www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET iSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => Mutlulık Yolu İslam => Konuyu başlatan: fanidunya NET - Aralık 03, 2021, 11:38:56 ÖÖ
-
Berekete Vesile Olan Tutum ve Davranışlar
“Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik.”
(Araf, 7/96.)
Allah Teâlâ tarafından insanlara kendilerini Allah’a kul olmayı emreden, iyiliklere davet eden, kötülüklerden sakındıran peygamberler gönderilir. Ancak onlar peygamberleri yalanlayıp onların davetini reddederler. Bunun üzerine kendilerine çeşitli musibetler verildiğinde onlar başlarına gelen musibetlerden ibret almayarak taşkınlıklarını daha da artırırlar. Sonraki aşamada başlarındaki musibetler defedilip kendilerine bol rızık ile sıhhat ve afiyet, mal ve evlat lütfedilir. Böyle olunca nail oldukları bu nimetlere sevinirler ve “Bizim başımıza gelenler atalarımızın da başına gelmişti.” diyerek başlarına gelenlerin zamanın ortaya çıkardığı olaylar olduğunu, inançları ve amelleri ile bir ilgisinin bulunmadığını öne sürerler. Nihayet ilahi gazaba sebep olan tutum ve davranışları yüzünden ansızın helak edilirler. (Araf, 7/94-95.) Oysa Allah kendilerini uyarmak ve öğüt almalarını sağlamak için musibetler vermiş, şükretmeleri için de nimetler lütfetmiştir. Allah Teâlâ helak olan toplumların yaklaşımını zikrettikten sonra nimetlere nail olanların yaklaşımını şöyle ifade etmektedir: “Eğer o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık…” (Araf, 7/96.)
Ayet-i kerimede bereket kapılarını açan iki kavramdan söz edilmektedir. Bunlardan birincisi iman, ikinci ise takvadır. İman, inanılması gereken esaslara inanmayı, imanda sürekli olmayı, küfür ve isyandan uzak durmayı gerektirir. Takva ise Allah’a itaat etmek, bu sayede O’nun gazabından kendini korumak, O’nun koyduğu sınırlarda durmak, yasakladığı şeylerden de sakınmaktır. İman ile takva arasında sıkı bir ilişki vardır. Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde iman edenler takvaya davet edilmiştir. (Maide, 5/35; Tevbe, 9/119; Ahzab, 33/70.) Bu davet, dilleri ile iman ettiğini söyleyenleri kalpleriyle de yahut kalpleri ile iman edenleri davranışlarında da Allah’tan korkmaya çağırma anlamına gelmektedir. O hâlde bereket kapıları kendilerine açılan toplumlar iman eden, imanın gereği olarak sorumluluk duygusu ile hareket eden, imanın hakikatlerini hayatlarına yansıtan toplumlardır.
Kur’an’da Allah Teâlâ’nın bereketine nail olan bazı insanlardan söz edilmektedir. Bunlardan birincisi Hz. Nuh ve beraberindekilerdir. Tufandan sonra Hz. Nuh’un gemisi Cudi Dağı’nda karaya oturduğu zaman kendisine: “Ey Nuh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in…” (Hud, 11/48.) denilmiştir. Hz. Nuh ve beraberindekiler güvenli bir şekilde karaya eriştirildikten sonra kendilerine birçok hayır lütfedilmiş, yeryüzü yeniden eski güzel hâline döndürülmüş, inananların nesilleri çoğalmış ve yeryüzüne yayılmıştır.
İlahi berekete mazhar olanların diğer bir örneği de İbrahim ailesidir. Eşi Sare ileri yaşlara varıncaya kadar çocuk sahibi olamamıştı. Elçiler, kendisine İshak ve Yakub’un müjdesini verdiğinde buna şaşıran Sare’ye “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizdedir ey hane halkı! Şüphesiz ki O övülmeye layıktır, şanı yücedir.” demişlerdir. (Hud, 11/73; Saffat, 37/113.) İbrahim ailesinin bu bereket sayesinde nesillerinden pek çok peygamber gelmiş, insanlar arasında saygı ve övgüyle hatırlanagelmişlerdir. Zikredilen bu insanların berekete nail olmaları, imanları uğrunda ettikleri büyük mücadele, Allah’a itaat konusunda gösterdikleri hassasiyet ve sorumluluk duygusu ile birlikte düşünülmelidir.
İman ve takva ehline, tıpkı kapıları kapalı olan bir evin kapılarının açılıvermesi gibi hayır kapıları açılır. Nimetlere ulaşmaları kolaylaştırılır, ellerindekiler de artırılır. Bereket kavramı ıstılahi olarak bir şeyde ilahi hayrın meydana gelmesi demektir. (Rağıb İsfahani, el-Müfredat, I, 56.) Kelimenin sözlük anlamında sebat etme, artma, çoğalma ve saadet manaları vardır. Bu nimetler, özellikleri, artıcı ve kalıcı oluşları, müminlerin üzerindeki etkileri açısından onların alışık olmadıkları nimetlerdir. (Reşid Rıza, Tefsiru’l-Menar, IX, 22.) İman ve takva ehline verilen bereket, bazen azın çok olması şeklinde de tezahür edebilir. İnsanlar genelde nimetlerin miktar olarak artmasına önem verirler; ihtiyaçlarının azaltılarak kendilerine nimet bahşedilmiş olmasını dikkate almazlar.
Cenab-ı Hak müminlere ahiret hayatından önce bu dünyada da pek çok nimet ihsan etmektedir. İnkârcılar da dünya nimetlerinden istifade etmektedir ancak imtihan için verilen bu nimetler onların şükür yerine şımarıklık ve taşkınlıklarını artırmaktadır. İlahi berekete mazhar olan müminlere gelince nimetler onları kadirbilir olmaya, şükre, nimetleri hayır yolunda kullanmaya sevk etmektedir. Bu tavırları, sahip oldukları nimetlerin daha da artmasına vesile olmaktadır. Bu yüzden bereket kavramı, dini fakirlik, yoksulluk ve zayıflıkla özdeş kılan anlayışlara bir cevap teşkil etmektedir. Ancak bereket, inananların tutum ve davranışlarına bağlanmıştır. Ayette bu gerçek, iman ve takva kavramları ile ifade edilmiştir. Hadis-i şeriflerde de iman ve takva kavramlarının gereği olarak bereket vesilesi bazı tutum ve davranışlar zikredilmiştir. Dünya malına cömert bir gönülle sahip olmanın (Nesai, Zekât, 93.), alışverişte doğruyu söylemenin (Buhari, Büyu’, 19.), yemeği besmele çekerek ve topluca yemenin (Ebu Davud, Et’ıme, 14.) berekete vesile olması örnek olarak verilebilir. O hâlde mümine düşen, berekete vesile olan tutum ve davranışlara yönelmektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) yeni evlenen birini tebrik ederken “Allah mübarek etsin, sana bereketler ihsan etsin, eşini de seni de hayır ve iyiliklerde ortak etsin.” (Ebu Davud, Nikâh, 35-36.) diye dua ederek bereketi aramayı bir hayat prensibi olarak vazetmiştir.