Gönderen Konu: Büyük Şefaat  (Okunma sayısı 104 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5724
Büyük Şefaat
« : Kasım 02, 2021, 07:47:45 ÖÖ »
Büyük Şefaat
 
117) Enes (r.a.)’dan rivayetle, Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdular:

“Kıyamet günü Mü’minler toplanırlar ve:

“Ne olurdu da birini Rabbimiz katında şefaatçi edinsek” derler. Âdem (a.s.)’a gelir­ler:

“Sen insanlığın babasısın, Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sona secde ettirdi ve sana her şeyin ismini öğretti. Bize Rabbin katında şefaatçi ol, öyle ki bizi, buradaki şu ye­rimizde rahata kavuştursun” derler. Âdem de:

“Ben sizin iste­diğiniz konumda değilim” der ve günahları sayar. Şefaati is­temekten utanır ve Nuh’a gidin. O, Allah’ın Resûlü sıfatıyla insanlığa gönderdiği Peygamberlerinin ilkidir.” der. Mü’minler ona giderler ve Nuh da:

“Ben sizin istediğiniz konumda deği­lim” der ve Yüce Allah’tan bilmeksizin bir talepte bulundu­ğunu hatırlatır. Şefaat istemekten utanır ve:

“Allah’ın dostu İbrahim (a.s.)’a gidin” der. Ona giderler, o da:

“Ben sizin iste­diğiniz konumda değilim, siz Musa’ya (a.s.) gidin. O Allah’ın (c.c.) kendisiyle konuştuğu (kelam ettiği) kuludur ve ona Tev­rat’ı vermiştir” der. Sonra da mü’minler ona giderler. O da:

“Ben sizin istediğiniz mevkiide değilim” der ve herhangi bir cana karşılık olmaksızın bir kişiyi öldürdüğünü hatırlatır. Rabbinden haya eder:

“Siz Allah’ın kulu ve Resûlü İsa’ya (a.s.) gidin. O aynı zamanda Allah’ın kelimesi ve ruhudur” der. Ona giderler. İsa da:

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim. Muhammed (s.a.s.)’e gidin. O, Allah’ın önceki ve sonraki (bü­tün) günahlarını bağışladığı   kuludur” der. Ona gelirler. Ben çıkarım, Rabbimi görünce secdeye kapanırım. Allahu Teâlâ beni istediği kadar bir süre o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Başını kaldır ve iste, istediğin verilecektir, söyle, söylediğin dinlene­cek, şefaatte bulun şefaatin kabul edilecektir” denilir. Ben de başımı kaldırırım. Allah’ın (c.c.) bana öğrettiği gibi O’na hamd ederim. Ondan sonra da kimseler hakkında şefaatle bulunu­rum. (Allah’ın izniyle) onları cennete sokarım. Sonra yine Rabbimin katına dönerim. Onu gördüğümde secdeye varı­rım. Sonra da bana bir sınır koyuluncaya dek şefaatte bulu­nurum. Onları Cennete sokarım. Sonra da üçüncü kez yine Rabbimin katına dönerim. Sonra da dördüncü kez giderim.

“Kur’ân’ın tuttukları ve kendileri hakkında ebediyen cehen­nemde kalma hükmü verilmiş olanların dışında cehennemde kim kaldıysa hepsini (ateşten çıkarmayı istiyorum)” derim.”[1]

İmam Buhârî (rh) der ki: “Kur’ân’ın tuttukları” kavlinden kast edilen Yüce Allah’ın “Onlar cehennemde ebedi kalıcı­dırlar” diye buyurduğu kimselerdir.”

Müslim’in (193) Ebû Kâmil Fudayl bin Hüseyin El-Cünderiy ve Muhammed bin Ubeyd El-Ğâberiy -Ki lafız Ebû Kamîl’e aittir- yoluyla gelen rivayette dediler ki: “Bize Ebû Avâne, ona da Katâde, ona da Enes bin Malik’in yaptığı rivayette Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü mü’minler toplanırlar ve kendilerine şefaatçi olunması için ihtimam gösterirler -İbn Ubeyd der ki: “Bundan dolayı kendi içlerine şefaatçi olunması için ilham olunur-[2] “Ne olurdu da birini Rabbimiz katında şefaatçi edinsek de bizi buradaki şu yerimizde rahata kavuştursa” derler. Sonra da Âdem (a.s.)’a gelirler. Mü’minler ona:

“Sen Âdemsin, mahluka­tın atasısın. Allah seni eliyle yarattı ve ruhundan sana üfledi, melekleri de sana secde ettirdi. Rabbin katında bizim için şefaatçi ol da bu yerimizde rahata kavuşalım?” derler. Âdem de (a.s.):

“Ben si­zin istediğiniz konumda değilim” der ve işlediği hatasını ha­tırlar ve bundan dolayı utanır ve:

“Lakin, Allah’ın ilk Resûlü ve peygamberi olan Nuh’a gidin” der. On­lar da Nuh’a (a.s.) gelirler. Nuh da:

“Ben sizin istediğiniz ko­numda birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlar ve bun­dan dolayı utanır ve:

“Lakin, Allah’ın kendisine halil edin­diği[3] İbrahim’e (a.s.) gidin” der. İbrahim’e gelirler. Ve o da:

“Ben sizin istediğiniz konumda birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlar ve ondan dolayı Rabbine karşı haya eder:

“Lakin, Allah’ın kendisiyle konuştuğu ve kendisine Tevrat’ı verdiği Musa (a.s.)’a gidin” der.  Musa (a.s.)’a gelirler. Musa:

“Ben sizin istediğiniz konumda birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlar ve bundan dolayı Rabbine karşı utanır ve:

“Lakin! Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa (a.s.)’a gidin” der. Onlar da Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa’ya gelirler. O da:

“Ben sizin istediğiniz gibi bir konumda değilim lakin Allah’ın (c.c.) kendisinin gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışla­dığı Muhammed’e (s.a.s.) gidin” der. Bana gelirler ve Ben de Rabbimden izin istedim ve bana izin verildi. Allah’ı (c.c.) gör­düğüm zaman hemen secdeye vardım. Allahu Teâlâ beni dilediği zamana dek o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Ey Muham­med! Başını kaldır ve iste, istediğin verilecektir. Söyle, söyle­diğin dinlenecektir, şefaatte bulun şefaatin kabul edilecektir.” denilir. Ben de başımı kaldırırım. Allah’ın (c.c.) bana öğrettiği gibi ona hamd ederim. Ondan sonra da kimler hakkında şe­faatte bulunacağımı bana bildirir ve onlar hakkında şefaatte bulunurum. (Allah’ın izniyle) onları ateşten çıkarıp cennete sokarım. Sonra yine Rabbimin katına dönerim. Onu gördü­ğümde secdeye varırım. Sonra yine Rabbim beni dilediği bir süreye kadar o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Ey Muhammed! Başını kaldır!” diye buyurur. (Devamla):

“Söyle, dinlenecek­sin, iste, istediğin verilecektir, şefaatçi ol, şefaatine kabul edi­lecektir.” diye buyurur. Ben de başımı kaldırırım. Allah’ın bana öğrettiği gibi O’na hamd ederim. Sonra da bana izin verilenler hakkında kimilerini ateşten çıkartıp cennete koya­rım”

-Ravi: “Üçüncüsünde mi yoksa dördüncüsünde mi dedi? bilmiyorum” dedi.-

“Ben de: “Ya Rabbim! Kur’ân’ın tut­tukları yani kendileri hakkında ebediyen cehennemliktirler, hükmü olanlar dışında cehenneme kim kaldıysa hepsini (ateşten çıkarmak) istiyorum” derim.”

İbn Ubeyd rivayetinde der ki:

“Katade: “Yani haklarında ebedi cehennem olanlardır” der.”

Müslim’den (326/193), Mabed bin Hilal El-Anezi yoluyla gelen rivayette, dedi ki: “Enes bin Malik’in yanına girdik. Bu esnada (evinde) Sabit ile karşılaştık. Enes bin Malik’in yanına gitmek için yardımını istedik, kendisi kuşluk namazını kılı­yordu. Sabit kendisinden izin istedi ve yanına girdik. Sabit’i alıp yatağının üzerine oturdular. Sabit:

“Ey Ebû Hamza! Kar­deşlerin Basra’dan geldiler, senden şefaat hadisini anlatmanı istiyorlar?” diye sordu. Enes bin Malik de:

“Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.)’in bize anlattığına göre, şöyle buyurdular:

“Kıyamet günü olunca insanlar (o dehşetten dolayı) birbirine karışacak ve Âdem’e (a.s.) gelip:

“Ben sizin istediğiniz ko­numda değilim. Lakin İbrahim’e gidin, çünkü o Allah’ın en yakın dostudur” der. Onlar da İbrahim’e (a.s.) gelirler. O da:

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim. Lakin Allah’ın kendi­siyle konuştuğu peygamberi Musa’ya (a.s.) gidin” der. Musa getirilir, kendisi de:

“Ben istediğiniz konumda değilim. Lakin Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa’ya (a.s.) gidin” der. İsa getiri­lir o da:

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim. Lakin Mu­hammed’e (s.a.s.) gidin” der. Ben getirilirim ve:

“Ben (Allah’ın izniyle) şefaatçi olurum” derim. Rabbimin huzuruna gedip, ondan izin isterim ve bana izin verilir. Allah’ın (c.c.) önünde dururum. Bana Allahu Teâlâ’ya arzı medet için hafı­zamda bulunmayan bir takım hamd-ü senalar ilham olunur. Sonra da Allahu Teâlâ’ya secde ederim. Bana:

“Ey Mu­hammed! Başını kaldır, konuş, dinlenileceksin, iste, istediğin verilecektir. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir.” denilir. Ben de:

“Ümmetim, ümmetim, Ey Rabbim!” derim. Bana:

“Haydi git! Her kiminin kalbinde arpa ya da buğday tanesi ağırlığınca iman varsa onu cehennemden çıkar” denilir. Ben de giderim ve (söyleneni) yaparım. Sonra (yine) Rabbime dönüp onu övüleceklerin yeganesi ile överim ve O’na sec­deye kapanırım. Bana:

“Ey Muhammed! Başını kaldır! Söyle (konuş), dinlenileceksin, iste, istediğin verilecektir. Şefaatçi ol şefaatin kabul edilecektir.” denilir. Ben de:

“Ümmetim, üm­metim” derim. Bana:

“Haydi git! Kimin kalbinde hardal tanesi ağırlığınca iman varsa onu ateşten çıkar” denilir. Ben de bu­nun üzerine giderim ve (söyleneni) yaparım. Sonra yine Rabbime dönerim ve O’nu övüleceklerin yeganesi ile överim ve secdeye kapanırım. Bana:

“Ey Muhammed! Başını kaldır. Konuş, dinlenileceksin, iste, istediğin verilecektir, şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir” denilir. Ben de:

“Ey Rabbim! Üm­metim ümmetim” derim. Bana yine:

“Haydi git! Hardal tanesine yakın miktarda, azın azı imanı bulunan kimseyi ateş­ten çıkar” denilir. Ben de bunun üzerine hemen giderim ve (söyleneni) yaparım.”

Bu, bize Enes’in anlattığı hadistir. Sonra onun yanından ayrıldık. Bizler Cebbâne’nin üst kısımlarına[4] vardığımız va­kit:

“Hasan’a keşke bir uğrayıp selam verseydik” dedik ve (oraya gidip) selam verdik. Bu esnada kendisi Ebû Halife’nin bahçeli evinde bulunuyordu. Evine girip ona selam verdik ve:

“Ey Ebû Saîd! Kardeşin Hamza’nın yanından geliyoruz. Daha önce hiç işitmediğimiz şefaat hadisini bize anlattı” de­dik. O da:

“Hiyeh (anlat)!”[5] dedi. biz de bunun üzerine hadi­sini anlattık. Sonra o (yine):

“Anlat” dedi. Biz de:

“Daha fazlasını bilmiyoruz” dedik. O da:

“Kendisinin ezberi ve kuv­veti toplu olarak mevcut iken yirmi senedir bunu (bu kadarı ile mi) size anlattı? Öyleyse bir takım yerleri terk etmiş, bilmiyorum şeyh acaba unuttu mu? Yoksa sizler tevekkül eder, usanırsınız diye mi uzunca anlatmayı uygun görmedi acaba?” dedi. Biz de: 

“Öyleyse bize anlat” dedik. Bu soru­muz karşısında güldü ve: “İnsan ne kadar da aceleci yaratıldı, ben size hadisi anlatmam için zaten bunları söylüyorum” dedi ve devamla (Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu):

“Sonra Rabb­ime dördüncü kez tekrar dönerim, onu övüleceklerin yegâ­nesi ile överim. Sonra O’na secdeye kapanırım. Bana:

“Ey Muhammed! Başını kaldır, konuş, dinlenileceksin, iste, istedi­ğin verilecektir, şefaat et, şefaatin kabul edilecektir” denilir. Ben de:

“Ey Rabbim! Bana izin ver de: “La ilâhe illallah” di­yen bütün tevhid ehli hakkında şefaat edeyim” diye niyaz ederim. Allahu Teâlâ da:

“Bu sana ait değil ya da bu senin değil lakin izzetim, celalim ve kibriyam hakkı için[6] “La ilâhe illallah” diyen herkesi Ben mutlaka çıkaracağım” diye buyurdu.”

Ravi der ki: “Ben şahitlik ederim ki, bu hadisi Hasan bize anlattı ve kendisi Enes bin Malik’i, kendisinin ezberi ve kuvveti olduğu hâlde yirmi sene önce gördüğünü söylemiştir.

Buhârî’de (7410) gelen rivayetlerden birisi de şöyledir:

“Allahu Teâlâ yine böylece kıyamet gününde mü’minleri toplar. (Onlar):

“Rabbimiz katında birini şefaatçi edinsek de, bu yerimizde bizi rahata kavuştursa” derler. Âdem’e (a.s.) ge­lirler.

“Ey Âdem! İnsanları görmüyor musun?” Allah-u Azze ve Celle seni kendi eliyle yaratmış, sana meleklerini secde ettirmiş ve sana her şeyin ismini öğretmiştir. Rabbimiz katında şefaatçi ol da, Rabbimiz bizi bu yerimizde rahata kavuştur­sun.” derler. Âdem de (a.s.):

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim” der ve işlediği hatasını hatırlatır sonra:

“Lakin siz Nuh’a (a.s.) gidin. O Allahu Teâlâ’nın yeryüzü insanlarına Resûl sıfatıyla gönderdiği ilk elçisidir.” der. Nuh’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim” der ve işlemiş olduğu hatayı hatırlatır. Sonra:

“Lakin siz İbrahim’e (a.s.) gidin” der. Ona gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim” der ve işlemiş olduğu hataları hatırlatır. Sonra:

“Lakin siz, Musa’ya (a.s.) gidin. O Allah’ın kendisine Tevrat’ı verdiği ve kendisiyle konuştuğu kuludur.” der. Musa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim”, der ve işlemiş olduğu hatayı hatırla­tır. Sonra:

“Lakin siz İsa’ya (a.s.) gidin, o Allah’ın kulu, Resûlü, kelimesi ve ruhudur” der. İsa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda değilim, lakin siz Muhammed (s.a.s.)’e gidin. O, Al­lah’ın kendisinin gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışla­dığı kuludur.” der. Bana gelirler. Ben çıkarım, Rabbime nida da bulunurum ve izin isterim. Bana izin verilir. Onu gördü­ğümde secdeye kapanırım. Rabbim beni dilediği kadar bir süre o hâl üzere bırakır. Sonra da bana: “Kalk, Muhammed! Söyle (konuş) söylediğin dinlenecek” denilir. Ben de Allah’ın bana öğrettiği övgülerle Rabbimi överim. Ona hamd ederim. Sonra da şefaatte bulunurum, kimler hakkında şefaat iste­meme Rabbim izin verdiyse onları cennete sokarım. Sonra Rabbime tekrar varırım. Onu görünce secdeye kapanırım, Allahu Teâlâ da belli bir süreye dilediği kadar beni o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Kalk Ey Muhammed! Konuş, dinlene­ceksin, iste istediğin verilecektir, şefaatte bulun şefaatin kabul edilecektir” denilir. Ben Rabbimi, bana öğrettiği övgülerle över, O’na hamd ederim. Sonra da şefaatte bulunurum, Al­lah (c.c.) bana kimler hakkında şefaatte bulunacağımı bildirir ve onları cennete sokarım. Sonra döner ve:

“Ey Rabbim! Kur’ân’ın tuttukları ve haklarında bunlar ebedi cehennemlik­tirler denilenler dışında cehennem de kimse kalmadı” derim.

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah’tan başka ilâh yoktur (La ilâhe illallah) diyen ve kalbinde arpa tanesi ağırlı­ğınca iyilik bulunan herkes cehennemden çıkar. Sonra da: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” diyen ve kalbinde zerre miktarınca iyilik bulunan herkes cehennemden çıkar.”

Yine Buhârî’de (7440) Hümam bin Yahya yoluyla gelen rivayette, dedi ki: Bize Katâde’nin, ona da Enes bin Malik’in (r.a.) rivayet ettiğine göre Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü olunca Mü’minler bekletilirler, öyle ki bu bekleyişten ötürü rahatsız olmaya başlarlar. Sonra da:

“Birini Rabbimizin katında şefaatçi edinsek de bu yerimizden bizi rahata kavuş­tursa” derler. Âdem’e (a.s.) gelirler.

“Sen Âdemsin, insanların babasısın, Allahu Teâlâ seni eliyle yarattı, mesken olarak sana cenneti verdi, meleklerini sana secde ettirdi ve sana her şeyin ismini öğretti, Rabbin katında bize şefaatçi olsan da Rabbimiz bizi burada rahata kavuştursa” derler. Âdem de:

“Bu makamda olan biri değilim” der ve kendi hatasını kendi­sine yasaklanan ağaçtan yediğini hatırlatır ve: “Siz Nuh’a (a.s.) gidin, o Allah’ın yeryüzü insanlarına gönderdiği ilk nebi­sidir” der ve Nuh (a.s.) a gelirler. O da:

“Ben sizin istediğiniz mevkiide birisi değilim” der ve işlediği hatasını, bilmeksizin Rabbinden istekte bulunmasını hatırlatır ve “Siz Allah’ın en yakın dostuna gidin” der. İbrahim (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim” der ve üç yerde yalan söylemek zorunda kaldığı hatasını hatırlatır: Lakin siz Musa’ya (a.s.) gi­din, Allah’ın kendisine Tevrat’ı indirdiği, kendisiyle konuştuğu ve münâcâtta kendisine yaklaştırdığı kuldur” der. Musa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim,” der ve işlemiş olduğu hatasını, bir kişiyi öldürmesini hatırlatır:

“Lakin siz Allah’ın kulu, Resûlü, ruhu ve kelimesi olan İsa’ya gidin” der. İsa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim” der ve:

“Lakin, Allah’ın kendisinin gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışladığı Muhammed’e gidin” der. Bunun üze­rine Mü’minler bana gelirler. Ben de Rabbimin makamında O’nunla münacatta bulunmak için izin isterim ve bana izin verilir. Rabbimi görünce hemen secdeye kapanırım. Allahu Teâlâ dilediği kadar beni bu hâl üzere bırakır. Sonra da:

“Kalk Ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin, iste istediğin verilecektir. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir” diye buyu­rur. Ben de başımı kaldırırım Rabbimi, bana öğrettiği övgü­lerle över O’na hamd ederim. Sonra da şefaat ederim. Rabbim, kendilerine şefaatçi olmama izin verdiği bir kısmı bana belirtir. Sonra gider onları Cennete sokarım.

