Gönderen Konu: Allah Korkusu Nasıl Olur  (Okunma sayısı 513 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2131
Allah Korkusu Nasıl Olur
« : Ağustos 21, 2017, 08:52:37 ÖÖ »
Allah Korkusu Nasıl Olur?

Günümüzde insanların birbirlerini ikaz sadedinde söylediği “Allah’tan kork!” sözünden kastın ne olduğunu iyi bilmemiz gerekir. Türkçe meâllerde dar kapsamlı olarak sadece “korku” kelimesi ile karşılık bulan, buna mukabil Arapça’da ”rahbe”, “ittika”, “havf” ve “huşu” kelimeleri ile, ifade edilen keyfiyet aynı değildir. Allah’tan ve onun azabından korkmak ona teslim olmayı ve tekliflerine harfiyyen riayet etmeyi beraberinde getirir. Kuru kuruya “-Ben Allah’tan korkuyorum” diyerek İslâm hayat tarzını ailesine, çarşısına, sokağına, devletine karıştırmayanlar Allah’tan korkmayanlardır. Allah’tan korkmak, alış-verişte, mirasta, toplum ilişkilerinde ve ceza hukuku ile ilgili hükümlerde Allah’ın emrine tabi olmayı beraberinde getirir. İlâhi tekliflere ihlâsla teslim olmayan ve mucibince amel etmeyen bir mükellefin ‘Allah’tan korktuğunu’ söylemesi, dil alışkanlığından başka birşey değildir.
 
TÜRKÇE meâllerde dar kapsamlı olarak sadece “korku” kelimesi ile karşılık bulan Arapça ”rahbe”, “ittika”, “havf” ve “huşu” kelimeleri, ifade ettikleri mana bakımından farklılık arz ederler. Günümüzde insanların birbirlerine özellikle bir ikaz olarak söylediği “Allah’tan kork!” sözünden kastın ne olduğunu, ayetler içinde kelimelerin manalarını vermeye çalışarak “Allah’tan nasıl korkulacağını” anlamaya çalışalım.

“Mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri korku ile titrer.” (Enfal.8/2) İmam Râzi bu ayeti açıklarken şöyle der; “Mü’min kimse gerçekten Allah’tan korktuğu zaman mü’min olur. Korku ise iki türlüdür, 1) Azamet ve celal korkusu 2) İkâb, yani azap korkusu. Azap korkusu günahkârların korkusu, azamet ve celal korkusu da Allah’ın salih ve âlim kullarının korkusudur”(1)

Allah(c.c.) zâtı gereği bütün âlemlerden müstağnidir. Onlara muhtaç değildir. O’nun dışında kalan her şey ise O’na muhtaçtır. İnsan Allah’ın yaratıcılığındaki ve yarattıklarına mükemmel bir düzen vermesindeki muhteşem kudreti görünce, O’nun azamet ve celâlindeki ihtişamı hissederek içi titrer. Daha doğrusu kalbi korku ile titrer. Çünkü karşısında, sanatını ihata ettiği veya gücünü ve kudretini tahmin bile edemediği korkunç bir kuvvet vardır. Kelimeler ile onun bu yönünü övmek ister. Korkunç deriz. Muhteşem deriz. Olağanüstü, ürkütücü, azametli gibi Türkçede ne kadar bildiğimiz kelime varsa hayran olduğumuz bu âlem için, kâinat için ve onu yaratan için sıralarız da yine de yetmeyince başka kelime ararız. Aradığımız kelimeyi yine Rabbimizin bizlere öğrettiği yerde Kur’an’da buluruz; “Subhanallah”. O ne büyük bir kelimedir. Türkçe’ye çevirirken yine dar bir ifade ile “O eksiklikten ve noksanlıktan münezzehtir” deriz. İşte insan Allah’ın yaratmadaki mükemmelliğini görünce ve yaratıklarını yine mükemmel bir şekilde kusursuz olarak idare etmesini idrak edince böyle bir kudret karşısında Allah’ın zatının yüceliği, celali karşısında hayranlık, övgü ve sevgi ile karışık azamet korkusu duymadan yapamaz. İnsan olarak okyanusların derinliğindeki ihtişamdan, uzayın görüntüsündeki ürpertiden, güneşin yakın çekim alev patlamalarından ve volkanların su gibi akıp giden lavlarından nasıl etkileniyorsa ve bunlar Allah’ın azamet ve celalinin yanında okyanusta bir damla, uzayda bir zerre bile yapmıyorsa o halde “Subhan” olan rabbimizden, O’nun zatının sıfatlarından sevgi ve övgü ile niye ürpermeyelim ki? İnsan ne kadar çok Allah’ı tanırsa onun zatındaki celali ve azameti o kadar çok itiraf eder. Allah’ın yarattıklarındaki muhteşem güzelliği ne kadar çok ihata ederse o kadar çok ona hayran olur. Bu ise sahili olmayan bir deniz gibidir. İnsan bir kere açılmaya görsün, ne kadar ararsa arasın güzelliklerin sonunu bulamaz. Bu yüzden denilmiştir ki “ Bir saatlik tefekkür, altmış yıllık ibadetten hayırlıdır.”(2)

