Gönderen Konu: Biz ve Kur’an  (Okunma sayısı 232 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2139
Biz ve Kur’an
« : Mart 26, 2021, 11:53:34 ÖÖ »
Biz ve Kur’an

Kur’an-ı Kerim, 1400 küsur yıl önce Hz. Muhammed (as)’a Arapça olarak[1], bir ramazan ayında[2] mübarek bir gece[3] olan Kadir gecesinde[4] parça parça inmeye başlamış ve 23 yılda[5] tamamlanmıştır. Bu kitap, bütün insanlığı; müjdeleyen ve korkutan,[6] uyaran,[7] doğru yolu gösteren/hidayet eden,[8] hakkı, batıldan ayıran,[9] insanları zulumattan aydınlığa/nura çıkaran[10] ve Fatiha suresi ile başlayıp Nâs Suresi ile sona eren Allah kelamı-Kelamullah olan bir kitaptır.

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Kur’an-ı Kerim, Rabbimiz tarafından bizlere bir lütuf olarak indirilen yüce ilahi bir kitaptır. Bu kitap, ayetleri bizim anlamamız için kolaylaştırılmış (Kamer, 54/17), tafsilatlandırılmış (Hud, 11/1); önünden ve arkasından batılın bulaşamayacağı (Fussilet, 41/42), eşsiz, apaçık (Nisa, 4/174), Allah’ın koruduğu/muhafaza ettiği (Hicr, 15/9) bir kitaptır. Doğruluğun ve gerçeğin, tek ve mutlak kaynağı bu kitaptır. Bu kitap, aynı zamanda kendisinden önce gelen bütün ilahi kitapları da tasdik eden/musaddık bir kitaptır (Maide, 5/48). İlahi kitapların da sonuncusudur.  Kısacası Kur’an, biz mü’minler için bir hayat kitabıdır; yol işaretlerini ve hidayet yolunu gösteren bir kılavuzdur.

Kur’an-ı Kerim’in Özellikleri!..

Kuran-ı Kerim’in özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür;

1- Kur’an ilahi kaynaklı bir kitaptır. İlahi olan bu kitaba hiçbir beşer eli değmemiştir. O, herhangi bir insanın, hatta Hz. Muhammed’in sözlerinden değil, Rabbimizin sözlerinden oluşmaktadır.

“Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şeyler bulurlardı” (Nisa, 4/82; Ayrıca bkz. A’raf, 7/203; Yunus, 10/15; Hud, 11/35; İsra, 17/86-87 vd.)

2- Kur’an çelişkisiz bir kitaptır. O hiçbir ihtilaf, ivec (eğrilik), şüphe, rayb (tereddüt) barındırmayan, kayyim (dosdoğru) olan bir kitaptır.

“Bu Kur’an uydurulmuş değildir. Allah’tan başkasından değil, ancak kendinden öncekilerin doğrulaması ve o kitabın açıklamasıdır. Onda asla şüphe yoktur. Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir” (Yunus, 10/37; Ayrıca bkz. Nisa, 4/82; Secde, 32/2; Zümer, 28/80; Abese, 80/11 -16)

3- Kur’an levh-i mahfuz’dan Hz. Muhammed’in kalbine indirilinceye, oradan insanlara ulaştırılıncaya kadar korunmuştur ve hiçbir zaman değiştirilemeyecektir. Onu korumayı bizzat Allahu Teâlâ üstlenmiştir. Nitekim bir ayette; “O zikri biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz” (Hicr. 15/9) buyurulmuştur.

4- Kur’an mübin’dir. İlke ve prensipleri apaçık, anlaşılır ve nettir. Kur’an bütünlüğünde Allah’a teslimiyetçi bir tarzda hakikati arayan, doğruyu bulur. Doğru anlamayı önleyecek bir engel yoktur. Yapılması gereken, ilahi iradeyi kendi istediğimiz şekilde değil, Allah’ın istediği şekilde anlamaya çalışmaktır. Allah sözü türlü biçimlerde, ama açık-seçik indirmiştir. O halde mükellefin “Ben öyle olduğunu anlayamadım” diye mazeret ileri sürmesi geçersizdir.