Ravi Katade der ki: Onun aynı şekilde söyle dediğini işittim:

Sonra onları cehennemden çıkarıp Cennete koyarım. Sonra da dö­ner (yine) Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isterim. Bana izin verilir. O’nu gördüğümde hemen secdeye varırım. Al­lah’ın (c.c.) dilediği kadar bu süre beni o hâl üzere bırakır. Sonra da:

“Kalk Ey Muhammed! Söyle (konuş) dinlenilecek­sin, iste istediğin verilecektir. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir, iste verilecektir.” diye buyurur. Sonra şefaat ede­rim, Allah (c.c.) benim için haklarında şefaatçi olacağım bir takım insanları bana belirler. Onları cehennemden çıkarır. Cennete sokarım. Sonra üçüncü kez dönerim, O’nu gördü­ğümde hemen secdeye varırım. Allahu Teâlâ da:

“Kalk Ey Muhammed, konuş, söylediklerin dinlenilecek, şefaat et, şe­faatinin kabul edilecek, iste, istediğin verilecektir” diye buyu­rur. Başımı kaldırırım. Rabbimi, bana öğrettiği övgülerle öve­rim ve O’na hamd ederim. Sonra da şefaatte bulunurum. Allahu Teâlâ benim kendileri hakkında şefaatte bulunaca­ğım bir topluluk belirler. Çıkar onları cennete koyarım.”

Ravi Katade der ki: Onun şöyle söylediğini de duydum: Çıkar, onları cehennemden çıkarır, Cennete sokarım.” Sonunda cehennemde Kur’ân’ın tuttukları yani kendileri hakkında ebedi cehennem adabı hükmü verilenler dışında kimse kalmaz. Sonra da şu ayeti okudu: “Umulur ki, Rabbin seni makam-ı mahmûda (övülen makama) yükseltir.” (İsra: 17/73) İşte bu ayeti kerimede zikri geçen, Resûlullah (s.a.s.)’a vaad edilen “övülmüş makam” budur.”

v Yine Buhârî’de (7510) geçen Hammad bin Zeyd yoluyla gelen rivayette, şöyle dedi: “Ma’bed bin Hilal’i El-Anezi’nin bize anlattığına göre şöyle demiştir:

“Basra ehlinden bazı kimselerle toplandık ve Enes bin Malik’in (r.a.) evine geldik. Yanımızda Sabit El-Bunani’yi de götürdük. O bizim için şefaat hadisinden soracaktı. Onu evinde bulduk. Yanına vardığımızda kuşluk namazını kılıyordu. İzin istedik. Yatağının üzerinde olduğu bir vaziyette bize izin verdi. Sabit’e:

“Ona şefaat hadi­sinden önce herhangi bir şey sorma, diye söyledik. Sabit:

“Ey Ebû Hamza! Bunlar senin Basra ehlinden kardeşlerin, sana şefaat hadisinden soruyorlar?” dedi. Enes (r.a.) dedi ki:

“Resûlullah (s.a.s.) bize şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü olunca insanlar birbirlerine karışırlar. Âdem’e (a.s.) gelirler. Ona:

“Bize Rabbinin katında şefaatçi ol” derler. Âdem:

“Ben bu ko­numda birisi değilim, lakin siz İbrahim’e gidin. O Rahmân’ın yakın dostu (halili) dur” der. İbrahim’e (a.s.) gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim, lakin siz Musa’ya gidin, o Allah’la konuşandır” der. Musa’ya (a.s.) gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim, lakin siz İsa’ya gidin. O Allah’ın ruhu ve kelimesidir” der. İsa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu ko­numda birisi değilim, lakin Muhammed (s.a.s.)’e gidin” der. Bana gelirler ve Ben de:

“Ben bu konumdayım” derim ve Rabbimin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. İzin verilir. Bu esnada bana, şu anda bilmediğim bazı hamd sözleri ilham olunur. Bunlarla da ben Rabbime hamd ederim. O’na sec­deye varırım.

“Ey Muhammed! Kaldır başını, konuş, söyledi­ğin dinlenilecek, iste, istediğin verilecektir. Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir.” denilir. Ben de:

“Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetimi istiyorum” derim. Allah-u Azze ve Celle de:

“Çık, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca imanı olan her­kesi ateşten çıkar” diye buyurur. Ben de bunun üzerine çıka­rım ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O’na hamd ederim. Sonra secdeye kapanırım.

“Ey Muhammed! Başını kaldır, konuş, söylediğin dinlenilecek, iste, istediğin verilecektir, şefaatte bulun şefaatin kabul edile­cektir” denilir. Ben de:

“Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetim!” derim. Allahu Teâlâ da:

“Çık, kalbinde zerre miktarınca ya da hardal tanesi büyüklüğünde iman bulunan herkesi ateşten çıkar” diye buyurur. Ben de çıkar, O’na hamd ederim. Sonra da secdeye kapanırım. Allah-u Azze ve Celle de:

“Ey Mu­hammed! Başını kaldır, konuş dinlenileceksin, iste, istediğin verilecektir. Şefaat et şefaatin kabul edilecektir.” diye buyu­rur. Ben de:

“Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum” derim. Allah (c.c.):

“Çık, kalbinde bir hardal tanesinden çokça az miktarda imanı olan herkesi çıkar, onları ateşten çıkar” diye buyurur. Ben de çıkar bunu yaparım.”

