Gönderen Konu: SOSYAL MEDYADA VAR OLMAK - PSİKOLOJİ NE SÖYLER  (Okunma sayısı 417 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
SOSYAL MEDYADA VAR OLMAK - PSİKOLOJİ NE SÖYLER
« : Haziran 02, 2021, 06:10:33 ÖÖ »
SOSYAL MEDYADA VAR OLMAK - PSİKOLOJİ NE SÖYLER

Yeni medya araçlarının kullanımı ve daha özelde internet aracılığıyla sosyal medya mecralarındaki aktiviteler hakkında son dönemlerde önemli çalışmalar yapılıyor. Bunun en önde gelen nedenlerinden biri bugünün teknolojik ikliminde hemen herkesin bir biçimde sosyal medya hesaplarına sahip olması, akıllı cihazlar ve uygulamalar kullanması ve market alışverişinden mağazaya, banka işlemlerinden fatura ödemeye kadar birçok işini internet platformları aracılığıyla yapmasıdır. Dünya ülkelerinde akıllı teknolojiler ve sosyal medya kullanım oranları farklılık gösterse de söz gelimi Türkiye’de bu oran toplam nüfusun yüzde 65’ine denk geliyor. En çok kullanılan sosyal medya mecralarında birinci sırayı Youtube alırken hemen ardından Instagram ve Whatsapp geliyor.

Üstelik sosyal medya kanallarını kullananlar artık sadece gençler ya da Y ve Z Kuşakları değil. 1945’lerde doğan sessiz kuşaklarımız ve 60’larda doğan baby boomerlar (İkinci dünya savaşı ile soğuk savaş arasındaki doğum oranın yüksek olduğu dönemde (1946-1964) doğmuş kimseler.) da artık sosyal medyada boy gösteriyor. “Kötü yapıyorlar.” demiyorum fakat bu durum bir vakıa olarak karşımızda duruyor.

Peki ama dijital platformlarda var olmaya neden bunca meylediyoruz? Gününü, cami önündeki çay ocağında arkadaşlarıyla sohbet ederek, torunlarıyla ilgilenerek geçiren amca ve dedelerimizi buna sürükleyen duygu ne? Ya bir fotoğrafı paylaşmak için saatlerce editleme işlemini bitiremeyen gençlerimiz? Derslerde “Ekran sürelerinize baktınız mı hiç?” soruma birçoğu “Altı saatten fazla.” diyerek cevap veriyor. Bu kısa ömürde, günde altı saati sosyal medyaya vermeye değer mi?

Uzun süreli ve yaygın sosyal medya kullanımı kaçınılmaz olarak bu ve bunun gibi onlarca soruyu beraberinde getiriyor. İletişim ve etkileşim içinde olduğumuz belki de büyük bir yanılgı. Bilgi almak için yüzlerce tweete bakmak ya da hızlı aramalar yapmak yüzeysel anlama dışında belki de bize hiçbir şey katmıyor.

Arama çubuğuna yazdığınız her bilgiyi zihninizde tutabiliyor musunuz siz? Tutabilseydik; bilgiye bu denli hızlı ulaştığımız günümüzde toplumlar belki daha aydınlık, daha saygılı, daha barışçıl ve çevresine karşı daha duyarlı olacaktı. Ancak her sabah ve yine internet sayesinde her an, dünyanın hemen her yerinde insan haklarının ihlal edildiğine, kadınların öldürüldüğüne, adaletsizliklerin büyüdüğüne ve tabiatın yok edildiğine dair onlarca haber okuyoruz. Demek ki “bilgi çağı”nda olmak daha yaşanabilir bir zamanda olmakla eş anlamlı değil.

Belki de bu karanlığın sebebi herkesin kendi doğrusunu destekleyici bilgiler aramasıdır. Bir tür teyit ön yargısı yani. Yeni medya platformları bize küresel bir alan sunsa da aslında sadece kendi sesimizi duyduğumuz yankı odalarına hapsoluyoruz. Algoritmalar, bizi sadece bizim gibi insanlarla karşılaştırıyor. Twitter, Facebook ve Instagram gibi mecralar bizim ilgilerimizden yola çıkarak bize bizim gibi bağlantılar sunuyor. “Şununla arkadaş olur musun?”, “Bunu takip etmek ister misin?” sorularını öylesine sormuyorlar. Bir şeyler bilip de soruyorlar. Sonra kullanıcı da “Aman ne güzel.” deyip herkesin kendi gibi düşündüğünü sanıyor. Oysa “makine öğrenmesi” diye bir şey var. Biz o mecralarda var oldukça algoritmalar bizim avatarlarımızı oluşturuyor ve bizi yönlendirmeye başlıyor.