“Hâ, mim, Apaçık kitaba andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız” (Duhan, 44/1-3; Ayrıca bkz. Al-i İmran, 3/38; Maide, 5/15: Yusuf, 12/2; Hicr, 15/1; Nahl, 16/103; Hacc. 22/16; Nemi, 27/79; Yasin, 36/69: Zuhruf, 43/2).

5- Eksiksiz bir kitaptır. Kuran öğüt almak isteyen muttakiler için hayatın bütün alanları ile ilgili genel bir perspektif verecek yeterli verilere sahiptir:

“… Sana kitabı her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik” (Nahl. 16/59; Ayrıca bkz. Maide, 5/3; Enam, 6/38; Yusuf, 12/111: Nahl. 16/89; İsra, 17/12.89; Kehf, 18/54; Rum, 30/8).

6- Kur’an müfessirdir. Kur’an’ın en iyi tefsiri yine Kur’an tarafından yapılmış olanıdır. Çünkü Kur’an’ı açıklamak önce Allah’a aittir. O halde Kur’an’ı daha iyi anlamak için başvurulacak ilk tefsir kaynağı Kur’an’dır.

“Onların sana getirdiği her misale karşı mutlaka biz sana gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz” (Furkan, 25/33; Ayrıca bkz. Karia sûresi, Hümeze sûresi, Beled, 90/11-20 vd.)

7- Kur’an Arap dili ile indirilmiştir. Fakat onun Arapça indirilmesinin hikmetini Rabbimiz “anlaşılabilsin diye” şeklinde izah etmiştir. Çünkü mesaj insanlara bir iletişim yöntemi olan dil ile indirilmelidir. Allah Teâlâ Hz. Muhammed (s)’i seçmiş ve ona apaçık Arapça lisanı ile vahyi indirmiştir. Yüce Allah’ın sünneti (değişmez yasası) Peygamberi kendi toplumunun diliyle göndermektir. İlahi mesaj insanlara kendi dillerinde ulaştırılmalıdır ki, sorumluluk tahakkuk edebilsin.

“Elif, lam, ra. Bunlar apaçık kitabın ayetleridir. Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki, anlayasınız” (Yusuf, 12/1-2: Ayrıca bkz. Ra’d, 13/37; Nahl, 16/103; Meryem, 19/97; Fussilet, 41/44; Duhan, 44/58 vd.)

8- Kur’an beyinedir/hüccettir. Yani açık, ikna edici belgeler/ayetler içerir. Beyyine’ye muhatap olanların anlayamamak, kavrayamamak gibi mazeretleri olamaz. Beyyinatla insanların ihtiyaç duyduğu her konuda kesin belgeler ortaya konmuştur.

“Kendilerine açık deliller (beyyinat) geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın. İşte onlar (evet) onlar için büyük bir azap vardır” (Al-i İmran, 3/105; Ayrıca bkz. Bakara, 2/213; Rum, 30/9; Hadid, 57/25; Tegabün, 64/6 vd.)

9- Kur’an belağ’dır. Yani beliğ, kusursuz, düzgün, pürüzsüz ayetlerden, hitaplardan oluşur.

“Şüphesiz bunda kulluk edenler için kusursuz sözler (belağ) vardır” (Enbiya, 21/106; Ayrıca bkz. İbrahim, 14/52; Nahl, 16/82; Ahkaf, 46/35; Cin, 72/1-3 vd.)

10- Kur’an aceben’dir. (Aceben: acayip, şaşılacak şekilde) Yani ilginç, kendine özgü, diğer kitaplara, din ve ideolojilere benzemez. Hayretler içinde bırakır. Çünkü beşerin yorumlarına ihtiyaç duysa, nasıl hayretler içinde bırakır? (Bkz. Cin, 72/1–3; Kehf, 18/63).

Kur’an-ı Kerim, Anlaşılması İçin Gönderilmiş Bir Kitaptır!..

