Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Asrı Saadet ve Sahabeler / Saadet Asrı Adanmış Hayatlar
« Son İleti Gönderen: türkiyem Bugün, 08:10:20 ÖÖ »


Saadet Asrı Adanmış Hayatlar

Emrolunduğu üzere dosdoğru olan ve ömrünü insanlığın saadeti için hak yola davete adayan Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz; kendisine –üzerinde bulunduğu işi terk etmek karşılığında- dünyevî olarak istediği her şeyi vermeyi teklif eden, yoksa ölümle tehdit eden müşriklere karşı:

“Allâh’a yemin ederim ki, bir elime ayı, bir elime de güneşi verseler, bu davadan yine vazgeçmem! Gerekirse de bu yolda ölürüm.” buyurarak, ümmeti için en mükemmel ve azimli fedakârlık numunesi olmuştur.

Onun rahle-i tedrisinden geçen ashab-ı kiram efendilerimiz de adanmışlığın, fedakârlığın ve feragatin en ileri seviyede örnekliklerini bizzat yaşayarak gösterdiler.

Hz. Ömer halifeyken bir seferinde huzurda bulunanlara sormuştu: “Allah’tan bir tek şey dileyecek olsanız ne isterdiniz?” Oradakilerden kimisi tasadduk etmek için bir oda dolusu altın ve gümüş, kimisi cennet istedi. Sıra Ömer’e geldiğinde cevabı şu oldu: “Allah’tan bir oda dolusu Salim, Muaz, Ebu Ubeyde gibi yetişmiş ve adanmış adam isterdim.”

İşte her biri takip edildiğinde yol ve yol gösterici yıldızlar mesabesinde olan bu kutlu nesilden birkaç örnek:

SUFFE ASHABI (Allah onlardan razı olsun)

Suffe ashabı, Mescid-i Nebevi'nin inşaatının ardından kuzey kısmına -ki kıble o zaman henüz Kudüs idi- eklenen Suffe isimli bölümde kalan, evlenmeyen, aşiret ve akrabaları olmayan, ticaretle uğraşmayan, tüm vakitlerini, maddi-manevi varlık ve hayatlarını Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e ve Kur’an’a adayan sahabelerdir. Bir tebliğ ve cihat hizmeti olunca Peygamber Efen¬dimiz ilk önce Suffe Ashâbı’ndan seçmiştir

Tam mânasıyla Allah yoluna kendilerini vakfetmiş bulunan bu güzide sahabeler, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in hiç bir nasihatını, hiç bir hitabesini kaçırmazlardı. Daima orada hazır bulunur, irşad edilen hitabeleri ve öğütleri ezberleyip diğer Sahabelere de naklederlerdi. Şu âyetin Ashab-ı Suffe hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir:

“(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allâh yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zannederler. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.” (Bakara, 273)

Suffe ashabından Ebû Hüreyre (RA) şöyle demiştir:

“İnsanlar, ‘Ebû Hüreyre çok hadis naklediyor.’ diye şaşırıyorlar… Muhacir kardeşlerimiz çarşıda, pazarda ticaretle; Ensar kardeşlerimiz tarlada, bahçede ziraatle meşgul iken, Ebû Hüreyre boğaz tokluğuna Allah Rasulü’nün yanında bulunuyor, onların şâhid olmadığı nice şeylere şahit oluyor, ezberleyemediklerini ezberliyordu.” (Buhârî, İlim, 42). Yine Ebû Hüreyre (RA):

“Ben Suffe Ehli’nden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin üzerinde bütün vücudunu örten bir elbise yoktu. Ya belden aşağı giyilen bir izâr ya da belden yukarı giyilen bir ridâları vardı. Elbiselerini boyunlarına bağlarlardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de avret yerleri görülmesin diye elbiselerini elleriyle toplarlardı.” (Buhârî, Salât, 58) Fedâle bin Ubeyd radıyallahu anh ise şöyle demiştir:

“Rasulullah sallâllâhu aleyhi ve sellem ashâba namaz kıldırırken, onlardan bâzıları açlığın verdiği takatsizlikten ayakta duramayarak düşüp bayılırdı. Bunlar Suffe Ashâbı idi. Çölden gelen bedevîler: “Bunlar deli!” derlerdi. Allah Rasulü namazı bitirince açlıktan bayılanların yanına gider ve onları teselli ederek:

“Allah Teâlâ’nın katında sizin için neler hazırlandığını bir bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz.» buyururdu.” (Tirmizî, Zühd, 39/2368)

“Sabah-akşam rızasını dileyerek Rablerine duâ edenlerle birlikte candan sabret! Dünya hayatının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma!..” (Kehf, 28) ayet-i kerimesi nâzil olunca, Rasulullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem hemen kalkıp o fakir sahabelerini aramaya koyuldu ve onları mescidin arka tarafında Allah’ı zikrederlerken buldu. Bunun üzerine:

“Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allah’a hamd olsun! Artık hayatım da ölümüm de sizinle beraberdir.” dedi.

Sonra Allâh Rasulü, kendisini onlarla aynı seviyede tutarak ortalarına oturdu. Eliyle işâret edip:

“Şöyle (halka yapın!)” dedi. Cemaat hemen etrâfında halka oldu ve yüzlerini O’na doğru çevirdi. Nihâyet Rasulullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem şu müjdeyi verdi:

“Ey yoksul muhâcirler, müjdeler olsun! Sizlere kıyamet gününde tam bir nur müjdeliyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya günleriyle) beş yüz sene eder.” (Ebû Dâvûd, İlim, 13/3666)

“Ey Ashab-ı Suffe! Size müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hal ve sıfatta ve bulunduğu durumdan razı olarak bana mülâki olursa, o benim refiklerimdendir.”

Kaynaklar onların en belirgin özelliğinin fakirlik ve açlık olduğunda ittifak halindedir. Dünyalık yönünden onların hiçbirinin iki yakası bir araya gelmezdi. Hiçbirinin iki elbisesi olmazdı, iki çeşit yemek yiyemezlerdi. Rabbimiz onların halleriyle hallenen insanlardan eylesin.

MUS’AB BİN UMEYR (Allah ondan razı olsun)

“Allah, cennet karşılığında mü’minlerden canlarını ve mallarını satın aldı…” (Tevbe, 111)

İşte o mü’minlerdendi Mus’ab (Radıyallahu anh). Varını yoğunu Allah rızası için ortaya koymuş genç sahabelerdendi. Mekke’de soylu ve zengin bir ailenin çocuğuyken Hicret’in daha üçüncü yılında Uhud’da şehid olduğunda onu da örtecek bir kefen bulunamamıştı.

Zengin ve şerefli bir aileye mensuptu. En güzel elbiseleri o giyer, en güzel ve en pahalı kokuları da o kullanırdı. Güzelliği ile dillere destan olduğu için Mekke’nin kızları hep onun peşinde gezerdi. Ama o, bütün bunları feda ederek, Allah yoluna baş koydu.

Hazret-i Ali radıyallahu anh şöyle anlatır:

“Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte mescitte oturuyorduk. Mus’ab bin Umeyr çıkageldi. Üzerindeki, kürk parçalarıyla yamanmış hırkasından başka bir şeyi yoktu. Allah Rasulü, Mus’ab’ı görünce, onun Mekke’de nimetler içindeki haliyle şimdiki halini düşündü ve gözyaşlarına hâkim olamayarak ağladı.

RIDVAN ASHABI (Allah onlardan razı olsun)

Peygamberimiz ve 1400 kadar Sahabe hicretin altıncı yılı sonlarında, umre niyetiyle Medine’den yola çıktılar. Niyetleri sadece Kâbe’yi ziyaret olduğu için yanlarına sadece “yolcu kılıcı” denilen silâhları aldılar. Fakat Mekke’li müşrikler bu yolculuğu öğrenince Müslümanları Mekke’ye sokmamaya karar verdiler. Hâlbuki binlerce yıllık teamüllere göre Mekke’nin yerleşik halkı hac ve umre için gelenlere her türlü kolaylığı göstermek ve ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüydüler ve bununla övünürlerdi.

Niyetlerinin sadece umre olduğunu anlatmak için Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Osman’ı -radıyallahu anh- elçi olarak gönderdi. Hz. Osman’ın -radıyallahu anh- şehit edildiği söylentilerinin Müslümanlara kadar ulaşması üzerine Bir çağırıcıyı görevlendiren Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Anlaşılan müşriklerle vuruşmadıkça buradan ayrılamayacağız” buyurarak ashaba şunu ilân ettirdi:

“Haberiniz olsun ki Rasulullah'a Ruhu'l-Kudüs indi. Ona bey'atı emretti.”

Rasulullah, orada bir semure ağacının altında biat aldı. Ashab, Efendimize “Kureyşlilere karşı kanlarının son damlasına kadar çarpışacaklarına, ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak ve asla çekinmemek üzere” söz verdiler.” Rasulullah onlara şöyle dedi:

"Siz bugün yeryüzündekilerin en hayırlısısınız”.

Bu biata katılan 1400’e yakın sahabe hakkında Fetih Suresi’nin 18. âyetinde şöyle buyrulur:

“Andolsun ki, o ağacın altında sana biat eden mü’minlerden Allah razı oldu. Kalplerinde olanı bildiği için Allah onların üzerine sükûnet ve emniyet indirdi. Ve onları pek yakın bir fetihle mükâfatlandırdı. ”

Allah “razı” olduğu için biata “Rıdvan beyatı” biat edenlere de “Rıdvan Ashabı” denildi.

