Gönderen Konu: !!!!!!!!! DOĞRULUK+ DOĞRULUK VE GÜVENİRLİK  (Okunma sayısı 157 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
!!!!!!!!! DOĞRULUK+ DOĞRULUK VE GÜVENİRLİK
« : Ekim 24, 2020, 07:08:55 ÖÖ »
DOĞRULUK

 Fertler arasında karşılıklı güveni sağlayan, toplumun düzenli bir şekilde huzur ve güven içinde devamını temin eden en önemli manevi değerlerden birisi doğruluktur.

Kâinâtın Rabbi sevgili Peygamber’ine hitaben:

  "...فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ..."

“Sana emredildiği gibi dosdoğru ol!” (Hûd sûresi 11/112) buyurarak doğruluğun ölçüsünün kendi emirleri ve yasaklarına göre belirlenmesi gereğine işaret etmiştir. Sevgili Peygamberimiz:

 “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı” buyurarak , söz konusu ayetteki sözünde ve özünde doğru olmak prensibine, tüm insanlığın dikkatini çekmiştir. [1]

Allah Teâlâ dosdoğru olma emrini sadece Resûlüne değil onun ümmetine de vermiş ve Kur’an-ı Kerîm’de :

  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ

“Ey inananlar! Allahtan sakının ve doğrularla beraber olun” (Tevbe,9/119) buyurmuş, adına sırât-ı müstakîm dediği o dümdüz yolda bütün kullarının dikkatlice yürümesini istemiştir.

Ayette geçen “ıttekullahe” emri dünyada ve ahirette insana zarar verebilecek olan şirk, küfür, nifak, içki kumar, zina, hırsızlık, yalan, yalancı şahitlik, insan öldürme ve ibadetleri terk etme gibi her türlü günah, kötülük ve zulüm olan söz, fiil ve davranışları terk ederek korunmak, Allah’ın rızası, sevgi ve merhametini kaybetmemek ve O’nun azabından sakınmak için tedbir almak anlamlarındadır.

“Kûnû ma’as-sadıkîn” emriyle yüce Allah, söz eylem ve davranışlarda doğru olmamızı, dürüst ve iyi insanlarla birlikte olmamızı, iyilerle doğrularla oturup kalkmamızı, onlarla hemhal olmamızı, yalandan, sahtekarlıktan uzak durmamızı, kötü ve yalancı insanlarla birlikte olmamamızı istemektedir.

Nitekim Ahzab suresinin 70 ve 71. ayetlerinde :

  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا

  يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resülüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” Buyurulmaktadır.

Bu ayet-i kerime açık bir şekilde müslümanın doğru sözlü ve dürüst, özü ile sözünün aynı olmasını emretmektedir.

İnsana sadâkat yakışır görse de ikrah

   Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah (Ziya Paşa

Doğruluk, insanın inanç, söz ve davranışlarındaki samimiyetin en bariz bir göstergesi ve ölçüsüdür.

ـ وَعَنْ سُفيَان بن عبداللّه الثقَفِى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قَالَ ]قُلْتُ: يَا رسُولَ اللّهِ قُلْ لِى في اﻹﺴْﻼمِ قَوًْﻻﻻ أسألُ عنهُ أحداً بعدَكَ. قَالَ قلْ: آمَنتُ بِاللّهِ تَعَالى ثم استقِمْ.

Ashâb-ı kirâmdan Süfyân ibni Abdullah es-Sekafî birgün Peygamberimize gelerek:

- Yâ Resûlallah! Bana müslümanlığı öyle tarif et ki, onu artık bir başkasına sorma ihtiyacını duymayayım, dedi. Peygamberimiz, ona:

-Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol, buyurdu.

 (Müslim, Îman, 62; Müsned, III, 413; 385.)

Demek ki müslüman dürüst olmalıdır. Sözünde, özünde, işinde, gidişinde, davranışında, tutumunda, kısacası hem Allah ile olan sözleşmesinde yani iman ve ibadetinde hem de Allah’ın kullarıyla yaptığı antlaşmasında yani alım satım gibi konularda dosdoğru olmalıdır.

Dosdoğru olmak elbette kolay değildir. Bize düşen elden geldiğince doğru olmaya çalışmaktır. Kıldığımız namazların her rekâtında Mevlâmıza

اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيم َ"

 “Bizi dosdoğru yola ilet!” diye yalvarmamızın sebebi, doğru yoldan ayrılmayı hiç istemediğimizi, hep doğru yolda yürümeyi arzu ettiğimizi O’na göstermek ve bu konuda O’nun yardımını niyâz etmektir.

Doğruluk ve dürüstlük insan olmanın ge­reğidir. İnsanca yaşamanın zorunluluğudur. Doğ­­­ru ve dürüst olmayan insan önce kendisini, son­ra muhatabını aldatır.

Allah-u Tealâ şöyle buyurur:

وَيْلٌ لِّلْمُطَفِّفِينَ الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُواْ عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ

  وَإِذَا كَالُوهُمْ أَو وَّزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ

“ Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar. Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar.” (Mutaffifin,83/1-3.)

Allahımız doğru ölçüp tartmayı tavsiye ederken, maaalesef günümüzde doğruluk ve dürüstlükten ayrılarak müşteriyi aldatan, sağlam ve kullanışlı olmayan bir malı ona satanlara rastlamak mümkündür.

Bir gün çarşıda dolaşırken bir yiyecek yığınının önünde duran Peygamberimiz, elini yiyecek maddesinin içine daldırır.  Parmağına bir ıslaklık değer. “Nedir bu?” diye satıcıya sorar. Mal sahibi: Ya Rasulallah! Yağmur yağmıştı, ondan ıslanmış olacak, deyince, Peygamberimiz, Neden o ıslak tarafı herkesin görebileceği şekilde üste koymadın? diye azarladıktan sonra:

مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا  “ Bizi aldatan bizden değildir.” buyurur (Müslim, İman,45; Ebû Dâvûd, Büyu,50; Tirmizî, Büyû, 72.) ve  kusurlu bir malı,ayıbını

söylemeden satmanın bir müslümana helâl olmayacağını kesin bir dille belirtir.

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

اضمنوا لي ستّاً من أنفسكم أضمن لكم

الجنة: اصدُقُوا إذا حدَّثتم، وأوفوا إذا وعدتم، وأدوا إذا ائتُمِنْتُم، واحفظوا فروجكم، وغضُّوا أبصاركم، وكفوا أيديكم"

Bana altı konuda söz veriniz,ben de size cenneti kefil olayım:

1 - Konuştuğunuzda doğru söyleyiniz.

