, Cenâiz, 4)

Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin irtihalinden sonra Hz. Bilâl radıyallahu anhu, bir daha ezan okuyamadı ve hatta Medine’de duramadı. Bir an evvel Rasûlullâh’a kavuşmak hasretiyle, şehâdet peşinde cepheden cepheye koştu. Sahabeden birçoğu da öyle… Peygamberden sonra kimi ilim öğretmekle, kimi cihad etmekle buldu teselliyi… İnci taneleri gibi saçıldılar dünyanın dört bir yanına…

Artık sadece Resulün havuzunun başında buluşacakları gün için yaşadılar. Bunun için de O’nun bıraktığı emanetleri ulaştırdılar; memleketlere, milletlere:

“Size iki şey bırakıyorum ki, bunlara sımsıkı tutunursanız asla sapıklığa düşmezsiniz: Biri Allah’ın kitabı, diğeri sünnetimdir. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir." (Cami’us-Sağir: 3282;)

Peygamberimiz ve sahabenin ibadet hayatında zikir, zühd, takva, hizmet ve muhabbetin örnekleri vardır. Pekâlâ denilebilir ki asr-ı saadette yaşanan İslam, tasavvuf yolunun ilk örneğidir.

Belki tasavvuf büyükleri daha önce ismi konulmadan, hâl olarak yaşanan hakikatlere bir isim koymuş, tarifler getirmiş, usuller geliştirmiştir.

Tasavvuf yolları ve Allah dostları her Müslümanın güç yetiremediği ihsan üzere kulluk zirvelerine ulaşmak isteyenler için kıyamete kadar tutunacak bir kulp olarak varlıklarını sürdüreceklerdir.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41