Gönderen Konu: AHİRET YOLCUSUNUN AZIĞI  (Okunma sayısı 953 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
AHİRET YOLCUSUNUN AZIĞI
« : Şubat 21, 2017, 01:13:11 ÖÖ »
AHİRET YOLCUSUNUN AZIĞI

Büyük velîlerden İbrahim Edhem Hazretleri, hacca gitmeye karar verir ve yaya olarak yola çıkar. Yolda giderken, cins devesi üzerine kurulu, mağrur bir kabîle reisine rastlar.

Reis, İbrahim Edhem Hazretleri’nin yaşlı hâliyle tek başına yola çıkmış olmasına ve görünürde de bir azığının
bulunmamasına çok şaşırır. Bu sebeple de tuhaf bakışlarla sorar:

“–Ey ihtiyar, nereye gidiyorsun böyle?”

İbrahim Edhem Hazretleri ise sükûnetle:

“–Haccetmek niyetiyle Kâbe’ye gidiyorum.” diyerek mukâbelede bulunur.

Aldığı bu cevap üzerine kabile reisinin tuhaf bakışları, yerini alaycı bir tebessüme bırakır. Bir müddet böyle devam eder. Sonra da küçümseyici bir tavırla:

“–Be hey ihtiyar! Deli misin, dîvâne misin sen ya hu… Bineğin yok… Azığın yok… Bunun yanında yol ise çok uzun. Hem de çook uzun. Sen bu zayıf ve ihtiyar hâlinle Kâbe’ye nasıl varacaksın? Bu uzun yolda nasıl dayanacaksın?..” der.
İbrahim Edhem Hazretleri, karşısındaki gâfil insanın gönlünü uyandırabilmek ümîdiyle:

“–Aslında benim birçok bineğim var; ama sen onları göremiyorsun…” diyerek cevap verir.

Duyduğu bu sözler üzerine Reis, alaycı tavrına devamla:

“–Ne olur bunları açıkla da ben de bileyim…” der.

İbrahim Edhem Hazretleri ise sükûnet hâlini hiç bozmadan:

“–Dinle öyleyse!” deyip ilâve eder:

“–Benim «sabır» adlı bir bineğim vardır ki, başıma bir belâ geldiğinde onunla yoluma devam ederim.

«Şükür» adlı bir bineğim vardır ki, nîmete kavuştuğum zaman onunla nice menziller geçerim.

Yine önleyemeyeceğim ve kusurum olmayan bir kazaya uğradığım zaman, «Ben gaybı bilmiyorum, olanda benim için hayır vardır» derim, «rızâ» adlı bineğimin usluluğuyla maksûduma ererim.”

Bunları dinleyen reisin alaycı tavrı, yerini birden şaşkınlığa bırakır. Hayretle tekrar sorar:

“–Daha başka neyin var?”

“–Bir de şu var ki, nefsim dünyevî bir arzuya yöneldiği vakit; kabirlerde benden çok daha küçük yaşta, hattâ gencecik insanların yattığını düşünerek, nefsime uymaktan sakınırım. Zira her insan ölecek yaştadır!”

Bu sözlerle derin bir tefekküre dalan kabile reisi, İbrahim Edhem Hazretleri’ne uzun uzun bakar ve sonra dudaklarından şu sözler dökülür:

“–Desene, asıl yaya benmişim de hakîkatte binekli olan senmişsin ey ihtiyar. Var yoluna devam et. Zira bu zarif ve hakîkate vâkıf olan gönülle sen, nasıl olsa murâdına ereceksin.”

Bu fânî dünyada herkes, birer âhiret yolcusudur. Hayatın med-cezirleri içerisinde insana yakışan fazîletler ise, sabır, şükür ve hâle rızâdır.

