İletişimde İönül Dili
İnsan; düşünme, dinleme, öğrenme, algılama, hayal kurma, konuşma, sorgulama, muhakeme etme, yazma gibi birçok farklı özelliği ile diğer canlılardan ayrılır. Bu bağlamda; toplumsal bir varlık olan insan türü, kendi kendisiyle ve diğer varlıklarla iletişim kurmak zorundadır. İletişim becerisi, insanın ruhî dengesinin kurulmasında; huzurlu, mutlu, sağlıklı ve başarılı bir hayat sürmesinde en önemli etkenlerden birisidir.
İnsanın toplumdaki yerini, mevki ve makamını belirlemede sağlam ve etkili iletişimin üstün bir katkısı vardır. Konuştuğu insanlarda olumlu izlenimler bırakan bir kişi, her zaman hatırlanır, aranır. Böyle kişilerle konuşmak diğer insanlara rahatlık ve huzur verir. Bu açıdan, toplumda iyi bir konuma yükselebilmek için, sağlam ve etkili bir iletişim becerisine sahip olmak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Gerçek iletişim; duygu, düşünce ve eylem uyumu ile sağlanabilmektedir. İletişimin gerçek boyutu yüzeysel ilişkilerde değil derinliklerde gizlidir. Ruhumuzdaki, gönlümüzdeki o derinliğe inilemediği için, yalnızca dille kurulmaya çalışılan iletişim, sığ ve yetersiz kalmaktadır. Düşünmeden konuşan, yalnızca söz söyleyen ama bunun altını dolduramayan bir anlayış iletişimde geçerliliğini artık yitirmiştir.
Ruh güzelliğine, uyum kabiliyetine sahip olabilmek için, işe yüreğimizi temizlemekle başlamak gerekiyor. İşin özünde zihnimizi sözü edilen toplumsal uyum için hazırlamakla işe başlanabilir. Bireyler, zihniyet itibarıyla hazır hâle geldiğinde ve iç huzur sağlandığında, çok daha güçlü ve olumlu davranışlara girebiliyorlar. Yüreklerde küllenmiş hâlde bulunan sevgi ön plana çıkıyor, ışıltılı bir insan olunabiliyor.
Etkili bir iletişim için ön yargısız bir bakış açısı, mutlu ve huzurlu yaşama azmi, başarılı olma gayreti ilk adım olabilir. Çevremizle içten ve dürüstçe iletişim kurmak, olumlu davranmak ve sonuçlarını zamana bırakmak… Zaman zaman da tarafsız bir şekilde kendimizi değerlendirmek, iç kontrolümüzü hep sürdürmek… İnsanların hepsine karşı, “katıksız sevgi, sonsuz saygı, herkese değer verme, ön yargısız bir yaklaşım ve saygıyla hizmet etme” ilkelerini düşünce planından çıkartıp uygulamaya koymak gerekiyor. Öyleyse ilk iş yüreği temizlemek olmalıdır. İnsanın gözlerindeki ışıltı ve yüzündeki parıltı sözlerden çok daha etkilidir.
Modernliğin zirvelerine tırmanma gayreti içindeki insanlık acaba neden her geçen gün kendisinden ve toplumdan kopmaktadır? İnsanlık; bilim ve teknoloji alanında bunca baş döndürücü bir hızla ilerlemesine rağmen, en önemli ihtiyacı olan huzur ve sükûneti sağlama, sağlıklı iletişim kurma noktasında neden pek fazla mesafe alamamıştır?
Mideleri doyan ama ruh ve gönülleri aç kalan insanlar, neden robotlaşma eğilimine girerek insanlıklarını unutmaktalar?
Böylesine amansız bir dertle karşı karşıya kalan toplum mühendisleri, insanın maddi (biyolojik) yönü kadar manevi (psikolojik) yönünün varlığını kabul ettiler. Bu amansız sosyal probleme geçici bir çözüm olarak bencillik zemininde gelişen “kişisel gelişim” akımını icat ettiler. Ne var ki, toplumu veya topyekûn insanlığı hedef almayan bu bireyselci yaklaşım, yaşanan bunalımlara çare olamadığı gibi, yeni sorunlara da davetiye çıkardı.