Ravi der ki: Enes (r.a.)’nın yanından çıktığımız vakit arkadaşlarımızdan bazıla­rına:

“Hasan’a da uğrasak, o Ebû Halife’nin evine kapanıp duruyor” dedim. Ona Enes bin Malik (r.a.)’in bize söylediği hadisi bildiririz. Yanına gittik, selam verdik, bize izin verdi. Ona:

“Ey Ebû Said! Sana kardeşim Enes bin Malik’in yanında­n geldik. Şefaat hakkında bizlere rivayet ettiğinin bir benzerini duymamıştık” dedik. O da:

“Hele bir okuyun baka­lım?’’ dedi. Biz de onu anlattık. Zikri geçen yere kadar oku­duk. O yine

“okuyun bakalım?’’ dedi. Bizler de:

“Bundan faz­lasını okumadı’’ dedik. Bunun üzerine de:

‘‘O, yirmi sene önce bu hadisin tamamını bana bildirmişti. Bilmiyorum ya unuttu ya da uzun olduğundan dayanamazsınız diye hepsini okumadı’’ dedik. O da güldü ve dedi ki:

‘‘İnsan aceleci yara­tıldı. Bunu hatırlatmamdaki amacım size rivayet ettiği gibi rivayet etmekti. Bana da size rivayet ettiği gibi rivayet etti ve sonrada şöyle dedi:

‘‘Sonra dördüncü kez (Rabbime) döne­rim, aynı hamd sözleriyle O’na hamd ederim. Sonra da Al­lah’a secdeye varırım.

‘‘Ey Muhammed! kaldır başını! konuş dinleneceksin, iste istediğin verilecek, şefaatçi ol şefaatin ka­bul edilecektir.’’ denilir. Ben de:

‘‘Ey Rabbim! ‘‘La ilâhe illallah’’ diyen herkes için şefaatçi olmama bana izin ver’’ de­rim. Allahu Teâlâ da:

‘‘izzetime, Celalime, Yüceliğime ve azametime yemin olsun ki, ‘‘La ilâhe illallah’’ diyen herkesi cehennemden çıkaracağım’’ diye buyurur.’’

118) Ebû Bekir bin Ebû Şeybe’den ve Muhammed bin Abdullah bin Numeyr’den gelen rivayette, ikisi de bir harf zi­yadesi haricinde hadisin siyâkı konusunda ittifak etmişlerdir. Kendileri dediler ki:

‘‘Bizlere Muhammed bin Bişr’in, Onun da Ebû Hayyan’dan, Onun da Ebû Zur’a’dan, Onun da Ebû Hüreyre (r.a.)’dan gelen hadiste, şöyle demiştir:

‘‘Bir de­fasında Resûlullah (s.a.s) in sofrasına bir et yemeği getirildi. Kol tarafından bir parça ayrılıp önüne konuldu. Çünkü Resûlullah (s.a.s) etin bu bölümünü çok severdi. O etten ön dişleriyle bir parça koparttı. Sonra şöyle buyurdu:

‘‘Kıyamet gününde Ben sizin efendinizim. Bunun nedenini bilir misiniz?” diyerek şöyle açıklama getirdi:

“Dünya’da önce ve sonra gel­miş, geçmiş ne kadar insan varsa bunların hepsini Allahu Teâlâ kıyamet gününde düz ve geniş bir sahada toplayacak­tır. Öyle düz ve geniş bir meydan ki, orada bir nâdi (çağrıcı) seslenince sesini herkese duyurabilecek ve bakan bir kimse­nin gözü mahşer halkını bir bakışta görebilecektir. Bir de gü­neş yaklaşacak. İnsanların gamı, meşakkati dayanılmaz ve tahammül olunmaz bir dereceye varacak. Bu sırada insanlar birbirlerine:

‘‘Size gelen şu dehşeti görüyor musunuz? Rabbinize karşı şefaat edecek birisini bulmak çaresine niye bakmıyorsunuz?’’ diyecekler. Bunun üzerine mahşer halkının bazısı bazısına:

‘‘Âdeme gidin,” deyip Mahşer halkı Âdeme (a.s) gelerek:

‘‘Ey insan oğlunun babası! Allah seni eliyle ya­rattı ve sana kendi ruhundan üfürdü. Sonra Meleklere emir buyurdu. Sana secde ettiler. Rabbimize şefaatçi ol. Ey Atamız, içinde bulunduğumuz şu müşkül vaziyeti görmüyor musun?’’ diyecekler. Âdem (a.s) de:

‘‘Rabbim bugün celâllidir. O dere­cedeki, ne bundan önce böyle bir gazap etmiştir, ne de bun­dan sonra bu türlü gazap eder. Hem de Allahu Teâlâ beni Cennet meyvasından birini yemekten nehyetmiş iken ben asi olup yemiştim. Vay Nefsim, nefsim, nefsim! (Şefaatçi ola­mam) Siz benden başka bir şefaatçi bulunuz. Nuh’a (a.s) gidiniz diyecek. Onlar da Nuh’a gelecekler:

‘‘Ey Nuh! Sen yer­yüzünde Allah’tan başka şeye tapan insanlara risalette hiç şüphesiz ilkisin. Allah sana: ‘‘Çok şükreden kul’’ adını verdi. Haydi hakkımızda Rabbine şefaat eyle. Ne acıklı vaziyette olduğumuzu görmüyor musun? diyecekler. Nuh da:

‘‘Aziz ve Celil olan Allah bugün celallidir. Öyle ki Allahu Teâlâ ne şimdiye kadar böyle gazaplanmıştır, ne de bundan sonra gazaplanır. Benim de bir dua endişem vardır. Vaktiyle kav­mimin helâki için dua etmiştim. Şimdi siz başka bir şefaatçi  arayınız. İbrahim’e gidiniz’’ diyecek. Onlar da bunun üzerine İbrahim’e gelirler:

‘‘Ey İbrahim! sen yeryüzündeki insanlardan Allah’ın peygamberi ve Allah’ın dostu bir zatsın. Rabbine hakkımızda şefaatçi ol. Şu açıklı hâlimizi görmüyor musun?’’ diyecekler. İbrahim (a.s)’da onlara:

‘‘Bugün öyle ki, ne bun­dan önce böyle gazap etmiştir, ne de bundan sonra. Ben üç kere yoldan söylemiştim. Vay nefsim, nefsim, nefsim! Artık başka bir şefaatçi arayınız. Musa’ya (a.s) gidiniz’’ diyecektir. Onlar da Musa’ya varırlar.

‘‘Ey Musa, Sen Allah’ın peygambe­risin. Allah (c.c.), risaleti ile ve kelâmı ile seni insanlar üzerine faziletli kıldı. Rabbimize karşı şefaat et. Görüyorsun ki ne ka­dar ıstırap içindeyiz.’’ diyecekler. Musa (a.s) Onlara:

“Rabbim bugün celallidir. Hem bir hâlde ki ne şimdiye kadar böyle gazabı görülmüş ne de bundan sonra görülecektir. Ben ise helâkine memur olmadığım hâlde bir adamı öldürdüm. Ah nefsim, nefsim, nefsim! Siz şimdi başka bir şefaatçi arayınız, İsa’ya (a.s) gidiniz’’ diyecektir. Onlar İsa’ya gidip: ‘‘Ey İsa! Sen Allah’ın Resûlü ve Allah tarafından Meryem’e konulan bir mu­cize ve taksim kılınan bir ruhsun ki, sen beşikte bir çocuk iken insanlarla konuştun. Rabbine hakkımızda şefaatçi  ol, bak ne ıstırap içindeyiz.’’ diyecekler. İsa (a.s) da Onlara:

‘‘Rabbim bu gün celâllidir. Öyle ki ne şimdiye kadar böyle gazabı gö­rülmedi ne de bundan sonra görülür.” diyecektir. Ve hiçbir günah zikretmeyecek. Ah nefsim, nefsim, nefsim! Benden başka bir şefaatçi arayınız. Muhammed (s.a.s)’e gidiniz.’’ di­yecektir. Onlar da Muhammed’e (s.a.s) gelirler.

‘‘Ey Muham­med! Sen Allah’ın peygamberisin ve nebilerin sonuncususun, Allah senin gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır. Rabbimize hakkımızda şefaat et, görüyorsun ki, ne elem ve ıstırap içindeyiz.’’ diyecekler. Bunun üzerine Ben hemen gidip Arş-ı Rahmânın altına varacağım ve Allahu Teâlâ’ya secdeye varacağım. Sonra da Allahu Teâlâ bana secdemde övgülerin en yeganesini ilham eder. Öyle ki önceden hiçbir peygam­bere bunu vermemişti. Sonra da Allah (c.c) tarafından:

‘‘Ey Muhammed! Başını kaldır. İşte, isteğin verilecektir. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir.’’ diye buyurulur. Ben secdeden başımı kaldırıp:

‘‘Ey Rabbim! Ümmetim, üm­metim! hakkında  şefaat edeceğim derim. Bunun üzerine:

‘‘Ey Muhammed! Ümmetinden hesap ve suale lüzumu olma­yanları Cennet kapılarından sağ kapıdan cennete koy. Onlar cennetin bundan başka, öbür kapılarından da insanlar ile ortaktırlar” buyurulacaktır.