Psikolojimiz de bunu istiyor bir bakıma. Çoğumuz, kendi fikir ya da ideolojimize karşıt bilgiler edinmek için dijital platformlarda boy göstermiyoruz. Aksini iddia etsek de zamanla yanılgıya düşüyoruz. “Tamam, ben de öyle düşünmek istemiyorum ama bak herkes böyle düşünüyor.” sesi bizi ikna ediyor. Böylece, rahatsızlık hissetmemek için başkaca seslere tahammül etmiyoruz. Konfor alanımızdan çıkmak istemiyoruz. Kendi düşüncelerimizin yanlış olabileceğini aklımıza getirip zihnimizi zahmete sokmak istemiyoruz.

Sınırlı rasyonalite ile ilişkilendirebiliriz bunu. Hani bir gömlek almaya çıkarız. Daha ucuzu ve daha kalitelisi birkaç mağaza ötedeyken kendimizi yormamak için gördüğümüz ilk mağazadan almayı tercih ederiz. “Kim onca yolu yürüyecek…” değil mi? Sonra da bunu anlamlandırmaya çalışır ve kendimizi tatmin ederiz. Bunun gibi. Biz de hep bizim gibi düşünenlerle sohbet etmeye başlarız. Araştırmak zor gelir. Zamanla bu durum, herkesin kendi doğrusunun “mutlak” olduğu düşüncesine kapılmasına neden olur. Kutuplaşma tam da burada başlar.

Sizin gibi düşünmeyen herkes kara ve kötü olur. Ama siz hep bembeyaz ve iyi olursunuz. Bir kere birini “kötü” bildiniz mi onu suçlama ve günahını ifşa etme hakkını kendinizde bulursunuz. Hayata sizin gibi bakmayan artık “öteki” ve düşmandır. Maalesef bu duygunun bir sonraki adımı “Benim gibi düşünmeyen şiddeti de hak ediyor.” düşüncesi oluyor ve kaos burada ortaya çıkıyor.

Sosyal medya bu aşamada sadece bireysel egomuzu yüceltmekle kalmıyor. Aynı zamanda farkında olmadığımız bir “kabilecilik” ruhunun da doğmasına neden oluyor. Biz ve onlar ayrımına kapılıyoruz. “Irkçı değiliz.” diyor fakat sonra da “ama” kelimesini ekleyerek “onların ne kadar kötü olduğunu” anlatmaya başlıyoruz.

Bir kedinin kendini aynada aslan olarak görmesine benziyor durumumuz. Önce kendi benliğimizi akabinde de içinde bulunduğumuz ideolojik çevreyi kusursuz bulmaya başlıyoruz. Kabile narsizmine kapılıyoruz. Nasıl olsa herkes bizim gibi düşünüyor ya “bizden olmayanlar zaten çukurda” oluyor.

Peki ama nerde hani o çok bahsettiğimiz değerlerimiz? Saygımız, sevgimiz ve adil davranma zorunluluğumuz? Hani Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma.” veya “Kim Müslümanın ayıbını örterse Allah da kıyamette onun ayıbını örter.” hadislerini ve bunun gibi birçok nasihatini önemsiyorduk? Sosyal medyada hakaretler savurmayı, insanların günahlarını ifşa etmeyi ve düşmanlaştırmayı nasıl bu kadar kolay yapıyoruz? Yoksa “sanal âlem” olduğu için meleklerin oradaki kötülüklerimizi yazmayacağını mı sanıyoruz?

