Gönderen Konu: Peygamberimizin Dünyaya Bakışı Ve Biz  (Okunma sayısı 116 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 1960
Peygamberimizin Dünyaya Bakışı Ve Biz
« : Eylül 19, 2021, 03:42:27 ÖS »
Peygamberimizin Dünyaya Bakışı Ve Biz

مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاءُ لِمَنْ نُرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلَاهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا

“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona yani, dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonrada onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.”

Ibn-i Ömer (r.a.) şöyle dedi: Resulullah (S.A.V.) iki omuzumu tuttu ve “Dünyada sanki bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol” buyurdu.

Dünyaya gözünü açan insanlar ister istemez şu üç gurup insana girerler:

1-      Yalnız dünya hayatını benimseyip Ahireti kabul etmeyenler,

2-      Yalnız Ahireti kazanmaya yönelip, dünyayı bütün nimetleriyle onun ehline bırakanlar,

3-      Hem dünyayı hem Ahireti kucaklayıp birinin diğerini tamamladığına inananlar.

Yaşadığımız topluma baktığımızda insanlardan birçoğunun dünya hırsıyla kendinden geçtiğini görürüz. Servetten başka bir şey konuşmayan, düşünmeyen, madde gönlüne taht kurmuş, bedenin altında ezilmiş, ruhunu doyuramamış, manadan derun güzelliklerden yoksun insanları görürüz. Bu insanların, başkalarından daha çok biriktirmekten, zenginliklerine zenginlik katmaktan, köşklerinde, villalarında konfor ve saltanat içinde bu servetin nereden gelip, nereye gittiğine aldırmadan şehvanî ve nefsanî arzularını tatmin etmekten başka bir dertleri yoktur. Zaman zaman televizyon ekranlarında dolarların uçuştuğu, tabakların kırıldığı, zevk ve eğlence adına midemizi bulandıran manzaralarla karşılaşırız. Eğer bu insanlar birazcık olsun İslam’dan nasiplerini almış olsalardı; evine ekmek götüremeyen, pazarlarda artıkları toplayıp geçinen, sefil ve yoksul insanları unutmamaları gerekirdi.

Her konuda biricik örneğimiz, rehberimiz, önderimiz olan Allah Rasul’u (S.A.V.)’in dünyaya bakışını anlatmaya çalışacağım.

Bizlerde otokontrol yaparak ne kadar benzediğimizi düşünelim.   Değerli Mü’minler!
Dünya kelimesi “Dünüv” kökünden türemiş, “en yakın” anlamındaki “edna”nın müennesidir. Ayrıca alçaklık, kötülük manasındaki “denaet” kökünden geldiği de ileri sürülmüştür.

Kur’an’a göre, Ahiret için amelleri engellemeyen ve aksatmayan dünya hayatı meşru bir nimet hatta saadettir.

 “Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.”  demeleri tavsiye edilmiştir. Öyleyse dünya hakkında Kur’an ne diyor? Biraz ona bakalım. Kur’an’da dünya ile Ahiret birlikte anılır. Bazen de karşılaştırma yapılıp ahiretin üstün olduğu belirtilir. Dünya ile ahiret arasında tercih yapma söz konusu olunca hiç tereddüt etmeden ahiretin seçilmesi istenmiş aksi davranış şiddetle kınanmıştır.   

Çünkü ahiret dünyadan daha hayırlıdır.   “Önce dünya diyenler, dünya karşılığında ahireti satanlar” şeklinde nitelendirilmiştir. Buna karşılık ahiretini kazanmak için dünyalarını satanlar övülmüştür. Bunun en güzel örneği şehitlerdir.  Dünya hayatı geçici ve önemsiz, ahiret hayatı kalıcı ve değerlidir.   O halde kalıcı ve değerli olanı, fani ve yalancı olana tercih etmelidir. Dünya hayatı yağmurla biten ve yeşeren, sonra da bir afetle yok olup giden bitkiler gibidir.   Zenginliği dillere destan Karun ve benzerlerine imrenilmemelidir.   Kur’an’a göre aldatıcı, oyalacı, maksattan uzaklaştırıcı, gaflete düşürücü, ve gelip geçici olması dünyanın özellikleridir. Mal ve evlat dünya hayatının zinetidir.   Kadın, evlat, altın, gümüş, cins atlar, davarlar ve ekinler insanoğlunun hoşuna giden dünya hayatının süsüdür.
   