Allah onlara, canlarını Allah yolunda “adayan” o kutlu insanlara Saf Suresi’nde vaad edilen bütün nimetleri; hem ahiret nimetlerini, “cenneti” hem de dünyadaki “Allah’tan yardım ve yakın bir fetih” nimetini verdi.

Rasulullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem birgün Hazret-i Hafsa vâlidemizin yanında buna şöyle şahadet ettiler:

“İnşâallâh ağacın altında bey’at eden Ashâb-ı Şecere’den hiç kimse cehenneme girmeyecek!” (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Hanbel)

O günden sonraki maddi anlamdaki fetihlere ise yaşayanlar bizzat şahadet ettiler.

AMR İBNİ CEMUH VE AİLESİ

Amr İbni Cemuh, cahiliye öneminde Medine’nin ileri gelenlerinden, Seleme Oğullarının efendilerinden biriydi. Dürüstlüğü ve cömertliği ile tanınmaktaydı. Cahiliye devrinde soylu kişilerin evlerinde put bulundurma âdeti vardı. Amr'ın putu da Menat idi. Onu kaliteli bir ağaçtan yapmıştı. Saygıda kusur etmez, ona en güzel kokuları sürerdi.

Mus’ab radıyallahu anh Medine’ye gelmiş, Medinelileri önemli bir kısmı iman etmiş ama Amr, putundan bir türlü vazgeçememişti. Çocukları ve genç Müslümanlar bir gece gizlice evine girerek meşhur putu bir pislik çukuruna attılar. Ertesi gün Amr bunu görünce çok sinirlendi, putu çıkardı, yıkadı, temizledi kokular sürdü ve itina ile yerine yerleştirdi.

Gençler sonraki gecelerde aynı işi tekrarladılar. Amr da aynısıyla karşılık verdi. En sonunda Amr, Menat'ın boynuna kılıcını astı ve:

“Ey Menat! Bunları sana kimin yaptığını bilmiyorum. Eğer sen de hayır varsa işte kılıç kendini koru” dedi. Ancak aynı durum o gece de tekrarlanınca artık onu tuvalet çukurundan çıkarmadı:

“Vallahi sen Tanrı olsaydın bir tuvalet çukurunda olmazdın” dedi ve Müslüman oldu. Artık o da İslâm'ın fedakâr bir hizmetçisi, davanın adanmış bir bekçisi olmuştu.

Uhud savaşı için cihada çağrı yapıldığında ashab-ı kiramın hepsi, yaşlısı, genci savaşa katılmak için birbirleri ile yarışıyorlardı. Üç oğlu gibi Amr İbni Cemuh da cihat hazırlığına başladı. Hâlbuki Amr, o anda çok yaşlı ve bir ayağı ileri derecede sakat idi. Bu yüzden çocukları onun mazur olduğunu anlatıp cihada katılmamasını istediler.

Amr, evlatlarına; “Evlatlarım! Beni de bu gazaya götürünüz!” diyor, oğulları da; “Babacığım! Ayağının arızalı olması sebebiyle, Allah seni mazeretli saydı. Cihada çıkmakla mükellef değilsin. Senin yerine biz gidiyoruz!” diyerek babalarını ikna etmeye çalışıyorlardı. Fakat Amr:

“Yazıklar olsun sizin gibi evlatlara! Bedir gazasında da böyle diyerek, Cennet'i kazanmaktan beni alıkoymuştunuz. Bu seferden de mi mahrum edeceksiniz?” dedi.

Evdeki kadınlar ve akrabaları da vazgeçirmek için uğraşınca Amr, bunların elinden kurtulmak ve kendisini engellemek isteyenleri şikâyet etmek maksadıyla Efendimizin huzuruna çıktı:

“Ey Allah’ın Rasulü, şu benim oğullarım ve akrabalarım topal olduğumu bahane ederek beni bu hayırlı işten alıkoymak istiyorlar. Evde hapis olmamı istiyorlar, Allah yolunda cihada iştirakimi istemiyorlar. Allah’a yemin ederim ki bu topal ayaklarımla cennete gitmek istiyorum.” dedi.

Allah’ın Rasulü, “Ey Amr, şer’i mazeretin var. Allah seni mazur kılmış, cihat sana vacip değil” dedi ise de, Amr:

“Ya Rasulallah! Bana vacip olmadığını biliyorum, ama yine de gitmek istiyorum. Vallahi ben topallığımla cennete girmek istiyorum” dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü oğullarına:

“Ona engel olmayın. Herhalde Allah, ona şehitlik verecektir” buyurdu.

Ordunun hareket vakti gelince Amr, hiç dönmeyecekmiş gibi hanımına veda etti, sonra kıbleye yönelip şöyle dua etti:

“Allah'ım! Bana şehitlik ver. Beni aileme döndürme.”

O zamana kadar ayağı sakat olduğu için, hiçbir savaşa katılamayan Amr, bu sefer âdeta koşarak katıldı Uhud muharebesine.

Uhud’un seyredilecek sahnelerinden biri, Amr bin Cemuh’un meydandaki hareketleriydi. Sakat ayağı ile kendini ordunun içerisine atıyor, feryat ediyordu: “Cenneti arzuluyorum!” Oğullarından birisi babasının arkasından hareket ediyordu.

Savaşın kızışıp müşriklerin Rasulullah’ı kuşattığı sırada o, tek ayağı üzerinde sıçrayarak cihada devam ediyordu. Oğlu Hallad'la beraber Resulullah’ı koruyan mü’minlerin ön safında yer almışlardı. Baba ile oğul o kadar savaştılar ki sonunda ikisi de şehit oldu.

Savaş bittikten sonra Medine kadınlarından birçoğu, mücahitlerinin durumunu yakından öğrenebilmek için, şehir dışına çıkmıştı. Medine’ye ulaşan haberler de pek iç açıcı değildi.

Peygamber’in hanımı Hz. Aişe radıyallahu anha da şehirden biraz uzaklaşıp, Uhud’a katılanların akıbetleri hakkında bilgi sahibi olmak istiyordu. Yolda Amr İbni Cemuh’un eşi Hind’i gördü. Hind, üç şehidini deveye bindirmiş, kendisi de devenin yularından tutmuş şehre doğru gidiyordu. Aişe’yi gören Hind radıyallahu anha:

“Merak etmeyin. Elhamdülillah, Peygamber sağdır, O sağ olunca derdimiz olmaz”. dedi.

Hz. Aişe: “Peki şu getirdiğin cenazeler kimindir?” diye sorunca Hind:

“Bunlar kardeşimin, oğlumun, kocamın cenazeleridir”. Hz. Aişe:

“Nereye götürüyorsun ?” Hind:

“Medine’ye defnetmek için götürüyorum”.

Hind, bunları söyleyip devenin yularını Medine’ye doğru çekti. Fakat deve istemeyerek, zorla Hind’in peşi sıra gidiyordu. Nihayet yere yattı. Hz. Aişe’nin:

“Hayvanın yükü ağırdır, çekemiyor!” demesi üzerine Hind:

“Hayır, bizim devemiz çok kuvvetlidir, normal olarak iki devenin yükünü çekebilir. Bunun başka bir sebebi olmalı”. dedi.

Hind, deveyi yeniden harekete geçirdi. Deve, ikinci defa dizlerini kırıp yere yattı. Hind, devenin yönünü Uhud’a doğru çevirdiğinde hızlı bir şekilde hareket ettiğinin farkına vardı.

Deve, çok dikkat çekici bir şekilde Medine’ye doğru gitmekten ziyâde Uhud tarafına gitmek istiyordu. Hind, bunun üzerine Medine’ye gitmekten vazgeçip, devenin yularını çekerek, doğruca cenazelerin olduğu Uhud tarafına giderek, durumu Peygambere arz etti: Efendimiz:

“Kocan Uhud’a doğru yola çıkınca bir şey söyledi mi?” diye sordu. Hind: Ya Rasulallah! Yola çıktıktan sonra şu cümleyi duydum: “İlahi beni evime döndürme!” diyordu. Efendimiz:

 “Öyleyse sebep budur. Bu şehit kişinin duası kabul olmuştur. Allah, bu cenazenin geri dönmesini istemiyor. Siz Ensar’ın arasında öyle kişiler var ki, eğer Allah’a dua edip yemin verirlerse duaları kabul olur. Senin kocan da onlardan birisidir”. buyurdular.

Rasul-ü Ekrem’in izniyle o üç cenaze de Uhud’a defnedildi. O zaman Resul-i Ekrem Hind’e dönerek şu müjdeyi verdi: “Bu üç kişi, ahirette benim yanımda olacaklar”

İKRİME

Ümmetin Firavununun oğlu. Kureyş´in sayılı kahramanlarından birisi ve en iyi dövüşen süvarilerindendir.

Fetih gününe kadar “İslam’a ve Müslümanlara karşı en şiddetli bir şekilde düşmanlık eden kimdir?” diye sorulsa bütün parmaklar onu gösterirdi. O güne kadarki bütün savaşlara katıldı. Malıyla ve canıyla, davasına adanmış bir şekilde sıfır tavizle mücadeleyi sürdürdü.

Bedir ve Uhud’da öldürülen yakınlarının intikamını almak için Reci’de esir alınan Hubeyb Bin Adiy ve Zeyd Bin Desinne’yi satın alarak vahşice şehit edenlerin başında yine o vardı.

Mekkeli müşrikler hakkında inen bütün ayetlerin muhatabı idi.