Sabır, hoşa gitmeyen ve ıztırap veren hâdiseler karşısında muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmek, Hakk’a teslîm olmaktır. Sabır, âyet-i kerîmede bütün ümmete şöyle tavsiye edilmiştir:

“Ey îmân edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin!..” (el-Bakara, 153)

Şükür ise, Cenâb-ı Hakk’ın sayısız lûtuf, nîmet ve ikramlarına karşı lisânen, fiilen ve kalben medh ü senâ ve teşekkürde bulunmaktır. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ifâdesiyle “Şükür, îmânın yarısıdır…” (Süyûtî, I, 107)
Gönle sürur veren tecellî ve hâdiseler karşısında râzı olup, buna mukâbil gam ve keder veren hâdiseler karşısında hoşnutsuzluk göstermemek ise hâle rızâdır.

Sabır, şükür ve hâle rızanın kişiyi ulaştırdığı yüksek fazîlet ise teslîmiyettir. Büyükler, teslîmiyetin ulaşılması arzu edilen bir makam olduğunu beyânla; “Âh teslîmiyet” buyurmuşlardır.

İslâm, teslîmiyet ile aynı köktendir. Bu sebeple İslâm’ı hakkıyla yaşayabilmek ve hakikî kullukta bulunabilmek, ancak teslîmiyetle mümkündür. Bu mertebeye erişebilmek için de, nefsânî arzuların bertaraf edilerek rûhânî istidatların inkişaf ettirilmesi lâzımdır. Zira hâm ve nâdân bir kalp, teslîmiyete nâil olamaz…

Velhâsıl kul ihlâs ve samîmiyetle Hakk’ın rızâsına râm olarak emirlerini îfâya gayret gösterirse, O’nun her hâlükârda kendisine yâr ve yardımcı olduğunu müşâhede eder. Nitekim muhâfaza edenlerin en hayırlısı olan Cenâb-ı Hak, Nûh -aleyhisselâm-’ı suda, Yûsuf -aleyhisselâm-’ı kuyuda, Yûnus -aleyhisselâm-’ı balığın karnında, Mûsâ -aleyhisselâm-’ı Firavun’un sarayında muhâfaza buyurmuş, İbrahim -aleyhisselâm-’ı Nemrûd’un ateşleri ortasında gülistâna gark etmiş ve Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i nice tehlikelerden sıyânet etmiş, husûsiyle Sevr Mağarası’nda O’nu, düşmanlarının gözlerinden gizlemiştir.

Cenâb-ı Hak, cümlemizi sabır, şükür ve hâle rızâ iklîminde derinleşip teslîmiyet ufkunda merhale kat eden sâlih kulları zümresine lûtf u keremiyle ilhâk eylesin…

Âmîn.




fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: DÜNYAYI AHİRET PENCERESİNDEN SEYRETMEK
« Yanıtla #1 : Şubat 21, 2017, 01:25:18 ÖÖ »
DÜNYAYI AHİRET PENCERESİNDEN SEYRETMEK

Saîd bin Ebî Arûbe -radıyallâhu anh- şöyle bir vâkıa nakleder:

Haccâc-ı Zâlim lâkabıyla meşhur olan Haccac bin Yusuf es-Sekafî, hac mevsiminde Mekke ile Medîne arasında bir suyun kenarında konaklamış. Hizmetçilerine hemen mükellef bir sofra kurulmasını emretmiş. Sonra da yardımcısını yanına çağırarak, âcilen sofrada kendisine eşlik edecek birini getirmesini emir buyurmuş. Yardımcısı da hemen civârı dolaşmaya başlamış. Bir dağın eteğinde, ihrâmının içinde uyuyan bir bedevîyi görmüş. Ayağıyla sallayıp onu uyandırmış. Sonra da bedevîye;

“–Kalk! Hemen emîrin yanına gidiyoruz!” demiş. Bu sözler üzerine derhal ayağa kalkan bedevîyi alıp sofranın başına getirmiş.

