ALİMLERİMİZİN PERİŞAN HALİ
Âlimlerin perişan halini, dünyevileşme hastalığını, şan, şöhret, TV reytinge bulaşan vaziyetlerini, ilmiyle amil olamayışlarını, ‘emribil maruf nehyi anil münker’ vazifelerini yapmayışlarını, Âyetleri, Hadisleri hayatın içine sokmayıp dinimizi vicdanlara hapsetme veballerini gördükçe; büyük bir âlim ve mutasavvıf İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubatı hatırıma geldi. Aynı zamanda yanlış algılanan ve yanlış kullanılan tasavvuf anlayışını da tashih eden mektuplarını tekrar okuyunca siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ikazlarından seçmeler
“Âlimlerin dünyayı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine sürülen siyah bir leke gibidir. Böyle olan ilim adamlarının, insanlara faydası dokunsa da bu ilmin kendilerine bir faydası olmaz. Dîni kuvvetlendirmek, İslam’ı yaymak şerefi, bunlara ait ise de, bazen kâfir ve fâsık da, bu işi yapar. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Allah Teâlâ bu dîni, fâcir kimselerle de, elbette kuvvetlendirir.” (33. Mektup)
İmam Rabbanî Hazretlerine göre din ilmini dünyalık için kullananlar büyük hüsrandadır. Zira bu tür insanlar dünyalık toplayabilmek için dini insanların veya kendi nefislerinin keyfine göre değiştirirler. Böylece kendileri dine hizmet etmek yerine dini kendi çıkarlarına hizmet ettirirler. İmam Rabbanî bu tür âlimleri çakmak taşına benzeterek şu eleştiriyi yapar:
“Bunlar, çakmak taşına benzer. Çakmak taşında enerji vardır. İnsanlar bu taştaki kudretten ateş yapar, istifade eder. Taşın ise yaktığı ateşten, hiç istifadesi olmaz. Aynen bunun gibi kötü âlimlerin de ilimlerinden kendilerine bir fayda dokunmaz. Hatta bu ilimleri, kendilerine zararlıdır. Çünkü kıyamet günü, bilmiyorduk, günah olduğunu bilseydik yapmazdık diyemezler. Hadîs-i şerîfde bu konuda şöyle buyurulur: Kıyamet gününde, en şiddetli azap görecek kimse, Allah Teâlâ’nın kendi ilminden, kendisini faydalandırmadığı âlimdir.”
İmam Rabbanî ilmin dünyevi çıkarlara alet edilmesinin niçin büyük bir günah olduğunu da şu şekilde açıklar: “Bu ilim o kimseye nasıl zararlı olmasın ki? Zira ilim Yüce Allah katında çok yüksek bir kıymete sahiptir. İşte o âlim böyle şerefli bir şeyi mal, şöhret dost gibi bu düşük dünyanın geçici menfaatlerini toplamaya alet etmiştir. Hâlbuki dünyaya düşkün olmak, Allah Teâlâ’nın hiç sevmediği bir şeydir. O hâlde, Allah Teâlâ’nın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda harcamak, çok çirkin bir iştir. Onun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de kıymetlendirmek, yükseltmek demektir. Açıkçası, Allah Teâlâ’ya karşı durmak demektir. Ders vermek, vaaz etmek ve dinî yazı, kitap çıkarmak, ancak, Allah rızası için olduğu zaman iyidir. İlim makam, mal ve şöhret kazanmak için bir atlama taşı olarak kullanılmazsa sahibine fayda verir. Böyle hâlis, temiz düşünmenin alâmeti de, ilim sahibinin dünyaya düşkün olmamasıdır.”
İmam Rabbanî’ye göre kalplerinde dünya sevgisi olan âlimler aslında din adamı değildir. Onlar din hazinesinden hırsızlık yapan kimselerdir. İmam Rabbanî bu hususta din ile dünya ehli arasında da ayırım yaparak, bu iki kısım insanı bize tanıtır.