2 - Söz ver­diğinizde yerine getiriniz.

3 - Size ema­net olun­du­ğunda, muhafaza  ediniz,  (güven duyuldu­ğun­da güvene lâyık olunuz.)

4 - İffetli ve namuslu olunuz, zina  etmeyiniz. 

5 - Bakmaya,  görmeye hakkınız olmayan şeylere gözlerinizi kapatınız.

6 - Elinizi (haramdan uzak) tutunuz, (haram ye­me­yiniz, yedirtmeyiniz,

 kimseye zarar verme­yi­niz.) (Müsned, V, 323;250 Hadis, s. 39)

Doğruluk, kendine, en ya­­­­­kın­la­rına ve üzerinde hakkı olanlara rağmen doğ­ru­yu söy­leyebilmektir.

Hacı Bektaşi Veli: “Doğruluk dost kapısıdır. Doğ­ruluk yüz aklığıdır.” demiştir.

Zi­ya Pa­şa:

 “İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah,

  Yar­dımcısıdır doğruların Hazreti Allah.” demiştir.

Doğruluk, Allah ve peygamberlerin sıfatlarındandır. Şu ayet bu gerçeği ifade etmektedir:

" ... قُلْ صَدَقَ اللّهُ ..."

”De ki: Allah doğru söylemiştir…” (Al-i İmran,3/95)

  اللّهُ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا

“Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Andolsun sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?” (Nisa: 4/87)

Doğrulukta Peygamberler bize örnektirler. Nitekim Yüce Allah:

  وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا

“Kitapta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.” (Meryem,19/41) buyurmuştur.

Peygamberimiz, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S), peygamber olmadan önce de özü ve sözü doğru bir insandı. Mekke’de en güvenilir şahsiyet olması sebebiyle ona Muhammedü’l-emîn derlerdi. Kendisine güvenilir, iti­mat edilir anlamında “emîn” vasfını vermişlerdi.[2]

İslâm’ın ilk günlerinde Peygamberimiz, Mekke­lileri Kubeys Tepesi’ne çağırdığında: “Şâyet ben sizlere şu tepenin ardında, şehri istila etmek is­teyen bir düşman ordusu gelip karargâh kurmuş de­sem, bana inanır mısınız?” diye sordu. Onlar: “Sen asla ya­lan söylemezsin. Senin söyleyeceğin her şe­ye inanırız.” dediler. Bunu söyleyenler ara­sın­da Ebu Leheb ve Ebu Cehil bile vardı.[3]

Bizans imparatoru Herakliyus ile Ebû Süfyân arasında geçen konuşmayı hatırlayalım. Hani Herakliyus Kudüs’te bulunduğu günlerde Peygamber Efendimiz’den bir mektup almıştı. Resûlullah bu mektupta onu İslâm’a davet ediyordu. Herakliyus Peygamber olduğunu söyleyen bu zât hakkında bilgi toplamak istedi. Adamlarına, “Onu tanıyanlardan kimi bulursanız getirin” diye emretti. İşte o günlerde Mekke’nin tanınmış tâcirlerinden Ebû Süfyân bir ticaret kafilesiyle Suriye’ye gitmekteydi. İmparatorun adamları onu ve yanınki tüccarları alıp Bizans kıralının huzuruna çıkardılar. Kral,

فَقَالَ هِرَقْلُ: هَلْ هُنَا أحَدٌ مِنْ قَوْمِ هذَا الرَّجُلِ الّذِى يَزْعُمُ أنَّهُ نَبِيُّ؟

“Kendini peygamber zanneden bu zâta soyca en yakın olan hanginizdir?” diye sordu. Ona Ebû Süfyan’ı gösterdiler. Kral onunla konuşmaya başladı. O günlerde Ebû Süfyân daha müslüman olmamıştı. Herakliyus’un Hz. Peygamber hakkında kendisine sorduğu sorulara istemeye istemeye doğru cevap vermek zorunda kaldı. Resûl-i Ekrem’in sözünden asla dönmediğini, kimseye haksızlık etmediğini belirtti. Müslümanlara doğruluğu tavsiye ettiğini, iffetli yaşamayı, verilen sözün mutlaka yerine getirmeyi, emanete riâyet etmeyi emrettiğini söyledi .

Ve işte mektubun tesirinden sonra, henüz müslümanların en amansız düşmanı olan Ebu Süfyan’dan aldığı bu cevaplarla çarpılan Hirakl, kendini tutamayarak şöyle dedi:

َ فَعَرَفْتُ أنَّهُ لَمْ يَكُنْ لِيَدَعَ الْكَذِبَ على النَّاسِ وَيَكْذِبَ عَلى اللّهِ تعالى،

“Böylece anladım ki o, ne  insanlara ne de Allah'a yalan söyleyecek biri değildir. “

-Bir insanın bunca zaman, insanlara yalan söylemekten kaçınıp da Allah’a karşı yalan söylemesi düşünülemez. (Buharî, Bed'ü'l-Vahy 1, İman 37, Şehadat 28, Cihad 11, 99, 102, 122, Cizye 13, Tefsir Al-i İmran 4, Edeb 8, İsti'zan 24, Ahkam 40; Müslim, Cihad 73, (1773); Tirmizî, İsti'zan 24, (2718).]

Evet, Resûlullah’ın hayatı baştan sona doğruluk ve güven örnekleriyle doludur.