Fetih günü Müslümanlarla silahlı mücadeleye giren az sayıdaki Mekkeliler arasında idi. Halid Bin Velid onları mescidin kapısındaki Hazvere’ye varıncaya kadar kovaladı. Bu çarpışmada birkaç müşrik öldürüldü ve yaralandı. İkrime kaçanlar arasında idi. Yemen’e doğru yola çıktı. Bulunduğu yerde öldürülme emri verilenler arasında idi.

Şehadet getirip beyat eden kadın topluluğu arasında bulunan İkrime’nin hanımı Ümmü Hakim, Rasulullah’tan kocası için eman aldı ve bulup getirmek için izin istedi.

Ümmü Hakim İkrime’ye yetişti, Rasulullah’ın emanını haber verdi ve Müslüman olmasını istedi. Başka çaresi kalmayan, bu süre içerisinde iyice düşünen İkrime’nin kalbi İslama karşı yumuşamıştı.

Peygamber Efendimiz İkrime’nin geldiğini görünce o kadar sevindi ki, yerinden fırladığında sırtındaki ridası yere düştü. İkrime’yi üst kısmı açık şekilde kucakladı ve sonra oturdu. İkrime:

“Sen bizi neye davet ediyorsun, ya Muhammed!” dedi. Peygamber Efendimiz:

“Seni, Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve benim de Allah’ın Rasulü olduğuma şahadet etmeye, namaz kılmaya, zekât vermeye ve şunu şunu yapmaya davet ediyorum!” deyip bütün İslam esaslarını saydı. İkrime:

“Vallahi sen, hak iyi ve güzel vasıflardan başka bir şeye davet etmiyorsun. Allah’a yemin ederim ki, sen bizi bunlara davet etmeden önce de bizim aramızda idin ve hepimizden doğru sözlü, doğru özlü, iyi kalpli ve güzel davranışlı bir kimse idin. Şu halde Allah’tan başka ilah bulunmadığına, senin de O’nun Kulu ve Rasulü olduğuna şehadet ederim!” dedi. Bundan sonra Peygamber Efendimiz kendisine:

“Bugün benden sana verebileceğim ne istersen sana vereceğim.” Buyurdu. İkrime de:

“Öyle ise, sana ne kadar düşmanlık yapmış isem, seninle savaşmak için ne kadar adım atmış ve ne kadar kol sallamış isem ve senin hakkında ister yüzüne, ister arkandan olsun, ne kadar kötü laf söylemişsem bunların hepsi için bana Allah’tan mağfiret dile.” dedi. Efendimiz de ellerini kaldırarak onun kelimelerini tekrar ederek dua etti. İkrime bunun üzerine:

“Bu benim için yeter ya Rasulallah!” dedi ve ilave etti:

“Şahit ol ya Rasulallah! Ben de insanları Allah yolundan alıkoymak için, nerede ve ne kadar mal harcamışsam, onun iki katını Allah yolunda vereceğime ve yine insanları Allah’ın yolundan alıkoymak için, nerede ve ne kadar can çürütmüş isem, onun iki katını Allah yolunda yapacağıma söz veriyorum!” Dedi.

İkrime, Efendimiz döneminde savaşlara iştirak etti, başarı üzerine başarılar kazandı. Ebu Bekir Sıddık Halife olunca da, hiçbir savaşta bulunmazlık etmedi. Bu savaşlardan kimisine kumandan, kimisine de sıradan bir asker olarak katıldı.

Hazreti Ebu Bekir’in hilafeti döneminde, Hazreti Halid Bin Velid’in komutasında, Suriye cephesinde Bizanslılar’la yapılan Yermük savaşında, hanımı Ümmü Hakim ile savaşa katılan İkrime, cihada susamış bir er olarak yerini aldı.

Müslümanların Yermük’te toplandığını duyan Heraklius, komutanlarına haber göndererek, orada toplanmalarını emretmişti. Hıristiyan ordusu 240.000 kişi idi. Halid bin Velid’in emrindeki kuvvetlerin Yermük’teki orduya katılmasından sonra, İslam askerinin sayısı 46.000 e ulaştı.

Yermük Harbi, tarihte eşine ender rastlanan çarpışmalara ve kahramanlıklara sahne oldu.

Zamanının süper gücü olan Bizans ordusunun karşısında, bir ara Müslümanlar sıkışmıştı. İşte o zaman İkrime atından inip, kılıcının kınını kırdı ve Bizans saflarına daldı. Halid Bin Velid O’na koşup şöyle dedi:

“Böyle yapma İkrime! Senin ölümün Müslümanlar için büyük kayıp olur!” İkrime:

“Beni bırak Halid! Senin Rasulullah’la güzel bir geçmişin var. Halbuki ben ve babam, Rasulullah’a en çok eziyet edenlerdendik. Beni bırak da, daha önce yaptıklarımı ödeyeyim. Rasulullah’a karşı birçok yerde savaştım. Bugün Bizanslılara karşı savaşmaktan mı kaçayım? İşte bu asla olamaz!” Dedi. Ardından Müslümanların içinde şöyle haykırdı:

“Kim ölünceye kadar savaşmak üzere bizimle beraberce sözleşecek?”

Hemen etrafına toplanan dört yüz kadar Müslüman arasında, amcası Haris Bin Hişam ve ashabtan Dırar Bin Ezver’de O’nunla “ölümüne” sözleşti. Halid Bin Velid’in çadırının önünde canla başla çarpışıp O’nu en güzel şekilde korudular. Savaşın kaderi de böylece değişip zafer Müslümanlara nasip oldu.

Halid Bin Velid, birlikleriyle düşmanın tam kalbine hücum etti. Bu ani taarruz karşısında şaşkına dönen Bizanslılar kaçmaya başladılar. Fırsatı değerlendiren İslam birlikleri, Bizans piyadelerinin üzerine toplu olarak hücuma geçtiler. Bu hücum onlara ölüm darbesi oldu. Bizans askerleri, birbirlerini çiğneyerek derin hendeklere döküldüler. Kaynakların ifadelerine göre hendeklerde 120.000 Bizanslı öldü. Ayrıca savaş sırasında ölenler de az değildi.

Yermük savaşı Müslümanların büyük zaferiyle sonuçlandığında, harp meydanında, yaklaşık 3000 şehidin arasında, aldığı yaralar sebebiyle güç ve takati kalmayan üç mücahid de uzanıyordu. Bunlar; İkrime Bin Ebi Cehil, amcası Haris Bin Hişam ve Ayyaş Bin Ebi Rabia idi.

Haris içmek için su istedi. Su getirildiğinde yeğeni İkrime O’na doğru baktı. Haris:

“Suyu İkrime’ye verin!” Dedi. Suyu İkrime’ye yaklaştırdıklarında, bu defa Ayyaş O’na doğru baktı. İkrime:

“Suyu Ayyaş’a verin!” diye işaret etti. Ayyaş’ın yanına geldiklerinde, O’nun canını teslim edip şehid olduğunu gördüler… Tekrar diğerlerine döndüklerinde onların da şehid olduğunu gördüler… Çok susadıkları halde hiç biri içememişti.

Bizans ordusunun ağır yenilgisini haber alan imparator Heraklius, ikamet ettiği Humus’tan uzaklaşırken:

“Elveda sana Suriye, ebediyen elveda!” diyordu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
Tevekkür Tevhid / İhsan ve Tefekkür
« Son İleti Gönderen: türkiyem Bugün, 08:03:23 ÖÖ »


İhsan ve  Tefekkür

İmtihan dershanesi olarak düzenlenen bir gezegende, belaların ve musibetlerin içinde yaşıyoruz. Doğarken nişanlandığımız ölümün kucağına doğru yürüyoruz. Ölmemek için nefes alıyor, nefes aldıkça ölüme yaklaşıyoruz. Zaman ömür takviminin yapraklarını birer birer tüketirken “Kazancımız ne? Kazanan kim?” soruları zihnimizi meşgul ediyor.

Ahiret yolcusu olduğumuzu çok iyi bildiğimiz halde, meşgaleler tefekkürümüzü adeta talihsiz bir gafletle perdeliyor.

O’ndan izinsiz yaprağın dahi kımıldamadığı şuuruna varmak, bu idraki canlı tutmak yani hiçbir şekilde akıldan çıkarmamak aslında huzur basamaklarında yol almak manasına geliyor. Çünkü O “Samed”dir. Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı halde herkes ve her şey O’na muhtaçtır. Her ne istenecekse O’ndan istenmelidir. Zira istememizi O istiyor. Bütün saltanat ve hükümranlık kendisinin olan ve apaçık yegâne hakikatin ta kendisi olan Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.

“…İhsan Allah’a, O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor.” (Müslim, İman 1,5; Buhari, İman 37)

Cibril hadisinde de açıkça ortaya konmuştur ki başıboş değiliz. “İslam ve imanda kemale erebilmek; ihsan kıvamına ulaşmaya bağlıdır. İhsan halini yaşayabilmek için de, Cenab-ı Hakk’ın bizi daima gördüğünün farkında olup kendimizi sürekli murakabe (manen kontrol) etmemiz ve böylece halimize çekidüzen vermemiz lazımdır.

Ayrıca Allah’ın bize bizden daha yakın olduğu gerçeğinin kalbimizde daimi bir idrak haline gelmesi icab eder.