Haccâc-ı Zâlim, bedevîye:

“–Ellerini yıka ve hemen sofraya otur, sonra da benimle beraber yemek ye!” emrini verince, gönlü Hak aşkıyla dolu olan bedevî, Haccâc’a:

“–Senden önce, senden çok daha hayırlı bir Zât beni dâvet etmişti. Ben O’nun dâvetine icâbet ettim. Teşekkür ediyorum ama, senin dâvetini kabul edemem!” mukâbelesinde bulunmuş. Aldığı cevap üzerine, büyük bir şaşkınlık yaşayan Haccâc:

“–Kimmiş benden çok daha hayırlı olan bu dâvetçi zât?” diye sormuş. Bedevî:

“–Allah -celle celâlüh-. O beni oruca dâvet etti. Ben de O’nun bu dâvetini canıma minnet bilip kabul ettim!”
Yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atamayan Haccâc, devamla:

“–Bu sıcakta mı oruç tutuyorsun?” diye suâl edince, bedevî:

“–Evet, bu sıcakta, bugünden çok daha sıcak olacağı kesin olan bir gün sebebiyle oruç tutuyorum!” diyerek mukâbelede bulunmuş.

Bu defâ Haccâc, oruç tutan bedevînin kalbî derinliğini anlamak için tekrar:

“–Olsun. (Nasıl olsa tutmuş olduğun oruç, nâfile bir oruç! Bu sebeple) sen yine de bugün benimle ye! Yarın oruç tutarsın.” demiş. Bedevî ise:

“–Eğer sen, benim yarına çıkacağıma kefil olursan, o zaman ben de orucumu bozar, seninle yemek yerim!” karşılığını vermiş. Haccâc ile bedevî arasındaki konuşma şöyle devam etmiş:

“–Ben bu konuda sana nasıl kefil olabilirim ki? (İnsanın ne zaman öleceği, ancak Cenâb-ı Hakk’ın bilgisi dâhilindedir.)”

“–Öyleyse yarına çıkmamı garanti etmeye gücün yetmeyeceği hâlde, şu an tuttuğum orucu bozmamı benden nasıl istersin!”

“–Çünkü bu gördüğün yemekler, hem çok leziz, hem de (bu sıcakta insanın harâretini kesecek olan) pek kıymetli yemeklerdir.”

“–Ey emîr! Şunu aslâ unutma ki, yemeği leziz ve kıymetli kılacak olan sen veya aşçı değildir. Onu asıl leziz ve kıymetli kılacak olan, ancak âkıbettir! (Yani bu yemekler feyiz ve bereket olup insanı ibadet ve tâate sevk ediyorsa leziz ve kıymetli, hantallık ve gaflet verip nefsin süflî arzularına ve mâsiyete sürüklüyorsa lezzetsiz ve değersizdir.)”
Bedevînin bu hikmet dolu sözleri üzerine Haccâc, uzun bir müddet derin düşüncelere dalmış.

İşte, hayatının merkezine Cenâb-ı Hakk’ı rızâsını yerleştirmiş, dünya hayatını dâimâ âhiret penceresinden seyrederek ince bir ruh ve derin bir tefekkür iklîmine ulaşmış olan ârif bir mü’minin hâlet-i rûhiyesini sergileyen hikmet dolu bir hâdise…

Fânîliğe mahkûm olan bu dünya hayatı, ebedî saâdet yurdu olan âhireti kazanabilmenin yegâne sermâyesidir. Bu sebeple onun her ânını, uyanık bir gönül, hamd eden bir dil ve şükreden bir kalp ile idrâk etmek gerekir. İnsan, hayatı bu şekilde yaşadığında, gönlünde oluşan derin bir aşk ve büyük bir heyecan ile, zâhiren zor ve meşakkatli görünen bütün hâdiselerin üstesinden rahatlıkla gelebilir. Onun nazarında Allah için katlanacağı bütün zahmetler sonsuz bir rahmete, bütün eziyetler doyumsuz bir lezzete dönüşür.

Aksi takdirde, baştanbaşa meşakkatli bir ibadet olan hac yolculuğunda, tepedeki kızgın Güneş'e rağmen oruç tutmak ve bir dâvet olduğunda bozulmasına cevaz verildiği hâlde nâfile orucu bozmamak, başka ne ile açıklanabilir?..

Bu kıssada zikredilen bedevînin orucunu bozmaması, Haccâc’a vermek istediği bir hikmet dersi sebebiyledir. Yoksa, mü’min bir gönlü hoşnûd ederek, Hak rızâsını kazanmak niyetiyle, nâfile orucu bozmanın ve sonraki günlerde kazâ etmenin daha efdâl olduğu bildirilmiştir.