Kur’an-ı Kerim, anlamak ve yaşanmak amacıyla gönderilmiş ilahi bir kitaptır. “Biz, düşünüp anlamanız için onu Arapça bir Kur’an yaptık” (Zuhruf, 43/3) ayeti de bunu teyid etmektedir. Dolayısıyla Kur’an, anlamı üzerinde düşünülmeden okunduğu zaman anlaşılması ve yaşanılması, hayata aktarılması da mümkün olmaz. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’i anlamak için, hayatımıza aktarmak için düşünerek/tefekkür ederek okumalıyız. Çünkü bu, bizi Ahsen-i takvim üzere yaratan (Tin, 95/4) Rabbimizin emridir. Nitekim Rabbimizin inzal ettiği ilk sure ‘Oku’ emriyle başlamaktadır. (Alak, 96/1). Bu ‘oku’ emri, bizim için çok önemlidir. Üstelik bu ‘Oku’ emri, daha sonraki surelerde de tekrarlanmıştır. Nitekim Ankebût suresinin “Kitaptan sana vahyolunanı oku” (Ankebut, 29/45) ayeti ile Neml suresindeki “Müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam emredildi” (Neml, 27/92) anlamındaki ayet de Kur’an’ın okunmasını emreden ayetlerden sadece ikisidir. Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki, Kur’an’ı okumak Rabbimizin bize bir emridir, tıpkı namaz kılmak gibi, oruç tutmak gibi!. Biz mü’minler, bu emri nasıl yerine getireceğiz, yani Kur’an’ı nasıl okuyalım ki, Rabbimizin bu emrini yerine getirmiş oluruz. Elbette günümüzde çokça yapıldığı gibi Kur’an’ı yüzünden okumak da önemlidir. Ama acaba, ‘oku’ emrinde bizler, anlamını düşünmeden sadece bu şekilde yüzünden okumayı mı anlayacağız? Yoksa ‘oku’ emrinden, üzerinde düşünmeyi, okunanı anlamayı da kapsar şeklinde mi anlayacağız? Oysa yine Kur’an’a ve Allah Resul’ü Hz. Muhammed (as)’in hayatına ve emirlerine baktığımızda, ‘Oku’ emrinden sadece yüzünden okumayı anlamamamız gerektiğini görmekteyiz. Çünkü Kur’an-ı Kerim, ümmi olan yani okuma ve yazma bilmeyen bir Peygambere geldiğine göre, ‘Oku’ emrinden sadece yüzünden okumayı anlayamayız, anlamamalıyız. Zaten, yine ilk inen surelerden birisi olan Muzemmil Suresinde Rabbimiz Kur’an’ı tertil üzere okumamızı (Müzemmil, 73/4) emrediyor. “Tertil” kelimesi; Kur’an’ı tane tane, yavaş yavaş, kelime ve harflerine hakkını vererek; anlamını bozmayacak bir şekilde okumak demektir. Bu emir, Medine’de inen bir Sure’nin bir ayetinde geçmiyor; Bu ayet, Mekke’de, üstelik Mekke’nin ilk dönemlerinde ve ilk inen ayetlerden birisiyle gelen bir emirdir. Çünkü Müslümanlar tarafından yüklenilecek çok ağır ve ciddi sorumluluk taşıyan bir görevdi. Bu nedenle işin henüz başlangıcında iken, henüz yeni bir toplum inşa olunurken çok sıkı tutulması gerekiyordu. Zaten aynı surenin bir sonraki ayetinde “ Biz sana ağır bir söz vahy edeceğiz” (Müzemmil, 73/5) buyurulmaktadır.