Efendimiz’in Hira’da Cebrâil aleyhisselâm ile ilk karşılaştığı ve “Oku!” diye başlayan ilk vahyi aldığı gündü. O gün olup bitenler, ilk defa gördüğü, korkup endişelendiği, derin heyecan duyduğu olaylar onu çok yormuş, pek üzmüştü. Dağdan ayrılıp evine döndü, yatağına uzandı, Hz. Hatice’ye üstünü iyice örtmesini söyledi. Tirtir titriyordu. Heyecanı hafifleyince sevgili hayat arkadaşına duyduğu endişeleri anlattı:

وقَالَ: لَقَدْ خَشِيْتُ عَلى نَفْسِي. قَالَتْ لَهُ خَدِيجَةُ: ×ý فَوَاللّهِ مَا يُخْزِيكَ اللّهُ أبَداً، إنَّكَ لَتَصِلُ الرَّحِمَ، وَتَصْدُقُ الْحَدِيثَ، وَتَحْمِلُ الْكَلَّ، وَتُكْسِبُ الْمَعْدُومَ، وَتَقْرِي الضَّيْفَ، وَتُعِي عَلى نَوَائِبِ الْحَقِّ،

- Kendimden korktum. Bana neler oluyor, Hatice? diye sordu. Mü’minlerin annesi, zulüm çağında nerdeyse insanların büsbütün unuttuğu şu üstün vasıflarını hatırlatarak onu teselli etti:

- Allah’a yemin ederim ki, O seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabanı koruyup gözetirsin. Konuştuğun zaman dosdoğru konuşursun. İşini görmekten âciz olanlara yardım edersin. Fakirlerin elinden tutarsın. Misafiri ağırlarsın. Haksızlığa uğrayan kimselere arka çıkarsın. “ [Buharî, Bed'ü'l-Vahy, Enbiya 21, Tefsir, Alak Tabir 1; Müslim, İman 252, (160); Tirmizî, Menakıb 13, (3636).]

Işte sevgili Peygamberimiz, Hz. Ali’nin de dediği gibi “İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine de en vefalısı idi.[4]

O hep doğru olarak yaşadığı gibi ümmetine de dâima doğruluğu tavsiye etmiş,

قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى الْبِرِّ، وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إِلَى الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الرَّجُلُ لَيَصْدُقُ، وَيَتَحَرَّى الصِّدْقَ حَتَّى  يِكْتَبَ عِنْدَ اللّهِ صِدِّيقَا، وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ، وَإِنَّ الْفُجُورِ يَهْدِي إِلَى النَّارِ، وَإِنَّ الرَّجُلُ لَيَكْذِبَ وَيَتَحَرَّى الْكَذِبَ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللّهِ كَذَّابَا.

İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sıdk (doğruluk) insanı birr'e (Allah'ı razı, edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde sıddîk (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir." [Buharî, Edeb 69; Müslim, Birr 102, 103, (2606, 2607); Muvatta, Kelam 16, (2, 989); Ebu Dâvud, Edeb 88, (4989); Tirmizî, Birr 46, (1972).]  buyur­muş­tur.

Diyarbekirli Said Paşa sesleniyor:

“ Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni,

  Hilekarlık eyleme, kimse dolandırmaz seni.

  Korkma kafirden ateş olsa yandırmaz seni,

  Müstakim ol, Hazreti Allah utandırmaz seni.”

Yalanın,hilenin sahtekarlığın, aldatmanın her türlüsüne ve en ufağına göz yummadan çevremizde ve şahsımızda doğruluk ve dürüstlüğü hakim kılmaya çalışalım.

Mevlâm bizi doğruluktan, doğru yolda olmaktan ayırmasın!...

Hikaye:

DOĞRU YOLDAN AYRILMAMAK

Aylaklıktan, başıboşluktan usanan, bunun çıkar yol olmadığını anlayıp doğru yola gelmeye karar veren mirasyedi bir adam, ülkesinin kralına çıkıp, doğruluktan ayrılmadan, dürüstçe yaşamak için kendisine bir yol göstermesini istedi Kral adama ağzına kadar dolu bir fıçı zeytinyağı verdi Bunu tek bir damla bile dökmeden şehrin bir ucundan öbür ucuna götürmesini, bir damla dahi döktüğü takdirde hemen orada boynunun vurulacağını söyledi Yanına da kontrol için yalın kılıç iki gözcü verdi Adam fıçıyı kralın buyruğuna uygun şekilde, bütün gücünü, dikkat ve zekasını kullanarak bir damla bile dökmeden şehrin bir başından öbürüne götürdü Sonra geri dönüp kralın huzuruna yeniden çıktı Verilen görevi eksiksiz yerine getirdiğini söyledi Kral adama sordu:

- Şehirde ne gördün, neye şahit oldun?

O gün şehirde pazar kurulduğu, her yanın iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık olduğu bir gündü Buna rağmen adam şu cevabı verdi

- Efendimiz, ucunda can kaygısı da bulunduğundan fıçıdaki yağı dökmemek için öylesine bir dikkat içindeydim ki, bir an bile gözümü fıçıdan ayırıp çevreye bakamadım Bu nedenle ne kimseyi gördüm, ne de bir olaya şahit oldum

Kral bu dersten sonra gönül rahatlığı ile tavsiyesini yaptı:

- işte, yaptığın her işte, sana verilen her vazifede böyle dikkatli olur, kendini işine verirsen, Allah'ın her an seni kontrol ettiğini de aklından çıkarmazsan, hiç bir zaman doğru yoldan ayrılmazsın.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hûd, 11/112; Şûrâ, 42/15; Tirmizî, Tefsîr 57.

[2] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Kahire 1955, I,209; Müsned,III,425.

[3] Buhârî, Tefsir, 26/2;; Müslim, Îman, 355.

[4] İbni Hişam,age., II, 43.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: DOĞRULUK VE GÜVENİRLİK
« Yanıtla #1 : Ekim 24, 2020, 07:16:58 ÖÖ »
DOĞRULUK VE GÜVENİRLİK

Kurtuluş Doğrulukta ve Güvenilirliktedir

Toplum fertlerinin birbirleriyle ilişkileri doğruluk ve dürüstlük gibi evrensel ahlâkî ilkeler ve erdemler çerçevesinde şekillendiğinde, Hz. Peygamber (s.a.s)’in uyarısındaki bu güvensizlik ortamı giderilmiş ve ideal bir toplum örneği ortaya konmuş olur.

Fertler arasında karşılıklı güveni sağlayan, toplumun huzur içinde devamını temin eden en önemli manevî değerlerden birisi doğruluktur.

Doğruluk, geçmiş ve geleceği içine almak üzere; konuşmada, bir olayı ya da bir haberi başkalarına aktarmada, verdiği sözü yerine getirmede doğru olmayı ifade eden önemli bir kavramdır. (el-İsfehani, el-Müfredat, Kahire, 1961, s.277)

Mevlânâ’nın, “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözünde ifadesini bulduğu şekliyle insanın daima içi ile dışının bir olması hâlidir.