Tâbiîn neslinden Âmir bin Abdikays, ölümü yaklaşınca ağlamaya başlar.

“–Niçin ağlıyorsun?” diye sorduklarında şu cevâbı verir:

“–Ne ölüm korkusuyla, ne de dünyaya duyduğum hırs sebebiyle ağlıyorum. Lâkin sıcak günlerde, (Cehennem ateşine kalkan olan) oruç tutmaktan ve geceleri ibadet için kalkmaktan (teheccüdün feyz ve lezzetinden) mahrum kalacağım diye ağlıyorum.” (Zehebî, Siyer, IV, 19)

Nitekim Hazret-i Ali-radıyallâhu anh-’ın da uzun ve sıcak günlerde oruç tutmayı sevip tercih ettiği rivâyet edilmiştir.

İşte îmânı aşkla yaşayan ârif gönüller, uzun ve sıcak günlerde oruç tutmaktan târifsiz bir zevk duyarken, gâfil ve hantal kalpler ise böyle günleri, oruç vaktinin uzunluğuna dâir tartışmalarla mânen ziyân ederler…

Bu itibarla kalbimizin hangi vâdilerde dolaştığına son derece dikkat etmemiz lâzımdır. Zira Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Ey insan, dünyadan birbirine zıt iki ses gelir. Acaba senin kalbin hangisini almaya istîdatlı?

O seslerden biri Allâh’a yaklaşanların (takvâ sahiplerinin) hâli, diğeri ise aldananların (fısk u fücûra dalanların) hâlidir.

Bu seslerden birini kabul ettin mi, öbürünü duymazsın bile! Çünkü seven bir kimse, sevdiğinin zıddı olan şeylere karşı âdeta kör ve sağır olur.”

Bu sebeple gönüllerin frekansı her zaman İslâm’ın ulvî sadâsını duymaya ayarlanmalı ve bir amel-i sâlihi bir başka amel-i sâlih takip etmelidir.

Zira yine Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“İbadetlerin kabul ediliş alâmetleri, o ibadetlerden sonra hemen başka ibadetlere girişmek, birbiri ardınca hayırlara koştukça koşmaktır.”

Yani insan, dûçâr olduğu musibet veya uğradığı sıkıntılarda, vukûâtı âhiret penceresinden seyredebilmeli ve Cenâb-ı Hakk’ın zikrinden hiçbir zaman gâfil kalmamalıdır. Nitekim âyet-i kerîmede;

“Kim Rahmân’ı zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.”(ez-Zuhrûf, 36) buyrulmuştur.

Bunun yanında insanın, her nefes tükenen ömür sermayesi neticesinde âhiret sabahına yüz aklığıyla çıkabilmesi için, hayırlı işlerde acele etmesi elzemdir. Zira kimsenin yarına çıkacağına dâir bir garantisi yoktur. Nefis, insanı dâimâ “yarın yaparsın” diye kandırır. Yapacağı güzel işleri devamlı ertelemeye çalışır. “Yarın daha güzelini yaparsın!” diyerek onu oyalar. Bu sebeple büyükler demişlerdir ki:

“Dem bu demdir, dem bu dem!” Yani yaşadığımız şu vakit, elimizdeki tek nakdimizdir.

Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

“Faydalı işler görmekte acele ediniz.” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 186; Tirmizî, Fiten 30, Zühd 3)

Dolayısıyla elde fırsat varken, o fırsatı iyi değerlendirmek lâzımdır. Zira yarın var mıyız, yok muyuz meçhuldür. Nitekim hikmet ehli ârif zâtlar da:

“Yarın yaparım diyenler helâk oldu!” buyurmuşlardır.

Halîfe Ömer bin Abdülazîz -rahimehullah-, bir gece evinde otururken vezirlerinden biri kapıya gelir.

Halîfe:

“–Böyle vakitsiz ziyaretinizin sebebi nedir?” diye sorduğunda vezir:

“–Müzâkeresi elzem olan bir mesele için geldim.” cevâbını verir.