Her şey ve herkes O’na muhtaçtır. Nerede olursak olalım O bizimle beraberdir. O bize her durum ve her şartta bizden daha yakındır. Bize şah damarımızdan daha yakındır.  Mutlak kudret sahibidir. O’ndan izinsiz yaprağın dahi kımıldaması düşünülemez. İçimizden geçenden, yere inen her şeyden ve yerden çıkan her şeyden her an haberdardır. Şinasi kendi vücudunu; kemiklerini, kas dokusunu, sinir sistemini, damarlarını incelemiş ve:

“Varlığım Halık’ımın varlığına şahiddir,

Başka burhan-ı kavi var ise de zaiddir…”

“Birçok deliller varsa da benim varlığım Yaratıcının varlığına en güzel delildir. Diğerlerine ihtiyaç yoktur.” İfadeleriyle Mutlak Sanatkârı ilan etmiştir.  İçinde yaşadığımız kâinatın nizamını ve harikalarını tefekkür eden Ziya Paşa:

“İdraki meali bu küçük akla gerekmez,

 Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”

Diyerek Yüce Kudret karşısındaki teslimiyetini ifade etmiştir. Vedud olan, yani hem seven hem de sevilen Yüce Kudret’in sevgisini kazanmak için yollar aranmalıdır.

“Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam?

Geçip de aynaya soran olmaz mı?”

Diyen Necip Fazıl, insanın yüzünün enine ve boyuna birer karışlıktan ibaret olmasına rağmen, kaş, göz, burun ve ağzın yerleri katiyen değişmemesine rağmen herkesin yüzünün farklı farklı olmasına dikkat çekmiştir. Yine Ziya Paşa bundan iki asır önceki ilmi tespitlerin aklı aciz bıraktığını görmüş ve hikmetli bir beyt söylemiştir şöyle ki:

“Sübhane men tehayyera fi sun’ihi’l-ukul

Sübhane men bi  -kudretihi ya’cizu’l-fuhul”

“Sanatı karşısında akılların hayrete düştüğü, kudretiyle en üstün âlimleri aciz bırakan Allah Teala’yı tesbih ederim…”

Cenab-ı Hakk’ın sevgisini kazanmak hususunda insanın tefekkür etmesi icabeder ki; güzellik ve sevgi kavramlarını yaratan şüphesiz ki mutlak sevgi ve güzellik sahibidir.

Veduddur. O’nun cemal sıfatları tefekkür edilmelidir.  O halde bütün imkânlar Rabbimize teksif edilmelidir. Niyetler temizlenmeli kalb tasfiyesi ve nefs tezkiyesiyle tekrardan yola koyulmalıdır.

Allah Teâla’nın murakabesiyle yaşamak bir nevi Onun gücüne, Onun kudretine yönelmektir. Kendini O’na teksif etmek demek “Atarken sen atmadın Allah attı” sırrına mahzar olmak demektir. Adanmışlıktır. O’na adanan bir şahsiyet her haliyle kazanır. Adanmışlar için hiçbir surette kaybetmek yoktur.

Uyurken daha iyi ve zinde bir bedenle Rabbime ibadet etmek niyetiyle uyuyorum diye niyetlenenin uykusu, ibadete dönüşür. Yemek yerken bu rızklardan alacağım enerjiyle Rabbime ibadet edeceğim diye niyetlenenin yemeği de ibadet olur. Ders çalışırken niyetini, öğrendiklerimle faydalı olup Allah rızasını kazanmaya çalışacağım diyenin çalışması ibadet olur. Her halinde Rabbinin rızasını arayan, elbette ki “radıyeten merdıyye”ye ulaşır.  Rabbi ondan o da Rabbinden razı olur. Allah’ın sevdiği kişi neyi kaybetmiştir? Sevmediği ne kazanmıştır?

Kişiyi ihsan kıvamına ulaştıran en etkili yol Allah sevgisidir. Allah’ın sevgisi, kişiyi Allah Teâla ile beraber olma şuuruna ulaştırır. Zira kişi, sevdiği ile beraberdir. İnsan en çok sevdiğinden bahseder. Sevdiği ile zaman geçirmekten hoşlanır. Bu tefekkür kişiyi elbette ki Allah muhabbetine ulaştıracaktır. Allah bir kimseyi sevmeden hiç kimse Allah’ı sevemez O halde Onun sevgisini celbedecek yollar aranmalıdır.

“Allah tevbe eden genci sever, Allah Teâla gençliğini Allah’ın taatinde geçiren genci sever, Allah duada ısrar edenleri sever, Allah Teâla, kulunu helal peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette görmeyi sever, Allah Teala cömert ve ihsan sahibidir, cömertliği sever ve yüksek ahlakı da sever. Allah eskiden beri gelen kardeşliğe devam etmeyi sever. Allah Teâla güzel ahlakı sever. Allah katında en sevgili kul, ailesine en faydalı olan kuldur.” (Suyuti, Camiu’sSağir)  Listeyi uzatmak mümkün.

Cenab-ı Hakk’ın sevgisini kazandıracak yollar çoktur. Yeter ki maiyet şuuruna ulaşıp ihsan kıvamında bir hayat yaşayabilelim. Tirmizi’de geçen bir iltica ile Kainatın Rabbi’ne yönelmelidir:

“Allah’ım Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i seven kişiyi sevmeyi, Sen’in sevgine ulaştıran salih ameli isterim”

Amin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
Takva Tasavvuf / Takva ve Muttaki
« Son İleti Gönderen: türkiyem Bugün, 07:58:21 ÖÖ »


Takva ve Muttaki

Takva; Bir şeyi korumak, zarar verecek şeylerden sakınmak, kuvvetli bir himayeye girerek korunmak, kendini muhafaza altına almak, bunun gereği olarak korkmak ve çekinmek anlamına gelen “ittika” kelimesinin isim şeklidir.

Dini anlamda ise takva;  iman edip emir ve yasaklarına uyarak Allah’a karşı gelmekten sakınmak, ilahi azaba sebep olabilecek söz, fiil ve davranışlardan ve her türlü günahlardan uzak durmak anlamına gelir.

Takva, insanı Allah’tan uzaklaştıracak şeylerden uzak durmaktır.

Takva, nefsin arzularını terk etmek ve yasaklardan kaçınmaktır.

Takva sahibine “muttaki” denir.

Hz. Ömer (r.a)  ile Ubey Bin Ka’b arasında geçen şu diyalog   takvanın en canlı tanımı olsa gerek:

Hz. Ömer takva kelimesinin ne anlama geldiğini kendisine sorduğunda Ubey Bin Ka’b ona şu karşılığı verir:

-Sen dikenli yolda  hiç  yürümedin mi?

-Yürüdüm.

-O zaman ne yaptın?

-Paçalarımı sıvayıp dikenlere basmamaya dikkat ettim.

-İşte takva odur.

Öyleyse takva (faiz, içki, göz zinası, yalan, gıybet, iftira, kin, haset,  dedikodu… gibi) günahlarla dolu olan dünya hayatında günahlara bulaşmadan yaşamaya çalışmaktır. “Sizin Allah katında en değerli olanınız en takva olanınızdır(günahlardan en çok kaçınanınızdır.)” (Hucurat, 13)

“Ey iman edenler! Allah’a gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Ali İmran, 102)

Allah’tan nasıl sakınmak, çekinmek, korkmak gerekiyorsa öyle sakının.

Her an ve her yerde seninle beraber olan; “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.” (Hadit, 4)

Sürekli seni gözetlemekte olan; “Muhakkak rabbin sizi gözetlemektedir.” (Fecr, 14)

Sana şahdamarından daha yakın olan “Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16)

Seninle kalbinin arasında olanı (kalbinden her geçirdiğini) bilen  Allah’tan nasıl sakınılırsa öyle sakın Rabbinden. Allah’tan hakkıyla korkun ve –başka değil- ancak Müslümanlar olarak ölün. Müslüman olarak ölebilmek için Müslümanca bir hayat yaşayın. Dikkati, tedbiri elden hiç bırakmayın. Zira ölümün sizi ne zaman ve nerede yakalayacağını bilemezsiniz.

Takva üzere yaşayabilmek ve bu halde ölebilmek için de Allah’ın davetine icabet edin. Kur’an’a uyun “Allah sizi selamet yurduna Cennet’e davet ediyor.”(Yunus, 25)

“Rabbinizin bağışlamasına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan Allah’a karşı gelmekten sakınanlar (muttakiler) için hazırlanmış olan Cennet’e koşun.” (Ali İmran, 133)

İslam bir takva dinidir. Kur’an ise baştan sona  takva -“ittika”  kavramları ile örülmüştür.