“Biz Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye ayet ayet ayırdık ve onu peyderpey indirdik” (İsra, 17/106) ayeti ile,

“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler” (Bakara, 2/121) ayeti de,

Kur’an’ın nasıl okunması gerektiği, bize Rabbimiz tarafından açıkça bildirilmiştir. Ayrıca yukarıda zikrettiğimiz Bakara Suresi’nin 121’nci ayetinden de anlaşılacağı üzere Kitabı okumak, ona iman etmenin de bir gereğidir. Yani, kitabı okumak, kitaba güvenmekle/inanmakla alakalıdır. Dolayısıyla Kitabı anlamak için okumayan, ona güvenmiyor ya da gereğince inanmıyor demektir. Çünkü kişinin Kur’an-ı Kerim’e yaklaşımı onun imanıyla doğru orantılıdır. Kitabı hakkıyla, ayetin tabiriyle hakkını gözeterek okumak demek; onu takip etmek, gösterdiği yolda yürümek, leh ve aleyhinde de olsa ona uymak, tabi olmak demektir. Elbette ki Kur’an’a uymak için de, onu anlamak lazımdır. Günümüzde çoğu insanın yaptığı gibi sevap kazanmak için anlamını bilmeden, üzerinde düşünmeden Kur’an’ı Arapça orijinalinden okumak, yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi onu hakkıyla, hakkını vererek okumak değildir. Kur’an’ı hakkıyla okumak demek, onu anlamaya çalışmak, emir ve nehiylerine uymakla, tabi olmakla olur.

Kur’an’ı dura dura, üzerinde düşünerek okursak ancak anlayabilir ve hayatımıza aktarabiliriz. Aslında Kur’an’ı sadece anlayarak da okumak yeterli değildir. Okuduğumuz ve anladığımız Kur’an, bildiğimiz halde hayatımızdaki öncelikleri Allah’ın rızasına uygun olarak değiştirmiyor ise, anlamını bilmenin de çok fazla bir faydası yoktur. Allah’u Teâlâ, bildiği halde amel etmeyenleri, kitap yüklü merkeplere benzeterek kınamaktadır. Konuyla ilgili ayette şöyle buyrulmaktadır; “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir.” (Cuma, 62/5) Kur’an’ı okumaktan ve anlamaktan maksadın onu yaşamak, hayata aktarmak olduğu bu ayetle bir kez daha anlaşılmaktadır.

Kur’an’ın anlaşılmasını gündeme getirirken yüzünden hiç okunmasın demiyoruz. Elbette Kur’an-ı Kerim’i, sadece Allah rızası için yüzünden okumak da sevaptır. Nitekim Kur’an’ı yüzünden okumanın sevap olduğunu belirten hadisi şerif şöyle nakledilmektedir:

Abdullah (r.a)’dan Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah’ın kitabından bir harf okuyan kimseye bir hasene (sevap) vardır. Her hasene için de on misli sevap verilir. Elif, Lam, Mim’i bir harf saymıyorum. Belki “Elif” bir harf, “Lam” bir harf, “Mim” de ayrı bir harftir.” (Tirmizi, Tac tercemesi, c.4, s.13)

Demek ki biz mü’minler, Kur’an’ı anlayarak, üzerinde düşünerek, Arapçasını anlamıyorsak mealini ve tefsirini okuyarak anlamaya çalışmalıyız. Zamanımız yok demeyeceğiz. Nelere ve nerelere zaman ayırmıyoruz ki! O halde Kur’an’ı, anlamak ve ona tabi olmak için okumak, mü’minler olarak üzerimize düşen en önemli bir mükellefiyet olmalıdır. Bu mükellefiyet, aynı zamanda Peygambere de tabi olmayı gerektiren bir mükellefiyettir. Çünkü Kur’an’ı bize getiren, ona ilk tabi olan ve onu ilk yaşayan ve uygulayan Peygamber’dir. Yani Kur’an’ın ilk uygulayıcısı Hz. Peygamber (as)’dır. Dolayısıyla namazda, Hacda, oruç tutmada ve diğer uygulamalarda nasıl Peygamberi kendimize örnek alıyorsak, Kur’an okumada da Peygamberi kendimize örnek almalıyız. Eğer, Kur’an’ı anlayacak şekilde okumaz ve onu günlük hayatımızda yaşanılır hale getirmezsek, sadece Kur’an’a değil, onu getiren ve onun ilk uygulayıcısı olan Peygambere de itaat etmemiş oluruz. Bugün, “ben peygamber aşığıyım”, “canım kurban olsun senin yoluna” diyenler, “Kutlu Doğum Haftası’nı” kutlayanlar ve dolayısıyla bizler, Kur’an’ın bu emrini göz ardı edersek, onu bize getiren Peygamberi de göz ardı etmiş oluruz.