Peygamberimiz (S.A.V.)’in dünyaya bakışını ve tutumunu anlayabilmek için ilk muhatapları olan ve içlerinde doğup büyüdüğü Arapların dünya ve ahiret karşısındaki tutumuna bakmalıyız. İbn-i Haldun’un Mukaddimesine bakılırsa cahiliye döneminin Arapları doğuştan maddeci ve kısa vadedeki menfaatlerine düşkündürler. Adeta insanlık insanlığını unutmuş, maddenin, bedenin, zevk ve eğlencenin esiri olmuştu.

İşte böyle bir durumda bir peygambere ihtiyaç vardı. Zaten peygamberlerin geliş gayelerinden biri de dünya–ukba muvazenesini kurmaktır. Böylece insanlığı, maddenin, bedenin altında kalıp ezilmekten kurtarıp ruh ve mânâ iklimine yükseltmiş olurlar. İnsanlığı, ifrat ve tefritten kurtarmıştır. Yani ne tamamen dünyayı bir kenara itip Hristiyan din adamları gibi manastıra çekilme, ne de her şeyi ile dünyaya ddalıp ona kul köle olma; devamlı orta yolu bulup yaşama...

Kur’an’ın ifadesi ile

 “Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”

Allah Rasulu (S.A.V.), ahirete öncelik veren bu dengenin dünya lehine bozulma yönündeki davranışları asla tasvip etmedi. Birkaç örnek verecek olursak:

Peygamberimizin hayatında îla hadisesi diye meşhur olan bir vakıa vardır. Efendimiz (S.A.V.)’in bazı hanımları belki biraz daha müreffeh bir hayat istemişti. “Acaba biz de diğer müslümanlar gibi rahat yaşayamaz mı, yiyeceğimize, giyim kuşamımıza, biraz daha çeki düzen veremez miyiz? ” demişlerdi. Bunlar çok masum istekler gibi görülebilir. Oysaki Kur’an onlara “Ey peygamber hanımları,

 ‘يانساء النبي لستن كأحد من النساء       

sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz.”    buyuruyordu. Allah Rasulü onalrı numune-i imtisal olarak hazırlıyordu. İlk önce Hz. Aişe’yi çağırdı ve ona seninle bir şey konuşmak istiyorum ama annenle babanla konuşmadan acele karar verme dedi ve Cenab-ı Hakk’ın emri olan şu ayeti okudu:

“ياأيها النبي قل لأزواجك إن كنتن تردن الحياة الدنيا وزينتها فتعالين أمتعكن وأسرحكن سراحا جميلا

 “Ey Peygamber! Hanımlarına söyle: eğer dünya hayatı ve onun zinetini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allahı, Peygamberini ve ahiret gününü istiyorsanız bilin ki Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır.”

Hz. Aişe annemizin cevabı tam kendine yakışır  şekilde olmuştu: “ya Rasulallah, bu mezuda ben ana-babamla mı konuşacağım, vallahi ben Allah ve Rasul’ünü tercih ediyorum” demişti. Allah Rasulü (S.A.V.) hangi hanımıyla konuştuysa aynı cevabı aldı. Efendimiz onları kendi yoksul, fakir hanesiyle, dünyanın debdebe ve alayişi arasında muhayyer bırakıyordu. Allah Rasulünü tercih etmelerinde yaşam standartlarının değişmeyeceğini biliyor ve buna gönülden rıza gösteriyorlardı. Çünkü bu hane müstesnaydı, onun fertleri de öyle olmalıydı.

Yine bu dengeyi bozmaya yönelik bir davranışta bir Cuma günü, hutbe okuyan Allah Rasülü’nü bırakıpta alış-verişe koşmaları idi.   Bahreyn’e gönderilen Ebu Ubeyde Bin Cerrah’ın cizye toplayıp geldiği haberini alan sahabenin alışılmadık şekilde sabah namazında mescidi doldurmaları da bir diğer örnektir.   Yine Mekke’nin fethinden sonra girişilen savaşlarda, elde edilen ganimetler konusunda tartışmaların çıktığını görmekteyiz.

Bu gibi davranışlar karşısında Allah Rasülü (S.A.V.) Kur’an’dan Dünyayı kötüleyici ayetler okuyor, onlara eğitici misaller veriyordu. Kur’an’a göre dünya aldatıcı bir metadır.   Sadece bir oyun ve eğlencedir.   Dünyadaki menfaatler, yaldızlı fakat önemsiz faydalardır.   Dünyaya düşkün, maddeye tutkun olmamaları için uyarılarda bulunurdu.