Bu kelimeler Kur’an’da 258 defa kullanılırken 54 yerde  “ittekullah”  buyurularak Allah’a karşı gelmekten sakınılması emredilmiştir. Kur’an hemen giriş kısmında kendini muttakiler için bir hidayet kaynağı olarak tanıtır. Yani Kur’an’a uyan,  Kur’an’a göre yaşayanın muttaki olacağını vurgular:

“Elif lam mim. Bu kendisinde  şüphe  olmayan bir kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınan (muttakiler) için yol göstericidir. Onlar (o muttakiler)  gayba  inanırlar. Namazı dosdoğru kılarlar. Kendilerini rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene ve senden önce indirilene de inanırlar. Ahirete de kensin olarak inanırlar.” (Bakara, 1-4)

Muttaki insanları anlatan diğer bir ayet i kerime de şöyledir:

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmekten ibaret değildir. Asıl iyilik Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyene ve kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan zekâtı veren anlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda direnip sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar doğru olanlardır. İşte bunlar Allah’a karşı gelmekten sakınanların (muttakilerin)  ta kendileridir.” (Bakara, 177)

Yukarıda geçen ayetlerde ve diğer bazı ayetlerde geçen muttakilerin özellikleri:

Muttakiler;

- Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanırlar (Bakara, 4 ve 177)

- Gayba  iman ederler ( Yasin, 11)

- Zekâtlarını verirler (Bakara, 177)

- Allah yolunda infak ederler (Bakara, 3)

- Yakın akrabaya, fakirlere, yetimlere, yolda kalmışlara yardım yaparlar (Bakara, 177)

- İnsanlara iyilik yaparlar (Âl-i İmran, 134; Maide, 93; Yusuf, 90),

- Mallarından isteyenlere ve yoksullara verirler (Zariyat, 19),

- Allah için mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler (Tevbe, 44),

- Geceleri az uyuyup, seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerler (Zariyat, 17-18),

- Öfkelerine  hakim olurlar (Âl-i İmran, 134)

- Affedicidirler (Âl-i İmran, 134; Nisa, 149; Şura, 37-40-43),

- Verdikleri sözü yerine getirirler (Bakara, 177),

- Yapacakları işleri aralarında istişare ederler (Şura, 38),

- Sabır sahibidirler (Bakara 45 ve 177; Âl-i İmran 17-20-186; Hud, 115; Kehf, 28),

-Kötülük yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak tevbe ederler ve günahlarının bağışlanmasını dilerler, kötülükte ısrar etmezler (Âl-i İmran, 134),

- Doğru söz söylerler (Ahzab, 70),

- Dosdoğru olurlar (Tevbe, 7),

- Rablerinin davetine icabet ederler (Şura, 38),

- Hesap gününden korkarlar (Ra’d, 21; Mearic, 26-27; İnsan, 7).

- İyilikte yardımlaşırlar (Maide, 2),

- Kötülüğü iyilikle savarlar (Ra’d, 22),

- İyilik etmeleri nedeniyle Allah’ın sevgisini kazanırlar (Al-i İmran, 134),

- Hidayet üzeredirler (Bakara, 5)

Allah muttakilere İyiyi kötüden ayırma basireti( Furkan) vadeder.

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız Allah size  iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış(Furkan) verir ve sizin kötülüklerinizi örter. Sizi bağışlar. (Enfal, 29)

Allah muttakileri sıkıntılardan kurtarır.  Onları ummadıkları  yerden rızıklandırır. Takva sahibi toplulukların üzerine bereket yağdırır;

“Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır.” (Talak, 2-3)

Biz mü’minler muttakilerden olmayı başarırsak Yüce  Rabbimiz  Kur’an’da defalarca  muttakilerle beraber olduğunu müjdeler.

“Allah’tan korkun. Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Bakara, 194)

“Bilin ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Tevbe, 36)

“Allah muttakiler ve Salihlerle beraberdir.” (Nahl, 128)

Rabbim bu müjdelere hepimizi nail etsin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
4
Bizden Sizlere / Tam bir teslimiyet
« Son İleti Gönderen: türkiyem Bugün, 07:53:57 ÖÖ »


Tam bir teslimiyet

Rabbe teslimiyet; imandır, ibadettir, ihlastır, ihsandır, itaattir, sevgidir, dostluktur, korkudur, ümittir, tevekküldür, zulümden kurtuluştur, en sağlam kulpa sarılmaktır, ilahi yardımlara nailiyettir.

Rabbimiz; “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonrada verdiğin hükme, içlerinden hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.” (Nisa, 65) buyurmaktadır.

Rabbe ve Rasulüne sıkıntısız bir teslimiyet sözde değil özde bir teslimiyettir. Anasıyla, babasıyla, kardeşleriyle, eş ve çocuklarıyla, akraba ve komşularıyla, dost ve arkadaşlarıyla, tüm insanlarla arasında olan anlaşmazlıkların hallinde Müslümanların Rablerinin ahkâmına boyun eğmeleri gerekir. Bugün meselelerinin hallini Rabbine ve Rasulüne havale etmek kaç Müslümanın aklına geliyor? Bunlardan kaçı Rabbin ve Rasulünün hükmüne razı? Razı olanlardan kaç tanesi sıkıntı duymaksızın razı? Tam bir teslimiyetle boyun eğmeyenler ilahi tehdide maruz kalıyorlar. “İman etmiş olamazlar.”. işin şakası yok. Allah ve Rasulünün verdiği hükümde adaletsiz olduğuna inanmak küfürdür.

Bu ilahi tehditlerden kaç Müslümanın haberi var? Teslimiyet imanla iç içe; teslimiyetiniz yoksa imanınız da yok demektir. İnsanlar teslimiyet testinden geçirmeden birbirine güvenmezken, nefsini Allah ve Rasulüne teslimiyet tespitinden geçirmeyenler, ahir ve akıbetleri konusunda nasıl emin olabilirler?

Rabbimiz; “Mü’minler düşman birliklerini görünce, ‘İşte bu, Allah’ın ve Rasulünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir.’ dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.” (Ahzab, 22) buyurmaktadır.

Allah ve Rasulünün vaadiyle kaç Müslüman ilgileniyor? Kaç Müslüman bu vaadlerle heyecanlanıp gayrete geliyor. İlahi uyarılara baktığımızda imanla teslimiyet birlikte artıp birlikte azalmaktadır. İman iddiasında olanların kendilerine sormaları gereken ilk şey, “Rabbime ve Rasulüne ne kadar teslimim?” olmalı.

“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23)

İman sözü, İslam sözü kulun Rabbine verdiği bir sözdür. Bu sözün önemini ve mahiyetini anlayıp gereğini yapanlar kurtulur. İnsanlara verdiği sözü yerine getirememekten utandığı kadar, Rabbine verdiği sözü yerine getirememekten utanmayanlar tam bir teslimiyete ve kâmil bir imana sahip olamazlar. Kul kulluğunun gereklerini bilip yerine getirmelidir.

“Kim “ihsan” derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır…” (Bakara, 112)

Kulun Rabbine olan teslimiyette niyeti, ihlas ve samimiyet üzereyse o kul Allah’a teslimiyette ihsan derecesine ulaşmış demektir. Rabbine teslimiyeti ihsan derecesine ulaşanların korku ve üzüntüden kurtulacaklarını Rabbimiz haber vermektedir. Bu teslimiyeti sağlayan dine İslam, bu şekilde teslim olana da “Müslim”/Müslüman denir.

“Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah İbrahim’i dost edindi.” (Nisa, 125)

Rabbimiz: iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden İbrahim’i dost edinmiş, dinini de en güzel din ilan etmiştir. Bir kul bir peygamber için bundan daha büyük bir mazhariyet düşünülebilir mi? Rabbimiz kullarından hakiki bir teslimiyet istiyor. Hakkıyla teslim olanları da çok seviyor. Teslimiyet deyince ilk akla gelenlerin başında İbrahim aleyhisselam ve ailesi gelir. Rabbimiz İbrahim aleyhisselam ve ailesinin teslimiyetinden o kadar memnun oldu ki onu ve ailesinin kendisine olan teslimiyetlerini, sonradan gelenler için adeta bayraklaştırdı.

“Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. İbrahim’e selam olsun.” (Saffat, 108-109)

Rabbimiz: İbrahim aleyhisselam ve ailesinin teslimiyetini, İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan hac ibadetinin menasiki kılmıştır.

İbrahim aleyhisselam putperest kavminin putlarını kırınca; “Eğer yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin.” dediler. (Enbiya, 68)

İbrahim aleyhisselam ateşe atıldı. O da Rabbine telim oldu. Ateş onu yakmadı. Katıksız bir teslimiyetin dünyadaki mükâfatı, ateşin İbrahim aleyhisselama karşı yakıcılık vasfını kaybetmesidir.

“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik. (Enbiya, 69)

İbrahim aleyhisselam Rabbinin emri gereği, eşi Hacer’i ve oğlu İsmail’i Mekke’de kimsenin bulunmadığı yere bırakıp gider. Bunun Allah’ın emri olduğunu öğrenen Hacer; “Öyleyse Rabbimiz bizi burada perişan etmez!” dedi.

Erzakları bitince oturup ağlamadı, gayrete geldi, Rabbinin nimetini aramaya koyuldu.

Safa ve Merve tepeleri arasında yedi kez gelip giden Hacer’e Rabbimiz de yeryüzünde eşi benzeri bulunmayan zemzemi ikram etti.

Rabbimiz: “Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın nişanelerindendir.” buyurmaktadır. (Bakara, 158)

Rabbimiz Hacer’in kendisine tam bir teslimiyetle yönelerek koştuğu yerleri mübarek kıldı.

Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem efendimiz de buyurdular ki:

“Beytullah’ı tavaf etmek, Safa ve Merve arasında sa’y etmek ve şeytan taşlamak Allah’ı zikretmek için emredilmiştir.” (Ebu Davud, Tirmizi)

Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem efendimize: “Hangi hacc daha eftaldir?” diye sorulmuştu. “Yüksek sesle telbiye getirilip, kurban kesilerek yapılan hacc!” diye cevap verdi. (Tirmizi)

Rabbimiz, Hacer’in Rabbine katıksız teslimiyetini, haccın ve umrenin menasiki yaptı. Hac ve umrede yapılan say, Hacer validemizin Rabbine teslimiyetinin, Rabbini zikrinin, Rabbine koşuşunun yâd edilmesi, sonradan gelenlere güzel bir ad bırakılmasıdır.

İsmail aleyhisselam ise genç yaşta Allah yolunda kurban olmaya razı oldu.