Peygamberin hayatında bizler için güzel örneklikler vardır’ ayetinde de belirtildiği gibi, Peygamberi her konuda olduğu gibi Kur’an’ı okumada ve anlamada da O’nu kendimize örnek almalıyız. Hz. Peygamber (as), Kur’an okurken azap ayetleri geldiğinde sakınıyordu, rahmet ayetleri geldiğinde ise talep ediyordu. Kur’an’ı anlamadan okuyanlar, azap ayetlerinden nasıl sakınacaklar ve rahmet ayetlerini nasıl talep edecekler? Resulullah (as) gibi Kur’an okuyacaksak anlayarak Kur’an okuyacağız ki, azap ayetleri geldiğinde biz de sakınalım ve rahmet ayetleri geldiğinde de biz de talep edelim. Demek ki Kur’an’ı anlamadan okuduğumuzda Resulullah (as) gibi davranmamış, hatta ona muhalif hareket etmiş oluruz.

Kur’an’ı göz ardı edenleri ise, Hz. Peygamber (as) “Ya rabbi! Kavmim, Kur’an’ı terk edilmiş bıraktı” (Furkan, 25/30) şeklinde şikâyet etmektedir. Anlaşılmayan, hayatımızı tanzim etmeyen Kur’an, terk edilmiş yani ‘mehcur’ bırakılmış demektir. Elbette “mehcur bırakmak-terk etmek” sadece “onu reddetmek” anlamına gelmez.

Ne demektir Kur’an’ı ‘mehcur’ bırakmak;

Kur’an hükümleri hayattan uzaklaştırılıp, O sadece raflarda muhafaza edilen bir süs eşyasına dönüştürülürse;

O hayattan kovulup, sadece hastalara ve ölülere okunan bir kitap haline getirilirse;

O apaçık ve anlaşılır olduğu halde, “anlaşılmaz” veya ”O, sadece falan ya da filan tarafından anlaşılabilir” denilirse,

İşte o zaman, Kur’an, ‘mehcur’ bırakılmış olunur.

Gözyaşları içerisinde dinlenen Kur’an’ın, bizzat bireysel, ailevi ve toplumsal hayatı tanzim etme yönü görmezlikten gelinirse, Kur’an, ‘mehcur’ bırakılmış olur.

Kur’an; okul, iş, evlilik, eş, çocuk, çocukların geleceği, tatil, ev, otomobil, makam, mevki, maaş, terfi… deyip, hayatı bunlar üzerinde inşa etmeye karşılık, Kur’an’ı bir süs tablosu gibi duvara asmak veya sadece cenazelerde veya belirli gecelerde “formalite yerine gelsin” türünden okunursa, ‘mehcur’ bırakılmış olur.

Müslümanlık lafla olmaz. Ben Müslüman’ım diyen bir kimse, Allah Kelam’ı olan Kur’an’ı, içindekilerle amel etmek, ona tabi olmak ve ona uymak için, kısacası günlük hayatı ona göre tanzim etmek için okumalıdır.

Allah’ın Resulü de, gelmiş ve geçmiş günahları affedilmiş olmasına rağmen Kur’an okumaya çok önem vermiş; hem kendisi çokça okumuş, hem de Kur’an’ın okunmasını sahabesine ve dolayısıyla bizlere de emretmiştir. Hz. Aişe Validemizin belirttiği gibi ‘O’nun ahlakı Kur’an’dı.’ Nitekim kendisi şöyle buyuruyor;

“Kur’an’ı öğrenin ve okuyun.” (Tirmizî, Fedâilül-Kur’an, 2),

“Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 15).