Birçok Dünya ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de bu yaklaşım, bir miktar “müşteri” buldu. Göz boyama, geçici olarak etkileme esasına dayalı bu yaklaşım, insanları birer ticari meta olarak algıladığı için kendi sektörünü de oluşturdu. Ancak, sorunlar çözülmek yerine, derinleşmeye devam etti. Ekonomik sıkıntılardan, sağlık sorunlarından, iletişim kazalarından bunalan bir kısım insanlar, farkında olmadan bu akımın etki alanına girdiler. Bunca patırtı kütürtü, şamata ve “dezenformasyon(bilgi kirliliği)” altında sıkışan insanlar, çareyi bu limanlara sığınmakta aradı. Ağzı olanın konuştuğu, gündemlerin çok hızlı değiştiği, medyanın sınır tanımadığı böylesi bir ortamda, insanlar kime inanacağını, ne yapacağını şaşırdı.
İnsanlığın aradığı çözüm aslında çok uzaklarda değildi. Çözümü duymak için, birazcık susmak yeterliydi. Ne var ki susmak zor işti. İnsan, konuşan bir varlıktı ve elbette konuşarak iletişim kuracaktı. Ancak, yapılan araştırmalar konuşmanın iletişimdeki payını çok düşük göstermektedir. Doğru olan; gerektiği kadar, kararınca kıvamınca konuşmak, yeri geldiğinde susabilmek ve dinleyebilmektir. Önemli olan dengeli ve ölçülü bir tavır sergileyebilmektir. İletişimde gerçek başarıya, yeri geldiğinde susmakla ulaşılabilir. Susmanın erdemi, insanın huzur ve mutluluğudur.
Hz. Muhammed’in “Susan kurtulmuştur.” (Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyâme ve’r-Rakâik, 50.) yönündeki uyarısı da bunu teyit etmektedir. Günümüzün adı konmamış yaygın hastalıklarından birisi de boş, anlamsız ve gereksiz konuşmaktır. Lokman Hekim’e “Senin hikmetin nedir?” diye sorulunca; “Ben yapmam gerekmeyen şeyi sormam, Beni ilgilendirmeyen şeyin de peşine düşmem.” diye cevap vermiştir. Cahil insan karşısında kitap gibi sessiz kalmak aklın zirvesidir.
Kimi insanlar, kendilerini ilgilendirsin ilgilendirmesin her şeyi sorarlar ve gereksiz uzun uzun konuşurlar. Bu durum hem kendilerini yorar hem de karşı tarafı bıktırır. Günümüz insanının en fazla zorlandığı konulardan birisi ve belki de en başta geleni dilini tutamamaktır. Bugün toplumumuzu ve tüm insanlığı yakıp kavuran gıybet hastalığı, insanlığın neredeyse sonunu hazırlayacak kadar yaygınlaşmış bir felakettir. Sağlık, huzur ve mutluluk arzu edenler; öncelikle duygu, düşünce, beden ve dillerini korumak zorundadırlar. Huzurun ve mutluluğun sırrı en başta dile sahip olmaktan geçmektedir.
Gerektiği yerde gereğince konuşabilmek, erdemlerin başında gelir. Bir Türk atasözü “Erdemin başı dil” diyerek bu gerçeği vurgulamıştır. Dilini tutabilen, kendini de tutabilir. İnsan, düşüncelerine hâkim olabilir; nefsini kontrol edebilir ve kendini tutabilirse, sağlam bir kişilik ve karakter kazanabilir. Düşüncelerine hâkim olan bir insan, en zayıf zamanlarında dahi hâkimiyetini kaybetmez. Bu şuurdaki bir insan ise, varlığının kanunlarını ve kendini keşfetmekle hayatın amacı olan sonsuz huzur ve mutluluğun yolunu tutmuş olur. İnsanın huzur ve saadeti; sağlık ve mutluluğu kendi içindedir. İç dünyamızdaki duygu ve düşünceler, bedenimizin de besin kaynağıdır. Ruhunda olumsuz duygular barındıran bir insanın hem ruh sağlığı hem de beden sağlığı kısa zamanda bozulur. O hâlde insanın dış şartları düzeltebilmesi için önce iç şartlarını düzeltmesi gerekir. Bunun en kestirme yolu da susabilmek; boş ve gereksiz konuşmalar yapmak yerine dinlemeyi öğrenmektir.
Sözün geçer akçe sayıldığı devrimizde susmayı önemsiz görenlerin çok olduğunu biliyorum. Elinizde ruhunuzdan çalınan sözlerin listesi ile kapı kapı dolaşıp toplamaya çalıştığınız o güzel duygular (sevda, inanç, erdem) suskunluğun gizeminde saklı aslında. Bilelim ki cahilin kalbi dilinde, âlimin dili kalbindedir. Bunca koşuşturma yerine daha fazla düşünmeye hem de sükûnetle derin düşünmeye ihtiyacımız çok. Bir konuyu bilmek başka; o konuyla ilgili “Niçinler, nasıllar, nedenler?..” üzerinde yoğunlaşmak çok daha başkadır. Keşke konuşmaya, tartışmaya, kavga gürültüye ayırdığımız zamanın bir kısmını düşünmeye sarf edebilsek!