“Dünyayı seven din adamları, aslında dünya adamlarıdır. Onlar kötü âlimler olup insanların en şerlileridir. Bu tür ilim sahipleri din, iman hırsızlarıdır. Hâlbuki bunlar, kendilerini din adamı, âhiret adamı ve insanların en iyisi sanmaktadırlar.
Âlimlerin görevi dinin Allah’ın irade ettiği şekilde yaşanmasına yardımcı olmak ve bu konuda insanlara yol göstermektir. Hâlbuki kötü âlimler dinin yaşanmamasına bahaneler aramakta ve insanlara dinden kaçmanın yollarını göstermektedirler:
“Şu bir hakikattir ki, bu zamanda İslâmiyetin emirlerini yapmaktaki gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep din adamı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve kötü âlimlerin bozuk niyetlerinden ve uğursuzluklarından dolayıdır.”
İmam Rabbanî hazretleri kötü âlimler karşısında ise âhiret âlimleri olarak isimlendirdiği sınıfı görür. Ona göre âhiret âlimleri dünya bağlarından kurtulmuş ve tam hürriyete kavuşmuş olan din adamlarıdır. Peygamber Efendimiz’in kıymet verip çokça övdüğü âlimler işte bu sınıfa giren âlimlerdir. İmam Rabbanî bu sınıfa giren âlimlerin özelliklerini de şu şekilde açıklar:
Dünyaya gönül kaptırmayan, mal, mevki, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdasında olmayan din âlimleri, âhıret adamlarıdır. Peygamberlerimizin vârisleri ve vekilleridir. İnsanların en iyisi bunlardır. Kıyamet günü, bu zatların mürekkebi, Allah Teâlâ için canını veren şehîdlerin kanı ile tartılacak ve mürekkep, daha ağır gelecektir. Başka bir hadiste ise: Âlimlerin uykusu ibâdetdir, buyrulur. Âhıretdeki sonsuz nimetlerin güzelliği onların gözleri önünde canlanmış, dünyanın çirkinliği ve kötülüğü onlara zahir olmuştur. Âhiretin ebedî, dünyanın ise fani, geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. Bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, baki olana, hiç bozulmayan ve bitmeyen güzelliklere sarılmışlardır.
Tasavvufun gayesi imanı pekiştirmektir. İhlasın pekişmesidir. Gaye harikulade şeyler görmek değildir. Alemin gördüğü bize de yeter. Sıhhatli düşüncenin yegane yolu nefsaniyetten arınıp akıl ve kalple düşünmektir. Tasavvuf; İslam’ı zevkle yaşamanın adıdır. Mükellefiyetleri yerine getirmek, işte o zaman insana ağır gelmez. Zevkle, sevinçle, sürurla karşılanır. Yapmamız icap eden mesuliyet ve mükellefiyetler kurtulunması gereken bir yük gibi değil, gönülleri kanatlandıran ve her türlü karartıcı nefsaniyet alakalarından sıyrılıp gerçek hürriyete eriştiren bir mazhariyet halini alır. “İfrat da tefrit gibi adaletten uzaktır. Hallerin orta derecede olması her işte güzeldir. İstikamet en büyük mazhariyettir.” İlim olmazsa istikamet olmaz. Saffet korunamaz. Akmayan suyun bulanması gibi sapmalar, kokuşmalar, kirlenmeler meydana gelir.
Hiçbir tasavvuf ekolü ve kolu, İslam’la özdeş kılınamaz. Keza, hiçbir fıkhi ekol ve yorum da İslam’la özdeşleştirilemez. İslam’ın asliyeti, Kur’an-ı Kerim’dir, onun teyit ettiği sahih hadis-i şeriflerdir. Hataya ihtimali olmayan hiçbir tasavvufi ve içtihadi yorum mevcut değildir.
Yaşar Değirmenci.