Ama insan işte. Instagram’da binlerce “like” alınca; tweeti yüzlerce kez retweet edilince haklı ve doğru olduğunu sanıyor. Daha da kötüsü kişiliğini sadece sosyal medya performansı üzerinden inşa ediyor. Bir bakıma varlığını sosyal medyada aldığı etkileşime kurban ediyor. Kısır bir döngüye giriyor sonra. İçerik oluşturuyor, edite ediyor, paylaşıyor, etkileşim alıyor, mutlu oluyor ve aynı döngü yeniden başlıyor. Beğeni sayısı arttıkça bu çapraşıklık daha da içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Çünkü kendi bilgilerini ve paylaşımlarını bekleyen yüzlerce insan olduğu illüzyonuna kapılıyor.

Daha da fenası sürekli Instagram’da “kimin nerde olduğunu” takip etmek insanın “seçim paradoksu”na kapılmasına yol açıyor. Kendiniz çok güzel bir yerde keyif aldığınız bir şeyler yapıyorsunuzdur. Ama o esnada sosyal medyadan arkadaşlarınızın faraza başka bir yerde kahve içtiklerini görüyor ve “Keşke ben de orada olsaydım…” diye iç geçiriyorsunuz. Oysa siz de o paylaşımı görünceye dek gayet mutlu ve keyifliydiniz. Bu nedenle sosyal medya paylaşımları bazen yaptıklarımızdan yeterince tatmin olmamamıza neden oluyor. Çünkü sürekli başkalarının daha güzel şeyler yaptıklarını, daha güzel eşyalar aldıklarını görüyoruz.

Diğer yandan aşırı sosyal medya kullanımı zamanla “antisosyal kişilik bozuklukları”na da yol açıyor. Böyleleri gerçek dünyadan kopuyor ve sorumluluklarını unutuyorlar. Belki ileri boyutta olanlar gibi alkol ya da uyuşturucuya başvurmuyorlar ama zaten cep telefonları ve paylaşımları onlarda bir tür uyuşturucu etkisi yapıyor. Egoda hormonlu bir büyüme başlıyor. Alınan etkileşimler sabun köpüğü bir mutluluk sağlıyor.

Sosyal medya dopamin etkisi oluşturuyor. Bu etki zihnimizdeki ödül merkeziyle yakından ilişkili. “Like” yahut “retweet”leri bir ödül olarak düşünürsek bu ilişkiyi anlamak daha kolay olur. Dopamin, ödülle ilişkili olan olayları daha kolay bir şekilde hatırlamamızda ve ödülle ilgili bilgileri belleğimizde saklamamızda yardımcımızdır. Ayrıca sevdiğimiz bir aktivite ile ilgilendiğimiz zamanlarda daha çok ortaya çıkar.

Belki de bu yüzden birçoğumuz artık cep telefonu bağlantısını kaybetme korkusu olarak tanımlanan “nomofobi” yaşıyor ve gittikçe bencil “cellfish” bir hâl alıyoruz. (Nomofobi, cep telefonu bağlantısını kaybetme korkusu olarak tanımlanır. Terim, İngilizce “no-mobile-phobia” sözlerinin kısaltılmasından oluşur.) ve “cellfish” leştik. (İngilizce’de selfish “bencilliği” ifade eder. Buna öykünme olarak “celfish” de “sürekli telefonla ilgilenen kişi” anlamına gelir.) Telefonsuz kalma korkusu bizi ciddi anlamda endişeye sevk ediyor. Onunla kendi sıkıcı çevremizden uzaklaşıyor; onun sayesinde “bizi sevenlerle” irtibata geçiyor ve yine onunla kendi varlığımızı anlamlandırıyoruz. Yatağa onunla uzanıp yalnız kalmaktan çok mutlu oluyoruz. Sabah kalkar kalkmaz önce telefonumuza bakıyoruz. Etrafımızdakileri bir “günaydın” ya da bir tebessümden mahrum bırakıyoruz.