“…İbrahim ona, “Yavrum ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. (Saffat, 102)

İsmail aleyhisselamın katıksız teslimiyetinin dünyadaki mükâfatı ise; babası İbrahim aleyhisselamı ateş nasıl yakmadıysa, İsmail aleyhisselamı da bıçak kesmedi.

Rabbimiz, “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek Onu (İsmail’i) kurtardık.”  buyurmaktadır. (Saffat, 102)

Rabbimiz, İbrahim ailesinin bu müthiş teslimiyetlerini, Hacc ibadetinin bir bölümü yaparak, bu mübarek ailenin kıyamete kadar yâd edilmesini dilemiştir. Ondan sonra gelen ümmetlerden de onlar gibi bir kulluk ve teslimiyet istemektedir. “Eğer samimi iman ve teslimiyet iddiasındaysanız bunlar gibi teslim olun. Allah’a itaat edin. Hayır ve şerrin ondan geldiğine tam iman edin. Ondan gelen hiçbir şeyi sorgulamayın. Tam bir teslimiyetle teslim olun da bela ve musibetler karşısında sabırlı olun.”

“Rabbi ona “Teslim ol” dediğinde, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti. (Bakara, 131)

Kulun Rabbine teslim olmaktan başka yapacağı hiçbir şey yoktur. Ya gönüllü ya da gönülsüz. Gönüllü olarak Rabbine teslim olursa kendi lehine. Gönülsüz olarak teslim olursa kendi aleyhinedir.

“Azab size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” (Zümer, 54)

“Onlar o gün Allah’a teslim olurlar ve uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakıp kaybolur.” (Nahl, 87)

Rabbimize imanımız nasıl? İmanımızla mutlu muyuz? İbadetlerimiz nasıl?

İbadetlerimizden huzur alabiliyor muyuz? Ahlakımız nasıl? Muhammedi ahlakla ahlaklanmaya gayret ediyor muyuz? İtaatimiz nasıl? İnsanlara itaat ettiğimiz kadar Rabbimize itaat edebiliyor muyuz? Sevgilerimiz nasıl? Allah için sevebiliyor muyuz?

Tevekkülümüz nasıl? Tevekkülü olmayanın teslimiyeti olamaz. Dağ başında emzikli yavrusuyla kimsesiz, barınaksız, yiyeceksiz ve içeceksiz kalan Hacer’in tevekkülünü bir düşü. Hayatında kaç tevekkülün, kaç teslimiyetin, kaç ihlaslı amelin var bir bak.

Musa, “Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah’a iman etmişseniz, Eğer ona teslim olmuş kimseler iseniz, artık sadece O’na tevekkül edin” dedi. (Yunus, 84)

“Kim iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.” (Lokman, 22)

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl, soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl…” (Bakara, 128)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5
İman Amel Ecel / İman ve Mü’min
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:43:37 ÖÖ »


İman ve Mü’min

İman; E M N kökünden türemiştir. Emin olmak, sağlam ve güvenilir olmak, itimat etmek gibi manaları ifade eder. Dilimizde buna “inanmak” denilir. Fiil kalıplarından "if'al" vezninde geçişli bir kelime olarak değerlendirilince anlamını "güven vermek", "emin kılmak" demek olur. Güven veren, emin kılan anlamındaki "Mü’min" kelimesi hem Allah’ın güzel isimlerinden bir tanesi hem de Kur’an-ı Kerimde bizi de isimlendirdiği en belirleyici vasfımızdır.

Kavram olarak imanı;  "Amentü" diye ifade edilen imanın altı esası diye hadisi şerifte sayılan ana esaslar etrafında ele aldığımızda ("Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmaktır.") Allah’ın istediği ve Rasulünün tebliğ ettiği şeyleri tasdik etmektir diye özetleyebiliriz.

Mü’min kişi; ismini Allah’ın esmaül hüsnasındaki “EL MÜ’MİN” isminden alır. Onun imanı, kalbinden diline dilinden de azalarına dökülen güvenli bir yaşam tarzıdır. Allah adına insanlara, hayvanlara, bitkilere, dağlara, taşlara emniyeti, güveni ve imanı ulaştırır. O Allah adına nizamı âlem yapmaya çalışan bir vekildir. Mü’min; iman esaslarını tasdik ve itiraf eder gizlide de açıkta da bu inancını hep taze, diri ve zinde tutar. İmanını bazen içinde kalbinin ta derinliklerinde zikrullahı mırıldanarak, bazen bülbüller gibi tevhid şakıyarak bazen de aslanlar gibi tekbirler kükreyerek haykırır.

İman bir marifetin ve bir bilginin ilan ve ifşasından ibaret değildir. İman karşılıklı bir “EMAN” bir anlaşma ve bir sözleşmedir. İman bir kurallar ve sonuçlar manzumesidir. Halk içinde yaygın tanımı ile “ İman: Kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır.” denilebilir. Bu durum belki kalpteki manevi tezyinatın, mücevheratın ve güzelliğin ilk çıkışındaki halidir. Ancak iman bir ömür kalbe ve dile hapsedilemez.

“…Allah'a hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir...” (Fatır:10)  Rabbimize İman etmenin şifre sözcükleri olan “Lailaheillallah” “Allah’tan başka tapılacak yoktur.” “Muhammedürrasulullah” “Muhammed Allah’ın Peygamberidir.” Kelime-i tayyibelerini söylemek kalbimizde yüce bir imanımızın olduğunun ifşasıdır. Bu ilanı sürekli söyleyerek tekrar eden kişinin de cümlelerini ancak salih amelleri Allahın manevi katına yükseltir. İbadetsiz, tâatsız ve salih amelsiz yapılan zikir Kelime-i Tevhid zikiri de olsa bu durum kendimize ya da çevremize kimlik gösterimi gibi tamamen bir riyadan yani gösterişten ibarettir. Kişiliksiz kimlikler bizi dünyada da ahirette de emniyete ve güvene ulaştırmaz. Bu halimiz her iki dünyada da sürekli sorgulama vesilesi olur.

Âdem a.s’dan itibaren imanın ve gereklerinin nasıl yerine getirilmesi gerektiğini öğretmenlerimiz olan Peygamberler anlatmış ve uygulamalı olarak gösterilmiştir. Efendimiz de bir yönü ile insanlığın iman ve gerekleri kitabı diyebileceğimiz Kur’an-ı Kerimi tebliğ etmiş, nasıl yaşanacağını kendinde göstererek öğretmiş, ümmetine nasihatler etmiş ve aramızdan ayrılmıştır. İman, çift taraflı bir güvencedir. “Allah, mü’minlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır… Ahdine, Allah’tan daha vefalı kim var?...”   (Tevbe, 111) ayetinde ifade edildiği gibi iman cennet karşılığında yapılan çift taraflı bir ahit ve akittir.

“İman edip iyi işler yapanları da altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız, orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu, Allah'ın gerçek vaadidir. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?” (Nisa, 122) “Muhakkak ki Allah, hiç sözünden caymaz.” (Ali İmran, 9)

İman ve sonuçları ilişkisi Kur’an-ı Kerim’in daha girişi diyebileceğimiz Bakara Suresi 40. ayetinde “ Ey İsrail oğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun!” fermanı ile bizlere önceki nesillerden ve onların müminlerin den aldığı ahdi ve misakı hatırlatıyor. Allah’a inanmalarının gereğini yapmaları karşılığında onlara dünyada ve ahirette vereceği güven ve emniyetten bahsediyor. Rabbimizin İsrail oğullarından aldım dediği bu misak cennetin sözleşme belgesidir ve çift taraflıdır. İman ve itirafların gereği yerine getirilir, “verdiğiniz sözünüzde durursanız ben de ahdimi yerine getiririm”  size dünyada ve ahirette emniyet ve güven veririm buyuruluyor.

İbadetlerde yozlaşmayı da, sosyal bozuklukları da, ilâhî emirlere karşı duyarsızlığı da bu temelde algılamalıdır. İmanlar yeniden sorgulanmalıdır. İman çelişkiyi ve şüpheyi kabul etmez. Hangi ilâha inanıldığı netleştirilmeli, saflar belirlenmelidir.

“Kişi kendini nasıl ifade ediyorsa ondandır. Müslümanım diyorsa Müslüman, başka inançtanım diyorsa ondandır.” ifadesi kabul edilemez. Çoban, doktorum dedi diye doktor olmaz; öğretmen, marangozum dedi diye marangoz olmaz. Onun niteliklerini üzerinde taşıması, bilgi ve tecrübesine sahip olması gerekir. İnkârcı ya da müşrik birinin kendini Müslüman olarak tanımlaması onu mümin yapmaz. Hukuk ve sosyal kurallar kişinin beyanı esastır diyerek onu Müslüman sayabilir. Ancak Allah c.c ; “And olsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16) Buyurarak iman konusunu oyun ve eğlence konusu olmaktan çıkartıp temeli sadakat ve ihlâsa dayanan, dünyadan ahirete uzanan bir süreç olarak belirliyor.

 İslam inancı denildiği zaman imanın sosyal boyutları da gündeme gelir. Efendimiz (s.a.v): "Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eli ile düzeltsin, buna gücü yetmezse dili ile buna da gücü yetmezse kalbiyle (buğzetsin), bu da imanın en zayıfıdır".  Buyurarak imanın tezahürlerinin sosyal toplumda görülmesini istemektedir.

