Kuran-ı Kerim'de İnsan
Evren bir bakıma insan merkezli kurulmuştur. Göklerin ve yerin içinde olanların insana hizmet ettiğini Yüce Rabbimiz beyan buyurmaktadır.
Bir ayette: “O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen
bir toplum için ibretler vardır.” (Casiye, 45/13) buyrularak, Allah Teala katında insanın nedenli bir kıymete sahip olduğu ortaya konmuş oluyor. İnsan Allah katında ki bu önemine rağmen zaman zaman kendini farklı bir konumda hisseder ve bulunması gereken konumdan çıkarak azmaya başlar. İnsanın benliğine Yüce Yaratıcımız, hayvani ve Melek’i özellikler yerleştirmiştir. Buna rağmen insan ne bir melek nede bir hayvandır. İnsan bu özelliklerden hangisine ağırlık verir ve o yönünü işletirse, o yöndeki özellikler ağırlık kazanır. Dihlevi bu hususu şöyle ifade etmektedir: “İnsan, âdeten madenî cisimlerle müşterek bulunduğu bazı özelliklerden dolayı övülebilir; boyunun uzunluğu ve büyüklüğü gibi. Eğer mutluluk bundan ibaret olsaydı, o zaman en mutlu varlık dağlar olacaktı. Keza bitkilerle müşterek olduğu özelliklerden dolayı da övülebilir; uyumlu büyüme, güzel desenlere, revnaklı bir görünüme sahip olma gibi. Eğer mutluluk buna bağlı ise, o zaman en mutlu varlıklar meselâ gelincikler, güller... olacaktı. Yine hayvanlarla müşterek bulunduğu özelliklerle de övülebilir; yakalama gücü, yüksek sese sahip olma, aşırı derecede şehvet gücüne sahip olma, oburca yeme ve içme, aşın derecede kızma ve çekememe.., gibi. Eğer mutluluk bunlarla olacak olsaydı, o zaman eşek insanlardan daha mutlu olacaktı. Bütün bunların yanında, insanın sadece kendisine mahsus bulunan başka özellikleri de vardır ki, bunlar güzel ahlâk, ihtiyaçların karşılanması için bulunup geliştirilen kurum ve
kuruluşlar, yüksek sanatlar ve sahip olunan yüce makam olmaktadır. Gerçek mutluluk, hayvanı gücün nefs-i natıkaya boyun eğmesi, onun emrine
girmesi, arzuların akla tabi olması, nefs-i natıkanın hayvanı güce hâkim olması, onu kontrolü altında tutması, aklın heva ve heveslere galebe çalmasıdır.
Bu sıfatlardan bazıları şunlardır:
1- Nankölük;
“O, (önce) size hayat veren, sonra sizi öldürecek,
sonra yine diriltecek olandır. Gerçekten
insan, çok nankördür.” (Hac, 22/66) “Kahrolası
insan! Ne kadar nankördür.” (Abese.80/17) “Denizde
başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka
bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi
kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski halinize)
dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.” (İsra, 17/67)
Ayetin tefsirinde Mevdudi şöyle demektedir;
Kur'an-ı Kerim'de bu tür ifadeler ile her zaman tüm
insanlar kastedilmezler. Burada sadece Allah'a
karşı gelen olumsuz tipler kötülenmiştir. Bazı yerlerde
Kur'an, eğer toplumun çoğunluğu bozulmuşsa,
'insan' kavramını genel anlamda
kullanmıştır. Bir şahsın kişisel bir hatasına dikkat
çekmek, nasihatın tesirini arttırabilmek ve o şahısta
karşıt duygular oluşmaması için, yine 'insan' kavramını
genel anlamda kullanarak uyarıda bulunur.
(Tefhim, Ayetin tefsiri). Elmalı Hamdi Yazır da;
“Yani o öfke ve ayıplamanın sebebi, insanın şükredecek
yerde hayret edilecek derecede nankörlükte
ileri g itmiş olmasıdır. Çünkü nankörlük etmek ahlâksızlığın
en adisi olduğu gibi vücudunun başlangıcından
son anına kadar nail olduğu nimeti
unutmak, nimeti verenden ve onun gücünden gafil
olmak, hem de hatırlatıldığı halde nazar-ı itibara almamak
kuşkusuz ki nankörlüğün en hayret edilecek
biçimidir.” (Ayetin tefsiri)
2- Zalim;
“Size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın
nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu
insan çok zalim, çok nankördür.” (İbrahim, 14/34).
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik
de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan)
korktular. Onu insan yüklendi.
Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 33/72).
Çok zalim, zulme haksızlığa çok yatkın,
Allah'ın ve Allah'ın kullarının haklarını yüklendiği
halde, gerektiği gibi ifa etmeyip kendine yazık edendir.
(Elmalı). İnsanın yaptığı tüm iyi yada kötü işleri
bir gün kendine döneceğinden, en büyük kötülüğü
ve zulmü kendi kendine yapmış olur.
3- Rabbisine Karşı Hasım;
“O, insanı bir damla sudan yarattı. Fakat
bakarsın ki (insan) Rabbine apaçık bir hasım
oluvermiştir.” (Nahl, 16/4). “İnsan görmez mi ki, biz
onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık
düşman kesilmiş.” (Yasin, 39/77).