Hatta bazılarımızda “telefon sesi kaygısı” başlamış durumda. Bir arkadaş ortamında sohbet ettiğinizi düşünün. Aklınız da kulağınız da sürekli telefonda. Çalsa dert, çalmasa dert. Çalmadığında “Neden kimse aramıyor?” veya “Niye bildirim sesi gelmiyor?” diye telaşlanıyorsunuz. Çalsa yanınızdaki arkadaşlarınızla iletişiminiz kopacak. Yine de kendinizi kontrol edemiyorsunuz. Bir anda telefonu alıp kulağınıza yapıştırıyorsunuz. Oysa telefon çalmamıştır. Başka bir zaman telaşla çantanızdan telefonunuzu çıkartıyorsunuz. Aslında herhangi bir mesaj gelmemiştir. Gelse de yaşadığınız anı mahvedecek kadar önemli olmadığını da biliyorsunuz. Bu yanılgının farkında olduğunuzda huzursuz ve üzgün oluyorsunuz ama “teknoloji bağımlılığı”nı kontrol etmede güçlük çekiyorsunuz.

Peki, ne yapalım? Sosyal medyayı kullanmayalım mı? Hayır, elbette kullanalım. Hatta profesyonel içerikler üretebilmek için uygulamaları kullanmayı öğrenelim. Keselim, kurgulayalım ve montajlayabilelim. Her an gelişen teknoloji dünyasından uzak durmayı tavsiye etmek doğru olmasa gerek. “Ya hep ya hiç” ikilemine girmemeli. Ama kontrollü olabilmeliyiz. Zaman yönetimi yapabilmeli, telefonun bizi sorumluluklarımıza ve gerçek hayata karşı duyarsızlaştırmasına izin vermemeliyiz.

Düşünsenize çok önemli bir toplantıdasınız ya da çocuğunuzla konuşuyorsunuz. O esnada Whatsapptan bir mesaj geliyor ve siz telefona gömülüyorsunuz. Artık etrafınızdakileri duymuyorsunuz. Çocuğunuz “Anne, anne!” dese de ya da “Baba baksana!” diye seslense de sizin cevap vermeniz dakikaları buluyor. Sizce de bu durum biraz sorunlu değil mi?

Bunun için birkaç basit öneri sunabilirim. Mesela bildirimlerinizi sessize alın. Ekran sürenizi kontrol ederek günlük telefon kullanımınızı gerektiğinde sınırlayın. Telefona bakmaktan kendinizi alıkoyamıyorsanız cihazınızı uzakta tutun. Telefon ekranında sosyal medya bildirimlerinin görünmesini engelleyin. Uzun uzun mesajlaşmak yerine arayıp konuşun ve bitirin. Buna rağmen çözüm bulamıyor ve bağımlı olduğunuzu düşünüyorsanız profesyonel destek alın.

Kanaatimce bu kontrolü sağlamak çok da zor değil. Etrafınızdaki kitaplara bakın. Onlara dokunmanızı istiyorlar. Dışarıya çıkın. Yürüyün. Arkadaşlarınızla sohbet edin. Çiçekleri koklayın. Kuşlarla şarkı söyleyin. En güzeli de ne biliyor musunuz? Bence gidin ve bir ikindi vaktinde eski bir caminin avlusunda güvercinlere hikâye okuyun.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: DİJİTAL DÜNYAYI ANLAMAK
« Yanıtla #1 : Haziran 02, 2021, 06:13:35 ÖÖ »
DİJİTAL DÜNYAYI ANLAMAK

Günümüz dünyası, internet teknolojileri sayesinde zaman ve mekâna dair sınırların kalktığı, sanal olan ile gerçek olan arasındaki çizginin neredeyse silindiği bir yapıya bürünmüştür. Bu yapıda özellikle sosyal medya ve sosyal ağlar dijital çağın en önemli iletişim alanları hâline gelmiştir. Hayata dair hemen her şey bu alanlara taşınmaya başlamış ve daha açık bir ifadeyle hayat büyük oranda dijital bir görünüme bürünmüştür. Paylaşım ve erişim hızını ileri bir noktaya taşıyan bilişim teknolojileri ve internet, dijital çağın önünü açan en önemli unsurlardan olmuştur. İnternet, neredeyse insanın tüm eylemleriyle bütünleşmiş, başlangıçta hayata ferdî anlamda dokunmasına rağmen, zamanla hem kültürel hem de toplumsal değişimlerin yolunu açmıştır.