  İnkârcı görüntüsü sergileyip mü’min iddiasında bulunan ucube toplumun için Kur’an-ı Kerimde de Rabbimiz; “İnsanlardan kimi vardır ki, "Allah'a inandık" der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Hâlbuki Rabbinden bir yardım gelecek olsa, mutlaka, ‘Doğrusu biz de sizinle beraberdik’ derler. Acaba Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir? Allah, elbette (O'na gönülden) iman edenleri de, ikiyüzlüleri de bilir. ( Ankebut, 10-11) buyurur. İbret alalım.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
İslamda Evlilik / Evlilikte Amaç Ne Olmalı
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:12:39 ÖÖ »



Evlilikte Amaç Ne Olmalı

Evlilik, insanı günahtan koruyan bir kalkandır Evlilik, el ele verip doğruya koşmaktır Evliliğe bu açıdan baktığınızda, izdivacın insanı Allah’a yaklaştırması gerektiği görülebilirDelikanlı okulunu bitirdi ve işini kurdu Artık evlenip çoluk çocuğa karışmak istiyor Bunun için de düşünüyor ve soruyor: “Acaba kiminle ve nasıl biriyle evlensem?”

Akıl verense çok oluyor: “Evleneceğin kişi şöyle şöyle olsun” Ama anne ille de güzel gelin istiyor

Genç kızın da evlenme yaşı geliyor O da düşünüyor “Acaba evleneceğim kişide nasıl bir özellik arasam? Dini diyaneti önemli olmalı mı?” Bu anne de kızının bir zenginle evlenip rahat etmesini düşlüyor
 
Genç kız da delikanlı da şaşkın Çünkü eş, insanı saadetin beşiğine götürdüğü gibi; felaketin eşiğine de sürükleyebiliyor
 
Kur’an, eşleri tarif ederken, “Onlar sizin için günahtan koruyan bir elbise, siz de onlar için bir elbise hükmündesiniz” buyuruyor (Bakara 187) Özellikle de günümüzde bu ayetin daha dikkatli okunması gerekiyor Çünkü her sokak başında bir ateş yanıyor Her yerden binler günah insana saldırıyor Her şey ağız birliği yapmış gibi insanı Allah’tan uzaklaştırıyor
 
Allah’a giden yollara barikatlar kurulmuş Ahiret yurdunu gösteren işaretler ters çevrilmiş Sefih medeniyetin getirdiği cazibe ister istemez insanları o yoldan alıkoyar hale gelmiş
 
Herkes, akın akın “insanın ve bilhasa Müslüman’ın bir nevi cenneti olan aile sığınağından” çıkıp o yöne doğru koşuyor Sığınaktan çıkan askerin üzerine yağan mermiler gibi günahlar aile fertlerinin üzerine yağıyor
 
Kişi evinde oturup TV’sini seyrederken, gazetesini okurken, hatta penceresinden sokağa bakarken bile müstehcenlik ateşi onu yakabiliyor İşte bu arada eş denilen “elbise” o ateşe perde olmalı Kişiyle ateş arasında set oluşturmalı Eşinin üzerine gelen günahlara paratoner olup, onu Allah’a yaklaştırmalı Sadece dünya hayatı için giyilen bir elbise değil, kişiyi cennet bahçelerine uçurabilen paraşüt görevi yapmalı

 Çünkü, insan bu dünyaya sadece rahat yaşayıp, zevk ve lezzet peşinde koşmak için gönderilmemiştir Onun esas gayesi kendisini buraya gönderen Cenab-ı Hakk’ı tanımak, bilmek ve ibadet etmektir Dünya yolunda yürüyüp ahiret yurduna varmaktır
 
Evlilik de o yol arkadaşını seçmektir Şayet yol arkadaşı Allah’a yakınsa kişi dünyada da ahirette de huzurlu olacaktır Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor:
 
“Erkek olsun, kadın olsun mü’min olarak güzel işler yapanlara dünyada temiz ve huzurlu bir hayat yaşatırız Ahirette ise, onları, yaptıklarının daha güzeliyle mükâfatlandıracağız” (Nahl 97)

 Asr-ı saadette yaşanan şu olay evliliğin insanı Allah’a yaklaştırması hususunda örnek olsa gerek
 
Peygamberimiz (sas), sahabeleriyle birlikte otururken fakir ve muhtaç olanlara vermenin öneminden bahsediyordu Al-i İmran Suresi’nin 92 ayetini okudu:

 “Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken, malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe olgun bir imana kavuşamazsınız

İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız”
 
Bu sözler orada bulunanlardan Ebu Talha’yı (ra) can evinden vurdu En değerli malını Medine’deki hurmalığını ve evini hemen oracıkta bağışladı

Evine gitti Bahçenin dışında durdu Eşi Rumeysa (ra) Ebu Talha’yı (ra) görünce neden eve girmediğini sordu Ebu Talha (ra) evini ve bahçesini tasadduk ettiğini söyledi Eşi:

“Kendin için mi yoksa ikimiz için mi?” diye sorduğunda Ebu Talha (ra) “ikimiz için” cevabını verince eşi Rumeysa:

“Allah senden razı olsun Talha Ben de aynı şeyleri düşünürdüm Bekle geliyorum” diyerek dönüp arkasına bile bakmadan evinden çıkıp gitti (Buhari)

Bizler de onları örnek almalıyız Bunun için de evlilikleri nefsani duygulardan ziyade uhrevi duygularla yapmalıyız Eş seçerken bizleri dünyaya çağıranı değil Allah’a yaklaştıranı seçmeliyiz

Bizim evliliğimiz yani Müslüman’ın evliliği farklı olmalı Müslüman aile, karanlık dünyalara ışık saçmalı… Sıkıntıda boğulanlara şefkat elini uzatmalı Sevgiye hasret, mutluluğa hasret olanları sevginin ve mutluluğun yurduna iletmeli

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
7
DİĞER USTA YAZARLAR - KARMA / En Şiddetli Düşman
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:02:48 ÖÖ »


En Şiddetli Düşman

“İnsanlar arasında müminlere en şiddetli düşman olarak kesinlikle Yahudileri ve müşrikleri bulursun…”

Maide suresinin 82. ayetinde Resulullah’a (s.a) hitap eden bu ifade, bugün de geçerli olan bir gerçeği apaçık dile getiriyor. Ayrıca, ayetin Yahudilere müşriklerden önce yer vermesi dikkat çekiyor. Yani iman edenlere en şiddetli/amansız düşmanlar müşriklerden önce Yahudilerdir.

Onların müminlere olan düşmanlıkları, müşriklerinkinden daha yaman, daha acımasız, daha şedit ve düşünen herkesin açıkça görebileceği bir realitedir. İnsan bu Rabbani açıklamayı, İslâm’ın doğuşundan günümüze kadar somut tarihi gerçeklerle açıklamaya çalıştığında, Yahudilerin iman edenlere karşı düşmanlığının, müşriklerin düşmanlığına oranla daha keskin, daha katı, daha ısrarlı ve daha köklü olduğunda asla tereddüt etmez!

Yahudiler Medine’de ilk İslâm Devleti kurulduğu andan itibaren İslâm’a karşı düşmanca tavır aldılar. İslâm ümmetine karşı ilk tezgâhı onlar kurdular. Tarih boyunca İslâm’a ve Peygamber’e (s.a) ve Müslüman ümmete karşı giriştikleri savaşı, on dört asırdan fazla bir zamandır bir an dahi sönmeden ve bugün hâlâ yeryüzünün her bölgesinde (ve özellikle Gazze’de ve Filistin’de) bütün şiddetiyle sürdürenler onlardır.

Resulullah (s.a) Medine’ye vardığında ilk iş olarak Yahudilerle bir arada yaşama anlaşması yapmış ve onları İslâm’a çağırmıştı. Fakat onlar anlaşmaya bağlı kalmadılar. Nitekim tarih boyunca her zaman Rableriyle ve daha önceki peygamberleriyle yaptıkları her sözleşmeyi bozmuşlardı… “Onlar ne zaman bir ahit yaptılar ise aralarından bir grup onu bozmadı mı?..” (Bakara, 100). Allah Teâlâ’nın Evs ve Hazreç kabilelerini İslâm’da birleştirdiği günden itibaren İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını gizlediler…

Müslüman ümmetin liderliği belirginlik kazanıp Resulullah (s.a) dizginleri eline aldığı günden itibaren Yahudilerin otoritesine yer kalmamıştı.

Onlar Yahudi düzenbazlık dehasının ortaya koyduğu, Babil’deki esaretin, Mısır’daki köleliğin ve Roma Devleti’ndeki ezikliğin kendilerine kazandırdığı her çeşit silah ve vasıtayı kullandılar… İslam’ın ilk gününden itibaren ona en çirkin tuzakları, en alçak hileleri kurdular. Arap yarımadasında Allah’a ortak koşan bütün güçleri İslâm’a ve Müslümanlara karşı kışkırttılar. Birbirinden apayrı kabileleri Müslüman kitleye karşı bir araya getirdiler…

İslâm, onları hakkın gücü ile mağlup edince, İslâm’a karşı daha sinsi düzenbazlıklara yönelip, kitaplarına uydurma şeyler sokmaya çalıştılar. Ayrıca Müslümanların safları arasına ayrılık tohumları ektiler. Daha yeni olarak İslâm’a girenleri, İslâm’ı henüz iyice kavrayamamış kimi Müslümanları kullanma metoduyla, fitneyi körüklemeye çalıştılar. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki İslâm düşmanlarını bu dine karşı kışkırtarak da birtakım komplolar hazırladılar. Onların bu tavırları son asra kadar değişmeden geldi. Şimdi onlar yeryüzünün her tarafında İslâm’a karşı yürütülen savaşın liderliğini yapıyorlar. Bu kapsamlı savaşta hem Haçlıları hem putperestleri kullananlar, yeni akımlar oluşturanlar da yine onlardır!

