Gönderen Konu: Ahlaki Yozlaşma  (Okunma sayısı 198 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ahlaki Yozlaşma
« : Eylül 14, 2020, 05:37:54 ÖÖ »
Ahlaki Yozlaşma

 1- Ahlak:

İnsanın iyi veya kötü olarak nitelenmesine yol açan davranışlar bütünü şeklinde tanımlayabileceğimiz ahlak, kişinin davranışlarının kaynağı ve itici gücüdür. Bu anlamda ahlak, insanın işlediği fiil ve davranışlardan (amel) daha çok o davranışlarının kaynağı olan, onları meydana getiren manevi kabiliyetler veya yetkinlikler bütününü ifade eder. Bir başka deyişle ahlaki fiiller, ahlakın kendisi olmayıp onun bir sonucu ve dışa yansımasıdır.

Ahlak sadece iyi huylar ve kabiliyetler anlamına gelmez. İyi ve kötü davranışların hepsi bu kavrama dahildir. Buna göre ahlaksız insan yoktur, iyi ahlaklı veya kötü ahlaklı insan vardır. Ahlak kavramının kullanımı böyle olsa da toplumumuzda yaygın olan kullanıma göre ahlak kelimesi, iyi güzel huyları çağrıştırmakta, bunun tersi de “ahlaksız” kelimesiyle ifade edilmektedir. Ahlak, insanda gelip geçici bir hal olmayıp onun manevi yapısında yerleşen, bir meleke halini olan kabiliyetler bütünüdür. Ahlak sayesinde insan, düşünüp taşınmaya gerek duymaksızın ve zorlanmadan,  görevi olduğuna inandığı işleri rahatlıkla ve memnuniyetle yapmaya yönelmektedir. Ahlakın gelişip güçlenmesinde alışkanlıklar büyük önem taşır. Bundan dolayı ahlakî eğitim, yani kişinin ahlaka dair nazarî bilgiler yanında, çocukluktan itibaren iyi örneklerle yaşaması, iyilik yapmaya alıştırılması, gayri meşru arzularına karşı koymak suretiyle kendi kendini eğitmesi, nefsini ıslah etmesi gereklidir. İnsanın ahlâkî olgunluğa ulaşabilmesi büyük oranda iyi yetiştirilmesine ve kendisini iyi yetiştirmesine bağlıdır. Buradan anlaşılıyor ki bireyin, ailenin  ve toplumun ahlaklı ve faziletli bir yapıya kavuşmaları için kişi hem kendisini hem de çoluk çocuğunu iyi yetiştirmelidir.

2- Ahlakın  Kaynağı:

Ahlakın kaynağının ne olduğu sorusu öteden beri cevaplanmaya  çalışılmış, çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Dinin bugünkü modern hayatta yerinin olmadığını veya toplumu oluşturan kurumlardan biri olarak sınırlı bir işlev gördüğünü öne süren bazı gayri müslim düşünürler din dışı ahlak teorileri ortaya atmışlardır. Buna göre ahlakın yahut ahlakî ödevlerin kaynağı akıl, vicdan veya toplum olmalıdır.

Allah katında tek din olan İslam ve onun temeli olan Kur’an-ı Kerim insanın kendisi ve diğer insanlarla ilişkilerinde belli düzenlemeler getirmiş, kusursuz bir ahlak sistemi oluşturmuştur. İnsanı görünür alemin yegâne mükellef ve sorumlu varlığı olarak tanıyan Kur’an-ı Kerim’e  göre Allah insanı en mükemmel bir tabiatta yaratmış (et-Tîn, 95/4), ona kendi ruhundan üflemiştir(el-Hicr,15/29). Ancak insanın bu üstün ruhî cephesi yanında bir de topraktan yaratılan beşerî cephesi vardır. İşte insandaki bu ikilik onun ahlakî bakımdan çift kutuplu bir varlık olması sonucunu doğurmuştur.

“Allah insana fücûrunu da takvasını da ilham etmiş.” Yani ona iyilik ve kötülüğün kaynakları olan kabiliyetleri birlikte vermiştir. Dolayısıyla

“Nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirletense hüsrana uğramıştır.” (eş-Şems, 91/9-10)

İnsanın bu çift kutuplu tabiatı sebebiyle ahlakî tercihlerinde yanılabileceği Kur’an’da Yusuf (a.s.)’un dilinden şöyle belirtilmiştir:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”(Yusuf, 12/53)

İslam’a göre ahlakın kaynağı dindir. İslam ahlakının özünü de Kur’an ve Sünnet oluşturur. Allah mükellef olan her müslümana şu buyruğunu bildirmiştir:

 “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab , 33/36) Ayetten anlaşılan şudur ki; kişinin ahlakî yapısını belirleyen, müslümanın davranışlarında izleyeceği ana ilkeleri koyan Kitab ve Sünnet’tir. Hz. Aişe (r.a) bir soru üzerine Hz. Peygamber(a.s.)’in ahlakının Kur’an olduğunu belirtmiştir. (Müslim, “Misafirin” ,139) Bu nedenle müslümanın ahlakı Kur’an ve Sünnetle başlar. Bu iki temel kaynak dini ve dünyevî hayatın genel çerçevesini çizmiş, amelî kurallarını belirlemiş, eksiksiz bir ahlak sistemi getirmiştir.

İslam’ın getirmiş olduğu ahlak sisteminin gayesi fert ve toplum hayatının, maddî ve manevî açıdan sağlıklı, mutlu yürüyebilmesini sağlamak , ahiret hayatında  da ebedî nimetlere ulaştırmaktır. Bundan dolayı Kur’an ve Sünnet’te güzel ahlak ve bunun ayrıntıları uzunca ele alınmış, bu davranışlar telkin edilmiştir. Kötü ahlak ise zararlı görülmüş ve yasaklanmıştır. Böylece fert ve toplum hayatı en güzel şekilde düzenlenmiştir.

3-İslam  Ahlakının  Nitelikleri:

 İslam ahlak sisteminin başlıca nitelikleri şöyle sıralanabilir:

        a- İnsanın manevî hayatını, fert ve toplum davranışlarını gözetleyip kollayan bir Allah inancı.

        b- İnsanın kendisini muhasebe ederek nefsi kontrol altına almayı hedefleyen bir irade eğitimi.

        c- Bütün insanlığa açık bir ümmet birliği ve kardeşlik ruhu.

        d- Evrensel anlamda hak, adalet, eşitlik gibi değerlere yöneliş.

Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önceki cahiliye toplumuna hakim olan koyu ve anlamsız putperestlik inancı yüksek bir ahlakın kurulmasına engeldi. Aslında bu durumu, inançsızlık ve batıl inanç buhranı yaşayan, manevî anlamda çöküşe uğrayan her topluma genellemek mümkündür. Birey ve toplumu düzenleyen ve huzurlu bir şekilde hayatın devamını sağlayan yüksek bir ahlak sistemi, ancak manevî boşluktan kurtulmuş olan, belli inançların kabul gördüğü bir toplumda kurulabilir. Başka bir deyişle sağlam bir ahlak anlayışının yerleşmesi için buna uygun sağlam bir altyapı gereklidir.