Kur’an-ı Kerim’de doğruluk, temel olarak “sıdk” kelimesinde bulur. Bunun yanında, “hakk”, “istikamet”, “birr”, “hidayet” vb. kelimeler de doğruluk anlamında kullanılmıştır. (Doğruluk ve hak kavramının tahlili için bkz. İzutsu, T, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, (Terc. Selahattin Ayaz) İstanbul, ts., s. 140-141) Sadece “sıdk” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 155 yerde kullanılmıştır. Bu sayıya “sıdk” anlamına gelen diğer kelimeleri de kattığımızda doğruluğu ifade eden kelimelerin son derece yaygın olarak kullanıldığı görülecektir. Doğruluğun zıddı olan yalan/kizb kelimesi ise -müradifleri hariç- Kur’an’da tam 282 yerde geçer. (M. Fuad Abdulbaki, el-Mu’cem, S.D.K. ve K.Z.B. mad.)

Evrensel ahlâk anlayışında olduğu gibi, İslâm ahlâkında da doğruluk ve dürüstlük, insan onurunun ve sağlıklı bir toplum yapısının vazgeçilmez şartlarından biri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla doğruluk, gerek fert, gerekse toplum için zorunlu olan ahlâkî niteliklerin tamamını kendinde toplar.

İslâm inancının ve dünya görüşünün genel adı tevhittir. Bu yüzden İslâm, gücünü imandan alan, bütün hayatı ve insanları kuşatan mükemmel bir ahlâk sistemi getirmiştir. Ana çizgileri Kuran ve sünnet tarafından belirlenen bu sistemin iki temel şartı vardır. Bunlardan ilki, yüksek değerlere tam olarak inanmak, ikincisi de, inanılan değerleri doğru biçimde uygulamaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ  كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ

"Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfke ile karşılanır." (Saf 61/2-3)

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو (ر عنهما) عَنِ النَّبِىِّ (صعلم) قَالَ « الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ ُ »

Abdullah b. Amr'den: Efendimiz (as) şöyle buyurmuştur: "Müslüman, (diğer) müslümanların dilinden ve elinden emin olup selamette bulunduğu kimsedir… (Buhari, İman, 10)

Hayatın bütün alanlarında aranan ve uygulanması gereken yüksek değerlerden biri de doğruluktur. Din ve dünya işlerinin tamamında doğru olmak ise, İslâm'a bağlı kalmakla mümkündür.

En İyi Mihenk Taşı

İslâmi kaynaklarda, doğruluğu ifade etmek için çeşitli kelimeler kullanılır. Ancak bunlardan en yaygın ve meşhur olanları sıdk ve istikâmet kavramlarıdır. Bu iki kavram, "doğru, düzgün ve güzel davranıp kıvama ermek, dürüst ve temiz kalpli olmak, dinin doğruluk ve değer ölçülerine uygun şekilde davranmak (Bkz. Ragıp el-İsfehâni, el-Müfredât, s.478-480, 692) gibi anlamlara gelmektedir. Bunun için, düşünce, söz ve davranışlarda hak ölçüsünü aşmamaya, söylenen söze yalan, yapılan işe de hile katmamaya doğruluk denir.

1- Doğruluk, Allah'ın Sıfatlarının En Büyüklerindendir

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا

"Allah, O'ndan tapılacak yoktur, ancak O vardır. Andolsun O, sizi olacağında şüphe olmayan kıyamet gününde toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" (Bkz. Nisa 4/87,122)

2- Doğruluk, Peygamberlerin Sıfatlarındandır

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

"Eyvah başımıza gelenlere! Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı? O Rahman'ın va'd buyurduğu işte buymuş. Gönderilen peygamberler doğru söylemişler derler." (Bkz. Yasin 36/52)

Peygamberlerde mutlaka bulunması gereken niteliklerden birisi de doğruluktur. (Taftazani, Haşiyetü’l-Kestelli, İst. 1970, s.170) Çünkü insanlar doğru söylemeyen bir peygambere güvenemez. Bu nedenle hiçbir elçinin, herhangi bir surette gerçeğe ters düşen bir söz söylediği tespit edilmemiştir.

Henüz peygamberlik ile görevlendirilmeden önce Mekkelilerin Hz. Peygamber (s.a.s)’i, “el-Emin” sıfatı ile çağırdıkları hemen herkesin malumudur. O dönemde Ka’be’nin tamiri esnasında Hacer-i Esved’in yerine konması hususunda yaşanan tartışma, Hz. Peygamber’in hakemliği ile son bulmuştur. (Müslim, Fezail 57; İbn Hişam, Sire 4/135)

Dost-düşman herkesin güven ve takdirini kazanan Sevgili Peygamberimizin bu başarısındaki en önemli etken, onun bütün hayatına yansıyan dürüstlük ve güvenilirliğinden kaynaklanmaktaydı. Nitekim kendisinden güzel bir nasihat isteyen kişiye Hz. Peygamber: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurmuştur.

عَنْ سُفْيَانَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ الثَّقَفِىِّ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ قُلْ لِى فِى الإِسْلاَمِ قَوْلاً لاَ أَسْأَلُ عَنْهُ أَحَدًا بَعْدَكَ - وَفِى حَدِيثِ أَبِى أُسَامَةَ غَيْرَكَ - قَالَ « قُلْ آمَنْتُ بِاللَّهِ فَاسْتَقِمْ ».

Süfyan es-Sekafiden: Ey Allah'ın Rasülü İslam'da bana (yapacağım, yapıp da kurtuluşa ereceğim) ondan başka da sizden bir şey sorup istemeyeceğim bir söz söyle dedim. O da ; " Allah'a inandım de dosdoğru ol" buyurdu. (Müslim, İman, 13, 62; Müsned, III/413)

Yine, peygamberliğine inanmadığı hâlde Hz. Peygamber (s.a.s.)’in doğru sözlülüğünü ve güvenilirliğini itiraf etmek zorunda kalan Ebu Süfyan’a, Roma imparatoru Hirakl (Hireklius)’in verdiği cevap, tarihî belge niteliğindedir: “Bir kişinin bunca zaman insanlara yalan söylemekten kaçınıp da kırk yaşından sonra Allah’a karşı yalan söylemesi düşünülemez” (Müslim, Cihat, 78)

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا

"Kitapta İbrahim'i de an, çünkü o, dosdoğru biri, bir peygamberdi." (Meryem 19/41)

3- Kur’an-ı Kerim’in Bir İsmi de Sıdktır:

فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَذَبَ عَلَى اللَّهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ إِذْ جَاءهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ

“Kendisine gelen gerçeği/sıdkı (Kur’an’ı) yalan sayandan daha zalim kimdir?” (Zümer, 39/32; Ayrıca bkz. Saffat, 37; Zümer, 33)

4- Doğruluk, Müminlerin En Önemli Özelliklerindendir

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيراً وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

"Bütün müslüman erkekler, müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, doğruluk yapan erkekler, doğruluk yapan kadınlar… yok mu, işte bunlara Allah bir bağışlama ve büyük bir mükafat hazırlamıştır." (Ahzab 33/35)

Kur'an'da Tebük savaşına katılamayan üç sahabeden bahsedilmektedir. Rivayete göre bu üç sahabe, geçerli hiçbir mazeretleri olmamasına rağmen, Tebük savaşına katılmamışlardır. Hz. Peygamber (s.a.s), savaştan sonra ordusuyla Medine’ye döndüğünde, savaşa katılmayan münafıklar kendilerini haklı çıkaracak mazeretlere ve yalanlara başvurmuşlardır. Oysa bu sahabeler, hiçbir yalana ve mazerete başvurmadan hatalı olduklarını, günah işlediklerini, Allah’ın ve Rasûlünün kendileri hakkındaki hükmü beklediklerini açık yüreklilikle belirtmişlerdir. Bu doğru sözlülüklerinin sonucu olarak Allah, kendilerini affetmiştir. (Buhari, Vesaya, 16, Cihad, 103; Müslim, Tevbe, 53; Tirmizi, Tefsir, Berae)

Bunun için, İslâmi ve insani hayatın tek ölçüsü ve güvencesi doğruluktur. O, hayatı İslâm'a uygun şekilde yaşamak, kulluk yolunda Kuran'ın irşadı ile yürümektir.

Doğruluğun zıddı yalancılıktır. Yalancılığın dayandığı temel ilke ise, zulümdür.

Zulüm, haktan ve doğruluktan sapmak, adalete aykırı davranıp haksızlık yapmaktır. O, dünyada mazlumu, ahirette de zalimi yakan bir ateştir.

Şu halde mümin, Allah'ın buyurduğu gibi dosdoğru olmalı, Allah'la ve diğer insanlarla olan ilişkilerinde doğruluktan ayrılmamalı, yalancılara da iltifat etmemelidir.

Şunu da belirtelim ki, sadece fikrin ve inancın doğru olması yetmez; ayrıca doğru inanç ve düşüncenin pratiğe yansıması ve yürürlüğe konulması da gerekir.

İşte doğruluk, inancın kişiliğe mal edilip edilmediğinin ve ruh besini haline gelip gelmediğinin en iyi mihenk taşıdır.

Aşağıdaki ayette, doğru kişiler, peygamberlik makamından hemen sonra sıralanmışlardır:

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا

“Kim Allah’a ve Rasul’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa, 4/69)

Farz olan infak (zekât) ile nafile infak, “sadaka” kelimesiyle tanımlanmıştır. Bu durum, “sadaka” kelimesinin, sıdk kelimesinden türemiş ve doğrulukla ilgili bir kavram olduğunu gösterir. (El-İsfehani, age. s. 277)

İnsan malından belli bir miktarı, verilmesi istenen ve gereken yerlere vermekle, Allah’a inanıp onun emirlerini tasdik ettiğini ortaya koymuş olur. (Ayetler için bkz. Hadid, 18; Yusuf, 88; Kıyame, 31)

Sadîk kelimesi Türkçe’de, “arkadaş” anlamına gelmektedir. (İbn Münzir, Lisanü’l-Arab, Daru’l-Maarif, Mısır, ts., s.d.k mad. 4/2418) Yani arkadaşını doğrulayan, ona dürüst davranan, ve ona samimi duygularla bağlanan en yakın dost demektir. Bu yönüyle arkadaş kelimesinin, sıdk/doğruluk kökünden gelmesi son derece dikkat çekicidir.

Hedefe Ulaşmanın En Kısa ve En Emin Yolu

İnsan onurunun ve sağlıklı toplum yapısının vazgeçilmez değerlerinden biri olan doğruluk, hedefe ulaşmanın en kısa ve en emin yoludur. Bunun için Kuran, insanı gerçek hedefe götürücü ve erdirici olarak gördüğü yola sıratı mustakîm-dosdoğru yol ismini vermiştir. (Bkz. Fatiha 5/5) 

Bu yol, vahye muhatap olup onun rehberliğinden yararlanmış, hayatı doğru yaşayıp Allah'ın rızasını kazanmış önder ve örnek kişilerin yoludur. (Bkz. Fatiha 5/6-7)

Hedefe ulaşmak önemlidir. Fakat istenen hedefe ulaştıktan sonra doğruluk üzere sebat etmek daha önemli ve daha zordur. Çünkü en zorlu görevi yüklenmiş olan insanın en çileli işi, istikameti sürdürmektir. Bunun için Peygamber(as),

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

 "Sana buyrulduğu gibi dosdoğru ol..." (Hud 11/112) anlamındaki ayetin kendisini ihtiyarlattığından söz etmiştir. (Bkz. İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'ani'l azim, III, 534) Yine o, kendisinden insanı hedefe ulaştıran en kısa ve emin yolun hangi yol olduğunu soran kişiye, "Allah'a inandım de sonra da doğru ol(maya devam et)." buyurmuştur. (Bkz. Müslim, İman, 13) 

Kur'an'daki İslâmi Hayat

Yüce Allah da Kuran'daki İslâmi hayatı görüp gerçekleştirenlere, cennete gireceklerini ve orada ikram göreceklerini şöyle müjdeler:

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ  نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ

"Rabbimiz Allah'tır diyen ve sebatla doğru yolu izleyenlere gelince, onların üzerlerine sık sık melekler iner ve şöyle derler: Korkmayın ve üzülmeyin, işte alın size vaad edilmiş cennet müjdesini! Biz bu dünya hayatında sizin dostunuzuz, öteki dünyada da dostunuz olacağız; orada canınızın çektiği her şeye sahip olacak ve istediğiniz her şeye kavuşacaksınız." (Fussilet 41/30-31)

Hz.Ebubekir'e göre cennete girecekleri ve ikrama erecekleri belirtilen kişiler, "Allah'ın varlığını, birliğini ve Rablığını kabul edip şirke düşmeyenler, O'ndan başka bir ilaha kulluk etmeyenlerdir."