Hızlı ve sürekli bir değişim geçiren dijital mecra, toplumun geleneksel iletişim biçimlerinde, tüketim alışkanlıklarında ve davranış şekillerinde ciddi dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. Bu yeni dönemde sosyalleşme, insanın içinde bulunduğu şartlarla, çevresindeki insanlar ve mekânlarla bağlantılı bir tanımlanmanın ötesine geçerek farklı boyutlar kazanmıştır. Eğitimden bilime, ekonomiden iletişime kadar hemen her alanda hizmet üreten bu yeni sistem, insana hayallerinin ötesinde imkânlar sunarak hayatın birçok alanını etkisi altına almıştır. Daha genel bir ifade ile dijital çağ, kendi kültürünü oluşturmuştur. Bu tecrübenin ilk defa yaşanıyor olması ise yeni oluşumların nasıl anlaşılacağı ve nasıl yönetileceği konusunda insanı çıkmaza sürüklemiştir.

Giderek büyüyen dijital dünyanın sağladığı fayda alanları birçok problemin ortaya çıkışına da sebebiyet vermiştir. Hakikatin yerini algının aldığı, sanal olanın gerçeği bastırdığı dijital dünyada görme ve görünme esas kabul edilmiş, görmek ve izlemek var olmanın, görünmek ise anlam kazanmanın yolu olarak bilinmiştir. Nihayetinde bu sıkıntılı gidişat, en güzel şekilde yaratılan ve “halife” sıfatıyla yeryüzünde hayatın öznesi kılınan insanoğlunu dijital çağın nesnesi olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.

Bugün dijital dünyanın, dijital kimlik, dijital kültür gibi kendine mahsus kavramlar üretmek suretiyle klasik değer yargılarından uzaklaşarak, sanal kimliklerin oluşumuna da zemin hazırlıyor olması, fırsatlarla gelen tehlikelerden biridir. İnsanların hem kültürel hem sosyal davranışlarının bütünü olan kimlik, sanal dünyada idealize edilerek var olanla yaşama zorunluluğunu ortadan kaldırmaktadır. Bu tür mecralar, insanlara arzuladıkları sanal/yapay kimliklerini oluşturmada büyük bir alan ve kolaylık sunmaktadır. Bu tehlikeli kolaylığı temin eden ve dolayısıyla elverişli bir istismar aracına dönüşen dijital ortamlarda, gerçek olmayan söylem ve davranış biçimleriyle özgürlük kavramı sınırsızca kullanılmakta ve tereddüt gösterilmeden, sorumsuzca her türlü paylaşımda bulunulmaktadır. Modern çağın doğurduğu bu yeni sorun, esasında dijitalleşmenin ahlaki boyutuna tekabül etmektedir.

Doğru ve ahlaklı olmak, her şart ve durumda sahip olunması ve korunması gereken insani vasıflardandır.

Kur’an-ı Kerim’de ahlak konusuna dair pek çok emir yer almakta, birçok ayette imanın yanında ibadet etmek ve güzel ahlaka sahip olmak gerektiğine işaret edilmekte, Müslümanlardan doğru ve güzel ahlak üzere yaşamaları istenmektedir. Yüce kitabımızda üstün ahlak sahibi olarak bahsedilen Hz. Peygamber de ahlakça en güzel olanların iman bakımından müminlerin en mükemmeli olduğunu bizlere bildirmektedir. Nitekim ahlak, insan davranışlarını diğer canlılarınkinden ayıran en temel niteliktir. Ahlakın kişisel bakımdan erdemliliği temin edici özelliğiyle beraber sosyal düzenin devamlılığını sağlayıcı tarafı da vardır. Bu sebeple diyebiliriz ki insan ile ilgili her şey, doğrudan ahlakla ilgidir ve ahlaki bir zemine oturmalıdır. Bu, doğal olarak dijital mecralar için de geçerlidir. Yani dijital alanda mevcut olan her şey, ahlakla irtibatlı olmak durumundadır. Zira içerisinde doğrunun yanında yanlışı da barındıran dijital dünyanın sunduğu bilgi karmaşası ve sağlıksız bilgiler sebebiyle insanlık, tarihin en büyük ve en yaygın ahlak krizini yaşamaktadır.