Kainatın güneşi Efendimiz (S.A.V.) bir gün ashabıyla çarşıya çıkmıştı. Yolda giderken, küçük kulaklı bir oğlak ölüsüne rastgeldiler. Efendimiz, oğlak ölüsünün kulağından tutarak yanındakilere:

- Bunu bir dirhem karşılığı kim almak ister? diye sordu.

Sahabiler  - Daha az parayla bile almayız, o ne işe yarar ki, dediler,

Efendimiz sormaya devam etti,

- Pekala bedava verilse alır mısınız?

- Hayır, dediler. Aslında bu diri bile olsa kulakları küçük olduğu için kusurlu sayılır, onun ölüsünü ne yapalım? dediler.
Bunun Üzerine peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu:

Bu oğlak size göre nasıl değersiz ise, vallahi dünya da Allah katında bundan daha değersizdir.

Allah Rasülü ölü oğlağı tutup da ashabına göstermekle onlara bir şeyler anlatmak, öğretmek istiyordu. Eline geçmiş bir fırsatı değerlendiriyordu. Ashabının yanında ölü oğlağın bir değerinin olmadığını biliyordu. Ama taşı gediğine koymak için yani dünyanın değersiz olduğunu bildirmek için fırsat kolluyordu.

Efendimiz (S.A.V.) yaşadığı hayat itibarı ile, dünyaya karşı takınılması gereken tavrın nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Nitekim bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyururlar: “Uhud Dağı kadar altınım olsa üç günden fazla saklamazdım.”   İsteseydi O, dünyanın en zengin insanı olurdu. Zaten nübüvvetin ilk yıllarında müşrikler böyle bir teklife gelmişlerdi. Utbe b. Rebia’yı göndererek; ortaya attığın bu mesele ile, eğer mal ve servet kazanmak istiyorsan seni hepimizin en zengini yapalım... gibi çeşitli cazip teklifler karşısında en ufak bir meyil göstermemişti. Sonra, bütün müslümanların Allah yolunda harcadıkları onun elinden geçmekteydi. Yine hükümdarlardan gelen hediyelerin haddi hesabı yoktu. Fakat O, bunların hiçbirisine sahip olmayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu. Bir de
ganimetleri düşünün. Cenab-ı Hakkın fermanıyla beşte birine sahip olma yetkisi vardı. İstediği gibi kullanabilirdi, ama birgün Hz. Ömer onun saadet hücresine girdiğinde hıçkıra hıçkıra ağlayacak, niçin ağladığı sorulunca şöyle diyecekti: ya Resulallah, dünya kralları, Kisralar, servet içinde yüzüyorlar; senin ise altına sereceğin bir sergin yok... Yattığın hasır... ve teninde o hasırın izleri... Halbuki kainat senin için yaratıldı. Allah Rasülü (S.A.V.) şu cevabı verir : “İstemez misin Ya Ömer, dünya onların, ahirette bizim olsun.”

Abdullah İbn-i Mesud (r.a.) şöyle dedi: Resulallah (s.a.v.) bir hasır üzerine yatıp uyumuştu. Uyandığında hasır vücudunun yan tarafına iz bırakmıştı. Biz:

- Ya Resulallah! Sizin için bir döşek edinsek dedik.

Bunun üzerine Resulü Ekrem : Benim dünyayla ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen sonrada oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim...  buyurdu.

   İnsan, ana rahminden çocukluğa, oradan gençliğe, sonra yaşlılığa, kabre, ahirete uzanan bir yolcudur. Ama bu yolculuğun farkında olmak gerek. Gölgenin devamlı değiştiği gibi dünya da değişmekte. Allah Rasülü (s.a.v.) in hadisine ( sohbetimizin başındaokuduğum) kulak verelim: “ İbn-i Ömer Şöyle dedi: Resulallah (s.a.v.) iki omuzumu tuttu “ dünyada sanki bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol”  dedi.
   