Hz.Ömer'e göre, "doğruluktan şaşmadan Allah'a itaat yolunda ilerleyenler, tilkiler gibi hilekârlığa sapmayanlardır."

Hz.Osman'a göre, "iman değerine erip ihlasla amel edenlerdir."

Hz.Ali'ye göre de, "farzları yerine getirenlerdir." İkrim'e ve Mücahid'e göre ise bunlar, "ölünceye kadar lâ ilâhe illallah ilkesine bağlı kalanlardır" (Bkz. Kurtubi, el-Câmi li-ahkâmi'l Kur'an, XV, 358)

Sonuç olarak doğruluk, İslâm'ın vazgeçilmez kaidelerinden, müminlerin de en bariz özelliklerinden biridir. O, dini sıcak bir ruh ve yaşanarak müdafaa edilen bir itikât haline getirmektir. Sadık mümin de, tevhidi ikrar eden ama onu asla ihlal etmeyen, kalbi ile inandıklarını doğru olarak dile getiren, diliyle söylediklerini de fiilleri ile tasdik eden kişidir.

Öyleyse Müslüman, İslâm'ın pratik hayattaki örnek kişisi; İslâm toplumu da ortaya koyacağı doğru ve pratik uygulamalarla Kuran mesajının realitedeki temsilcisi olmalıdır. Çünkü gerçek kurtuluşun ve dünya barışının yegane teminatı İslâm'dır. Onun yaşanan hayatı belirlemesi ise, büyük ölçüde Kuran'daki İslâmi hayatı görüp gerçekleştirmeye bağlıdır.

Doğruluğun Kapsam Alanı

Doğruluk; sözde, niyet ve iradede, vefada, amelde, azimde ve insanın her türlü psikolojik davranışlarında gerçekleşir. (Gazali, el-İhya, (Terc. A. Serdaroğlu), İst. 1975, c. 4, s. 694-701)

Sözde doğruluk; söylediği ya da haber verdiği şeylerde doğru olmak, doğruyu konuşmaktır. Doğruluğun en yalın şekli budur. Hz. Peygamber (s.a.s), doğru sözlülüğün önemini vurgularken, yalan konuşmaktan da sakınmayı özenle vurgulamıştır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“Münafığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler. Va’d ettiği vakit, sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.” (Buhari, Edeb, 120; Müslim, İman, 107, H. No: 59)

Niyet ve iradedeki doğruluk, ihlâs anlamına gelmektedir. İnsanın içindeki düşüncesiyle Allah rızasının tam bir uyum arz etmesi hâlidir. Eğer niyete, nefsin arzuları ve başka amaçlar bulaşırsa, sadakat bozulmuş ve insan yalancı durumuna düşmüş olur. Nitekim bir hadis-i şerifte kıyamet günü hesaba çekilecek olan üç ayrı kişinin (şehit, âlim ve zengin) durumu örnek olarak sunulmuştur. Buna göre, bu insanların niyetlerine gösteriş/riya karıştığı ve Allah rızasından başka amaçlar gözettikleri için âhirette kazanacakları bir mükâfatın olmayacağı belirtilmiştir. (Müslim, İmare, 152)

Sadakatin üçüncü şekli, vefakâr olmak, verdiği sözü yerine getirmektir. Allah Rasulü ve onun arkadaşları bu konuda bize en güzel örnekleri sunmuşlardır. Meselâ, Nadr b. Enes (r.a), bazı sebeplerden dolayı Bedir savaşına katılamadığından bir sonraki savaşa mutlaka katılacağına ve önceki hatasını en güzel şekilde telâfi edeceğine söz vermiştir. (Buhari, Davaat, 11; Ebu Davut, Edeb, 100; Müsned, I/136) Nitekim bu sahabe, verdiği sözde durmuş ve aşağıda özellikleri belirtilen ayet-i kerimedeki mutlu insanlar zümresine dahil olmuştur:

“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de şehitliği beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23)

Dördüncü sadakat şekli, yapılan ibadetlerle ve her türlü iyiliklerle bütünleşmek, bunları yaparken yüksünmemek, aksine haz almaktır. Bu yüzden, isteksiz ve gafil bir şekilde yerine getirilen ibadetler, insanın samimi niyetiyle bağdaşmadığından, niyet-amel birlikteliği de gerçekleşmeyecektir.

Sıdk kavramının bir diğer yansıması; insanın, takva, zühd, korku, ümit, saygı, sevgi ve tevekkül gibi davranışlarında içiyle dışının bir bütün oluşturmasıdır. Allah’a imandan sonra, bu inancında hiçbir kuşkuya kapılmadan O’nun emirleri doğrultusunda yaşayan müminler, Kur’an’da övgüyle bahsedilmişlerdir:

“Gerçek müminler ancak Allah’a ve Rasulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.”(Hucurat, 15)

Ayet ve hadislerde doğruluğa yapılan ısrarlı vurgular ve yalandan sakındıran şiddetli uyarılar dikkate alındığında, insanın her hâlükârda doğru olması ve asla yalana bulaşmaması gerektiği kesin olarak anlaşılmaktadır. Nitekim Ziya Paşa, bu gerçeği dizeleriyle şöyle ifade etmiştir:

İnsana sadakat yaraşır insana görse de ikrah

Doğruların yardımcısıdır Hazret-i Allah.

Müslümanın verdiği söze riayet etmesi, yaptığı anlaşmaya -karşı taraf uyduğu sürece- bağlı kalması gerekir. (Mâide, 1; Tevbe, 6-10; Nahl, 91, 92, 95)

Müslümanı, insanların/komşularının malları ve canları hususunda şerrinden emin oldukları kimse olarak tanıtan Hz. Peygamber, insanın doğru sözlülüğü ile cennete, yalan konuşmasıyla da cehenneme gideceğini şöyle belirtmiştir:

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ (رع) عَنِ النَّبِىِّ (صعلم)  قَالَ « إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِى إِلَى الْبِرِّ ، وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِى إِلَى الْجَنَّةِ ، وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يَكُونَ صِدِّيقًا ، وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِى إِلَى الْفُجُورِ ، وَإِنَّ الْفُجُورَ يَهْدِى إِلَى النَّارِ ، وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَكْذِبُ ، حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا

“Şüphesiz ki, sözde ve işte doğruluk hayra ve iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında “sıddîk” diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya/fücura sürükler. Fücur da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinirse, Allah katında da yalancı/kezzab diye yazılır.” (Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105; Ebu Davud, Edeb, 80; Tirmizi, Birr, 46)

Müslüman Emanete ve Ahitlere Riâyet Eder

وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ

Hiç şüphe yok ki bir müslümanın en belirgin özelliği güvenilir ve dürüst olmasıdır. Çünkü Peygamberimiz ve bütün peygamberler bu özellikleriyle tanınırlar.