 Neden? Bunu İmam Râzi Bakara Sûresi 30. Ayetin tefsirinde şöyle açıklar; “Tefekkür insanı Allah’a, İbadetler ise Allah’ın mükâfâtına ulaştırır. Allah’a ulaştıran her şey, Allah’tan başka şeye ulaştıran her şeyden daha hayırlıdır.” Yine Fahruddin er-Râzi; “Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin, Ona yaklaşmaya vesile arayın, Onun yolunda cihad edin, umulur ki felaha ulaşırsınız.”(Maide,5/35) ayetinin tefsirinde; ”Allah’a ibadet edenler iki kısma ayrılır; Onların bir kısmı, başka hiçbir maksattan dolayı değil, sırf Allah rızası için O’na ibadet ederler. Bir kısmı ise, başka bir maksat için ibadet etmiş olabilir. Birinci makam, çok yüce ve üstün bir makamdır ki, Allah bu makama, “ve O’nun yolunda cihad edin” buyruğu ile işaret etmiştir. Yani, “O’na kulluk yolunda ve O’nu tanıtma ve O’na hizmet etmedeki ihlâs yolunda cihâd edin...” demektir. İkinci makamın derecesi, birincisinden aşağıdır. Yüce Allah bu makama da “Umulur ki felaha erersiniz” ifadesiyle işaret etmiştir. Felah, kötülüklerden kurtulup, sevilen ve umulan şeyleri elde etmeyi kapsayan bir isimdir” diyerek açıklamada bulunur. Dikkat edersek birinci makamdakiler Allah uğrunda, Allah sevgisi için, onun zatı için, ikinci makamdakiler ondan daha aşağı fakat yine de hedeflenmesi meşru olan bir makam olan “felah”a ermek, yani cehennemden kurtulmak, cenneti kazanmak için ibadet edenlerdir. İmanın dereceleri vardır ki ”felah”a ermek için ibadet etmekte arzu edilen bir makam olmakla birlikte bundan daha yücesi Allah’ı sıfatlarıyla tanıyarak onun muhabbetini, sevgisini hissedip ona her durumda “Hamd” edenlerin ulaştığı makamdır. Bu ise Allah’tan hakkı ile korkanların makamıdır. “Allah’tan hakkı ile ancak âlimler korkar.”(Fatır,35/28) Âlim insanın ise Allah’tan korkmasını gerektirecek birçok sebebi vardır;

