Gönderen Konu: Ne zaman Düşünüp Amel Edeceksin  (Okunma sayısı 89 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ne zaman Düşünüp Amel Edeceksin
« : Mart 21, 2021, 08:35:10 ÖÖ »
Ne zaman Düşünüp Amel Edeceksin
   
Dinimiz İslâm’ın bir bütün olarak yaşanması; tıpkı bir insan vücudunun organlarının tamamının, bir organizmanın her azasının eksiksiz çalışması gibidir. Nasıl ki, bir eli çok sağlam ve güçlü olsa bile diğeri sakat olana ya da hiç olmayana özürlü veya bugün daha çok kullanılan ifadesiyle ‘engelli’ deniyor. Nasıl ki, bir gözü çok iyi görse de diğeri hiç görmeyen yahut kulakları iyi duysa da ayakları sakat olan bir insan, kendinde bir eksiklik hissediyor. Hayat nizamı olan İslâm’ı da ona uyma yerine kendimize uydurmayalım. Hakka ve hakikate hizmetten esirgenen gayret, şerrin tasallutuna uğramaktan kurtulamaz.

Medyatik akademisyenler, ekrana çıkmayı çok severler. Bu zatlara şunu sormak lazım:

Her programınızın sonunda muhasebe yapıyor musunuz? Faydalı mı oldum, zararlı mı? İnsanımın imanını takviye mi ettim, kafa mı karıştırdım? İnananlara gösterdiğim hiddet ve celadeti ehl-i küfre karşı gösteriyor muyum? Yahut onlara gösterdiğim hoşgörüyü kendi din kardeşlerime gösteriyor muyum?

Katıldığım programlarda ‘kendi değerlerim’e katkı da mı bulunuyorum, yoksa problem mi üretiyorum? Çâre mi oluyorum, sıkıntı mı? Bu tarz programlarımdan kim daha çok hoşlanıyor? Muhafazakâr kesim mi, diğerleri mi? Bütün bu ve benzerî suallere cevaplarınızı vicdanınıza, ‘kalp ve gönül fetvanıza’ havale ediyorum.

Şeyh Sadi’nin Bostan/Gülistan’daki şu misalini hatırlayalım.

Misafir olduğu bir derviş topluluğu içinden birisinin bir başkasını çekiştirdiğine, din kardeşlerinin aleyhinde konuştuğuna, kendi doğrusunun dışında doğru kabul etmediğine şahit oluyor. Bu ‘ahlâki zemime’de çok ileri giden dervişe sorar:

- Sen hiç kâfirlerle cihad ettin mi? Adam cevap verir:

- Hayır. Ben şimdiye kadar halveti hanemden dışarı bir adım dahi atmadım. Tesbihat ve zikirle meşgulüm. Sadi:

- Yahu! Kâfirler senin kılıcından emin oluyor da, Müslümanlar, senin dilinden kurtulamıyorlar. Hepimizin bir ‘nefs muhasebesi’ yapmamız icap eder.

Uzayı fethettik, fakat kalpleri fethedemedik. Atomu parçaladık, fakat peşin hükümleri parçalamadık. Daha çok mal mülk var, fakat daha az huzurluyuz. Uzaya gitmeyi başardık, fakat komşumuza, hastamıza, dert ve sıkıntıları olanlara gidemiyoruz. Hava kirliliğini temizleyecek aletler bulduk/geliştirdik fakat ruh kirliliğini temizleyemiyoruz. Yeni yeni ilaçlar keşfediyoruz ancak sağlıklı insan sayımız her geçen gün daha da azalıyor.

Peygamber Efendimizin hayatından okumalar yapsak. Her hal ve şartta dinimizi nasıl yaşamış, nasıl öğretmiş, nasıl tebliğ, telkin ve irşadda bulunmuş aile reisi olarak, tâcir olarak, komutan olarak, devlet reisi olarak, arkadaş yoldaş, komşu olarak, kul ve insan olarak…    Peygamberimizin yaşayışı kimlere, nelere cevap teşkil etmiyor ki? Hem de en müessir, en hakiki, en üstün cevap! Ahzab sûresi 21. Âyette de “Allah Rasulü sizler için Allah’a ve ahiret gününe inanan ve Allah’ı devamlı zikreden herkes için güzel bir örnek teşkil eder.” İçimizin meselesini halletmeden önümüzdeki meseleleri halledemeyiz.