“Kur’an’ı okuyunuz; çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaat edecektir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252),

“Ancak iki kişiye gıpta edilir. (Bunlardan birincisi), Allah’ın kendisine Kur’an’ı öğrenme imkânı verdiği kimsedir. Bu kimse, gece gündüz Kur’an’ı okur ve hükümleriyle amel eder…” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 266)

“Kur’an’dan ezberinde bir şey bulunmayan kimse harap olmuş ev gibidir” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 18) anlamındaki hadisler Kur’an okumanın ve onu anlamanın önemine değinmektedir.

İlahi vahyin ilk inmeye başladığı dönemlerde, Kur’an’ın anlaşılması diye bir problem yoktu. Çünkü sahabe inen vahyi günlük hayatına uygulamak için okuyor ve hıfz ediyordu/ezberliyordu. Kısacası Kur’an, o dönemlerde, hayatın içinde idi ona yön veriyor ve onu şekillendiriyordu. Zaten ayetlerin bir kısmı da olaylar üzerine, ihtiyaca binaen inmekte idi. Adeta olaylarla, hayatla, Kur’an arasında canlı bir iletişim, bir diyalog vardı. Bu durum, birkaç asır böyle devam emiştir. Ama daha sonraki asırlarda Kur’an, esrarengiz bir kutsallığa büründürülerek hayattan koparılarak, bireysel ve toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmış, ona dokunmak dahi merasim gerektirmiş ve yüzünden okumanın dışında hele anlamak, anlamaya çalışarak okumak ise cesaret gerektirir hale gelmiştir. Oysa anlaşılmadan okunan ya da dinlenen bir şeyin faydasının olmayacağı aşikârdır. Çünkü anlaşılan bir şeyin kabulü ya da ret edilmesi söz konusu olabilir. Bir müşriğin ya da kafirin, İslam’ı kabullenebilmesi için ona anlatılan ya da okunan Kur’an’ı anlaması gerekmektedir. Nitekim sonradan Müslüman olan Yusuf İslam da, Kur’an’ı okuduktan ve okuduğunu da anladıktan sonra İslam’ı kabul etmemiş miydi? Yusuf İslam İslam’ı kabul edişiyle ilgili şöyle diyordu; “Ben İslam ülkelerini dolaşsaydım belki İslam’ı kabul etmezdim, ancak Kur’an’ı okuduktan sonra Müslüman oldum.” Yusuf İslam, şayet anlamadan sadece yüzünden Kur’an’ı okumuş olsaydı, İslam’ı kabul eder miydi? Herhalde kabul etmezdi! Ama bugün Müslümanlar, çeşitli bahanelerle Kur’an’ı anlamak için değil sadece yüzünden okumaya çalışmaktadırlar.

Bugün ya da uzun yıllardır, Kur’an ve dolayısıyla İslam’a bakışımız değişmiştir; tepkilerimiz yumuşamış, hassasiyetlerimiz azalmıştır. Çünkü Kur’an, hayatımıza müdahale etmiyor. Hayata müdahale etmesi, siyasi ve sosyal olayları tanzim etmesi gereken Kur’an, ne yazık ki, evlerin en mutena yerlerinde ya raflarda ya da daha yüksek yerlerde kılıfların arasında saklanır hale gelinmiştir. Belirli günlerde ve gecelerde ya da mezarlıklarda, o da sadece yüzünden okunmak için kılıflarından çıkarılmaktadır. Okunmayan, hayatı düzenlemeyen Kur’an, yavaş yavaş hayattan çekilmiş, yani mehcur bırakılmıştır. Kur’an’a saygı, üç defa öpüp alna götürmek ya da kimsenin ulaşamayacağı yüksek yerlerde saklanarak gösterilmez. Bu, Kur’an’a saygı değil, aksine saygısızlıktır. Çünkü Kur’an’a saygı içindekilerle amel etmekle ancak mümkün olur.

İlk dönemlerde hayata müdahale eden, hayatın içinde olan Kur’an, ilerleyen yıllarda, bu fonksiyonunu yerine getiremez olmuştur. Çünkü hayatla ilgisi kalmayan, toplumun problemlerinden ve ihtiyaçlarından habersiz olarak hazırlanan tefsirler, mealler ve kitaplar topluma yeni bir dinamizm kazandırmamış, tersine pasifleştirmiştir. Dolayısıyla  toplumu içten içe çürüten, yozlaştıran münker ve fuhuşiyat toplumu sarıp sarmalamıştır. Bundan kurtuluş ise, yeniden Kur’an’ın ve onun hayata aktarılma tarzı olan sünnetin anlaşılması ve hayata egemen kılınmasıyla mümkün olur.