1) O Allah’ı sıfatları ile bildiği için, Allah’ı daha iyi tanır. Allah’ı daha iyi tanıyan da ilk önce O’nun zâtının celalini, güzelliğini, muhteşemliğini görür ve O’na hayran olur. O’nun sıfatlarındaki kemâlâtı idrak eder. Kısaca O’nun “Subhan” (kusurdan uzak, eksiklikten uzak) olduğunu kalben itiraf etmek zorunda kalır. Onun ihtişamı onu korkutur. Bunu daha iyi anlamak için şu nakli verebiliriz. İmam Kurtubi nakleder: “Cebrail, Peygamber (sav)’e insan suretinde geliyordu. Peygamber (sav) ondan yüce Allah’ın yaratmış olduğu şekilde kendisine görülmesini İstedi. O da Hazreti Peygambere iki defa aslî suretinde göründü. Birisinde yerde, birisinde de semada idi. Yerdeki görünmesi en yüksek ufukta olmuştu. Peygamber (sav)’da Hira dağında idi. Cebrail doğu tarafından ona göründü ve doğudan batıya kadar yeri kapattı. Bunun üzerine Peygamber (sav) de baygın yere düştü. Bu hâli görünce Cebrail (a.s.) insan suretine bürünerek onun yanına indi ve onu bağrına bastı. Yüzünden toprağı silmeye koyuldu. Peygamber (sav) kendisine geldiğinde: “Ey Cebrail! Ben yüce Allah’ın böyle bir surette bir kimseyi yaratmış olduğunu düşünememiştim” dedi. Cebrail: “Ey Muhammed! Ben sadece kanatlarımdan ikisini açtım. Benim her biri doğu ile batı arasındaki mesafe genişliğinde olan altıyüz tane kanadım var.” Peygamber “Bu pek büyük bir şeydir” deyince, Cebrail şöyle dedi: “Halbuki ben yüce Allah’ın yarattığı diğer şeylere göre ancak çok küçük bir yaratık kalıyorum. Yüce Allah İsrafil’i altıyüz kanatlı olarak yaratmıştır. Onun kanadının her biri benim bütün kanatlarım kadardır. O bile bazen yüce Allah’ın korkusundan küçük bir kuş kadar oluncaya kadar küçülür.”(3)

Dikkat edersek nakilde Allah Rasûlü (s.a.v.)’nün Cebrail(a.s.)’dan bir zarar gelmeyeceğini bildiği halde onun haşyetinden, azametinden etkilenmesi ve korkması görülüyor. İşte Cebrail böyle bir etki uyandırıyorsa, hatta ondan daha azametli olan İsrafil daha da insanı korkutacaksa bütün bunları yaratan ve İsrafil’in bile korkudan bir kuş kadar kaldığı O Allah bizleri daha çok korkutmalı değil mi?

2) Âlimlerin Allah’tan daha çok korkmasının bir sebebi de, Allah’ın varlığının ve yaratmadaki sanatının güzelliğini daha çok bilmeleri ve idrak etmeleridir.. Varlığının ve kudretinin yansımasını yaratmış olduğu âlemde, âlemlerde görüler. “Yerin ve göklerin yaratılmasında, gece ile gündüzün peşi sıra gelmesinde akıl sahipleri için ibretler vardır” (Âl-i imran, 3/189) mesajındaki inceliği anlarlar. Allah’ın yaratıcılığını ve yöneticiliğini idrak ederler. O yaratmış olduğu kâinatı, gezegenleri, güneşi, hayvanlar âlemini, atomların dönüş hızını ve çekim güçlerini, yağmurun yağmasını ve bitkinin mahsul vermesini bir sistem üzerine planladığı gibi, insanlar arasındaki yaşam tarzını da düzenleyerek onlara emirler koyar, peygamberleri aracılığı ile kitaplar gönderir. O hem yaratıcıdır, hem yöneticidir. Bir ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur “Dikkat edin, yaratma da O’nundur, emretme (hüküm koyma) da O’nundur.” (Araf,7/54) Bir başka ayette ise “Yer ve gökler O’nundur, sürüp giden hayat tarzı da O’nundur” (Nahl,16/52) buyurulmuştur. İmam Râzi Enfal Sûresinin başında; ”Allah’ın kudret ve hikmetinin kemâli, ancak, Allah’ın mahlûkatındaki hikmetinin eserleri vasıtasıyla bilinir, anlaşılır. Bu husus, sahili olmayan bir denizdir. İnsan ne zaman Allah’ın bir başka şeyi yaratmasındaki hikmetinin eserlerine takılıp kalırsa, bundan, bir şeyi yaratmasındaki hikmetinin ne olduğunu talep edip aramaya geçer. Böylece de bu kimse, birincisinden daha yüce, daha şerefli ve daha mükemmel olan bir mertebeden başka bir mertebeye geçmiş olur. Bu mertebeler sınırsız olunca, hiç şüphesiz ki tecellî, keşf ve marifet mertebeleri de sınırsız olur” diyerek Allah’ın mahlukatındaki yaratılış hikmetlerine muttali olan kimsenin Allah’ı tanımada da derece sahibi olduğunu ve imanının ve Allah’tan korkusunun şiddetini beyan etmektedir.