İslam dini, insanda, dışarıya karşı kör bir mücadeleye girişmek yerine kendi nefsiyle hesaplaşma iradesini geliştirdi. İnsanın aşırılığının ve nefsani arzulara düşkünlüğünün karşısına insanın kendini dizginlemesi, tabiatında öfke ve şiddetten korunması anlamına gelen hilim ve şefkati koydu. Böylece Kur’an’ın “en büyük zulüm” (Lokman, 31/13)saydığı putperestlik ve şirkin yerine Allah inancı tesis edilmiş oldu. Böylece bireysel ve toplumsal anlamda üstünlüğün ölçüsü soy-sop anlayışı yerine Allah’a itaat (takva) olmuştur.

İslam ahlakı, yukarıda belirtmeye çalıştığımız şekilde bir altyapı oluşturduktan sonra, Allah’ın bütün yaratıklarına karşı merhametli olmayı, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde dürüstlük ve güvenilirliği, sevgi ve fedakarlığı, samimiyet ve iyi niyeti, bütün bunların gerçekleşmesi için de kötü eğilimlerin bastırılmasını emretmektedir.

İslamiyetin gerçekleştirdiği en büyük zihniyet değişikliği, asabiyet ve kabilecilik bağlarını kırarak insanları evrensel değerlere özellikle de bütün insanlığın kardeşliği bilincine yöneltmesidir. İslam ahlakının temel taşlarından birisi budur. Kur’an ve Sünnette insanların bu evrensel kardeşliği çokça vurgulanmıştır. İnsanların  birbirleriyle yardımlaşmaları, iyi amel işlemeleri, dürüst davranmaları, yalnız Allah’a kulluk etmeleri, hak ve adalet çizgisinden ayrılmamaları, başkalarının hakkına göz dikmemeleri, kibir ve hased gibi kötü hasletlerden kaçınarak tevazu sahibi olmaları ve birçok erdemler Kur’an ve Sünnet’in önemle vurguladığı hususlardandır.

Kur’an-ı Kerim ahlakı Hz.Peygamber (a.s.)’in şahsında örneklendirilmiştir. Rasûlüllah (a.s.)’ın “yüksek bir ahlak üzere olduğu”(Kalem, 14) belirtilmiştir. Ayrıca Peygamber Efendimiz (a.s.) “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.”buyurmuştur.(Muvatta, Hüsnü’l-Huluk/8)

Ahlakî davranışların önemine binaen Rasûlüllah (s.a.v.), insanları Allah’a kulluk etmeye ve başka hiçbir ilah edinmemeye çağırırken ahlakî esaslara uymayı da öğütlemiştir. İslam tarihinde Akabe Biatları diye bilinen sözleşmelerde Peygamberimiz (a.s.) Medinelilerden şu şekilde söz almıştı: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız bir yalanla kimseye iftira etmemek, iyi işi işlemekte karşı gelmemek üzere bana biat ediniz. İçinizde sözünde duran olursa onun ecir ve mükafatı Allah’ın üzerinedir” (Buhari, İman/11). Kur’an-ı Kerim’de kadınların biatı ile ilgili olarak da şöyle buyruluyor:

“Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasından bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlarını al ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.”(Sâf/12) Burada açıkça görülmektedir ki gerek Kur’an ve gerekse Sünnette beyat edeceklerin uyacakları şartlar belirtilirken ağırlıklı olarak ahlakî hususlar öne çıkmaktadır. Yukarıda zikri geçen ve yapılmaması istenen fiiller kişinin kendisine ve başkalarına zararlı olan ve genel anlamda çirkin görülen davranışlardır. Beyat edecek olan kadınlardan bu hususlara uymaları istenerek öncelikle sağlam bir ahlakî kişilik oluşturmak amaçlanmıştır.

İslam ilk geldiği toplumu çok kısa sürede baştan aşağıya değiştirerek dönüştürmüştür. Bu dönüşümde en büyük görevi yüklenen Hz. Peygamber (a.s.) Kur’an ahlakını canlı olarak kendi şahsında göstermiştir. Bunun sonucunda, aralarında  her türlü azgınlığın ve kötülüğün mevcut olduğu putperest ve müşrik bir toplum, Kur’an-ı Kerim’in övgüsüne mazhar olan ve yaşadıkları dönem “mutluluk çağı” diye nitelenen bir toplum haline gelmiştir. Nitekim  Mekke dönemindeki sıkıntılardan kurtulabilmek amacıyla Habeşistan’a hicret eden sahabilere, Habeş kralı niçin yurtlarını terk ettiklerini sorduğunda Hz. Ali’nin kardeşi Hz.Cafer şöyle cevap vermişti: “Ey hükümdar, biz cehalet  içinde yaşayan  bir millet idik. Putlara tapıyor, fuhuş yapıyorduk. Akraba ile münasebeti kesiyorduk. Komşuluk haklarına riayet etmiyorduk. Güçlü olanımız zayıf olanı eziyordu. Biz bu durumda iken Allah bize acıdı ve lutfederek içimizden birini peygamber olarak gönderdi. Soyu, iffet ve şerefi hepimizce bilinen birisi. O bizi Allah’a ibadete çağırıyor, atalarımızın tapınageldikleri ağaç ve taş parçalarını terk etmemizi söylüyordu. Bize, doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağlarına riayet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, kan dökmekten sakınmayı; fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iftira etmekten uzak durmayı bildiriyordu. Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrediyor; namaza, sadaka ve iyiliğe, oruca davet ediyordu. Bizde ona inandık. Getirdiği dine uyduk. Onun haram dediğini haram helal dediğini helal bildik. Bundan dolayı içinde yaşadığımız toplum bize düşman kesildi. Bu sebeple ülkenize geldik.” (İbn Hişam, Siret, I/ 336) İşte İslam getirdiği ahlak esaslarıyla çöküş içerisinde olan bir toplumu böylesine düzeltmiş ve faziletli bir toplum haline getirmiştir.

Ahlak ile iman arasında kopmaz bir bağlantı vardır. İman, ahlakın da temeli sayılabilir. Ahlak iman sayesinde yerleşip kökleşir. İmanın olgunluğu ahlakın güzelliği ile ilgilidir. Ahlakın iman ile münasebetini şu hadis-i şerifler çok güzel açıklamaktadır: “Hiçbiriniz kendisi için arzu ettiğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz” (Buhari, İman/7; Müslim, İman/7) “İman yönünden mü’minlerin en olgunu ahlakı en güzel olanlardır.” (Tirmizi, Rıda /11)

Hadis-i şerifte iman etmiş olmanın koşulu olarak “kendisi için istediğini başkası için de istemenin” gösterilmesi kamil manada imana ulaşmak için üstün bir ahlaka sahip olmak gerektiğini ortaya koymaktadır. Yani iman etmiş olan kişi, güzel ahlaklı olmak durumundadır. Bu ikisi sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Buna göre bir mü’minin kötü ahlaklı olması düşünülemez. Eğer bunun tersi mümkünse bu durumda kişinin imanında bir problem mevcuttur.