O, insanı bir meniden yarattı. Düşünmeli ki bir
nutfe, bir sperma damlası ne kadar değersiz bir sıvı,
ne güçsüz ve zayıf bir şeydir? Ve ondan bir insan
yaratmak ne büyük bir kudrettir. Maddesine bakınca
böyle bir damla meniden oluşan insan, yalnız yüce
Allah'ın kudretiyle, Allah'ın ona üfürdüğü ruh ile
duyu ve irade, konuşma ve fikirlerini açıklamaya
sahip kuvvetli bir insan kılığına girer de bir de ne
bakarsın ki; o, bir damla spermadan yaratılan mahluk
apaçık bir mücadeleci kesilir. Kendini savunma
yolunda çok konuşan bir tartışmacı ve mücadeleci
haline gelir. Veya aslını unutur da yaratıcısına karşı
bile açık bir düşman olur. Ona karşı ortak koşmaya,
mantık ve felsefeden bahsetmeye kalkışır. Ve bundan
dolayı bütün bu âlemde haksızlık yalnız insanlarda
bulunur. Ve onun içindir ki, uyarı emri de
insanlara yöneliktir. (Elmalı).
4- Aceleci;
“İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister.
İnsan pek acelecidir!” (İsra,17/11) “Hayır! Doğrusu
siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini)
seviyor, ahireti bırakıyorsunuz.” (Kıyame,
76/20,21). “İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır.
Size âyetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin.”
(Enbiya, 21/37)
Bu, Mekkeli kafirlerin saçma isteklerine, Hz.
Peygamber (s.a.v)'den bahsettiği azabı hemen indirmesi
isteklerine verilen cevaptır. Bu bir önceki
ayetle de yakından ilgilidir. Sanki şöyle denmek istenir:
"Ey akılsız insanlar topluluğu, iyilik isteyeceğinize,
azap istiyorsunuz. Allah'ın azabının uğradığı
topluluğun çektiklerini görmüyor musunuz?" Bir
başka ayette de şöyledir: “Hani (o kâfirler) bir
zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu Kitap senin katından
gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş
yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi.
Halbuki sen onların içinde iken Allah,
onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret
dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.”
(Enfal, 8/32,33).
5- Bilgisine Güvenen, Nimeti Unutan;
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize
yalvarır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet
verdiğimiz vakit, «Bu bana ancak bilgimden dolayı
verilmiştir» der. Hayır o, bir imtihandır, fakat
çokları bilmezler.” (Zümer, 39/49) “İnsanın başına bir
sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O'na yalvarır.
Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince,
önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah'ın
yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. (Ey
Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur;
çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!”
(Zümer, 39/8).
Bu cümle iki anlama da gelebilir. Birincisi,
"Allah, bana verilen nimetlere layık olduğumu bilmektedir.
Çünkü layık olmayıp yanlış bir inanca
sahip olsaydım, Allah bana bu nimetleri bağışlamazdı."
İkincisi, "Ben bu işin ehli olduğum için bana
bu nimetler verilmiştir. (Mevdudi).
6- Nimete Doymayan, Yoklukta Ümitsizliğe
düşen;
“İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden)
yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir şer
dokunduğu zaman da yalvarıp durur.” (Fussilet,41/51)
“Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların
üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece
duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir
rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle
yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük
gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!” (Şura,
42/48).
7- Hırslı ve Sabırsız;
“Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız)
yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda
sızlanır, feryat eder. Ona imkân verildiğinde ise
pinti kesilir.” (Mearic, 70/19,21).
HELU’, esasında bir çabukluk mânâsı bulunan,
bir taraftan tahammülsüzlük, mızıkçılık; bir taraftan
da şiddet ve hırs gibi farklı kavram arasında
bir huysuzluk ifade eden, mânâsı tam açık olmayan
bir vasıftır ki, şu iki âyet ile izahı yapılmıştır. Kendisine
kötülük dokunduğu zaman çok çok sızlanır.
Kendisine mesela bir ağrı, bir sıkıntı, bir yoksulluk,
hastalık gibi bir acı dokundu mu kıvranır, sızlanır,
feryat eder, dayanamaz, başkalarından medet bekler.
Yine kendisine bir hayır dokunduğu zaman da
kıskanır. Mesela bir servete, bir sıhhate, bir makama
kondumu hırsından, kıskançlığından kimseye
bir şey vermek istemez, ağladığı günü derhal
unutur. Başı ağrıdığı zaman her şeyden ümit bekleyen
o mızmız adam bu kez biraz kuvvet bulunca
kimseye bir lokma vermemek, hayra engel olmak
için sımsıkı bir afacan kesilir. Hakk'a ve hayra sırtını
çevirir. Eline geçeni toplayıp yığmaya, saklamaya
çalışır. Onun için de o salgın ateş onu çağırır. (Elmalı).
8- Tartışmacı;
“Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için
her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya
en çok düşkün varlık insandır.” (Kehf, 18/54)
Dünyada islama karşı mücadele veren kafirler,
kıyamet gününde de meleklerin tuttukları zabıtlara
itiraz ederek mücadele etmeye çalışacaklar.
(Kurtubi). Ancak dünyada elleri boş dönen bu nankörler
kıyamette de Allah’ın azabından kurtulamayacaklardır.