3) Âlimler, Kur’an ve Sünnet vasıtası ile geçmişte ve gelecekte insanların yaşamış olduğu ve yaşayacak olduğu olayları bilerek onlardan ibret alırlar. ”Andolsun ki, onların kıssalarında, akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Yusuf,12/111) Âlimler Tarih bilgilerine sahiptirler ve bu onları tarihten ders almaya götürür. Onların tarih bilgisi akademisyenlerin tarih bilgisi gibi değildir. Çünkü onlar için tarih geçmişle sınırlı değildir. Onlar gelecek olan “tarih” ten de ders alırlar. Allah ve Rasûlü’nün gelecekte yaşanacak olan olayları bildirmesi ile onlar geleceği de görür. Şu ayetlerde de bu durum anlatılır; “Hayır, yakında bileceksiniz. Kesin bir bilgi ile (ilmel yakin) bilseydiniz, mutlaka cehennemi görürdünüz. Siz onu aynel yakin olarak göreceksiniz” (Tekasür,102/4-5-6-7) Ayetlere dikkat edersek “bilseydiniz, cehennemi görürdünüz” buyruluyor. İlim sahibi olmak insanı eşyayı görmeden onu tanımaya ve bilmeye götürür. Mesela Yahudi âlimleri peygamber (s.a.v.) daha gelmeden onun sıfatlarını kendi kitaplarından öğrendiklerinden onu öz oğulları gibi tanıdıklarını, hatta Özoğullarından da iyi tanıdıklarını itiraf etmişlerdir. İlim ve takva sahibi insanların da daha dünyada iken âhireti görür gibi oldukları, yapmış oldukları ameller ile belli bir iman derecesine ve özel bir görüşe sahip oldukları sabittir. Onlar aynel yakin olarak görmeden, ilmel yakin olarak görürler. Bu hususta İbn Kesir şöyle bir hadis rivayet eder: Hafız Ebu el-Kâsım et-Taberânî der ki: Bize Muhammed İbn Abdullah el-Hadramî... Haris İbn Mâlik el-Ansârî’den rivayet etti ki o, Allah Rasûlü (s.a.v.) ne uğramış ve Hz. Peygamber ona:” Ey Haris nasıl sabahladın? diye sormuş. Haris: Gerçek mü’min olarak sabahladım, demiş. Hz. Peygamber: Dikkat et ey Hâris. Her imanın bir hakikati vardır. Senin imanının hakikati nedir? Diye sormuş, o da: Ey Allah’ın Rasulu, nefsimi kötülüklerden uzak tuttum. Gecelerimi uykusuz, gündüzlerimi susuz geçirdim. Sanki ben, Rabbimin arşına apaçık bakar gibiyim. Ve sanki ben, birbirlerini ziyaret eden cennet ehlini görür gibiyim. Sanki ben, acıdan feryâdlar koparan cehennem ehline bakar gibiyim, demiş. Allah Rasûlü (s.a.v.) üç kere: Ey Haris, bildin, iyice sarıl, buyurmuş.”(4)

 İbn Kesir’in naklettiği bir başka hadisi şerifte Peygamberimiz; “Kim cehennemi gözleriyle görmek isterse, İnfitar, inşikak ve tekvir surelerini okusun”(5)

 Buyurmuştur. Bu surelerde kıyametle ilgili olaylar tasvir edilir. Burada kıyameti görecek olan göz baş gözleri değil, kalb gözleridir. O göz de günahlardan kör olmadı ise görebilir. Allah’ın arşını, cenneti, cehennemi, kıyameti daha dünyada iken gören insan da Allah’tan hakkı ile korkmaya çalışır. Cahilin korkmadığı kadar Allah’tan korkar. Çünkü o daha dünyada iken ölümün acısını, kabir azabını, mahşer gününün dehşetini ve cehennemi ilmel yakin olarak yaşamış, kısmen de acıları tatmıştır..