Müslümanın yapmakta olduğu ibadetler ile ahlakı arasında da sıkı bir ilişki mevcuttur. İbadetler, ferdi ahlakî olgunluğa eriştirir. Kur’an-ı Kerim’de namazla ilgili olarak

 “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut /45) buyrulmuştur. Bu ayette namaz ibadetinin hem kendisi hem de kişiye kazandırdığı güzel ahlak vurgulanmıştır. Namaz kılmakla bir mü’min, hem mükellefiyetini yerine getirmekte hem de bu sayede kötülükten uzak durmaktadır. Buna göre iman –ahlak- ibadet gibi hususlar birbiriyle bağlantılı durumlardır. Namaz kılan, ancak kötülük ve fenalıktan da uzak durmayan bir kimsenin ibadetteki gerçek anlamdan uzak olduğu anlaşılır. Bir anlamda böyle bir kimsenin ibadet- ahlak bağlantısı kopmuş sayılır. 

Yine zekatla ilgili olarak şöyle buyrulur:

            “Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe /103). Burada da zekat mükellefiyetinin malî bir ibadet olarak ahlakî getirileri üzerinde durulmuştur. Müslüman zengin bu ibadeti yerine getirmekle hem ihtiyaç sahibini sevindirmiş, hem de kendi nefsini arındırmış olmaktadır. Gönül hoşluğuyla verilen zekat veya sadaka, o kişide cimrilik, hased gibi kötü huyların bulunmasını engeller.

Kısacası İslamiyet getirmiş olduğu ahlak sistemi ile birey ve toplumun hayatını düzenlemiş, ikili ilişkileri en güzel seviyeye yükseltmiş,  insanlar arasında kötü duygu ve davranışların yetine hem fert hem de toplum açısından yararlı olan güzel tutum ve uygulamaları yerleştirmiştir. İman, ibadet muamelat gibi alanlarda uyumlu bir yapı oluşturmuş, böylece hayatın saadet ve huzur içerisinde devamını sağlamıştır.

4- Ahlâkî Yozlaşma

        Yukarıda genel olarak ahlakın  ne olduğunu, İslam’ın getirmiş olduğu ahlak sisteminin genel niteliklerini, ahlakın kaynağının din olduğunu, din ile ahlakın bütünlük  arz ettiğini vurgulamaya çalıştık. Bu bölümde özellikle günümüzde ahlakî anlayış ve yaşayışın görüntüleri üzerinde duracağız.

Toplumumuzun son iki asırdır karşı karşıya olduğu dönüşüm, başka bir deyişle modernleşme diye bilinen batılılaşma çabası, hem bireyin hem de toplumun düşünüş tarzında, yaşayışında, hayatı algılayışında köklü değişiklikler yapmıştır. Yaşanılan bu süreçte dini yaşayış ve bunun oluşturduğu gelenek yapısı zayıflamıştır. 

Batı dünyasının üstünlüğü karşısında onların örnek alınması, onların ulaşmış olduğu medenî refah düzeyine ulaşma çabası beraberinde körü körüne taklitçiliği getirmiştir. Bu örnek alma, teknik anlamda ve sosyal refahı gerçekleştirme amaçlı olması gerekirken bu taklit süreci giderek Avrupalı gibi düşünme, anlar gibi giyinme, onlar gibi yaşama çabasına dönüşmüştür. Toplumumuza asırlardır hayat veren kültür ve gelenekler kaybolmaya başlamıştır. Dini yaşayışın zayıflaması, beraberinde ahlak anlayışında dejenerasyonu getirmiştir.

Bugün toplumuzda geleneksel ahlakî değerler negatif yönde değişmektedir. İslam’ın özellikle vurguladığı kardeşlik ve dayanışma kaybolmaya yüz tutmuş, sosyal bütünlük ve yardımlaşma duygusu, yerini bireyselleşmeye bırakmıştır. Genelleme yapmak doğru olmasa da günümüz insanının önemli bir kısmı sadece kendini düşünür hale gelmiştir. Bugün apartman hayatını örnek alırsak çoğu kez yanyana ikamet eden insanlar birbirini  tanımamaktadır.Herkes kendi dört duvarı arasında kendi derdiyle meşgul durumdadır. Ayrıca  yüz yüze ve samimi ilişkilerin yoğun olduğu geniş aile yapısı  çözülmeye  başlamış, aile bağları zayıflamıştır. Aile içi sorunların çoğalması, boşanma olaylarının artması bunun açık göstergesidir. İslam’ın çok önemli gördüğü ve sağlıklı toplumun temeli olan aile yapısı bozulmaya başlayınca toplum genelinde de bunun yankıları görülmektedir.  İnsanların sosyal ve ekonomik durumlarının kötüleşmesinin de etkisiyle toplumda bugün huzursuzluklar, bunalımlar, sıkıntılar artmış, suç işleme oranı yükselmiş, anlaşmazlıklar , cinayetler, hırsızlık gibi olaylar sıkça duyulmaya başlanmıştır. Kanaatimize göre yozlaşma (bozulma, dejenerasyon) o denli artmıştır ki, insanlar genel bir güvensizlik ortamına girmişler ve güzel ahlaklı bir kimse ile karşılaşınca “aramızda böyle kimseler hâlâ varmış”  şeklinde ahlak ve fazilete özlemi ifade eden düşünceler ortaya çıkmıştır. Zamanımızda herkesin neredeyse hem fikir olduğu, “nerede o eski bayramlar” şeklinde ifadesini  bulan geçmişe özlem de aslında birlikteliğe, dayanışmaya, sevgi ve kardeşliğe duyulan özlemdir.

Toplum bünyesinde erdemli davranışların kaybolmasına bir delil de insanlar arasında yalanın, hasedin, aldatmanın artması, hırsızlık, soygunculuk, rüşvet gibi gayri ahlaki fiillerin çok sık yapılır hale gelmesi, güven duygusunun zedelenmesi ve eylem ve davranışlarda kural tanımazlığın yayılması gibi durumlardır. Ayrıca toplumda dinin önem atfettiği “günah” düşüncesinin zayıflaması özellikle gençler arasında sıradan hale gelen bir durumdur.