Hatta peygamberlerde bulunması gerekli sıfatlardan birisi dürüst, diğeri de güvenilir olmaktır. Peygamberler gönderildikleri toplumlara önce bu özelliklerini hatırlatarak:

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ

''Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim'' (Şuara, 26/107, 125, 143, 162, 178) demişlerdir.

Peygamberlerin, ''Ben güvenilir bir peygamberim'' demeleri sözden ibaret değildi. Gerçekten onlar her yönü ile güvenilir kimselerdi.

Onların hayatları incelendiği zaman bu husus görülecektir.

İslâmiyet'in kısa zamanda ve hızla yayılmış olması, şüphe yok ki, onu tebliğ eden peygamberin yüksek ahlakı ve dürüstlüğü ile ilgilidir. İnsanlar onun dürüstlüğüne ve güvenilir olduğuna inanmasalardı, inançlarından, adet ve geleneklerinden vazgeçerek ona inanır ve etrafında toplanırlar  mıydı?

İşte Kur'an-ı Kerim de bütün müminlerde bu özelliğin bulunmasını istiyor. Bu konuda peygamberi örnek almalarını söylüyor. Peygamberimiz Müslümanın güvenilirliğini ortadan kaldıran dört kötü huya dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ مُنَافِقًا خَالِصًا وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَلَّةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَلَّةٌ مِنْ نِفَاقٍ حَتَّى يَدَعَهَا إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ وَإِذَا عَاهَدَ غَدَرَ وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ وَإِذَا خَاصَمَ فَجَرَ

''Dört huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kimse katıksız münafık olur. Kimde bunlardan bir şey bulunursa -onu bırakıncaya kadar- kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. (bunlar:) konuştu mu yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Vaat ederse vadinden döner, bir dava ve duruşma esnasında haktan ayrılır.''(Müslim, İman, 25)

Toplumda güven duygusu büyük önem taşır. Bu duygunun toplum fertleri arasında bulunmaması, toplumun birlik ve beraberliğini etkiler. Bu özelliği kaybeden milletin varlığı çöker, huzuru bozulur. Kendilerine kamu görevi ve sorumluluğu verilecek olan kimselerde aranacak özelliklerin başında onların dürüst ve güvenilir olmaları gelir.

Bakınız Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا

''Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen ve görendir.'' (Nisa, 4/58)

Mümin verdiği sözde durur. Sözünde durmamak mümine yakışmaz. Hele Allah'ın adını anarak, O'nun adına and içerek verdiği sözde durmaması düşünülemez.

Peygamberimiz buyuruyor:

عَنْ النَّبِيِّ (صعلم) قَالَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى ثَلَاثَةٌ أَنَا خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ أَعْطَى بِي ثُمَّ غَدَرَ وَرَجُلٌ بَاعَ حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى مِنْهُ وَلَمْ يُعْطِهِ أَجْرَهُ

''Allah Teâla buyurdu ki: Ben kıyamet gününde şu üç çeşit insandan davacıyım: 1) Benim adıma and içer de sonra yemini bozar, verdiği sözü yerine getirmez. 2) Hür bir adamı köle diye satar da aldığı parayı yer. 3) Bir işçi tutar, onu çalıştırır da ücretini vermez.'' (Buhârî, İcare, 10)

Allah adını anarak verilen sözü yerine getirmemek, Allah adına gösterilmesi gerekli olan saygıyı göstermemektir ki, büyük bir suçtur.

Hiç şüphesiz bu suçu işleyen kimse en ağır cezayı hak etmiş demektir. Bunun için mümin verdiği sözü tutar. Hele bu sözü Allah adına and içerek vermiş ise artık bir zaruret olmadıkça o sözü tutmaması düşünülemez.

Doğrularla Beraber Olmak

Değişme, meyletme, kalıba girme, ayrılıp gitme eylemleri, “kalb” kelimesiyle anlatılır. Kalbin yapısında bu nitelikler olduğu için bu isimle adlandırılması son derece ilginçtir. (El-İsfehani, a.g.e. K.L.B mad. s. 411) Bu nedenle kalbin kötü duygulardan/batıldan korunması ve devamlı hayır telkinlerine muhatap kılınması gerekir. Bunun yolu da, Hz. Peygamber’in; "Din nasihatten ibarettir!" (Müslim, İman, 95, (55); Ebu Davud, Edeb, 67; Nesai, Bey'at, 31) sözü doğrultusunda, kalbin her zaman iyi ve güzel şeylere yönlendirilmesidir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla/sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 9/119) ilâhî emri, Allah’ın sadık kullarıyla beraber olmayı ve onların etki dairesi içinde bulunmayı ifade etmektedir. Dünyada doğrularla beraber olmak, cennette de beraber olmayı, yani cennet nimetlerine kavuşmayı sağlayacaktır. (Taberi, Camiu’l-Beyan, Daru’l-Fikr, Beyrut 1988, VII/62; M. Hamdi Yazır, a.g.e., IV/2644)

Evrende gerek fizikî bakımdan, gerekse ruhî bakımdan bir aynîleşme durumu söz konusudur.

Meselâ bir bardak çay içine atılan şeker, çayın her tarafına eşit oranda yayılarak homojen bir karışım hâline gelir. Bu, Allah’ın kâinattaki değişmez yasasıdır. Beşerî hayatta da bu etkileşim aynen geçerlidir ve bunu sağlayan temel araç sevgidir. Nefret ise oluşacak bu etkileşimi engeller. Bu nedenle her türlü ahlâkî güzelliklerin kaynağı durumundaki Allah’ın elçileri ve onların takipçileriyle beraber olmak, insan gönlünün ve ruhunun bu güzelliklere meyletmesinin ve onları benimsemesinin en önemli nedenidir.

