Mülkün Gerçek Sahibi
Bu dünya, yani bütün galaksileriyle, yıldızlarıyla, okyanuslarıyla, denizleriyle, dağlarıyla, ormanlarıyla, elhasıl, yeryüzü ile gökyüzü arasında ne varsa, hepsi Allah-u Azimüşşân’ın mülküdür. Bu mülkü geçici olarak var etmiştir. Kıyamet vakti geldiğinde bu mülkü harap edecek, bütün mahlûkatı haşir meydanında toplayacaktır.
Allah-u Azimüşşân’ın yarattığı bir diğer mülkün iki mekânı vardır. Cennet ve cehennem olmak üzere. O mülk daimîdir, ebedîdir. Rabbimizin “Baki” ismine ayine olmuştur.
Bu dünyada “emanetçi mülk sahipleri” mülklerine yabancı girince, ya da kendi misafirleri bile olsa, mülklerinde haddi aşınca, edep sınırlarını zorlayınca, onları ikaz ederler. Böyle yapmak onların hakkıdır. İşte bu kâinatın ve içerisinde ne varsa her şeyin gerçek sahibi ve yaratıcı olan Rabbimiz de mülkünde haddi ve edep sınırını aşanları türlü vasıtalarla ikaz etmektedir. İnsanlık tarihinde bunun pek çok örnekleri vardır. Cenab-ı Hak, kerim kitabında peygamberlerin hayatından bahsederken bizlere bu dersi vermekte ve nezih bir üslupla haddimizi bilmemizi ihtar etmektedir.
Bu kâinat bütün mevcudatıyla “mülkün gerçek sahibinin” Allah-u Azimüşşân olduğunu ispat ediyor. Bakınız hiçbir insanın simasının diğerine benzemeyişine, parmak izlerinin, DNA’larının farklı farklı oluşuna, hatta hiçbir kar tanesi ve hiçbir otun da birbirine benzemeyişine… İnsanın yaratılışına, ağaçların, bitkilerin, sebzelerin, meyvelerin, balıkların ve sair hayvanların yaratılışındaki harikulâdeliğe bakınız…
Bu mülkün gerçek sahibi olan Rabbimiz, Tekvinî kanunlarıyla olduğu gibi Teklifî kanunlarıyla da mülkün gerçek sahibi olduğunu beyan buyuruyor. 124 bin peygamber, 100 suhûf ve 4 Kitab-ı İlâhî bize bu dersi veriyor.
Bütün peygamberler, insanlara “mülkün gerçek sahibinin kim olduğunu” ders vermek için gönderilmişlerdir. İnsanlık peygamberlerin sesine kulak verdikleri zaman mesut ve bahtiyar yaşamışlardır. İnsanlık mülkün gerçek sahibi olan Allah-u Teâlâ’nın emirlerine kulak tıkadıkları, hükmüne sırtlarını döndükleri zaman bu dünyada da perişan olmuşlardır.
Kur’an-ı Kerim’i dikkatlice okuduğumuzda, Rabbimizin (c.c.) tevhit konusunu tekrar be tekrar nazarlarımıza beyan buyurduğunu görürüz. “Lillâhi mâ fi’s-semâvati vemâ fi’l ardi” (Bakara / 284) (Semâvat ve arzda bulunanların hepsi Allah’ın mülküdür.), “Velillâhi mülkü’s-semâvati ve’l ardi” (Âl-i İmrân / 189) (Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.) Daha pek çok ayet-i kerimede bu temel gerçek hatırlatılır.
İnsanlardan bu gerçeği tam olarak bilenlere, kabullenenlere ve bu gerçek ışığında hareket edenlere MÜ’MİN denilir. Bu gerçeği reddedip, kendilerini mülkün sahibi zannedenlere ise KÂFİR ismi verilir. (Kendini Müslüman tanıtıp da kalben kâfirler safında olan münafıklar da bu tabire dâhildir.)
Bu kâinatın Yaratıcısı olan, yarattığı bütün mevcudatın, atomların ve atomlardan da küçük parçacık olan zerrelerin hareketlerini bilen Rabbimiz, haşir sabahında, yani kıyametin kopuşundan sonraki DİRİLİŞ’te, yeniden bütün insanlara, bütün cinlere ve bütün mevcudata soracaktır: “Limeni’l mülkü’l yevme” (Mü’min / 16) (Bugün hükümranlık kimindir?) Sorunun akabinde cevabını yine Rabbimiz verecektir: “Lillâhi’l vâhidi’l kahhâr” (Mü’min /16) (Kahhar olan tek Allah’ındır.)
Bu asrın insanları, hadsiz hesapsız delilden, peygamberlerin ve Peygamberin vârisleri olan âlimlerin irşadından, bütün insanlığın “Başöğretmeni” olan Peygamber Efendimizin (a.s.m.) derslerinden sonra artık uyanmalı; mülkün sahibi olduğunu iddia eden, zanneden, zorbalıkla kendi bildiklerini okumak isteyen, gerçekte ölüp gidecek, toprak olacak, o aciz ve güçsüz kandırıkçılara kulak asmamalı.
Bu mülkün bir tek gerçek SAHİBİ var. O da ALLAH-U AZİMÜŞŞÂN’dır. Mülk bütünüyle O’nundur.
O’nun mülkünde de ancak ve ancak O’nun saltanatı sürer, hükmü geçerli olur. Gerçek budur.
Bu gerçek er geç TAHAKKUK edecektir. Ömrü olan görür…