Bütün bu sayılan davranışların temelinde dini yaşayışın zayıflaması ve ahlakî değerlerin işlevsiz hale gelmesi yatmaktadır. Günümüzde iletişimin en önemli aracı olan medyanın da olumsuz yöndeki yönlendirmeleri kültürel-ahlakî yozlaşmayı hızlandırmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçmiş toplumların durumları işlenmekte, çeşitli nedenlerden dolayı birçoğunun tarihten silindiği belirtilmektedir. Bu toplumların yok olma nedenlerine baktığımız zaman bunların inkarcılık, kibir, haset, hak ve adaletten ayrılma, zulüm ve haksızlık gibi kötü adet ve davranışlar olduğunu görürüz. Bu sebeplerden birisi de ahlakî yozlaşmadır. Daha başka bir ifade ile bu toplumların ahlakî açıdan çöküşü yaşamaları, toplumsal çöküşlerine neden olmuştur. Allah tarafından gönderilen peygamberlerin inkar edilerek  reddedilmesi, doğruluktan sapma, kibir ve büyüklük taslama, hayasız fiillerin işlenmesi vb. durumlar o toplumların Allah’ın gazabına  uğrayarak yok edilmelerine neden olmuştur. Mesela, aynı cinsler arası yakınlaşma gibi iğrenç bir kötülüğü adet haline getiren Lut kavminin durumu K. Kerim’de şöyle belirtilmektedir:

“Elçilerimiz Lut’a gelince onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı göğsü daraldı da ‘bu çetin bir gündür’ dedi. (Delikanlı şeklindeki melekleri gören) kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işi yapmaktaydılar. (Lut), ‘Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır, sizin için bunlar daha temizdir. Allah’tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde (sizi bu kötülükten alıkoyacak) aklı başında birisi yok mu?’ dedi. Dediler ki: Senin kızlarınla bizim işimiz olmadığını biliyorsun. Sen bizim ne istediğimizi elbette bilmektesin. (Lut), ‘keşke benim size karşı savunacak bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim’ dedi. (Melekler), ‘ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiç biri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan azap şüphesiz ona da gelecektir. Onlara va’d olunan helak  zamanı sabahtır. (Zaten) sabah da yakın değil mi!?’dediler. Emrimiz gelince, onların üstünü altına getirdik ve üzerlerine (balçık) çamurundan pişirilip istif edilmiş bir çeşit taş yağdırdık.” (Hud, 11/77-82) Kur’an-ı Kerim’de, diğer birçok toplumun neden ve nasıl yok edildikleri bütün insanlığın ibretine sunulmuştur. Her şeyin  sahibi olan Allahu Teala, bizlere açık ve net olarak ne uğruna yaşamamız gerektiğini açıklamıştır.

Müslümanlar için en önemli iki kaynak olan Kur’an ve Sünnet , eşsiz bir ahlak sistemi oluşturmuştur. Kur’an’ın teorik olarak belirlediği ahlakî davranışlar Rasûlüllah (s.a.v.)’in şahsında canlanmış ve bütün Müslümanlara örnek olarak sunulmuştur. Günümüzde  açıkça ortadadır ki, İslam’ın ahlak sistemine sadece Müslümanlar değil bilim ve teknik açıdan zirvede sayılan Batı dünyası da muhtaçtır. Çünkü tekniğin çok ileri derecede olması ve maddî refah düzeyinin yüksek olmasına  rağmen, inançsızlık içinde yüzen toplumlar ahlaksızlık batağında boğulmaktadırlar. Manevî anlamda tatmine ulaşmayan insanlar, bunalımlar, buhranlar, sıkıntılar, acılar içinde kıvranmaktadırlar.

Müslümanlar olarak bizler en başta kendimizden başlayarak yakın çevremizde ve aile içerisinde, daha da sonra toplum genelinde güzel ahlakı öğrenip öğretmek ve bunu nefsimizde yaşamak durumundayız. Sağlıklı bir birey, huzurlu ve mutlu bir toplum bu sayede oluşacaktır.

Yazımızı Lokman (a.s)’ın oğluna  verdiği şu öğütlerle bitirelim. Allah, Lokman’ın diliyle bütün insanlara bir hayat planı çıkarmakta ve şöyle buyurmaktadır:

        “Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti:Yavrucuğum, Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür. Yavrucuğum ! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa ve bu bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin önüne) getirir. Doğrusu Allah lütûfkardır, her şeyden haberdardır. Yavrucuğum ! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere de sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir. Kibirlenerek insanlardan yüz çevirme. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah kendini beğenmiş övünen kimseleri asla sevmez.” (Lokman, 31/13, 16-18)

-------------------------------------------------------------------
          Kaynaklar :

        -Kur’an-ı Kerim (Türkçe Açıklamalı Meali, Diy. İşl. Yay. Komisyon) S. Arabistan, 1987

        -Buhari, Sahih; Müslim, Sahih; Tirmizi, Sünen

        -Mustafa Çağırıcı, “Ahlak” md. Türkiye Diy. Vakfı İsl. Ans. C.II, İst. 1989

        -İlmihal, II, Heyet, İSAM yay. İst.1999

        -Diyanet Aylık Dergi, Çeşitli Sayılar

Özcan Gökçebay.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Ahlaki Yücelikler
« Yanıtla #1 : Eylül 14, 2020, 05:43:01 ÖÖ »
Ahlaki Yücelikler

Hulk (veya huluk), din, tab' ve seciyye olarak açıklanır. Dilimizdeki huy'un karşılığıdır. Bazen tabiat kelimesini de bu mânada kullanırız.Hulk ile, bir bakıma insanın nefsi olan bâtınî sûreti ve evsâfı ifade edilir. Tıpkı zâhirî sûret ve evsâfına da halk dendiği gibi.

Nefsin iyi ve kötü vasıfları vardır. Sevab ve ikab, zâhirî sûretin vasıflarından çok, bâtınî sûretin vasıflarıyla alakalıdır.

Hulk şu hadise göre fıtrîdir  ve yaratılıştan gelen bir vasıftır:                                                 

 إنَّ اللّهَ قَسَّمَ بَيْنَكُمْ اَخلا َقَكُمْ كَمَا قَسَّمَ بَيْنَكُمْ اَرْزَاقَكُمْ

"Allah aranızda rızkınızı taksim ettiği gibi ahlâkınızı da taksim etmiştir."Huyun yaratılıştan geldiğini ifade eden bir diğer hadis, Resûlullah (a.s)'ın el-Eşecc (r.a)'e söylediği şu sözdür:

"Sende iki haslet var ki Allah onları sever: Hilm ve hayâ."

Eşecc sormuştur:

"Ey Allah'ın Resûlü, bunlar bende  eskiden beri mi var, (yoksa müslüman olduktan sonra) yenilerde mi hasıl oldu?"

Resûlullah (a.s)'ın mevzumuz açısından ayrı bir ehemmiyet taşıyan cevabı şu:

"Eskiden beri var!"

Bunun üzerine Abdü'l-Kays kabilesinden olan Eşecc'in Allah'a ifade ettiği şükran  cümlesi de mevzumuzu aydınlatır:

"Beni, sevdiği iki hasletle mecbul kılan (yaradan) Allah'a hamd olsun:

 اَلْحَمْدُ للّهِ الَّذِى جَبلَنِى عَلى خُلَّتَيْنِ مِمَّا يُحِبُّهُمَا اللّهُ

Hadiste Eşecc'in, o iki hasletin eski mi, yeni mi? olduğunu sorması ve Rasulullah (a.s)'ın eskiden beri var olduğunu söylemesi, huyu meydana getiren bir kısım özelliklerin yaratılıştan var olduğunu ifade eder. Ancak bâzı özelliklerin sonradan kazanıldığı, irade ve gayretle iyi özelliklere sahip olunabileceği de inkâr edilemez.

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا قُوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْليكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ

"Ey iman edenler, kendinizi ve âilenizi yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun" (Tahrim, 66/6).