Ömer bin Abdülazîz:

“–Ayrı bir odada meseleyi müzâkere için başka kandilim yok. Beytülmâl’den ancak bir kandile kifâyet edecek kadar yağ almaktayım, onu da âilem ile birlikte kullanıyorum.” diyerek cevap verir.
Vezir:

“–Yarınki istihkâkınıza mahsûben lâzım olan yağı Beytülmâl’den alsak olmaz mı?” diye sorar.

Halîfe; “–Olur.” diyerek bir senet yazar ve veziri, kiler eminine gönderir. Kiler emîni senedi okuduktan sonra şöyle der:

“–Bu yalnız yarınki istihkâkın senedidir, kifâyet etmez. Halîfenin, yarına çıkacağına dâir de bir senet imzalaması lâzımdır ve o senedi de getirmeniz îcâb eder.”

Bu cevap üzerine çâresiz kalan vezir, kendi evinden tedârik ettiği yağ kandilini alarak tekrar halîfenin huzûruna çıkar ve görüşmek istediği meseleyi neticeye bağlar.

Velhâsıl, îman gönülde kuvvetlenince, artık bütün hâdiseler âhiret ufkundan değerlendirilir. Uhrevî sıkıntılar hatıra geldikçe dünyevî hiçbir sıkıntı insanın gözünde büyümez. Yine âhiretteki ebedî saâdet düşünüldükçe fânî dünya hayatındaki zevk u safâların câzibesi gönülde sıfırlanır. İlâhî muhabbetle dolan gönüller müstesnâ bir huzur ve sükûna kavuşur.

Nitekim Allah dostlarından İbrahim bin Edhem Hazretleri şöyle der:

“İlâhî muhabbette duyduğumuz lezzet, huzur, vecd ve istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek için bütün hazinelerini de krallıklarını da fedâ ederlerdi.”

Cenâb-ı Hak, karşılaştığımız her hâdiseyi âhiret ufkundan seyrederek ibret ve hikmetle tefekkür edebilmeyi lûtf u keremiyle ihsân eylesin.

Âmîn.

 


* BENZER KONULAR

Birbirimizin Hem Cenneti Hem de Cehennemi Olabiliriz Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:48:55 ÖÖ]


Kulluk Şuuru Nasıl Oluşur Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:44:55 ÖÖ]


Şeytanın Büyücülüğü Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:41:01 ÖÖ]


Birliğe Çağrı Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:35:09 ÖÖ]


Ahirete İmanın Mü’mine Kazandırdıkları Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:29:15 ÖÖ]


Sen Değerlisin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:19:59 ÖÖ]


Evlilik İnsanı Mükemmelliğe Ulaştıran Hızlı Yollardan Birisidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:58:11 ÖÖ]


Müslümanım Diyen Ey Hanımlar Kızlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:51:18 ÖÖ]


Birçok Kadın Kocasını Birçok Rrkekte Karısını Cennetlik Etmiştir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:45:05 ÖÖ]


Hesap Günü İyice Yaklaştı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:33:16 ÖÖ]


Kırık Kalple Yapılan Dualar Makbuldür Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:20:47 ÖÖ]


Ertuğrul Erkişi - Safahat`tan Şarkılar 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:41:49 ÖS]


İslâm Kadına En Büyük Değeri Vermiş Şerefli Yaşamasını Sağlamış Gönderen: anadolu
[Dün, 08:16:41 ÖÖ]


Çocukla İletişim Kurarken Ona Saygı Duymak Değer Vermek Gerekir Gönderen: anadolu
[Dün, 08:08:13 ÖÖ]


Mümin Bir Erkek, Mümin Kadına Kızıp Darılmasın. Gönderen: anadolu
[Dün, 08:03:19 ÖÖ]


Çocukların Namaz Eğitimi Gönderen: anadolu
[Dün, 07:57:19 ÖÖ]


Namazını Sapasağlam Koruyanalr Gönderen: anadolu
[Dün, 07:50:26 ÖÖ]


Bu Din Sadece Camilerin Dini Değil Hayatın Dinidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:38:19 ÖÖ]


İslam Gariplerin Dinidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:29:34 ÖÖ]


Komşunuzu İhmal Etmeyin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:21:38 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41