Kişinin ilmi Allah hakkında, yarattıkları hakkında ve vahyettikleri hakkında ne kadar çok ise ve ne kadar onun imanına ve amellerine tesir ediyorsa o kadar âlimdir. Âlim olmak için müçtehid olmak şart değildir. Her müçtehid âlimdir, fakat her âlim müçtehid değildir. Bize düşen de gücümüzün yettiği ölçüde üzerimize farz olan ilimleri öğrenerek ilimle amel etmektir. Âlimlerin korkusu ile cahillerin korkusu farklıdır ve Kur’an’da farklı kelimelerle tarif edilmiştir. Bunu şu ayetlerden anlayabiliriz “40.Ey İsrâil oğulları, size verdiğim nimetleri hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun (Ferhebûn). 41. Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğuma inanın ve onu ilk inkâr eden, siz olmayın, benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın ve benden korkun (fettekûn).” (Bakara,2/40-41) Ayette İsrailoğullarının geneline, 41. Ayette ise yanında kitab bulunan âlimlerine Allah (c.c.) hitab ederek sadece kendisinden korkmayı emretmekte. Fakat 40. Ayetin sonunda ”benden korkun” derken (rahbe), 41. Ayeti sonunda” benden korkun” derken (ittika) kelimelerini kullanmakta. Dolayısıyla “rahbe” cahilin korkusunu, “takva” âlimin korkusunu ifade etmektedir.(6)

Başka bir ifade ile takva ilimle yapılan korkuyu ve ameli, rehbe’de ilim olmadan meydana gelen korkuyu ifade ediyor. Aynı mahiyeti Nahl Sûresi 51. Ve 52. Ayetler arasında da görebiliriz. Hz.Ömer (r.a.) Ubey bin Kab’a hitaben; “-Ey Ubey takva nedir?” diye sorduğu zaman Hz. Ubey’in; “-Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü?” sorusuna “-Evet” cevabını veren Hz.Ömer’e, Ubey bin Kab “-Nasıl yürüdün?” sorusunu yöneltince Hz.Ömer; “-Yolun dikenlerinden sakınarak yürürdüm”, cevabını verince; Hz.Ubey; “-İşte ‘takva’ yolun dikenlerinden sakınmaktır” cevabını vererek Hz.Ömer’i bilmediği bir hususta aydınlatıyor. Burada dikkatimizi çeken ilk husus Hz.Ömer Arap olmasına, ilim ehli olmasına, arap dilinin en ince özelliklerini bilmesine rağmen yine de Kur’an’da geçen “takva” kelimesinin keyfiyetini kavramak için bir başka sahabiye sormakta, Kur’an’ı Kerim’i her hususta anlayamamakta... Biz bu durumu sahabede bile görebiliyoruz. O halde sahabe bile, Hz.Ömer bile, Kur’an’daki bazı incelikleri kavrayamazken bizler, Kur’an’ın Türkçe meali ile(tercüme bile değilken) nasıl hüküm çıkaralım da amel edelim. Günümüzde bazılarının dediği gibi nasıl Kur’an’ın müteşabihatına vâkıf olalım. El insaf. Evet Kur’an’ı hepimiz belli ölçülerde anlarız fakat, ondan asla hüküm çıkaramayız. Bu müçtehid ulemanın işidir. Gelelim konumuza; Übey bin Kâb’ın açıklamasındaki Türkçe’de meal olarak karşılığı “korku” ile ifade edilen “takva” kelimesinin anlamına. “Takva, ittika” ilim ile rabbimizin emirlerine riayet ederek, onun haramlarından kaçmaktır.(7)

 Yolun üzerindeki dikenlerden kaçmak ancak dikenleri, dikenli bitkileri bilmeyi, tanımayı gerektirir. Bazı dikenli bitkiler vardır ki zehirlidir. Dikenleri de çok küçüktür, gözükmez. Isırgan otu gibi. Benim gibi bu otu tanımayan ve dikenlerini de göremeyen ömrünü kaşınmakla geçirir, ya da bir an önce o otu tanır. Din yolunda da dikenler her zaman vardır. Şeytanlar ve uşakları olduğu gibi, sahte tabelalar, din adına Allah’ın adını vererek zehrini ve dikenlerini saklayan kuzu postuna bürünmüş, dilleri baldan tatlı, kalbleri zehirden acı din adamları, belamlar. Kılık kıyafetleriyle, sihirli söylemleriyle, Allah adı ile kandıranlar. Bunları ancak ilimle tanıyabiliriz. Hz.Ali ne diyor; “Hak adamla bilinmez, önce hakkı, tanı dolayısıyla ehlini tanırsın”

