Allah İyiliğimizi İster
Allah öyle merhametlidir ki, durduk yere bizi yaratır. Öyle merhametlidir ki, firavun kadar zalime bile elçi gönderir. Bize Kutsal Kitap yollar. Bize çayın tadını, dondurmanın tadını, çileğin tadını belletir. Nimetlendirir bizi. Allah emrimize teknolojiyi verir, bilgisayarlar, internetler, kameralar, fotoğraf makineleri verir. Uçaklar uçurtur, gemiler yüzdürür, bulutlar süzdürür, yağmur yağdırır, patates çıkarır, soğan çıkarır, karpuz çıkarır, kavun çıkarır. Bize her gün sabah kahvaltıları, akşam yemekleri ısmarlar. Elektrik, ışık, gaz, su verir. Bize banyo yaptırır. Uzaktaki sevdiklerimizle bizi cep telefonundan konuşturur. O’nun sayesinde beğendiğimiz filmlerin dvd’leri izlenebilir. Bize eşler, evlatlar bağışlar. Güneşi O verir, giysiyi O verir. Gölgeyi O verir, sağlığı O verir. Kolu, eli, ayağı, bacağı O verir. Dili, gözü, ağzı, yüzü O verir.
Bizi bu günlere Allah getirmiştir. Tüm bu nimetlerin karşılığında sadece itaat ister. Ve o itaati de yine bizim geleceğimiz için ister. Bunları ilelebet tadabilelim diye ister. İyi adam olalım diye ister.
Amma velakin, bir çok nanköre bunlar oldukça az gelir. Allah’ı unutur, sapıtırlar. Esasında herkes güzel güzel O’na inansa, şükretse, yakarsa ve itaat etse, Allah’ın izniyle gül gibi yaşayıp gidilebilir.
Oysa Allah kendisini unutanı bile başıboş bırakmaz. Hali iyiyken kendisini unutana, sıkıntı yaratır ve böylece kendisine sığınıp yakarmasını bekler. Çünkü Allah’ı bulan, doğruyu bulacaktır ve dolayısıyla geleceği de Allah’ı bulup bulmamasına bağlıdır. Allah’ın verdiği bu sıkıntı, hem ceza, hem de bir lütuftur.
Eğer biz onlara acıyıp da üstlerindeki sıkıntıyı kaldırsaydık, azgınlıkları içinde sersem sersem bocalamaya devam edeceklerdi. Yemin olsun, biz onları azapla yakaladık. Ama yine de Rablerine boyun eğmediler. Sığınıp yakarmıyorlar.
Nihayet, üzerlerine şiddetli bir azabın kapısını açtığımızda hemencecik ümitsizliğe düşüverecekler.
Müminun Suresi, 75-77
Ama işte nankörlerin kalbi ayetteki gibi kaskatı kesiliverir. Allah’a sığınmak için O’nun bizi sıkıntıya uğratmasını beklemeyelim. Böyle bir şey çok mantıksız olmaz mı? Dünyada veya ahirette sıkıntı çekmelere, işkencelere, acılara ne gerek var ki! Ateş azabından geçtim, bence baş ağrısına bile gerek yok!
Yapacağımız şey Allah’a itaat etmektir, O’na sığınıp, O’na yakarmak, O’na tevekkül etmektir.
Aşağıda okuyacağınız ayetlerde Allah; başımızdaki sıkıntılarımızın sebebi, bu sıkıntıların nasıl çözüleceği, kullar kendilerini düzeltmezlerse başlarına daha nelerin geleceği, şu zamanın dünya mirasçıları olarak bizlerin geçmişteki helaklardan çıkartacağımız dersler ve ateistlerin inanmama psikolojisi hakkında bilgi vermektedir:
Biz bir ülkeye bir peygamber gönderdiğimizde, onun halkını zorluk ve darlıkla mutlaka sıktık ki, sığınıp yakarsınlar.
Sonra zorluk ve sıkıntının yerine mutluluk ve güzelliği getirmişiz de çoğalmışlar ve şöyle demişlerdir: “Atalarımız da zorluk ve sevinçle yüzyüze gelmişlerdi.” Nihayet biz onları farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakalayıverdik.
O medeniyetlerin halkı inanıp korunsalardı, elbette ki üzerlerine gökten ve yerden bereketler saçardım. Ama yalanladılar, biz de onları, kazanır olduklarıyla yakalayıverdik.
O kentlerin halkı, uyudukları bir sırada, şiddetimizin bir gece kendilerine gelmeyeceğinden emin mi idiler?
Yoksa o kentler halkının, bir kuşluk vakti oynayıp eğlenirken azabımızın yakalarına yapışmayacağına ilişkin bir garantileri mi vardı?
Allah’ın tuzağından emin mi idiler? Hüsrana uğrayan topluluktan başkası Allah’ın tuzağından emin olamaz.
Tüm bu olanlar, eski sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanlara şunu göstermedi mi: Dilersek onları günahları yüzünden belaya çarptırırız, kalpleri üzerine mühür basarız da artık söz dinleyemez olurlar.
İşte o kentler! Haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz sana. Andolsun, resulleri onlara açık-seçik deliller getirmişti. Ama daha önce yalanlamış oldukları içim inanmadılar. Küfre sapanların kalplerini Allah işte böyle mühürler.
Araf Suresi, 94-101