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّيهَا () وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّيهَا

"Nefsini temizleyen  kurtuluşa  ermiş, ihmal edip örten de ziyana uğramıştır" (Şems, 91/9-10) gibi âyetlerden,

"Ben bir muallim olarak gönderildim",

"Hayır bir alışkanlıktır",

"Çocuklarınıza ikrâm edin, terbiyelerini güzel yapın"

gibi terbiyevî faaliyete dikkat çeken, teşvik eden pek çok nass, insanı kurtuluşa erdirecek güzel hasletlerin terbiye yoluyla kazanılacağını beyan ederler.

Bu inanç esas olmasaydı, peygamberlik müessesesinin, kitapların, dâvetin, irşadın ne mânası olurdu? Meseleyi her iki yönüyle de değerlendiren İslâm âlimleri, yaratılıştan gelen iyi hasletlerin irâdî gayretle desteklenerek meleke haline getirilmesine, kötü huyların da baskı altında tutularak sindirilmesine hükmederler. Sözgelimi Hz. Ömer (r.a):

"İnsanda on (fıtrî) ahlâk vardır, bunlardan dokuzu iyidir, birisi kötü. Bu kötü (serbest kalırsa) diğerlerini de bozar..." demiştir.

İbnü’l-Arabî de şunu söyler:

"...Güzel ahlâk ile mecbul (yaradılmış) olanlar cidden azdır. Kötü ahlâk  üzere mecbul olanlar ise, insanların çoğunluğunu teşkil eder. Zîra insan tabiatına  galebe çalan, şerdir. Bu sebeple eğer insan, fikrini, temyiz gücünü, hayâ duygusunu, korunma melekesini kullanmaksızın kendisini tabiatının akışına bırakıverecek olsa ona hayvanî huylar galebe çalar. Zîra insan fikir ve temyiz vasıflarıyla hayvanlardan ayrılır. Bunları kullanamazsa âdetlerinde onlara iştirak eder, kuvve-i şeheviye her çeşidi ile onu istila eder, hayâ uzaklaşır, yok olur..."

Aynı görüşü paylaşan Mâverdî, akıl vs.ye güvenmeyip her daim nefsin terbiyesiyle uğraşmanın gereğine dikkat çektikten sonra şunu söyler:"Zîra edeb tecrübe ile kazanılır!"

عن معاذ بن جبل )ر.ع( قال: قالَ رسولُ اللّهِ)صلعم( : يَا مُعَاذ، أحْسِنْ خُلُقَكَ لِلنَّاسِ

(1673)- Muaz İbnu Cebel (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) bana: "Ey Muâz, insanlara karşı iyi ahlâklı ol!" dedi." [Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 1.]

AÇIKLAMA:

1- Hadisin Tirmizî'de gelen vechi meâlen şöyledir: "Ey Allah'ın Resûlü, bana faydalı olacak şeyi öğret!" dedim de şu nasihatta bulundu:

"Nerede olursan ol, Allah'tan sakın.

Kötülüğe karşı iyilik yap ki,  kökünü kesesin.

İnsanlara karşı da iyi ahlâkla muamele et!"

2- Hz. Muâz'ı Rasûlullah (a.s), Yemen'e kadı, tebliğci, tahsildar, muallim gibi birçok yetki ve vazifelerle memur olarak göndermişti.

3- Şârihler, halka karşı iyi ahlâkla muamele etmekten, yanına gelenlere ve oturma arkadaşlarına güler yüz, hilm, merhamet, öğretim sırasında sabır, büyük küçük -layık olan herkese- sevgi izhâr etmeyi anlarlar. Layık olan diyoruz çünkü, cemiyette küfr  ehli, kebâir işlemekte ısrarlı, başkalarına zulmetmekte devamlı olan kimseler vardır. Onlar iyi davranıştan anlayarak hallerini düzeltmeyebilirler ve hatta iyi davranma onların daha da azmasına sebep olabilir. Böylelerine karşı da adaletli ve otoriter olmak gerekir. Hadiste kötülüğü yok etme çaresi olarak "iyilikle mukâbele"nin gösterilmesi İslâm ahlâk anlayışının  hatırdan çıkarılmaması gereken bir prensibidir.

عن أبى هريرة )ر.ع( قال:قال رسولُ اللّه)صلعم(: أكْمَلُ المُؤمِنِينَ إيمَاناً أحْسَنُهُمْ خُلُقاً، وَخِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لاهْلِهِ

(1674)- Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki: "Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır." [Tirmizî, Radâ 11, (1162); Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4682).]

عن أبى الدرداء )ر.ع( قال: قالَ رسولُ اللّهِ )صلعم( مَا مِنْ شئ أثْقَلُ في مِيزَانِ المُؤمِنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ خُلُقٍ حَسَنٍ، وَإنَّ اللّهَ تَعالى ليُبْغِضُ الفَاحِشَ الْبَذِئَ.

(1675)- Hz. Ebu'd-Derdâ (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki: "Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâla hazretleri, çirkin düşük söz (ve davranış) sahiplerine buğzeder." [Tirmizî, Birr 62, (2003, 2004); Ebu Dâvud, Edeb 8, (4799); Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Güzel ahlâk sahibi, ahlâkı sayesinde, namaz ve oruç sahibinin derecesine ulaşır."]

AÇIKLAMA:

1- Bu iki hadis de güzel ahlâkın dindeki ehemmiyetini belirtmektedir. Mü'minin en kıymetli varlığı olan iman, kemâlini ancak güzel ahlâkla bulabilmektedir. Öyle ise ebedî kurtuluşun yegâne vesilesi olan imanda daha yüksek bir mertebe elde etmek, mükemmele yaklaşmak isteyen, ahlâkını güzelleştirmek için gayret gösterecektir.

2- Bu iki hadis gösteriyor ki din, insanlarla olan münâsebetlerimize önem vermektedir. İman esaslarını dilimizle ikrar etmemiz, gerçek bir mü'min olmak için yeterli olmuyor. İmanın, insanlara karşı iyi olmak şeklinde tezâhür eden güzel ahlâklılıkla takviyesi şarttır.

3- İyi davranma hususunda en çok en yakınlarımıza karşı hassas olacağız:

Ailemize; çünkü hem onların hukuku üzerimizde fazladır, hem de devamlı onlarla karşılaşmaktayız. Her an karşılaştığımız insanlara güler yüz, sabır, müsamaha, tatlı söz gibi iyi davranışlarda bulunmaya dikkat eder, kendimizi iradî olarak buna zorlarsak, bu bir alışkanlık ve meleke hâline gelir. Böylece diğer insanlara da aynı davranışı devam ettirebiliriz.

Ailenin bir terbiye yuvası olduğu, en iyi terbiyenin huzurlu, karşılıklı sevgi ve saygının hakim olduğu bir ortamda verildiği, iyi muamele gören kimselerin hayatta başkalarına iyi davranacağı gibi hususlar göz önüne alındıkça, aileye karşı iyi olmanın ehemmiyeti daha çok anlaşılır.

Şu halde, Rasulullah (a.s)'ın:

"En hayırlınız âilesine hayırlı olandır" sözü, fıtrî bir hakikati dile getirmiş olmaktadır.