Hz. Ömer (ra) devrinde, Basra valisi Ebu Musa el- Eşari, Hz. Ömer’e haber gönderiyor ve: Kur’an okulları açtık, diyor. Allah’a şükür bu kuran okullarına ilgi var, bize beytü’l-maldan yardım gönder. Hz. Ömer çok seviniyor. Hemen beytü’l maldan yardım gönderiyor.

Bir sene sonra vali ikinci bir haber gönderiyor,  diyor ki: Okuyanlar bitirdi, gelenler daha çok, beytü’l malden yardım.

Hz. Ömer, o okulları kapat. Okulları kapat, çünkü o okullar öyle anlaşılıyor ki, Kur’an’ın şekliyle lafzıyla uğraşan okullardır, korkarım ki okullar Kur’an’ın lafzına dalar da manasıyla uğraşan kalmaz diyor.

Bugün de böyle değil mi? Bugün de böyle ve kapat diyor, o okulları kapat. Çünkü Hz. Ömer kendisi 12 senede Bakara suresini bitiriyor, bitirdiğinde de bir deve kesiyor.

Hz. Ömer (ra)’ın oğlu Abbdullah b. Ömer (ra), rivayetlerin söylediğine göre; ki sahabenin fukahasındandır, 8 yılda bitiriyor Bakara suresini. Onlar, herhalde bizden daha az zekâlı değildiler.

Niye? Tabiin şunu söylüyor bize Kur’an-ı Kerim’i öğretenler Kur’an’ı şöyle okuduklarını anlatıyorlardı: Kur’an’ı onar ayet, onar ayet okurduk, manasını bellerdik, onunla amel ederdik, sonra diğer on ayete geçerdik.

Şimdi biz bir kendimizi düşünelim, bir de onları düşünelim.

Evet, biz Arapça bilmiyoruz. Ama imkanlarımızı zorlasak, bir meal değil, on meal okusak. Ha, birkaç tanede tefsir okusak, hani hepsine varamıyorsak hiç olmazsa varabildiğimizi okusak…

İşte sahabe döneminde Kur’an bu şekilde okunuyordu, böyle okunulduğu için de bu Müslümanlar o dönemde büyük bir atılımın içerisine girdiler…

Evet, Kur’an’ı mutlaka okumalıyız. Okumaktan maksat ise, onu mutlaka anlamaya çalışmak olmalıdır. Anlamaktan maksat ise, Kur’an’ın emir ve yasaklarına uymaktır. Yüce Rabbimiz A’râf suresinin 3. ayetinde “Rabbinizden size indirilene uyun” emriyle Kur’an’a uymamızı emretmektedir. Zaten Kur’an’a saygı, Kur’an’ı okuduğumuz, anlamaya ve hükümlerini uygulamaya çalıştığımız zaman gerçekleşmiş olur. Aksi takdirde Peygamberimizin, “Ahir zamanda Kur’an’ı okuyan, ancak okudukları gırtlaklarını aşmayan (okuduklarına inanıp onunla amel etmeyen) bir topluluk gelecektir” (Ahmed, II, 621) anlamındaki hadisinde ifadesini bulan ikaza muhatap oluruz.