İnsan, belli bir zaman kalmak için gittiği şehre veya köye ne kadar gönül verirse, dünya karşısında da öyle olmalıdır. Bir insan, doğup büyüdüğü şehri terkederken, arkasında ya hiç tanımadığı veya sadece selamlaştığı veya çok sevdiği insanları bırakır. İnsanı üzen sevdiklerinden ayrılmasıdır. Tanımadıkları niye üzsün ki, selamlaştığı insanların da hafif bir hatırası kalır. Dünya da böyledir. Dünyayı ne kadar seviyorsak ayrılırken üzüntüsü de o kadar olur. Harap bir evden yaptırdığı villaya taşınanın halini düşünelim. Bizim halimiz yani ahirete göçümüz böyle olmalı. Ama ebedi kalacakmışız gibi dünyaya gönül bağlarsak, gözümüzü servet toplama hırsı bürümüş ve bu hırsı gerçekleştirirken, çiğnemediğimiz hak, yapmadığımız hile, çevirmediğimiz dolap kalmamışsa ahirete göçümüz çok pişmanlıklar içinde olacaktır.

Aslında dünyaya bağlanma konusunda biraz gönülsüz olsak şu dünyada pek çok meselemiz kendiliğinden hal olacaktır.

Peygamberimiz (s.a.v.), kızı Fatıma annemizi çok severdi. Hatta o gelince ayağa kalkar, öper oturturdu. Bir gün boynunda bir gerdanlıkla Allah Resulü’nün huzuruna gelir. Efendimiz (s.a.v.) ona şöyle buyurur: “İster misin ki halk desin; Peygamberin kızı elinde cehennemden bir zincir, bir kolye taşıyor?”   Hz. Fatıma diyor ki: “Hemen kolyeyi sattım, bir köle aldım. O köleyi hemen azad ettim. Sonrada Resulullahın huzuruna geldim. Yaptıklarımı bir bir anlattım, çok sevindi. Sonrada ellerini açıp Allah’a şöyle dua etti: “Kızım Fatıma’yı cehennemden koruyan Allah’a hamd olsun.  Böylece Rasulu Ekrem (s.a.v.), çok sevdiği kızının teveccühünü Allah’a, Ahirete, ebedi ve uhrevi güzelliklere yöneltiyordu. Onları oradaki beraberliği hazırlıyor. Dünyanın tozunun toprağının eteklerine bulaşmasına fırsat vermiyordu. Gerçek sevginin gereği de bu değil miydi?

Hz. Ali anlatıyor: “evdeki tüm işleri Hz. Fatıma yapıyordu. Ocağı yakıyor, yemek pişiriyor, ekmek yapıyor, su taşıyor, değirmen tasını çevire çevire elini nasır bağlamıştı.

Harp dönüşü esirler Medine’ye getirilmiş, müracat eden halka dağıtılıyordu. Babasına gidip kendisine yardımcı olacak bir hizmetçi istemesini söyledim. Rasulullah (s.a.v.)’in cevabı şu olmuştu: “Ya Fatıma, Allah’tan kork ve Allah’a karşı vazifende kusur etme. Allah’ın omuzuna yüklediği farzların hakkıyla yerine getir. Kocana da daima itaatkâr ol.

Yatağına girince 33 defa Sübhanallah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa Allahu Ekber de, işte bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.”  Başka rivayette Hz. Ali’ye: “Ehli Suffe böyle fakir yaşarken, siz nasıl olurda hizmetçi istersiniz.” Diye karşılık veriyordu. 

Günümüzde imkan ve servet sahibi olanların kulakları çınlasın. Yedi nesline yetecek servet bırakan, yatlarla katlarla ömrünü geçirenler ibret alsın. Efendimiz (s.a.v.) bu hayatın nasıl yaşanacağını pratikte bizzat gösteriyor, Ashabına ümmetine örnek oluyordu.

Bir iftar sofrasında Hz. Ebu Bekir’e bir bardak soğuk su ikram edilir. Suyu dudağına götürünce hıçkırıkları boğazına düğümlenir, yanındakiler ne olduğunu sorarlar; cevaben şöyle der: “Birgün Resulullah, kendisine getirilen bir bardak soğuk suyu içmiş sonrada ağlamış ve “O gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz” işte bu nimetten de hesaba çekileceğiz, buyurmuştu. Bunu hatırladım ve onun için ağladım.

Halbuki Hz. Ebu Bekir çok sade ve fakir bir hayat yaşadı. Halife olunca uzun süre başkalarının koyununu sağarak ailesinin nafakasını temin etmeye çalıştı. Ama yetmedi, kendisine maaş bağlandı ama çok buldu. Medine’nin en fakir insanının geçimini kendisine ölçü yaptı. Artan parayı testiye atıyor ve biriktiriyordu. Ölürken yeni halifeye teslim edilmesini vasiyet etmişti. Hz. Ömer halife olup da testiyi kırınca küçük parçacıklar ve bir de mektup çıktı. Mektupta şöyle diyordu: “Bunlar maaşımdan arta kalanlardır. Bu paralar hazineye aittir, oraya konulmalıdır. Hz. Ömer mektubu okuyunca ağladı ve “kendinden sonrakilere çok ağır bir yük bıraktın Ya Eba Bekr” dedi.