Allah’tan korkmak, Allah’ın ayetlerini duyduğu zaman, peygamberimizin ve sahabenin hayatlarını okuduğu zaman ağlamak değildir. Allah’ın azabını duyunca korku ile dehşete kapılmak, fakat sonrasında hiçbir çabada bulunmamak da değildir. Ondan korkmak; O’nun emirlerine teslim olmak ve O’nun emrettiği gibi yapmaktır. Onun emirlerini emretmediği gibi yapanlar da Allah’tan korkanlar sınıfına dahil olamaz. İmam Gazali bu konular hakkında şu açıklamalarda bulunur; “Kim dünyada iken (Mahşer gününün dehşetlerinden) korkarsa, âhirette bunlardan emin olur. Korkudan gayem, kadınların rikkati (inceliği) gibi bir rikkat değildir ki, bu durumları dinlediğin zaman gözün yaşarıp kalbin rikkate gelir. Fakat az bir zaman sonra unutur, tekrar oyuna dalarsın. Bu tür rikkat korku değildir. Herhangi bir şeyden korkan bir kimse, ondan kaçar. Herhangi bir şey uman bir kimse onu arar. Seni kurtaracak olan korku, seni Allah’ın yasaklarından menedip, ibadetine teşvik eden korkudur. Kadınların rikkatinden daha uzağı, ahmakların korkusudur. Ahmaklar bu dehşetleri dinledikleri zaman, dilleriyle istiâze ederler. Onlardan biri şöyle der: -Allah’tan yardım talep ediyoruz. Allah’a sığınıyoruz! Yâ rabbî! Bizi kurtar, kurtar! ‘Oysa onlar bu sözlerine rağmen helâklerinin sebebi olan günahlarda ısrar ederler, Bu bakımdan şeytan, böyle kimselerin istiazesine güler. Sahrada bulunduğu ve arkasında bir kale olduğu halde kendisine saldıran yırtıcı hayvandan kaçıp kaleye sığınmaz da hayvanın saldırısına rağmen diliyle ‘Senin şerrinden şu aşılmaz kaleye sığmıyorum! Bu kalenin yıkılmaz binasından ve kuvvetli temelinden yardım talep ediyorum’ diyen bir kimseye gülündüğü gibi, böyle ahmaklara da gülünür.(8)

Allah’tan ve onun azabından korkmak ona teslim olmayı, emrettiklerini yapıp, nehyettiklerinden kaçmayı gerektirir. Kuru kuru “-Ben Allah’tan korkuyorum” diyerek İslâm hayat tarzını ailesine, çarşısına, sokağına, devletine karıştırmayanlar Allah’tan korkmayanlardır. Allah’tan korkmak, alışverişte, mirasta, toplum ilişkilerinde ve ceza hukuku ile ilgili hükümlerde Allah’ın emrine tabi olmayı gerektirir. Sadece Kur’an okunduğu zaman duygulanıp ağlayan, peygamberimiz ve sahabenin hayatlarını duyduğu zaman duygulanıp iç çeken, aç, fakir insanları gördüğü zaman çok üzülen insanlar eğer İslâmın hükümlerini yaşamaya çalışmıyorlarsa Allah’tan korkmuyorlardır.

“İman edenlerin Allah’ın zikrine ve inen hakka karşı kalplerinin saygı duyması ve korku ile yumuşamasının zamanı hala gelmedi mi?” (Hadid,57/16) Bu ayetin tefsirinde İmam Fahruddin er-Râzi şöyle açıklama yapar: A’meş, şöyle demektedir: “Sahabe, Medine’ye gelince, bolluk ve refaha kavuştular. Böylece de, daha önce üzerinde bulundukları dinî hâl ve tavırlar konusunda bir gevşeklik gösterdiler. Bu sebeple de, bu ayetle kınandılar.”(9)

