Dünya Ahiret Yurdunun Tarlasıdır
Medine devriydi. Allah-u Zülcelal Müslümanlara nusret ve zafer nasip etmişti. Artık Arabistan yarımadasının çoğu ya Müslüman olmuş veya vergi ödemeyi kabul etmişti. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, vergi tahsil etmesi için Ebu Ubeyde b. Cerrah radıyallahu anh’ı Bahreyn tarafına göndermişti.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin, “Bu ümmetin emini” diye taltif ettiği Hz. Ubeyde radıyallahu anh, ticaret şehri Bahreyn’den epeyce vergi tahsil etmişti. Onun kıymetli mallarla Medine’ye ulaştığını haber alan yoksul sahabeler, cömertlik ummanı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kendilerine bağışta bulunacağını ümit ederek mescidin önüne toplanmışlardı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırmak için mescide çıktığı vakit cemaatin her zamankine nazaran daha kalabalık olduğunu gördü. Belli ki beytülmale gelen malları haber alan halk, uzak yakın demeden her yerden gelip mescidde toplanmıştı.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yoksulları sevindirmeyi sevdiği için bu manzaradan memnun oldu. Ama öte yandan onların dünyalık için çekişmemeleri için önceden uyarma ihtiyacı hissetti. Namazı kıldırdıktan sonra ashabına şöyle bir hutbe irad etti:
“Öyle zannediyorum ki Ebu Ubeyde’nin getirdiği malları haber aldınız. Sevinin ve ileride sizi sevindirecek şeyler ümit edin. Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip birbiriyle yarıştıkları ve onları helak ettiği gibi sizin önünüze de serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum.” (Buhari, Cenaiz 72; Menakıb 25; Müslim, Fezail 30-31)
Dünya nimetleri tatlıdır, hoştur ancak insanoğlunun o nimetlere karşı olan arzusu hırsa dönüşünce maalesef hiç de hoş olmayan davranışları ortaya çıkarır. Dünya tarihine baktığımız zaman insanların birbirleriyle kanlı savaşlar yapmasının, mamur edilmiş diyarları yakıp yıkıp virane haline getirmesinin ardında yatan sebep daima dünya hırsıdır.
Ticaret yollarını ele geçirmek, yar altı ve yer üstü zenginlikleri sömürmek için yapılan savaşlarda ordular bir yığın savaş masrafı yaparak şehirleri tarumar etmekte, canları yakmakta, yürekleri dağlamaktadır.
Dünya hırsı sadece ülkeler arasındaki savaşlara sebep olmaz, insanlar arasında da çekememezliğe sebep olur. Bazen yakın akrabalar hatta öz kardeşler bile mal mülk yüzünden birbirine düşman olur. Bir kısım insanların diğerlerine üstünlük taslaması, diğer bir kısmın bu zulüm ve hakaretlere kızıp isyan etmesi, hırsızlık ve benzeri cürümlere kalkışması hep dünya hırsının sebep olduğu kötülüklerdir.
Kalbimizi Hırstan Temizleyelim
Halbuki dünya nimetleri bizatihi kötü değildir, aksine çeşitli salih ameller ve faziletler de dünyevi imkanlar sayesinde yapılır.
Peygamber efendimiz buyuruyor ki; "Dünya âhiret için bir ekim yeri, âhiret için ziraat yapılacak, lâ ilâhe illâllah ile ebedî cennet ağacı kazanılacak kadar kıymetli bir yerdir." (Tirmizî, Deavât, 60)
Eğer kalbimizi mal hırsından temizlesek, maddi imkanları sadece ahiret sermayesi olarak görebilsek, dünyevi nimetler bizi Allah'ın katında derecelere ulaştıran bir çift kanat olabilir. Ama bunun için dünyaya ahiret gözlüğü ile bakmak şarttır.
Dünya hayatı, insanın gözünün önüne gerilmiş bir perdedir. Bu perde üzerinde bir oyun sahnelenir. Bu oyunu seyretmekten maksat o sahnenin nakışına, süsüne takılmak, onlara tamah etmek değil; orada oynanan oyundan ibret almaktır.
Aklı eren bir insan dünyaya bakınca görür ki, dünya sürekli yolcuların inip bindiği bir gemi gibidir. Hiç kimse bir gemiye yerleşip kalmak için binmez, sadece gideceğe yere ulaşmak için biner. Öyleyse bize düşen, bu geminin bizi hangi durakta indirmesini istiyorsak ona göre uyanık olmamızdır.
Dünya gemisindeki yolculuğumuzun sonunda cennet durağında inmek istiyorsak ona göre bilet almalı, yani dünya nimetlerine karşı Allah'ın razı olacağı tavrı takınmalıyız. Bunun çaresi de rızkımızı kazanırken de, harcarken de, infak ederken de hep Allah'ın rızasına uygun davranmaktır.
İyi düşünecek olursak dünyaya kalmaya gelmediğimize göre bu geçici hayatın bir maksadı olmalıdır. Hem bu dünyada bize verilen türlü türlü nimetler için hiçbir şey ödemedik, öyleyse onların şükrü için Allah'ın emirlerine itaat ederek rızasını kazanmamız üzerimize vazifedir.