Evet, onlar hayatı bütün debdebe ile yaşama imkanına sahiplerken,  devamlı muvazeneyle yaşadılar. Çünkü onlar Allah Rasulünün mektebinde yetişmişlerdir. Ashabını, zühd, kanaat, dünyayı küçümseme, ruhî hayatı ön planda tutma çizgisinde yetiştirmişti.

Sehl İbni Sad Es Sâidi (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah şöyle buyurdu: “Eğer dünya sivri sineğin kanadı kadar Allah katında bir değere sahip olsaydı, Allah, hiçbir kafire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.”(Tirmizi, Zühd, 13)

Mü’min kafir ayrımı yapmadan yarattığı herkese rızkını veren Allah’tır. Şayet bu dünyanın bir değeri olsaydı düşmanlarına vermezdi. Zira herkes bilir ki düşmana nimet verilmez inanmayanlar bu dünyada herşeye sahip olmak isterler. Dünya Mü’minin zindanı, kafirin cennetidir. Allah tüm sevdiklerini bu dünyadan ve dünyalıklardan korumuştur. Kafirlerin elde edip sahip olduklarına özenmemek gerektiğine dair Kur’an’ın şu ayeti çok manidardır:

“Şayet  insanların küfürde birleşip birtek ümmet olma tehlikesi bulunmasaydı, Rahman’ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.
   
Allah Rasulu (s.a.v.)’nun dünyaya bakışı hayatının her safhasında aynı olmuştur. Fakirliğin de, zenginliğin de,  kuvvetliyken, zayıfken, mahallesinde boykota maruz kaldığında, Medine’ye iltica ederken, İslam Devletini kurarken ve kurduktan sonra... Bütün Arap yarımadasının mal ve mülküne sahip olduğunda yanında ne var ne yok fakirlere verip onları zengin ederken, O yine yatağı hasır, yiyeceği arpa ekmeği olan evine öylece dönerdi.

Burada hayat bakışımız adına önemli bir prensip olan hadisi zikretmeden geçemeyeceğim.

  Ebu Hureyre (r.a.) ‘dan rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız, sizden iyi olanlara bakmayınız, bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetleri hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.

Buhari’nin rivayeti şöyledir: “Sizden biriniz, mal ve yaratılış itibarı ile kendisinden üstün olanlara bakarsa, ardından daha düşük derecede olanlara baksın.

Evet, bu dünyada kimileri zengin, kimileri fakir. Bazıları muttaki, dindar, bazıları ise onlardan daha aşağıdadır. Mal, mülk, para, çoluk çocuk, makam gibi şeylerde farklılıklar olabilir. Genelde bizden dünyalık olarak üstün olanlara özeniriz. Kendimizden daha kötü durumda olanlara baksak, her nimetin bir külfeti olduğunu unutmazsak, geçici dünyalıklara değil de kalıcı şeylere özensek, mesela takva ve ilim sahibi, malını hak yolunda infak edenlere ...
İşte o zaman Cenab-ı Hakk’ın hoşnut olduğu hamd eden ve şükreden kullarından oluruz.

Peygamberimiz (s.a.v.) kendi ferdi hayatı için fakirliği seçmişti. Bu herkesin fakir olmasını istemesi demek değildi. Ancak kimsenin midesi altında ezilip kalmasını da hoş görmüyordu. Zaten O büyük insan sayesinde çok kısa zamanda dünyanın en zengin milleti haline gelmişlerdi. Öyle ki, sadaka, zekat verecek kimse bulamıyorlardı. Gelir dağılımı çok yüksekti. Ayrıca içlerinde öyle zahid kimseler vardı ki evinde bir günlük yiyeceği var ise getirilen ne olursa olsun çok cazip de olsa almıyordu. Bu bir diğergamlık ve ruh yüceliği meselesidir. Yaşatma aşkına yaşama zevklerini terketme meselesidir.