Çağın hizmetlerinden, ahlaki bozulmaya maruz kalmadan yararlanmak ise dijital çağda yaşadığımız gerçeğinin şuurunda olarak teknolojiyi doğru ve etkin kullanmakla ve sorumlu, duyarlı ve katkı sağlayan bir bakış açısı edinmekle mümkün olabilecektir. Bugün yaşantımızın merkezinde yer alan dijital dünyanın gerçeklikleri karşısında, mevcut şartları ve riskleri göz önüne alarak yeni pratiklerle manevi ve kültürel değerlerimizi korumak için bilgili, bilinçli ve ahlaklı bir davranış ortaya koymak gerekmektedir. Bu alanda verilecek mücadele, ancak İslam ahlakıyla ahlaklanma yönünde yüksek bir çaba ve nitelikli/doğru bilgi ile olacaktır.

Bu süreçte irşat hizmetleri, anlam ve etki bakımından daha önemli hâle gelmiştir. Sanal ya da gerçek hangi ortam olursa olsun sahih kaynaklara dayalı doğru bilgi sunulurken, İslam’ın öngördüğü ahlaki değerler çerçevesinde bir üslup kullanılması elzemdir. Dinimizin barış ve esenliği önceleyen rahmet mesajlarını daha etkili bir şekilde insanlara iletebilmemiz için öncelikle İslam ahlak ve adabının sadece gerçek hayatta ve toplumsal ilişkilerde değil, sanal ortamda ve bireysel davranışlarda da geçerli olduğu bilincini idrak etmemiz ve akıllara yerleştirmemiz gerekir. Dijitalleşmenin günlük hayat ile iç içe geçerek sosyal yaşantının uzantısı hâline geldiği günümüzde hem ahlaki değerlere sahip huzurlu bir birey ve toplum oluşturmak hem de Yüce Mevla’nın rızasını kazanarak ebedî saadete ermek, bizler için nihai hedef olmalıdır.

“Kuşkusuz Allah kullarından haberdardır, her şeyi görmektedir.” (Fatır, 35/31.)

 


* BENZER KONULAR

Arkadaşlık ve Dostluk Gönderen: webtasarim
[Dün, 08:34:41 ÖS]


Komşuluk İlişkileri Gönderen: webtasarim
[Dün, 08:24:14 ÖS]


İslam'da Kanaat Gönderen: webtasarim
[Dün, 07:00:27 ÖS]


Geleceğimizin Teminatı Çocuklarımız Gönderen: webtasarim
[Dün, 06:51:54 ÖS]


Kul ve Kamu Hakları Gönderen: webtasarim
[Dün, 06:43:40 ÖS]


İman ve Hayat Gönderen: webtasarim
[Dün, 06:32:41 ÖS]


Güzel Ahlak Kurallarında Nezaket Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:24:01 ÖS]


İnsanın İmtihanı Helal Gıda İledir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:31:58 ÖÖ]


Kur’an-ı Kerim ve Şehidlik Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:24:17 ÖÖ]


Ümmet Bilinci ve Camilerimiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:20:29 ÖÖ]


Yahudiler ve Yahudilik 26 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:08:47 ÖÖ]


Kur’an-ı Kerim’i Oku’maya Devam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:35 ÖÖ]


Düşünerek Konuşan İnsanların En Akıllısıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:46:17 ÖÖ]


2024 - Umut Mürare - The_Piano Tones Of Emotions_320_Kbps Gönderen: fanidunya NET
[Ekim 30, 2024, 03:04:54 ÖS]


Umut Mürare - Kırık Kalpler 2024 - 320 kbps - FANİDUNYA NET'TE İLK Gönderen: fanidunya NET
[Ekim 30, 2024, 11:41:38 ÖÖ]


Ağzımızdan Çıkanı Kulağımız Duyuyor mu Gönderen: fanidunya NET
[Ekim 30, 2024, 08:17:08 ÖÖ]


Âhiret Zarurîdir 3 Gönderen: fanidunya NET
[Ekim 30, 2024, 08:08:09 ÖÖ]


Müslümanların Bütünlüğü Farzdır Gönderen: fanidunya NET
[Ekim 30, 2024, 07:56:24 ÖÖ]


Hastalıklarımıza Çare Gönderen: fanidunya NET
[Ekim 30, 2024, 07:46:00 ÖÖ]


Çalışıp Helâl Kazanmak İbadet Olur Gönderen: fanidunya NET
[Ekim 30, 2024, 07:32:22 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49