Okumadan, bilmeden, öğrenmeden, yaşamadan ve düşünmeden insanlar, olaylar ve kişiler hakkında çoğu ön yargıya dayalı olan acele kararlar veriyoruz. Sonra da verdiğimiz bu yanlış ve acele kararları düzeltebilmek uğruna çok daha zahmetli ve sıkıntılı süreçler yaşıyoruz. Oysa, düşünebilenler için her konunun birçok çözümü vardır. Akıllı insanlar, her bilgiyi, olayı, durumu pozitif ve negatif yönleriyle düşünür. Doğruya ulaşmak için acele etmez. Erken karar verip kendine karanlık zindanlara mahkum etmez. Sorar, öğrenir, düşünür ve sakince uygular. İşte gerçek huzur ve mutluluk burada yatmaktadır.
Konuşmak, hayati bir ihtiyaç olduğu kadar, o yeteneği güzel ve kararınca kullanabilmek de önem arz etmektedir. Eski kaynaklar, “insan konuşan bir varlıktır” diyerek insanın diğer canlılardan ayrılan ve onu üstün kılan bir yönüne işaret etmişlerdir. Konuşma kabiliyeti, bir yönüyle insanoğluna müthiş bir üstünlük sağlarken diğer bir yönüyle de ağır bir sorumluluk yüklemiştir. Dile sahip olmak, konuşmayı kontrol altına alabilmek pek de kolay bir meziyet değildir.
Söz, bilenler için cevherdir. Onun kıymetini bilmek, olur olmaz yerde harcamamak gerekir. Huzurun ve mutluluğun sırrı en başta dile sahip olmaktan geçmektedir. İnsan olarak elbette konuşmak zorundayız. Ancak, kararınca, kıvamınca ve gereğince, en az sözle en çok meramı anlatacak tarzda konuşmayı öğrenmemiz gerekiyor. Keza söz var, insanı yola getirir; söz var, insanı yoldan çıkartır. Keşke biz susabilsek de gözümüz, yüzümüz, gönlümüz, hâl ve hareketlerimiz en önemlisi de işimiz ve eserimiz konuşsa!
İşin özü şudur ki işe karşımızdaki insanları düzeltmekle değil, kendimize çekidüzen vermekle başlamalıyız. Her şey bizde gizlidir. Sebep ve sonuçlar da bizdedir. Sebep ve sonuçları başkalarında, başka yerlerde aramak, zafiyet alametidir. İnsanlar, toplu hâlde yaşarlar ve birbirleriyle değişik yollarla iletişim kurarlar. İnsanlar arası bu iletişim bir anlamda hayatî bir mecburiyettir. İletişim, çoğu zaman kelimeler aracılığıyla “konuşma dili” sayesinde kurulur. Ne var ki kelimeler, iletişim için yeterli olmaz. Bu durumda devreye “beden dili” girer. Gerçek bir iletişim için bu iki araç da genellikle yetersiz kalmaktadır. İletişimin temeli ve en sağlam yolu kanaatimizce duyguların dünyası olan “gönül dili”dir.
Gönlün dili, duyguların oymağıdır. O sessiz oymak, her türlü iletişimi içinde barındırır. Gönül dilinde ikiyüzlülük, sahtecilik, rol yapmak, aldatmak… yoktur. Gönül dilinin temel ilkeleri; samimiyet, tevazu, önyargısızlık gibi üstün hasletlerdir. Bu dil, insanlığın fıtrat dilidir. Onunla doğulur. Siz onu terk etmezseniz; o dil sizi terk etmez.
Sonuç olarak iletişimde en geniş ve en kapsamlı basamak “gönül dili”dir. Eğer; sözlerimiz, kalbimizin en derin kıvrımlarından çıkıp geliyorsa, yüreğimizi ortaya koyarak iletişim kuruyorsak, bütün bunları en başta yüzümüz ve gözlerimiz olmak üzere bedenimize doğru yansıtabiliyorsak, işte o zaman etki alanımız karşı tarafın kulağından yüreğine kadar uzanır. Böylelikle iletişim, gönülden gerçekleşmiş olur. Bunca gereksiz söz sarf etmek yerine gönlün diline kulak vermek, duygulara değer vermek en gerçekçi iletişim yöntemidir. Çünkü; hâlden anlamayana söz kâr etmez! O hâlde susalım, dinleyelim, hissedelim, düşünelim, yaşayalım ve gönül diliyle konuşalım…