Bu konu ile ilgili nakiller çoktur, anlatmaya yerimiz azdır. Fakat şunu bilelim ki asrımızda insanoğlu madde planında alabildiğine zenginken, manevi alanda bir o kadar fakir ve hatta yoksuldur. Allah korkusu itici bir güç ve teşvik edici müthiş bir enerji’dir. Bizleri yoktan var eden ve çeşitli nimetler veren rabbimize şükretmek ve ebedi âhiret mutluluğunu elde etmek istiyorsak, “Allah’tan hakkı ile korkmalıyız”(Âl-i imran, 3/102) ya da “Güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin (Tegabun,64/16) emrine” İşittik ve itaat ettik” diyerek teslim olmalıyız. Çünkü, Hayat ölüme giden bir yol değil, ölüm hayata giden bir yoldur.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1)   Mefatihul Ğayb,Fahruddin er-Râzi,Enfal,8/2

(2)   Her ne kadar F.Râzi Bakara 30. Ayetin tefsirinde ve İmam Gazali’nin İhyâ’sında tefekkür bahsinde hadis olarak nakledilse de Hadis değil, Serius-sakafi’ye ait güzel bir sözdür. Bakınız Alüyyül Kâri,El-Mesnua- Uydurma olduğunda ittifak edilen Hadisler.

(3)   El camiu li-Ahkâmi’l Kur’an,İmam Kurtubi,Necm;6

(4)   İbn Kesir,Enfal, 2..

(5)   İbn Kesir,İnfitar Sûresi tefs.

(6)   Hak dini Kur’an Dili,M.Hamdi Yazır,Bakara,2/41 .

(7)   Mefatihul Ğayb,Fahruddin er-Râzi,Maide 35

8   İhyâ’u Ûlumiddin,İmam Gazali,4.cilt.sırat konusu.

(9)   Mefatihul Ğayb,Fahruddin er-Râzi,Hadid,57/16

İbrahim  Dönertaş

 


* BENZER KONULAR

Sana sığınırız Ya Rabbi! Gönderen: melek
[Bugün, 06:33:30 ÖS]


Kabirdeki Kişi Tekrar Dünyaya Gelse Sizce Ne İle Uğraşır Ne Yapardı Gönderen: melek
[Bugün, 06:19:41 ÖS]


Fitne Adam Öldürmekten Daha Kötüdür Gönderen: melek
[Bugün, 06:14:32 ÖS]


En Kötü Körlük İdrak Körlüğüdür Gönderen: melek
[Bugün, 06:10:00 ÖS]


Kıyametten Sonra Mezarından İlk Diriltilecek Olanlar Gönderen: melek
[Bugün, 06:05:30 ÖS]


Abdullah Akbulak - Dertli Yol 320 kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 05:45:18 ÖS]


Cemaat Anlayışımızı Mümin Sorumluluklarımızı Gözden Geçirelim Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:44:31 ÖÖ]


Müslüman Gençlere Zikir Bildirisi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:27:36 ÖÖ]


Kıskanmak ve Muş Gibi Yapmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:20:23 ÖÖ]


Dinine Tarihine Kültürüne Bağlı Gençler Yetiştirmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:13:57 ÖÖ]


Meyyit – Ölü - Ziyârete Gelenleri Tanır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:07:16 ÖÖ]


Abdullah Akbulak - Zakirin Gözyaşı 2001 - 320 Kbps - Wav Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:37:43 ÖÖ]


Abdullah Akbulak - Sensiz Ağlar 2003 - 320 Kbps - WaV Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:13 ÖÖ]


Rabbin Gazabını söndüren kulunu Rabbine Sevdiren Gönderen: türkiyem
[Dün, 09:20:31 ÖÖ]


Her Kötülüğün Tek İlacı Gönderen: türkiyem
[Dün, 09:05:08 ÖÖ]


Hepimizin Kaçınılmza Sonu Ölüm Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:58:13 ÖÖ]


Allahin Cennet Ehli İçin Hazırladığı Nimetler Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:54:31 ÖÖ]


Cehennem Ateşi Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:50:55 ÖÖ]


Kur'an ve Hadisler Çerçevesinde Din Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:34:28 ÖÖ]


Duanın Fazileti ve Vakti Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:16:55 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41