İnsan bu dünyada hiçbir servete sahip olmasa sadece sağlıklı olması bile büyük bir servettir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor;
“İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.” (Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât 56)
Bu hadisi şeriften anlaşılıyor ki, insan bu dünyada sahip olduğu her ne varsa onunla bir iyilik yapmak zorundadır. Bu iyilik yalnız mal ile yapılmaz, malı olmayan kişiler de insanlara faydalı olmaya çalışmalıdır. Bunların hiçbirini yapamayacak kadar aciz olan kullar da dilleriyle Allah'ı tesbih etmekten, tevbe istiğfar ve dua etmekten mahrum değildirler.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki eğer bizler Allah'a iman ediyorsak, üzerimizdeki bütün nimetler için Allah'a borçlu olduğumuzu kabul ediyoruz demektir. Bu durumda sahip olduğumuz maddi ve manevi şeyleri nefsimizin arzu ettiği gibi kullanıp geçip gitme hakkımız yoktur.
Elbette bu demek değildir ki, dünyadan el etek çekelim, yarı aç, yarı çıplak yaşayalım. Evlenmekten, mal mülk edinmekten sakınalım. Allah-u Zülcelal bizden bunu istememiştir.
Bizler zayıf kullarız, yokluğa ve sıkıntılara sabredemeyebiliriz. Bu sebeple Allah-u Zülcelal dünyada da ahirette de iyilik ve güzellik istememizi tavsiye etmektedir: “İnsanlardan kimi “Rabbimiz bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver, bizi ateş azabından koru!” der. İşte onlara, kazandıklarından bir pay vardır. Allah, hesabı çabuk görendir.” (Bakara, 201, 202)
Allah-u Zülcelal vücudumuzun ihtiyaç duyduğu nimetlerin çoğunu helal kılmıştır. Haram kıldığı şeylerin ekseriyeti zaten zararlıdır. Helal nimetlerden, israfa kaçmayacak kadar istifade edip şükretmek Rabbimizin razı olduğu bir haldir. Allah-u Zülcelal kullarına karşı kerimdir; kullarının nimetlerle sevinip şükretmesinden razı olur.
Allah azze ve celle bir ayet-i kerimede buyuruyor: “De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet gününde de yalnız onlarındır.’ İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklarız.” (A’râf, 32)
Fakat Müslüman rızkını helal yollardan arar ve eline geçene kanaat eder. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Ey İnsanlar! Allah’tan hakkiyle sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Hiç Kimse Allah’ın kendisine takdir ettiği rızkı geç de olsa elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan hakkiyle sakının ve rızkınızı güzel (helal) yoldan isteyin. Helal olanı alın, haram olanı terk edin.” (İbn Mace, Ticaret,2)
İnsanlara Yük Olmamak İçin Çalışmalı
Dünya hayatı geçicidir fakat önemsiz değildir çünkü ahiret saadeti dünyada kazanılmaktadır. Bu sebeple dünya hayatında başkalarına yük olmayacak kadar, nefsinin sana muhtaç olanların ihtiyaçlarını temin etmek lazımdır. Bu sebeple helal rızık vesilelerine müracaat etmek ve ibadetlerini ihmal etmemek şartıyla çalışkan olmak gerekir. Müminlerin üstün ahlak ve vasıflarından biri de çalışkanlıktır. Allah-u Zülcelal buyuruyor ki, “İnsana kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Onun çalışması yakında görülecektir. İnsana karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm, 39-41)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir zat gelmiş ve “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni bilgilendir, fakat kısa ve öz olsun," dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu:
“Namaz kıldığın zaman, son namazınmış gibi kıl, özür dileyeceğin sözü söyleme, insanların elindekilerden ümidini kes!” (İbni Mace, No: 4171)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem; “Sizin en hayırlınız, ahireti için dünyasını, dünyası için ahiretini terk etmeyip, her ikisini birlikte yürüteninizdir. Zira dünya ahirete ulaştırıcı bir vasıtadır. Sakın insanlara yük olmayınız.” Buyurmuştur. (Munâvî, Feyzü’l-Kadîr, Şerhu Câmii’s-Sağir, V, 364)
Bir mümin, helalinden kazanmak ister ve haramlara karşı takvalı olursa ona muhakkak bir geçim kapısı açılır. Çünkü Rabbimiz şöyle vaad etmiştir:
“…Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir. Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah, buyruğunu yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü var etmiştir.” (Talak, 3)
Mümin helal rızık vesilelerine sarılmalı ama rızkı verenin Allah olduğunu bilmelidir. Fiili dua olan çalışmanın yanı sıra kavli duayı yani Allah'tan istemeyi de ihmal etmemelidir. Böylece rızkı asıl verenin Allah olduğunun şuurunda olmalıdır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ali’ye şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir:
“Allahım! Bana helâl rızık nasib ederek haramlardan koru! Lütfunla beni senden başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Daavât 111)
İsraf etmeyene helal yoldan gelen rızık daima yeterli gelecektir. Dünya hayatını ahirete doğru bir yolculuk gibi gören insan bütün sermayesini yolculukta tüketmez. Çünkü dünya hayatında bize verilen kısıtlı sermaye, nefsin bütün azgın arzu ve israflarına yetmeyecektir. Bunun için mümkün olduğu kadar nefsin isteklerine sınır koyup, ahiret çarşısına bol sermaye ile varmaya bakmalıdır.
Hem böyle yapan kişilere dünya işleri kolaylaşır ve rızkına bereket verilir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
“Kimin düşüncesi ahiret olursa, Allah ona gönül zenginliği verir, işlerini kolaylaştırır. İstemediği halde dünya nimetleri verilir. Kim ahireti unutup sadece dünyayı düşünürse, Allah da fakirliği onun gözleri önüne diker, işlerini darmadağın eder. Dünyada ise, ancak kendisine takdir edilen kadar verilir.” (Tirmizi, S. Kıyame 30)
Rabbimiz cümlemize helal kapıları açsın, haramdan ve israftan muhafaza buyursun.
Amin.
Hatice Kübra Ergin