Esasında insan doğasındaki mevcut eğilimlerden biri de, taklit etme hissidir. Bir çocuk, başlangıçta bütün tavır ve davranışlarını bu duygu ile düzenler. Bu eğilim ileri yaşlarda azalsa da hayat boyu -az ya da çok- devam eder. Bu bakımdan doğruluk ve dürüstlük gibi tüm ahlâkî güzelliklerle bezenmiş insanlarla beraber olanlar, her zaman bu erdemleri taklit etme hissini içlerinde taşıyacaklardır.

Nitekim geçmişi cahiliye insanı olan sahabe, eşsiz bir örnek olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e karşı hissettikleri bu duygu ile zirveleşerek insanlığın övünç kaynağı olmuşlardır.

Doğruluğun ve her türlü güzelliğin en güzel örneği olan (Mümtehine, 6) Sevgili Peygamberimizin sohbet meclisinde bulunan sahabenin, cahiliye devrinin merhametsiz, vicdansız, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar katılaşabilen kalpleri erimiş, aynı siluet içinde bu defa gözü-gönlü yaşlı sıddıklar, adalet ve haya timsali insanlar ortaya çıkmıştır.

Evrensel ahlâk anlayışında olduğu gibi, İslâm ahlâkında da doğruluk ve dürüstlük, insan onurunun ve sağlıklı bir toplum yapısının vazgeçilmez şartlarından biri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla doğruluk, gerek fert, gerekse toplum için zorunlu olan ahlâkî niteliklerin tamamını kendinde toplar.

Karı-koca arasında sadakat duygusu mutlaka olmalıdır. Hem günlük çalışma ortamındaki görevleri açısından, hem de iffetlerini koruma açısından birbirlerine tam bir güven vermelidirler. Bu dürüstlük ve güven sayesinde, “eşlerin huzur bulmaları, birbirine ısınmaları, meyledip ülfet etmeleri, sevgi ve merhamet” gerçekleşecektir.

Doğruluğun Dışa Yansıması

Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresinde “Bizi dosdoğru yola ilet!” (Fatiha, 6) ayetinde ifade edilen yol, en geniş anlamıyla Kur’an’ın çizdiği yol ve bu doğrultuda yaşayan Allah elçilerinin ve salih kimselerin yoludur.

Dolayısıyla Müslüman, bir günde kıldığı namazın her bir rekâtında Allah’tan dosdoğru yol üzerinde kalmayı, doğru olmayı arzulamaktadır. (Tefsiru İbn Kesir, Daru’l-Fikr, Beyrut 1981, I/28, 29; Fahreddin Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, I/188, 256-257)

Allah’tan geldiği kesin olarak bilinen doğruları kabul edip onaylayan mümin kişinin en belirgin özelliği, kendisinin de sadık ve güvenilir olmasıdır. Bu anlam “mümin” kelimesinin iç yapısında zaten mevcuttur.

Dolayısıyla kendisine güvenilmeyen bir mümin düşünülemez. Zira bu kelimenin bir anlamı da “güvenlikte kılan, güven veren” dir. Güvenilmezlik ise münafıkların en belirgin özelliğidir. (Buhari, İman, 24; Müslim, İman, 107-108; Tirmizi, İman, 20)

Toplum fertlerinin birbirleriyle ilişkileri doğruluk ve dürüstlük gibi evrensel ahlâkî ilkeler ve erdemler çerçevesinde şekillendiğinde, Hz. Peygamber (s.a.s)’in uyarısındaki bu güvensizlik ortamı giderilmiş ve ideal bir toplum örneği ortaya konmuş olur.

Bu ortamın sağlanması için, toplumun en küçük yapı taşı olan aile fertlerinin -başta eşler olmak üzere- dürüstlük ve güvenilirliği kendilerine ilke edinmeleri gerekir.

Bu bakımdan karı-koca arasında sadakat duygusu mutlaka olmalıdır. Hem günlük çalışma ortamındaki görevleri açısından, hem de iffetlerini koruma açısından birbirlerine tam bir güven vermelidirler.

Bu dürüstlük ve güven sayesinde, ayette (Rum, 21) işaret edilen “eşlerin huzur bulmaları, birbirine ısınmaları, meyledip ülfet etmeleri, sevgi ve merhamet” gerçekleşecektir. (Ayetin yorumu için bkz. M. Hamdi Yazır, Kur’an Dili, İst. 1979, 6/3811) Aksi durumda, bir yuvada iğreti duran eşler ve problemli nesillerin doldurduğu, güven ve sevgiden yoksun bir toplum kaçınılmaz olacaktır.


 


* BENZER KONULAR

Saadet Asrı Adanmış Hayatlar Gönderen: türkiyem
[Bugün, 08:10:20 ÖÖ]


İhsan ve Tefekkür Gönderen: türkiyem
[Bugün, 08:03:23 ÖÖ]


Takva ve Muttaki Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:58:21 ÖÖ]


Tam bir teslimiyet Gönderen: türkiyem
[Bugün, 07:53:57 ÖÖ]


İman ve Mü’min Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:43:37 ÖÖ]


Evlilikte Amaç Ne Olmalı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:39 ÖÖ]


En Şiddetli Düşman Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:02:48 ÖÖ]


Komşu Komşunun Külüne Muhtaç Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:53:30 ÖÖ]


Yaratılış Gâyemiz İbâdettir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:45:12 ÖÖ]


Rıfat Kaynak - Single Eserleri 320 + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:32:12 ÖS]


Diyetisyen Gözüyle Hamileliğe Hazır Mısınız Gönderen: anadolu
[Dün, 06:18:47 ÖS]


Peygamber’le Birlikte Yaşamak İçin Gönderen: anadolu
[Dün, 06:10:25 ÖS]


Yetimin Duyguları Gönderen: anadolu
[Dün, 05:46:08 ÖS]


Ölüm Var Ölümden Ölüme Fark Var Gönderen: anadolu
[Dün, 05:41:21 ÖS]


Nefis Mücadelesi Gönderen: anadolu
[Dün, 05:36:00 ÖS]


Alkolsüz Bir Hayat Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:03:57 ÖÖ]


Ümmetimin Zayıf mü’minleri Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:48:51 ÖÖ]


Yüksek Tansiyonda Psikolojik Faktörler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:27:08 ÖÖ]


Uyku Bozuklukları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:20:53 ÖÖ]


Bu Dünya Bir İmtihân Yeridir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:06:47 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41