Sonra Resûlullah (s.a.s.): “Nefsim elinde olan Allah’a ye­min olsun ki; Cennetin kapı kanatlarından iki kanadın arası Mekke ile Hecer yahut Mekke ile Busra arası kadar geniş­tir.”[7]

Buhârî’de (3340) Muhammed bin Ubeyd yoluyla gelen rivayette, dedi ki: “Ebû Hayyâ'nın bize Ebû Zurâ’dan, onun da Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet ettiği hadiste, dedi ki:

“Nebî (s.a.s.) ile bir davette bulunuyorduk. Kendisine kol tarafından bir et parçası getirildi. Çünkü kendisi bu tarafını çok seviyorlardı. Ön dişleriyle etten bir defa ısırdı ve şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü ben sizin efendinizim. Neden, bili­yor musunuz? Dünyada önceden ve sonradan ne kadar gel­miş ve geçmiş insan varsa bunların hepsini Allahu Teâlâ kı­yamet gününde düz ve geniş bir sahada toplayacaktır. Öyle bir meydan ki: orada bir çağrıcı seslenince sesini herkese du­yurabilecek ve bakan bir kimsenin gözü mahşer halkını bir bakışta görebilecektir. Bir de güneş yaklaşacaktır. Bundan dolayı bazı insanlar:

“İçinde bulunduğunuz duruma bir bak­sanıza? Hâlinizin nice olduğunu görmez misiniz? Rabbinize karşı şefaat edecek birisini bulmak çaresine niye bakmıyorsunuz?” diyecekler. Kimileri de:

“Babanız Âdem’e gidin” diyecekler. Bunun üzerine ona gelirler ve:

“Ey Âdem! Sen Beşerin babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı. Ruhun­dan sonra öfkelendi, meleklerine emir buyurup sana secde ettirdi. Cenneti sana mesken verdi. Rabbimize karşı bize şe­faatçi ol” diyecekler. (Devamla):

“Görmez misin ki nasıl bir ıstırap içerisindeyiz?” diyecekler. O da:

“Rabbim celallendi. Öyle ki önceden hiç böyle gazaplanmadığı gibi sonradan da böyle gazaplanmaz.” Nitekim ben, kendime yasaklanan Cen­netteki o ağaçtan yemiştim. Nefsim, nefsim! Benden başka­sına gidin, Nuh’a gidin” diyecek. Nuh’a (a.s.) gelirler. Ona:

“Ey Nuh! Sen yeryüzünde Allah’ın gönderdiği resûllerin ilkisin, Allah (c.c.) seni şükreden bir kul olarak vasfetmiştir. İçinde bulunduğumuz hâli görüyorsun, ıstırabımızı biliyorsun. Rabbimiz katında bize şefaatçi ol” derler. Nuh da (a.s.):

“Rabbim celallendi. Öyle ki Allahu Teâlâ ne şimdiye kadar böyle gazaplanmıştır, ne de bundan sonra gazaplanır. Nef­sim, nefsim! Nebî (s.a.s.)’e gidin” diyecektir. Sonra da Bana gelirler. Ben de arşın altında Allah’a secdeye kapanırım. Bana:

“Ey Muhammed! Başını kaldır. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir, iste, istediğin verilecektir.” denilir.”

Ravi Muhammed bin Ubeyd der ki: Başka yollu gelen hadisi ezberlemedim.”

--------------------------------------------------------------------------------
 
[1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Buhârî'ye aittir (4476).

[2] Bir rivayette: "Feyehtemmûne" lafzı bir rivayette ise: "Feyulhimûne" lafzı kullanılmıştır ki ikisi de bir birine yakın manâlıdırlar. Birincisinin manası: Kendileri şefaatçi olunmayı ve sıkıntılarının kalkmasına (vesile olacak) kimseyi (kimseleri) aramaya ihtimam gösterirler. İkincisinin manası da; Allah-u Teâlâ onlara (müminlere) şefaatçi olacak olan kimseyi aramalarını kendilerine ilham etti" demektir. İlham; Yüce Allah'ın, kişinin nefsine bir şeyi yapması ya da terk etmesi ihtimalini koyup, yerleştirmesi demektir.

[3] "Halil" kelimesi hakkında İbn El-Anberi der ki= Halil'in manası, sevmenin tümüyle (bütün kemâlâtı ile) seven demektir. "Mahbûb" ise sevme hakikatini gerçekleştiren kimse demektir. Her ikisinin sevgisinde de eksiklik de yoktur, bir bozulma da yoktur.

[4] El-Cebbâne kelimesi hakkında dil bilginleri der ki: "El-Cebban ve El-Cebbâne lafızları; ikisi de çöl manasına gelen lafızlardandır. Kabirlerde bu iki isimle isimlendirilmiştir. Çünkü çöllerde bulundukları için. Bu kelime (daha çok) bir yer ismini belirtmek için kullanılır. "Zahril-Cebban" kelimesinin de manası; Cebbâne mevkiinin tepeleri, üst kısımları demektir.

[5] "Hiyeh" lafzı hakkında gramerciler şöyle derler: Bu lafız daha çok bir sözün aktarılması konusunda sözün ek ziyadesi olup olmadığını ya da ziyade açıklamanın bulunup bulunmadığını sorarken kullanılır. Mesela: "Şu sözün eki var mı?" sözünde olduğu gibi. (İbn Seriyy'in dediği gibi).

[6] Cibriyâî: Yani Azametim, Sultanım ve Kahrım demektir.

[7] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Müslim'e aittir (194).

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41