KAZA VE KADERE İMAN
Kaza ve kadere İman konularını anlatmaya başlamadan önce şu hususu hatırlatmakta fayda görüyoruz.
Ne kadar da anlatılırsa anlatılsın veya muhataplar tarafından ne kadarda iyi anlaşılırsa anlaşılsın gaybi bilgi olmasından dolayı kaza ve kadere iman meselelerinin tam anlamıyla izah edilmesi ve anlaşılması zordur. Bir meyve ile onun tadını anlatmaya benzer.
Kaza ve Kader’in tarifini meyvenin şekline, anlamayı ise meyvenin tadına benzetebiliriz. Meyvenin şeklini izah etmek kolay olsa da tadını anlatmak o kadar zordur. Bu sebeple bir insana bir şeyin tadını tarif etmektense o kişiye o şeyi vermek ve tadının kendi anlamasına bırakmak daha kolay ve daha anlaşılır olacaktır.
Bugünkü vaazımızda kaza ve kadere iman meselesinde takip edeceğimiz metot şu olacaktır. Özellikle zahiri anlamını açıklamaya çalışacağımız bu konuları her bir cemaatimiz, bizim anlatışımızdan daha iyi anlayabilir. Bizde bu sebeple konumuzun tariflerini ve yeri geldiğinde kendi görüşlerimizi aktararak gerisini siz kıymetli cemaatimize bırakacağız.
Kader sözlükte "ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemek" anlamlarına gelir. Terim olarak “yüce Allah'ın, ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezelî ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi” demektir. Allah'ın ilim ve irade sıfatlarıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrendeki tüm varlık ve olayları belli bir nizam ve ölçüye göre düzenleyen ilâhî kanunu ifade eder.
Sözlükte "emir, hüküm, bitirme ve yaratma" anlamlarına gelen kazâ, Cenâb-ı Hakk'ın ezelde irade ettiği ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince, her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Kazâ Allah'ın tekvîn sıfatı ile ilgili bir kavramdır.
Kader ve kazâya iman, her şeyin Allah'ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden âyetlerin yanı sıra ilâhî ilmin, olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları kuşattığını belirten âyetlerde ısrarla vurgulanmıştır.
Kader konusu ile ilgili bazı âyetler ve bu ayetlerin meâlleri şöyledir:
وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ "...O'nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir"[1] ,
وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيراً "...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir"[2]
قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
" De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.”"[3]
Hz. Peygamber de Cibrîl hadisi diye bilinen hadiste açıklandığı gibi, kadere imanı iman esasları arasında saymıştır. Bu hadiste geçtiğine göre Cebrâil (a.s.) Peygamberimiz’e:
– “İman nedir?” diye sormuş, o da:
–“Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” cevabını vermiştir[4]
Kaderin bir ilâhî sır oluşunu ve insanlar tarafından gerçek anlamda çözülmesinin imkânsızlığını göz önünde bulunduran Hz. Peygamber kader konusunu tartışan ashabını uyararak şöyle buyurmuştur: "Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi peygamber olarak gönderildim? Şunu biliniz ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara başladıkları zaman helâk olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz"[5]
Kader ve kazâya iman yüce Allah'ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarına inanmak demektir. Bir başka deyişle bu sıfatlara inanan kimse, kader ve kazâya da inanmış olur. Bu durumda kader ve kazâya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin Allah'ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah'tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir. Unutulmaması gereken bir nokta ise her şey Allah’ın yaratması iledir ama Allah’ın hayra rızası vardır şerre rızası yoktur. Bunun anlamı şudur: İyilikler Allah’ın dilemesi ile, kötülükler ise insanın istemesi Allah’ın istenilen bu şeyi dilemesi iledir. İnsan istemese dahi Allah kulu için her zaman hayırlı olanı verir, fakat kul hayırlı olanı değil de şerli olanı ısrarla yapmak isterse o zaman Yüce Allah’ta o şerri yaratır.
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette Yüce Rabbimizin kulları üzerindeki merhametinden bahsedilmekte, hiçbir varlığa zulmün yapılmadığı ifade edilmektedir. Birkaç ayet-i sizlerle paylaşmak isterim “Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”[6]
“Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.”[7]
Dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, Allah'ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise şudur: Yüce Allah, insanları hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde seçileceğini ezelî yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine göre diler, yine Allah bu dilemesine göre takdir buyurup zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu durumda Allah'ın ilmi, kulun seçimine bağlı olup, Allah'ın ezelî mânada bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur.