“İnsanlar arasında müminlere en acımasız düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun...”

Medine’de kurulan İslâm Devleti’ne karşı düşman kitlelerini kışkırtan, Beni Kurayza ve diğerleri ile müşrik kabileleri birleştiren Yahudilerdir. Hz. Osman’ın (r.a) ölümü ile sonuçlanan fitne olayında halk kitlelerini tahrik eden, yanlış haberler yayan Yahudilerdir. Resulullah’ın (s.a) hadislerine, rivayetlere ve İslâm tarihine uydurma ve yalan şeyler katmaya önderlik eden Yahudilerdir. Yeryüzünün herhangi bir yerinde ortaya çıkan İslâmî direnişin öncülerine karşı başlatılan savaşın arkasında Yahudiler vardır. Sonra, ateist-materyalist ideolojinin arkasında Yahudiler vardır… Yıkıcı görüşlerin çoğu Yahudi tezgâhıdır!

Yahudilerin İslâm’a karşı başlattıkları savaş, Allah’a ortak koşanların ve putperestlerin eskisi ve yenisiyle İslâm’a karşı verdikleri barbarca savaşlardan daha uzun boylu ve daha geniş çaplı olmuştur… Bütün bu savaşların şiddeti, Siyonizmin İslâm’a karşı sürdürdüğü savaşın şiddetine ulaşamamıştır…

Yahudiler sürekli olarak gönüllerinde İslâm’a ve peygamberimize karşı bir kin beslemişlerdir. Bu nedenle Allah, Peygamberini ve Müslümanları onlardan sakındırmıştır. Yahudilerin bu çirkin ve iğrenç karakteri ile İslâm ve İslâm’ı en güzel biçimde yaşadıkları sırada Müslümanlardan başkası baş edememiştir. Bu çirkin ve şirret karakterden dünyayı ancak İslâm kurtarabilir, insanlar ona/İslâm’a teslim olduğu gün (Şehid Müfessir Seyyid Kutub’un Fî Zılâli’l-Kur’ân isimli tefsirinden özetle).

Abdullah Yıldız.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
8
Yetenekli Kalemler / Komşu Komşunun Külüne Muhtaç
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:53:30 ÖÖ »


Komşu Komşunun Külüne Muhtaç

Medeniyeti kurgulayan akıl her kim ise bilerek bilmeyerek “komşuluk” denilen o sihirli mutluluk kaynağını insanlığın elinden aldı. İnsanları birçok modernliğe kavuşurken komşusuz kaldılar. Modern şehirlerde her şey bulunurken bir komşu bulunamaz oldu... Ne muhtaç olduğu bir durumda gidebileceği bir kapı kaldı insanların, ne kendilerine gelebilecek bir muhtaç kaldı... Her birey birinci derecede yakını varsa onunla irtibat kurabilir oldu.

Diğerleri hayatı tek başlarına göğüslemek zorunda kaldılar.
 
Aslında şehirde yaşanan birçok sorunun, stresin bunalımın temelinde de büyük bir ihtimalle komşuluk ruhunun yok olmasını sayabiliriz.
 
Çünkü mutluluklar paylaştıkça çoğalır denir, dertler paylaşıldıkça azalır. Paylaşmalar kiminle yapılacaktır?

Elbette ki komşularla... Dolasıyla insanların sosyal medyada yaptıkları paylaşımları biraz da bu ihtiyaçlarını giderebilmek refleksiyle yapıyorlar diyebiliriz.
 
Yoksa aylarca belki yıllarca evine misafir gelmeyen, kapısı çalınmayan hatta orada kim yaşıyor kim yaşamıyor belli olmayan aileler veya bireyler vardır.
 
Ama bu kimseler herhangi bir ihtiyaçları olduğu zaman hepimizin bildiği ama çoğumuzun henüz kullanmadığı acil numaralar listesine müracaat ederler. Zaten bu numaralar ve sistemler de bu ve benzeri yalnızlaşmalar sebebiyle medeniyeti kurgulayanların sisteme ekledikleri bir payandadır. Çaresiz insanlara çare olunmaya çalışılmaktadır.
 
Gerçek anlamda komşuluk, hayatta yaşama zevkinin diğer adıdır diyebiliriz. Komşuların birbirine muhtaç oluşu öyle ihtiyaç olduğunda yardımına koşacak olan demek de değildir.
 
Komşu, komşusu için saymakla bitmez faydadır, güzelliktir. Komşu can güvenliğidir... Komşu can şenliğidir... Komşu can kurtarandır. Komşu “imdat” çığlığına ilk yetişendir. Komşu dertleşmek için, arkadaşlık için, gece gündüz güven duyulacak bir yapı olduğu için çok önemlidir…
 
Muhsin Uğur.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Ramazan Ayvallı Prof. Dr. / Yaratılış Gâyemiz İbâdettir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:45:12 ÖÖ »


Yaratılış Gâyemiz İbâdettir

İslâmiyetin farz kıldığı ibâdetlerin faydası, aslında insanlara yâni o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir...

 En büyük ve en son Peygamber olan Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm) tarafından teblîğ edilmiş olan îmân, ibâdet ve ahlâk esâsları ile insanlar, mânen ve mâddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir.
 
Böylece insanlar, âlemlerin ve bütün mahlûkların yaratıcısı olan ve bütün nîmetleri, iyilikleri gönderen Allahü teâlâya ibâdet etmeye, ancak O’na boyun bükmeye, O’na duâ etmeye, O’ndan yardım istemeye, O’na sığınmaya çağırılmışlardır. (Fâtiha sûresi, 4)
 
İbâdet, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği harâmlardan kaçınmaktadır.
 
Bilindiği gibi ibâdetler üç kısımdır: 1- Beden ile yapılanlar (namaz ve oruç gibi), 2- Mâl ile yapılanlar (zekât, sadaka-i fıtır ve kurbân gibi), 3- Hem beden, hem de mâl ile yapılanlar (hac ve umre gibi).
 
Namaz, oruç, zekât, kurbân gibi ibâdetler, insanlığın başlangıcından beri emredilmiş ibâdetlerdir.
 
Bir Müslümân, Allahü teâlânın harâm, yasak ettiği şeylerden, O yasakladığı için kaçınca ve emrettiği şeyleri, O emrettiği için yapınca ibâdet yapmış, kulluk vazîfesini yerine getirmiş olur. İbâdet görevini yerine getirebilmek de şüphesiz ki, Allahü teâlânın nelerden râzı olduğunu bilmeye bağlıdır.
 
Bildiğimiz gibi, İslâmiyetin farz kıldığı ibâdetlerin faydası, aslında insanlara yâni o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtaç değildir. Müslümân namaz kılmakla, oruç tutmakla, diğer ibâdetlerini yapmakla, hem Allah’a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur.

Çünkü namaz ve oruç, insanları rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar.
 
Aynı şekilde, Allah’ın emrettiği gibi mâlının zekâtını vermek ve muhtaçlara yardım etmekle de, hem Allah’a karşı kulluk, hem de insanlara karşı insânî vazîfe yapılmış olur.
 
Unutmayalım ki, zaman en büyük sermâyedir. Zamânın önemini belirtmek için Atalarımız: “Vakit nakittir” demişlerdir. Dünyâ ve âhiret saâdetini kazanmak, bu sınırlı zamânı iyi kullanmaya bağlıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.

Nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz”  buyurmuştur.
 
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu, büyük âlim ve velî Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahmetullahi aleyh) “Vakit keskin bir kılıç gibidir. Kıymetli ve şerefli şeylere sarf etmek gerekir” buyurmuştur.
 
Silsile-i aliyye büyüklerinden Ubeydullah-ı Ahrâr (kuddise sirruh) da, "Tasavvuf, ehemmi mühimme tercîh etmektir. Vakti en değerli olan şeye sarf etmektir" buyurmaktadır.
 
Büyük âlim Ebû Saîd Muhammed el-Hâdimî ise, “geçen zamanı geri getirmek için bütün sultânlar, pâdişâhlar, krallar ya’nî devlet başkanlarının tamâmı bir araya gelseler ve bütün hazînelerini de harcasalar, yine de geri getiremezler” demiştir.

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
Rıfat Kaynak - Single Eserleri 320 + Flac
5 / 00:00:15:05 / 29,47 MB

Rıfat Kaynak - Gaflet Girdabı (Single) 2021 - 320 Kbps (1 / 02:40)
----------------------------------------------------------------------------------------
Rıfat Kaynak - Gaflet Girdabı  02:40


Rıfat Kaynak - Geldiğimiz Nokta (Single) 2022 - 320 Kbps (1 / 02:33)
------------------------------------------------------------------------------------------
Rıfat Kaynak - Geldiğimiz Nokta  02:33


Rıfat Kaynak - Gerçek Aşk (Single) 2024 (1 / 03:42)
-------------------------------------------------------------------------
Rıfat Kaynak - Gerçek Aşk  03:42


Rıfat Kaynak - Son Şans (Single) 2021 - 320 Kbps (1 / 02:51)
----------------------------------------------------------------------------------
Rıfat Kaynak - Son Şans  02:51


Rıfat Kaynak - Uyanış (Single) 2021 - 320 Kbps (1 / 03:18)
--------------------------------------------------------------------------------
Rıfat Kaynak - Uyanış  03:18




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Sayfa: [1] 2 3 ... 10