Acaba yamalı elbise içindeki Hz. Ebu Bekir ve Ömer dünyanın şımarık Roma ve İran hükümdarlarına meydan okuyup onları hayran bırakırken, dünyadan daha mı az zevk alıyorlardı? Asla, onların zevki hayvani olmaktan uzak, manevi bir hazdı. İnsanlığın mutluluğu için, bu fani dünyanın sonu için daha hayırlıydı.

İnsanoğlunda dünya sevgisi fıtrîdir. Selim tabiatlı her insan kendine lezzet vereni sever, elem verenden kaçınır, nefret eder. Hz. Peygamber (s.a.v.)’de : “sizin dünyanızdan bana her şeyin en güzeli ve en temizi bir de kadınlar sevdirildi. Benim gözümün nuru ise namazdır” buyurmaktadır. Kur’an-ı Kerim de “De ki Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve rızık olarak verdiği güzel ve temiz yiyecekleri: kim haram kıldı?...   buyrulmaktadır.

Kaynaklara baktığımızda, az mala sahip olmayı teşvik eden 50 hadis var. Dünyayı terketmeyi, az bir dünyalıkla yetinmeyi teşvik eden 77 hadis var. Yine Selefin yaşayışından nasıl az ile yetindiklerinden bahseden 77 hadis var.dünyaya prestij etmenin öncekileri ve sonrakileri helâk ettiğini, yine her gaflet ve suçun bu dünyaya meyletmekten dolayı olduğunu çok iyi biliyoruz. Şimdiye kadar bunun ne tehlikeli olduğunu anlattık. Fakat küfür yeryüzüne hakim olup saltanatını gerçekleştirken bizim kenara çekilmemiz, ne derece doğru olur diye sormadan edemeyeceğim.

Bütün davranışlarımızda esas aldığımız ilke iyi niyet olursa âdetlerimiz ibadete dönüşür. Biz gökdelenler yapsak içini de zikirle, hamdle doldursak, hayırlı etkinliklere vesile kılsak, bunu Rabbimiz niçin yaptın diye sorar mı? Kabul buyurur. Eğer biz küçücük bir gecekonduda kibir ve şımarıklığa yeltenirsek bunda da bir hayır yoktur. Yeryüzünü insanlar için yarattığını ve ona hakim olmanın dünya ve ahiret için gerekli olduğunu açıklayan Kur’an ayetlerini unutmayalım.

   Kısacası dünyaya mahkum olmak yerine ona hakim olunduğu, dünyevi varlık ve imkanlar Allah’ın rızasına uygun, ahiret saadetine uygun kullanıldığı sürece, bu varlık ve imkanlar kötülenen dünyadan değildir. İnsanın, maddeye ahkum ve bağımlı olması dünyadır, ancak ona hakim olması dünya değildir.

 


* BENZER KONULAR

Cemal Kuru - Ağlayu Ağlayu 320 kbps + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:09:34 ÖÖ]


Kendimize Gelelim! Özümüze Dönelim sabır ve Şükrü Hayatımıza Yerleştirelim Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:02:09 ÖÖ]


İman İbadet ve Güzel ahlaka Önem Vermeli Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:53:44 ÖÖ]


Zekât İslam’ın 5 Şartından Biridir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:42:49 ÖÖ]


Sosyal Medya Kirliliğine Dikkat Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:05 ÖÖ]


Ben Duygusundan Sıyrılmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:21:59 ÖÖ]


Allah'tan Korkan İnsan İffetsiz - Ahlaksız – Olamaz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:15:54 ÖÖ]


Abdest Gusül ve Teyemmümün Faydaları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:03:14 ÖÖ]


Kutlu Bir Dava Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:41:38 ÖS]


Huzurun Kaynağı Olan Evliliği Geciktirmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:36:37 ÖS]


Şükür Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:22:20 ÖS]


Allahü Teâlâya Hakîkî Kul Olmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:16:26 ÖS]


Mümin İmansız Ölmekten Çok Korkmalıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:09:10 ÖS]


Şükür imtihanı Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 06:20:00 ÖS]


Namaz Yoksa Her Şey Eksik Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 06:15:19 ÖS]


Hadîs-i Şerîflerle – Namaz İbadeti Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 06:10:57 ÖS]


Nefis Cihadı Nasıl Kazanılır Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 06:04:37 ÖS]


İşte Bu Cennete Giden Yol Gönderen: KOYLU
[Nisan 17, 2024, 05:53:35 ÖS]


Asr’ı Saadette Yaşamak Demek Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 17, 2024, 05:33:19 ÖS]


Diri ve Ölü Arasındaki Fark - Zikir Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 17, 2024, 05:24:49 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41