Diriliş Duruluş Varoluş Yalnız Bizde
Konumuz insan her zaman insan. İnançlarıyla, aklıyla, fıtratıyla, ruhuyla, duygularıyla, meziyetleriyle-zaaflarıyla, gelişmesiyle, öz değeriyle, acılarıyla-sevinçleriyle, hasretleriyle-mutluluğuyla, denge özellikleriyle mazhariyetleriyle, maddi-manevi bütünlüğüyle ‘insan’…
Aktüalite hepimizi meşgul ediyor. İnsandan söz eden ve dikkate alınmaya değer izah katkıları sunan her eserin, her yazının da aktüel olması gerekmez mi? Aslında ‘klasik’, aktüelliğini devamlı koruyabilen demektir. Buradaki bütün mesele, o andaki veya o dönemdeki izah ihtiyacının üslubunu ve metodik icaplarını iyi kavrayıp gözetebilmekten ibarettir. Yani zamanın akışındaki sesi iyi dinleyebilmek, kalıcı aktüelin sırrını sezebilmemiz kâfidir.
Okulların tatile girmesiyle âdeta ailecek tatilli olduk. Son yaşanan ‘pandemi imtihanı’ insanımızı esaretten kurtulup özgürlüğe kavuşur hale getirdi. Arzu ve isteklerinin köleliği ‘özgürlük’ olarak yutturuluyor. Kendi değerlerimizin ifadesi olan kültürümüz; magazin-popüler kültür yerleştirildi. İnsanı, hayatı, hak ve hakikati unutturanın adı ‘kültür’ oldu.
Tüketen tükettikçe de insanın tükenmesine yol açan kültür. İnsanın yüceltecek münasebetlerin (ilişkilerin) yolculuğunu önlemenin adı kültür oldu. Hayatın; dokusu, kokusu, ruhu öldürülüyor. İnsanı; hayattan, dünyadan, koparıp yalnızlaştırarak nihilizme götürülüyor. Zihin işgaliyle küresel ölçekli bir ‘dijital uygarlık’ ile yeni bir dünya-yeni bir insan oluşturuluyor.
Aydınımız da farkında değil! Sahtenin hakikatin, geçici olanın kalıcı olanın, değişkenin sabitin yerini alarak ‘kutsal’ın yok edildiği çok farklı/çok değişik bir sınav veriyoruz. Dünyevi olanın dinselleştirildiği, putlaştırıldığı, tekno paganizmin dinin yerini aldığı bir dünya. Dinin dünyadan uzaklaştırılması, zihnin ve hayatın dinden arındırılması. Dine uyma yerine dini kendilerine uydurma!
Sıhhatli bir zihin yapısıyla etrafımıza baktığımızda şu soruları sormak ayrı bir önem kazanıyor. Hayat tarzımız fıtrata aykırı bir faaliyet içinde geçmiyor mu? Üretirken tükenip, temizlenirken kirlenmiyor muyuz? Beslenirken zehirlenip, yaparken bozmuyor muyuz? Dinlenirken yorulup, okurken cahilleşmiyor muyuz? Teşrifat, mefruşat, şatafat, merasim, koşuşturma, gürültü, patırtı, internet, televizyon… Hepimize ayrı bir kompozisyon halinde yüklenmiyor mu? Direncimiz gittikçe azalıp, mukavemet gücümüzü kaybetmiyor muyuz? Düşünerek yaşamadığımız için, yaşadığımız hayatı da düşünmüyoruz. Etkilemekten ziyade etkilenmekteyiz. İç dünyamıza her geçen gün değişik metotlarla müdahaleler devam ediyor.
Nerede bizim hicranlarımız, acılarımız, umutlarımız, sevgilerimiz, sürurlarımız. Bu gündem oyunlarının süslü püslü, allı pullu, yağlı ballı anlatımlarında biz var mıyız? Kendi içimize bir bakalım. Yaşadığımız hayata, bir de yansıtılanlara. Birazcık cesaret, birazcık bize mahsus bakış olsun yeter.
İnsanın özüne-ruhuna yabancı kalan her ilgi, bir boş çabadır, çırpınıştır. Haberde de öyledir, ilimde de, sanatta da, düşüncede de… Açın gazeteleri, bakın ekranlara, vitrin eserlerini ve entelektüel sahne bülbüllerini şöyle bir süzün ve de insaf ile karar verin.
İnsandan hiçbir şey anlatmaz, insana hiçbir şey vermez. Sadece insanın unutulmasına yarar. Ama biz, insanın hayatını parselleyip parçalayarak dağıtmışızdır, güya pratik fayda için. Aslında yaptığımız şey, bütünlüğün haşmetinden, azametinden ve o hakikate bağlı görevlerimizden kaçmaktır. Bir hücrede ilim konuşulur, bir hücrede düşünce, bir hücrede sanat. Vücuttaki organların birbirinden irtibatsız faaliyeti gibi. Ayak başka tarafa gidiyor, göz başka yere bakıyor, el öyle. Beyin maiyetindeki uzuvlara hâkim olamıyor sanki. Hayat da devam ediyor. Mevcudun fotoğrafı bu! İster kabullenin, ister kabullenmeyin.
Sahne ışıklarının bomboş ve irtibatsız işporta takdimleri de halkın gözünün içine sokulur: ‘Aktüel istersen buraya gel!’ çığırtkanlıkları ortalığı kaplar. Peki orada insan ne kadar var, insanın bütünlüğü ve hayatı ne derecede nasıl var? Yok ki! Orada insanın unutturuluşu ve insanın kendini unutuşu var sadece. En az rağbet şansı olan bu bahsi her vesileyle canlı tutmalıyız. İpin ucunu oradan çıkarıp yakalayamazsak, meseleleri sahipsizlikten kurtaramayız. Bir başka ifadeyle, okudukça şaşırırız, dinledikçe bocalarız, kurcaladıkça karıştırırız. Çözüm üreteceğimize problem üretiriz. Bilgiyi düşünce cehaletinin bahtsız malzemesi ve mazereti haline getiririz.
Bırak yüreğin sızlasın, bırak beynin zonklasın, bırak için acısın! Böylesine bir gafletin bağrında teselli aramak zilletinden çok daha iyidir. İyi niyetle her türlü anlama zorluğu aşılabilir. Nefsin tercihi öne çıktığı için, anlama zahmeti gerektirmeyen uyuşturucu gösterilerin zulmü ve istilası hükümran olur. Kısır döngünün aktüelliği de devam edip gider. Özgürlük adı altında esaret başlar.
Farkında olmadan içgüdüleriyle hareket eden varlıkların durumuna düşeriz. Yalnızlaştırılan insan, insansız dünya, dünyasız insan…
Dünyaya yeniden adalet, hak, hakkaniyet ve kardeşlik düzeni armağan edecek esaslı medeniyet fikrine ve iddialarına biz sahibiz yalnızca! Diriliş, duruluş, varoluş bizde.
Lider Türkiye’de, lider millet de, lider devlet de. Cenazesini bile ay yıldızlı Türk bayrağına saran da Yâni bizde… Beslenen umutları boşa çıkarmayalım, gerçekleştirelim…
Yaşar Değirmenci.