Aslında insanlar, Allah'ın kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler ve pratik hayatta bu bilginin etkisi altında kalmaksızın kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. Bir başka ifadeyle söylersek biz, yüce Allah bildiği için belli işleri yapmıyoruz. Bizim bu işleri yapacağımız, O'nun tarafından ezelî ve mutlak anlamda bilinmektedir. Kader tartışmalarının içine düşmüş olduğu en temel yanlış ise, Allah’ın bilgisinin ne olduğu veya ne olmadığının sorgulanmasıdır.
Allah, kulu seçim yapabilen ve seçtiklerinden sorumlu olan bir varlık olarak yaratmış, onu emir ve yasaklarla sorumlu ve yükümlü tutmuştur. Ayrıca Allah Teâlâ, kulun seçimine göre fiilin yaratılacağı noktasında bir ilâhî kanun da belirlemiştir. Kader konusunda bilinmesi gereken bir başka husus da şudur: Kader iç yüzünü ancak Allah'ın bilebileceği, mutlak ve kesin bir biçimde çözümlenmesi mümkün olmayan bir ilâhî sırdır. Zaman ve mekân kavramlarıyla yoğrulmuş bulunan insan aklı, zaman ve mekân boyutlarının söz konusu olmadığı bir ilâhî ilmi, irade ve kudreti kavrayabilme güç ve yeteneğinde değildir. Kader konusunu kesin biçimde çözmeye girişmek, insanın kapasitesini zorlaması ve imkânsıza tâlip olması demektir.
Kader konusunda düşünülmesi gereken bir hususta şudur. İyi işlerle yoğun olanlar, her daim güzellikler içerisinde olmayı arzu edenler kaderi aklına bile getirmezler. Yapmış olduğu güzel bir iş için kaderim böyleymiş ne yapalım diyen birine hiç rastlanmamıştır. Mesela namaz kılan, zekat veren, hacca giden bir kişinin “ne yapalım elden bir şey gelmez kaderimiz böyleymiş, o sebepten ibadetlerimi yapıyorum” dediğine pek şahit olmamışızdır. Bunun aksine, yanlış yapan, hatalı işlerle uğraşan ve bunun sonucunda kendi sorumluluğundan kaçanların sığındıkları, psikolojilerini rahatlamaya çalıştıkları en önemli sığınak kader’dir. Her ne zaman bir günah işlesek harama bulaşsak sorumluluğumuzu hafifletmek, sanki kendi suçumuz hiç yokmuş gibi hataları görmezlikten gelmek için “kaderimiz böyleymiş ne yapalım” sözü ağzımızdan hiç düşmemektedir. Suçlu olanlar hatalarını ya şeytana bulmakta, yada kaderim böyleymiş ne yapabilirim diyerek kendi sorumluluğundan kaçma eğilimi göstermektedirler.
Aslında hepimiz başımıza gelen her şeyi kaderden bilmekteyiz. Bu doğru ve en güvenilir davranış şeklidir. Yanlış olan husus ise, sorumluluğumuzu unutmamızdır. Çünkü insanlar kaderi bahane ederek, kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Bir insan "Allah böyle yazmış, kaderim böyleymiş, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım?" diyerek günah işleyemeyeceği gibi, günah işledikten sonra da kendisini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü bu fiiller, insanlar böyle tercih ettikleri için, bu seçime uygun olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Biz bize düşeni tam ve kamil anlamıyla yerine getirmeli, gerisini Yüce Yaratanımıza bırakmalıyız. Zaten Tevekkülün asıl anlamı da bu değimlidir.
Çalışmayan bir insan çalışmamasının karşılığını zarar olarak gördüğünde suç kendisinindir. Çünkü Dünyaya yüklenen kanun “Her insan için mutlaka çalıştığının karşılığı vardır” prensibidir. Çalışmak bir sebeptir. Bu sebebe sarılmak suretiyle başarı elde edilebilecektir. Çalışma hayatımızın hangi sahasında bulunursak bulunalım Aleme yerleştirilen sebeplere sarılmadıkça asla sorumluluktan kurtulamayacağızdır.