4- Kezâ kıyamet günü, mizanda güzel ahlâkın "en ağır amel"i teşkil etmesi de tabii bir durumu, mühim bir  hakikati ifade etmektedir. Çünkü güzel ahlâk mü'minin imanını tamamlar, mükemmelleştirir. Kemâl mertebesindeki iman, kişinin her ameline tesir eder ve yönlendirir.

Böyle bir kimse, her işini Allah rızası için ve sünnete uygun olarak yapmaya gayret eder.

Ameller niyetlere göre değer kazanacağına göre hayırlı bir işin "insaniyet adına" veya "vicdanın emri" olarak yapılması ile, "Allah'ın rızası" için yapılması arasında Mizan'da büyük fark olacaktır. Bu üç muharrikle hareket eden  kimselerin mü'min olmaları halinde üçünün ameli de şüphesiz mizan-ı haşr'e girecektir, ama "Allah rızası" için yapılanın ağırlığı çokça fark edecektir.

Amellerimizin Değerlendirilmesinde Geçerli Olacak İlâhî Ölçüler:

إنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الارْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدَى بِهِ

 "Doğrusu inkâr edip, inkârcı olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye vermiş olsa bile, bu kabul edilmeyecektir" (Âl-i İmrân,3/ 91).

عن جابر )ر.ع( قال: قال رسولُ اللّهِ)صلعم(: إنَّ منْ أحَبِّكُمْ إلىَّ وَأقْربكُمْ مِنِّى مَجْلِساً يَوْمَ القِيَامَةِ أحَاسِنُكُمْ أخلاقاً وَإنَّ أبْغَضَكُمْ إلىَّ وَأبْعَدَكُمْ مِنِّى مَجْلِساً يَوْمَ الْقِيَامَةِ الثَّرثَارُونَ وَالمتَشَدِّقُونَ وَالمُتَفَيْهِقُونَ. قالُوا: يَا رسولَ اللّهِ، مَا المُتَفَيْهقُونَ؟ قال: المُتَكَبِّرُونَ. أخرجه الترمذى

(1676)- Hz. Câbir (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki: "Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır." (Cemaatte bulunan bâzıları): "Ey Allah'ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir?" diye sordular. "Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!" cevabını verdi." [Tirmizî, Birr 77, (2019).]

AÇIKLAMA:

1- Resûlullah (a.s), pek çok irşatlarında mü'minleri diline sâhib olmaya çağırır: "Dudakları ile bacakları arasındaki hususunda garanti verene cenneti garanti ederim"

"Allah'a ve âhirete inanan ya hayır konuşsun ya sükut etsin" gibi.

Resûlullah (a.s) bu ısrarlı uyarılarda hiçbir mübâlağaya yer vermemiştir. Zîra, Kur'ân'ın mükerrer âyetleriyle sabittir ki, âhirette kişi her ânından, her fiilinden ve dolayısıyla her bir kelâmından hesaba çekilecektir. O gün, kişinin dünyada iken ağzından çıkmış olan her söz, lehine değilse, aleyhine olacaktır. Sadedinde olduğumuz hadis de çok konuşanlara uyarıda bulunmaktadır.

Sersârun, müteşeddikûn ve mütefeyhikûn, hep ihtiyatsızca, gelişi güzel çok konuşanları ifade eden tâbirlerdir.

Dilimizde de geveze, boşboğaz, laf ebesi, dedikoducu, dilli düdük, atıp tutan, yüksekten atan gibi, bir kısmı edebî, bir kısmı mahallî pek çok tâbir vardır, hepsi de çok konuşanları ifade eder. Çok konuşan, çok konuşmayı alışkanlık haline getiren kimse, her seferinde hayır konuşamayacağına göre boş söz, gıybet, dedikodu, yalan, kaba ve müstehcen sözler, pespaye fıkralar vs. araya girecektir.

 Bunların hepsi de kıyamet günü günah kefesinde yer alacaktır. Çok konuşmaktan men hususunda  hadisin mutlak gelmesi de mânidardır.

Kısacası bu hadisler, güzel âhlak deyince öncelikle dile hâkim olmak meselesinin anlaşılması gerektiğini ders vermektedir.

2- Bazı âlimler, mezkur kelimeler arasındaki mâna farklılıklarını nazar-ı dikkate alarak, konuşma tarzlarında yasaklanmış olanlara dikkat çekmişlerdir. Bu cümleden olarak sersârun'la lüzumundan fazla konuşan gevezelerin kastedildiği, müteşeddikûn ile zoraki bir fesahat izhârı ile kendini satmaya, lügat parçalamaya, konuşma tarzı ile başkalarından ayrılmaya çalışanların ve hatta başkalarıyla istihzâ edenlerin kastedildiğini belirtirler.

İYİLİK GÜZEL AHLAKTIR; GÜNAH İÇİNİ RAHATSIZ EDENDİR

عن النوّاس بن سمعان )ر.ع( قال: سَأَلْتُ رسولَ اللّهِ )صلعم( عَنِ الِبرِّّ وَالا ثْمِ، فقَالَ: البِرُّ حُسْنُ الخُلُقِ، وَالاثْمُ: مَا حَاكَ في صَدْرِكَ وَكَرِهْتَ أنْ يَطَّلِعَ عَلَيْهِ النَّاسُ.

(1677)- Nevvâs İbnu Sem'an (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s)'a iyilik (birr) ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi:

"İyilik (birr), güzel ahlâktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının muttali olmasından korktuğun  şeydir." [Müslim, Birr 15, (2553); Tirmizî, Zühd 52, (2390).]

AÇIKLAMA:

1- İyilik diye tercüme ettiğimiz birr, Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyetlerinde yer verilen, dikkat çekilen, tarifi yapılan bir mefhumdur:

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلكِنَّ الْبِرَّ مَنْ امَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَالْمَلئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّنَ وَاتَى الْمَالَ عَلى حُبِّه ذَوِى الْقُرْبى وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينَ وَابْنَ السَّبيلِ وَالسَّائِلينَ وَفِى الرِّقَابِ وَاَقَامَ الصَّلوةَ وَاتَى الزَّكوةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرينَ فِى الْبَاْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحينَ الْبَاْسِ اُولئِكَ الَّذينَ صَدَقُوا وَاُولئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

"Birr (iyilik), yüzlerinizi doğuya, batıya çevirmeniz değildir. Fakat birr (iyilik), Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmak, O'nun sevgisiyle yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal vermek, namaz kılmak, zekât vermek ve ahitleştiklerinde vefa göstermek; zorda, darda ve savaş alanında sabretmektir..." (Bakara, 2/177).

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَىْءٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ

Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir. (Al-i İmran- 3/92)

وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ

"...Birr'de (iyilikte) ve fenâlıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemekte ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın" (Mâide, 5/2).

2- Nevevî, Müslim Şerhi'nde, ulemânın birr'den şunları anladıklarını kaydeder: "Sıla-ı rahm, lutf, hoş sohbet, iyi geçim, taat…, bunların hepsi güzel ahlâka girer.