Kur’an-ı Kerim okuyuşumuz, hayatımızı mutlaka değiştirmeli, yanlış ve hatalarımızı düzelterek, bizi münker ve habaisten uzaklaştırarak mü’mince yaşamamızı sağlayacak tarzda olmalıdır. Aksi halde, kişinin düşünce, ahlâk ve davranışlarında hiçbir değişiklik meydana getirmeyen ve onun, Kur’an’ın yasakladığı şeyleri yapmaya devam etmesini engellemeyen bir okuma, gerçek müminin okuyuşu değildir. Böyle kimseler hakkında Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın haram kıldığını helal kılan, aslında hiç Kur’an’a inanmamış gibidir.” (Tirmizi, Süheyb Rûmi’den rivayet etmiştir.) Böyle bir okuyuş, kişinin nefis ve ruhunu ıslah edip güçlendirmez, aksine onu Allah’a karşı daha küstah yapar. Hz. Peygamber (s.a), bir başka hadisinde; “Kur’an sizin lehinize de, aleyhinize de bir şahittir” buyurmuştur. Yani! “Eğer Kur’an’a doğruca uyarsanız, o sizin lehinize bir şahit olur.” Fakat eğer bu kitap size ulaşmış, siz de onu okumuş ve rabbinizin sizden neler istediğini, neleri yasaklayıp neleri emrettiğini öğrenmiş, sonra da ona aykırı bir tavır içine girmişseniz, o zaman bu kitap sizin aleyhinize bir şahit olur.

Kur’an’ı, lehimizde şahit olacak şekilde okumalıyız. Eğer Kur’an okuyuşumuz, bizleri, münkerden, kötülüklerden ve günahlardan uzaklaştırıyorsa, bizi canlandırıyor ve bize hayat veriyorsa (Enfal, 8/24) bu okumaya devam etmeliyiz. Aksi halde ise, okuyuşumuzu mutlaka düzeltmeliyiz. Ölümlü bir dünyada yaşıyoruz; ömür de tıpkı sayılı günler gibi bir gün mutlaka bitecek ve bizler Allah’ın huzuruna hesap vermek üzere çıkacağız. Hesap verirken ya yüzleri ışıl ışıl parlayanlardan oluruz ya da yüzleri asık olanlardan (Kıyame, 75/22–24) oluruz. Tercih bize aittir.

 ---------------------------------------------------------------------------------------------------


[1] Yusuf, 12/2

[2] Bakara, 2/185

[3] Duhan, 44/3

[4] Kadir, 97/1

[5] Şuara, 26/192-195

[6] Fussilet, 41/4.

[7] En’am, 6/92,155; A’raf, 7/2

[8] Bakara, 2/2; Nisâ, 4/175.

[9] Bakara, 2/185; Furkân 25/1.

[10] Maide, 5/16; İbrahim, 14/1.

 


* BENZER KONULAR

Saadet Asrı Adanmış Hayatlar Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:10:20 ÖÖ]


İhsan ve Tefekkür Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:03:23 ÖÖ]


Takva ve Muttaki Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:58:21 ÖÖ]


Tam bir teslimiyet Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:53:57 ÖÖ]


İman ve Mü’min Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:43:37 ÖÖ]


Evlilikte Amaç Ne Olmalı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:39 ÖÖ]


En Şiddetli Düşman Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:02:48 ÖÖ]


Komşu Komşunun Külüne Muhtaç Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:53:30 ÖÖ]


Yaratılış Gâyemiz İbâdettir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:45:12 ÖÖ]


Rıfat Kaynak - Single Eserleri 320 + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 22, 2024, 06:32:12 ÖS]


Diyetisyen Gözüyle Hamileliğe Hazır Mısınız Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 06:18:47 ÖS]


Peygamber’le Birlikte Yaşamak İçin Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 06:10:25 ÖS]


Yetimin Duyguları Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 05:46:08 ÖS]


Ölüm Var Ölümden Ölüme Fark Var Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 05:41:21 ÖS]


Nefis Mücadelesi Gönderen: anadolu
[Nisan 22, 2024, 05:36:00 ÖS]


Alkolsüz Bir Hayat Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 22, 2024, 07:03:57 ÖÖ]


Ümmetimin Zayıf mü’minleri Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 22, 2024, 06:48:51 ÖÖ]


Yüksek Tansiyonda Psikolojik Faktörler Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 22, 2024, 06:27:08 ÖÖ]


Uyku Bozuklukları Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 22, 2024, 06:20:53 ÖÖ]


Bu Dünya Bir İmtihân Yeridir Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 22, 2024, 06:06:47 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41