Şu ikaz sözünü hatırlayalım. “Allah’ın dinini dert edinenlerin özel dertlerini Allah üstlenir. Allah’ın dinini dert edinmeyenleri de Allah kendi dertleriyle baş başa bırakır.”

Sade hayat, imandandır. Cenab-ı Hakk dileseydi herkese bol rızık verirdi. Fakat bu dünya imtihan mahallidir. Servetler kendiliğinden eşit dağılmayacak, fakat insanlar kendilerine verilen cüz’i iradeyle eşitliği-adaleti sağlamak yolunda gayret göstereceklerdir.

Farklılık, imtihan içindir. Dinine sarılan bir kavim, dünyasını da ahiretini de kazanır. İman şuuruyla dünyaya bakan, dünyadaki nasibini de unutmayacaktır.

Mesele ölçü meselesidir. Dünyaya bağlanan ona köle olur; onu ahiretin tarlası olarak görene, dünya köle olur. Bir hadiste, “Hayırlınız ahiretini dünyası için dünyasını da ahireti için terk etmeyendir” buyuruluyor.

Cenab-ı Hakk; gayretten ve sabırdan uzak kalanı, iki cihanda da hüsrana uğratır. Külli manada ‘hüsran’ iki cihandadır. Din’i bir ahiret işi olarak görmek büyük hatadır. Kul her ne yapacaksa dünyada yapacaktır, teklif mahalli dünyadır. Hem dünyada hem ahirette bahtiyar olmanın yolları gösterilmiştir. İslâm; dengeyi, inceliği, bilgiyi emreder. “Dinde aşırı gidenler helak olurlar.” Dünya nimetleri bizim içindir. Daima şükür hali içinde bulunarak onlardan faydalanacağız. Allah’ın verdiği nimetleri ona itaatte kullanmalı. Rızık temini için çalışmak, ibâdet hükmündedir. Lakin hırslı olmayacağız.

Hırsla kazanılan da meymenet ve bereket yoktur.

Elimize geçenlerin ihtiyacımızdan fazlasını Allah rızası için harcayacağız. Dünya nimetleri, bize Rabbimizi unuttursa kötüdür; unutturmazsa, güzeldir. Devamlı gayret içinde bulunacağız. Mümin için en büyük gaye, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Allah’ın râzı olmadığı şeyde hayır yoktur. Hayır, bizim gerçekleşmesinden hoşlandığımız netice değil; doğru uygulamalar sonunda, her ne olursa olsun, meydana gelen neticedir.

Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler umut keser. Sıhhatli denge, umut ile korku arasında bulunmaktır.

Bütün bunlar ‘ölçüsüzlük meselesi’dir. Rabbimiz “Zulmedenlere ufacık bir eğilim dahi göstermeyin!

Sonra ateş size de dokunur. Yeryüzünde toplumsal çürümeye karşı direnen akıllı ve erdemli kimseler çıkmadı. Zulme eğilimli çoğunluksa; ayartıcı dünyevi zevklerin peşine takıldılar. Günahlara gömülüp gittiler.”

İsyan ile inkâr ile baskı zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen, haksızlık eden zâlimler; kendilerine verilen servetin, eğlencenin, şımartıldıkları refahın peşine düştüler. Rabbin, halkı iyilik peşinde olan ülkeleri haksız yere helâk edecek değildir.

Kötülüğün yaygınlaştığı toplumlarda ahlâkî endişelere yer vermeyen çoğunluk, refahın getirdiği şımarıklıkla zevklerinin peşine düşerek günaha gömülmüşlerdi.

Allah’ın gazabını hak eden birçok kavim çeşitli felâketlerle yok olup gitti. (Hûd 116, 117. Âyetlere bakmak bile yeter.) Onların bu duruma düşmeleri Allah’ın zulmü değil kendi davranışlarının bir sonucudur. Çünkü Allah kötülüklerden vazgeçip durumlarını düzeltmeye çalışanları helâk etmez. Bir toplumda iyiliği tavsiye edip kötülüğü önleyecek, hak ve adaleti tesis edecek kimseler bulunduğu sürece o toplum yok olmaz: Bunlar bulunmadığı takdirde o toplumun yok olması mukadderdir. Rabbim hepimizi rızasını kazandıracak amellerde buluştursun.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41