3- Günah, "içi rahatsız eden şey" olarak târif edilmiştir. Ulemâ, bu rahatsızlığı, içteki istikrarsızlık, tereddüt ve göğsün inşirah bulamayışı, serinleyemeyişi, kalpte bir şüphe hâlinin ortaya çıkması, bu iş günah mı? korkusunun hâsıl olması diye târif etmişlerdir.Şöyle açıklayan da olmuştur: Günah, çirkinliği kalbinde tesir eden veya tereddüt hâsıl eden, çirkin olması sebebiyle izhar etmeyi istemediğin şeydir.

DERECELERİ YÜKSELTEN AMELLER

عن أبى هريرة)ر.ع(: عبدالرحمن بن صَخر الدوسى)ر.ع(  أن رسول اللّه)صلعم( قال: إذا أحْسَنَ أحَدُكُمْ إسلامَه فكلُّ حسنةٍ يعملُها تُكْتَبُ لهُ بعشرِ أمْثالِها إلى سبعمائة ضعْفٍ، وكلُّ سيئةٍ يعملها تُكتَبُ بمثلها حتى يَلقى اللّهَ تعالى  أخرجه الشيخان.

(5)- Ebu Hüreyre (r.a) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s) buyurdular ki: "Sizden biri içiyle dışıyla Müslüman olursa, yaptığı her bir hayır en az on mislinden, yedi yüz misline kadar sevabıyla yazılır. İşlediği her bir günah da sâdece misliyle yazılır. Bu hâl, Allah'a kavuşuncaya kadar böyle devam eder." (Buhârî, İman 31; Müslim, İman 205, (129)).

عن أبي هريرة )ر.ع(: أنَّ رسولَ اللّهِ )صلعم(  قالَ: أَلا أدُلُّكُمْ عَلى مَا يَمْحُو اللّهُ بِهِ الخَطَايَا، وَيَرْفَعُ بِهِ الدَّرَجَاتِ؟ قالُوا: بَلى يَا رَسولَ اللّهِ. قالَ)صلعم(: إسْبَاغُ الوُضُوءِ عَلى المَكَارِهِ، وَكَثْرَةُ الخُطَا إلى المَسَاجِدِ، وَانْتِظَارُ الصلاةِ بَعْدَ الصلاةِ، فذلكُمُ الرِّبَاط، فذلِكُمُ الرِّبَاطُ، فذلِكُمْ الرِّبَاطُ. أخرجه مسلم ومالك والترمذي والنسائي.

(3578)- Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki:

"Allah’ın hataları silmeye ve dereceleri yükseltmeye  vesile kıldığı şeyleri size söylemeyeyim mi?"

"Evet ey Allah'ın Resûlü, söyleyin!" dediler. Bunun üzerine saydı:

"Zahmetine rağmen abdesti tam almak. Mescide çok adım atmak. (Bir namazdan sonra diğer) Namazı beklemek. İşte bu ribâttır, işte bu ribâttır, işte bu ribâttır." [Müslim, Tahâret 41, (251); Muvatta, Sefer 55, (1, 161); Tirmizî, Tahâret 39, (52); Nesâî, Tahâret 106.]

عن أبى هريرة )ر.ع( قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ )صلعم(  يَوْماً: مَنْ أصْبَحَ الْيَوْمَ مِنْكُمْ صَائِماً؟ قَالَ أبُو بَكْرٍ )ر.ع(: أَنَا. قَالَ)صلعم(: فَمَنْ تَبعَ مِنْكُمُ الْيَوْمَ جَنَازَةً؟ قَالَ أبُو بَكْرٍ: أنَا قَالَ: فَمَنْ أطْعَمَ مِنْكُمُ الْيَوْمَ مِسْكِيناً؟ قَالَ أبُو بَكْرٍ: أنَا قَالَ: فَمَنْ عَادَ مِنْكُمُ الْيَوْمَ مَرِيضاً؟ قَالَ أبُو بَكْرٍ: أنَا. قَالَ )صلعم(  مَا اجْتَمَعْنَ في رَجُلٍ إلا َّدَخَلَ الْجَنَّةَ. أخرجه مسلم .

(4673)- Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) bir gün:

"Bugün sizden kim oruçlu olarak sabahladı?" diye sordular. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh): "Ben!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Bugün kim bir cenazeye katıldı?" dedi. Yine Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh): "Ben!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Bugün kim bir hastayı ziyaret etti?" dedi. Bu sefer de Hz. Ebu Bekir: "Ben!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Bunlar bir kimsede biraraya geldi mi, o kimse mutlaka cennete girer!" buyurdu." [Müslim, Zekat 87, (1028).]

عن أبى هريرة )ر.ع( قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ)صلعم(: سَبْعَة يُظِلُّهُم اللّهُ في ظِلِّّهِ يَوْمَ لاَظِلَّ إلا َّ ظِلُّهُ: إمَامٌ عَادِلٌ، وَشَابٌّ نَشَأ في عِبَادَةِ اللّهِ، وَرَجُلٌ قَلْبُهُ مُعَلَّقٌ بِالْمَسْجِدِ حَتّى يَعُودَ إلَيْهِ، وَرَجلانِ تَحَابّا في اللّهِ، اجْتَمَعَا عَلى ذلِكَ وَتَفَرَّقَا عَلَيْهِ، وَرَجُلٌ دَعَتْهُ امْرأة ذَاتُ مَنْصِبٍ وَجَمَالٍ فقَالَ: إنِّى أخَافُ اللّهَ، وَرَجُلٌ تَصَدَّقَ بِصَدَقَةٍ فأخْفَاهَا حَتّىلاتَعْلَمَ شِمَالهُ مَا تُنْفِقُ يَمِينُهُ، وَرَجُلٌ ذَكَرَ اللّه خَالِياً ففَاضَتْ عَيْنَاهُ. أخرجه الستة إ أبا داود

.(4679)- Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki:

"Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler:

* Adil imam,

* Allah'a ibadet içinde yetişen genç,

* Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse,

* Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için biraraya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,

* Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde: "Ben Allah'tan korkarım" de(yip icabet etmey)en kimse,

* Sağ eliyle verdiğini sol eli görmeyecek kadar gizli bir şekilde sadaka veren kimse,

* Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse." [Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikâk 24, Hudûd 19; Müslim 91, (1031); Muvatta 14, (952, 953); Tirmizî, Zühd 53, (2392); Nesâî, Kudât 2, (8, 222, 223).]

عن أبي هريرة )ر.ع( قال: سُئِلَ رَسُولُ اللّهِ )صلعم(  عَنْ أكْثَرِ مَا يُدْخِلُ النَّاسَ النَّارَ؟ قَالَ: الْفَمُ، وَالْفَرْجُ؛ وَسُئِلَ عَنْ أكْثَرَ مَا يُدْخِلُ النَّاسَ الْجَنَّةَ؟ قَالَ: تَقْوَى اللّهِ وَحُسْنُ الْخُلُقِ.

(5852)- Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s)'dan ateşe insanları en çok atan şeyin ne olduğu soruldu:

"Ağız ve ferc!" buyurdular. En çok neyin insanları cennete soktuğundan sordular:

"Allah'a takva ve güzel ahlak!" buyurdular." [Tirmizî, Birr 62, (2005).]

عن أبى بكرة )ر.ع( قال: سُئِلَ رَسُولُ اللّهِ)صلعم(: أىُّ النَّاسِ خَيْرٌ؟ قَالَ: مَنْ طَالَ عُمُرُهُ وَحَسُنَ عَمَلُهُ؛ قِيلَ: فأيُّ النَّاسِ شَرٌّ؟ قَالَ: مَنْ طَالَ عُمْرُهُ وَسَاءَ عَمَلُهُ. أخرجه الترمذي .

(5855)- Hz. Ebu Bekre (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s)'a "Hangi insan daha hayırlıdır?" diye sorulmuştu:

"Ömrü uzun, ameli de güzel olandır" buyurdular."

"Öyleyse insanların kötüsü kimdir?"  diye soruldu:

"Ömrü uzun, ameli kötü olandır!" buyurdular." [Tirmizî, Zühd 22, (2331).]

عن أبي هريرة )ر.ع( قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ)صلعم(: أَلا أخْبِرُكُمْ بِخَيْرِكُمْ مِنْ شَرِّكُمْ؟ ثَلاثَ مَرَّاتٍ. قَالُوا: بَلى، قَالَ)صلعم(: خَيْرُكُمْ مَنْ يُرجَى خَيْرُهُ وَيُؤْمَنُ شَرُّهُ، وَشَرُّكُمْ مَنْ لايُرْجَى خَيْرُهُ وَلايُؤْمَنُ شَرُّهُ[. أخرجه الترمذي.

(5856)- Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) (bir gün):

"Size en hayırlınız ve en şerliniz kim olduğunu haber vermeyeyim mi?"  buyurdular ve bunu üç kere tekrar ettiler. Cemaat: "Evet, haber veriniz!" dedi.

"En hayırlınız, kendisinden hayır  umulan ve şerri dokunmayacağı hususunda  emin olunandır; en şerliniz  de kendisinden hayır ümit edilmeyen ve şerrinden de emin olunmaya kimsedir." [Tirmizî, Fiten, 76, (2264).]

عن سهل بن سعد )ر.ع( قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ)صلعم(: مَنْ يَضْمَنْ لِي مَا بَيْنَ لحِْيَيْهِ وَمَا بَيْنَ رِجْلَيْهِ أضْمَنْ لَهُ الْجَنَّةَ[. أخرجه الترمذي

(5878)- Sehl İbnu Sa'd (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki:  Kim bana çeneleri ile bacakları arasındaki şeyler hususunda garanti verirse, ben de ona cennet hususunda garanti veririm." [Buharî, Rikak 23, Hudud 19; Tirmizî, Zühd 61, (2410).]

عن أبي هريرة )ر.ع( قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ )صلعم(  يَوْما ِلاَصْحَابِهِ: مَنْ يَأخُذُ هذِهِ الْكَلِمَاتِ فَيَعْمَلَ بِهِنَّ أوْ يُعَلِّمَ مَنْ يَعْمَلُ بِهِنَّ؟ قُلْتُ: أنَا يَا رَسُولَ اللّهِ، فأخذَ بِيَدِى فَعَدَّ خَمْساً. قَالَ)صلعم(: اتَّقِ الْمَحَارِمَ تَكُنْ أعْبَدَ النَّاسِ، وَاَرْضَ بِمَا قَسَمَ اللّهُ لَكَ تَكُنْ أغْنَى النَّاسِ، وَأحْسِنْ إلى جَارِكَ تَكُنْ مُؤْمِناً، وَأحِبَّ لِلنَّاسِ مَا تُحِبُّ لِنَفْسَكَ تَكُنْ مُسْلِماً، وَلاَ تُكْثِرِ الضَّحِكَ فَإنَّ كَثْرَةَ الضَحِكِ تُمِيتُ الْقَلْبَ. أخرجه الترمذي .

(5837)- Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Bir gün, Rasulullah (a.s) ashabına: "Şu kelimeleri kim [benden] alıp onlarla amel edecek ve onlarla amel edecek olana  öğretecek?"  buyurdular. Ben hemen  atılıp:

"Ben! Ey Allah'ın Rasulü!" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm elimden tuttu ve beş şey saydı:

* Haramlardan sakın, Allah'ın en abid kulu ol!

* Allah'ın sana ayırdığına razı ol, insanların en zengini ol!

* Komşuna ihsanda bulun, mü'min ol.

* Kendin için istediğini başkaları için de iste, Müslüman ol!

* Fazla gülme. Çünkü fazla gülmek kalbi öldürür." [Tirmizî, Zühd 2, (2306); İbnu Mace, Zühd 24, (4217).]

عن علي )ر.ع( قال: وَجَدْنَا عَلى قَائِمِ سَيْفِ رَسُولِ اللّهِ)صلعم(: أعْفُ عَمَّنْ ظَلَمَكَ، وَصِلْ مَنْ قَطَعَكَ، وَأحْسِنْ إلى مَنْ أسَاءَ إلَيْكَ، وَقُلْ الْحَقَّ وَلَوْ عَلى نَفْسِكَ. أخرجه رزين

(5839)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kılıncının kabzasında şu ibareyi bulduk:

"Sana zulmedeni affet. Sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap! Aleyhine de olsa hakkı söyle!" [Rezin tahric etmiştir. K.Sitte Muhtasarı, c.16, s.317]

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Not: K. Sitte Muhtasarı "Hulk" bölümünden değişiklikler yapılarak hazırlanmıştır.


 


* BENZER KONULAR

Salih Kul Olmanın Yolu Kur’ân ve Sünnet’tir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:42:10 ÖÖ]


Ahd ve Ahdin Gereği Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:37:16 ÖÖ]


İman Amel ve Salih Amel Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:29:54 ÖÖ]


Peygamberimizin Ticari Muamelelerle İlgili Tavsiyeleri Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:20:53 ÖÖ]


Sağlık ve Afiyet Nimeti Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:04:27 ÖÖ]


Saadet Asrı Adanmış Hayatlar Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:10:20 ÖÖ]


İhsan ve Tefekkür Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:03:23 ÖÖ]


Takva ve Muttaki Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:58:21 ÖÖ]


Tam bir teslimiyet Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:53:57 ÖÖ]


İman ve Mü’min Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:43:37 ÖÖ]


Evlilikte Amaç Ne Olmalı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:39 ÖÖ]


En Şiddetli Düşman Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:02:48 ÖÖ]


Komşu Komşunun Külüne Muhtaç Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:53:30 ÖÖ]


Yaratılış Gâyemiz İbâdettir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:45:12 ÖÖ]


Rıfat Kaynak - Single Eserleri 320 + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 22, 2024, 06:32:12 ÖS]


Diyetisyen Gözüyle Hamileliğe Hazır Mısınız Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 06:18:47 ÖS]


Peygamber’le Birlikte Yaşamak İçin Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 06:10:25 ÖS]


Yetimin Duyguları Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 05:46:08 ÖS]


Ölüm Var Ölümden Ölüme Fark Var Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 05:41:21 ÖS]


Nefis Mücadelesi Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 05:36:00 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41