Sevgiliyi Razı Eden Ödül - Şefâat-ı Rasûl
Hz. Avf b. Mâlik el-Eşca’î (radıyallahuanh)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallalâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurdular:
“Rabbimin katından bana bir melek geldi ve beni ümmetimin yarısını Cennet’e sokmak ile şefâat yetkisi arasında serbest bıraktı. Ben ise (ümmetimin yarısından da fazlasının Cennet’e girmesine vesile olabilmek ümidi ile) şefâati seçtim. Ancak bu şefâat sadece, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar içindir.”(Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 13)
ŞEFÂAT, ALLAH’IN RAHMET SIFATININ BİR YANSIMASIDIR
Şüphesiz bizim Rabbimiz “Erhamü’r-Râhimîn”; yani “Merhametlilerin En Merhametlisi”dir.[1]Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz En Sevgili Kulundan (sas), diğer kullarına şöyle söylemesini istemiştir: “…Selâm olsun size, rahmeti yazdı Rabbiniz Kendisine…”[2]Yüce Kitabımızda, meleklerin dilinden nakledilen, "…Rabbimiz, Sen rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tâbi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru”[3] ifâdesi yer almaktadır. Yine Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah’ımızın doğrudan biz kullarına, “…Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır…”[4]buyruğu vardır.
Bir kudsî hadis’te Yüce Rabbimiz, “Rahmetim gazabımı geçmiştir”[5] buyurmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (sas) hadis-i şerif’lerinde, Allah’ın kullarına merhametinin, evladını asla ateşe atmayacak bir annenin merhametinden daha fazla olduğunu müjdelemiştir.[6]
Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, Rabbimizin sonsuz merhamet sahibi olduğunu anlatmaktadır. Allah’ımızın bu engin rahmeti biz kullarını dünyada da, âhirette de çepeçevre kuşatmıştır. Fakat Rabbimizin asıl rahmeti bize özellikle sonsuz âhiret yurdunda af ve ikrâm olarak yansıyacaktır. Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur: "Allah rahmeti yüz parçaya böldü. Bundan doksan dokuz parçayı kendisine ayırdı. Yeryüzüne geri kalan bir parçayı indirdi. (Bunu da bütün yaratılmışlar arasında taksim etti.) Bu tek parça (bile o kadar büyüktür ki, ondan nasibine düşen pay) sebebiyle mahlûkat birbirlerine karşı merhametli davranır. (Mesela) At, yavrusuna basmamak endişesiyle ayağını bu yüzden kaldırır."[7]
İşte âhirette Allah’ın kullarına göstereceği büyük rahmetin, bağışlama ve ikrâmın en önemli vesilelerinden birisi de “ŞEFÂAT”tir.
Sözlükte “tek olan bir şeyi dengi veya benzeriyle çift hale getirmek; birinin önüne düşüp işini görmeye çalışmak, işinin görülmesi için birinin aracılığını istemek” anlamlarındaki şef‘ kökünden türeyen şefâat, “suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için birine aracılık etme” mânasına gelir. Terim olarak ise “kıyamet gününde peygamberlerin ve kendilerine izin verilen salih kulların müminlerin bağışlanması için Allah katında niyazda bulunması” anlamında kullanılır.[8]
ŞEFÂATİN HİKMETİ
Yüce Allah, rahmetini neden doğrudan göstermiyor da, şefâat gibi vesilelerle gösteriyor denirse şöyle cevap verilebilir: Rabbimiz aslında çoğu kez rahmetini kullarına doğrudan doğruya yansıtır. Bu husus Kur’ân-ı Kerim’deki birçok âyette görülebilir. Meselâ ZümerSûresi’nin 53. âyet-i kerime’sinde şöyle buyrulur: “De ki: Ey kendilerine haksızlık edip ölçüyü aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah elbette bütün günahları bağışlar ve gerçekten O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” Yine FurkânSûresi’nin 70. âyet-i kerime’sinde de Yüce Rabbimiz sonsuz rahmetiyle kullarının kötülüklerini iyiliklere çevireceğini müjdeler: “Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”
Yüce Allah’ın kıyâmet günü kullarını özellikle şefâat gibi bir vesileyle affedip onlara Cennet’i bahşetmesi, aslında şefâat edicilere bir ikrâm ve onların kadrini yüceltmekten ibârettir. Çünkü her türlü şefâatin ancak Allah’ın izniyle geçerli olabilmesi, aslında bütün şefâatin yine doğrudan Allah’a âit olduğunu gösterir.[9] Burada, dünya hayatında nasıl ki sünnetullah gereği, Peygamberimiz âlemlere rahmet vesilesi[10], Kadir Gecesi kullara bin aylık sevap vesilesi oluyorsa[11]; âhirette de şefâat ve özellikle de Peygamberimizin şefâati günahkâr kullara rahmet vesilesi olacaktır. Şefâatten mahrum olan kullara ise haksızlık yapıldığı söylenemez. Çünkü bütün kullar için Allah’ın adâleti tam olarak tahakkuk edecek, kimseye haksızlık yapılmayacaktır. Şefâat; ilâhî adâlete ilâveten ilâhî rahmetin ifâdesidir. Şefâat, kayıtsız şartsız bir yetki değil; birtakım kayıt ve şartları olan bir salâhiyettir. Bu kayıt ve şartlara değinmeden önce şefâatin hak oluşunu, kapsamını ve Sevgili Peygamberimize verilen şefâat-i uzmâ; yani en büyük şefâatin gerekçesini ortaya koymaya çalışalım.
ŞEFÂAT HAKTIR
Ehl-i Sünnet inancımıza göre şefâat bir hakîkâttir ve âhirette başta Peygamberimiz olmak üzere Peygamberler, melekler ve (salih) mü’minlerşefâat edeceklerdir.[12] Bir hadis-i şerif’te, Allah yolunda şehid olanlara verilecek altı adet üstünlükten birinin, yakınlarından yetmiş kişiye şefâat etme olduğu bildirilmiştir.[13] Yine Kur’ân okuma ve oruç tutma gibi salih amellerin kıyâmet gününde sahiplerine şefâat edeceği hadislerde haber verilmiştir.[14] Ayrıca başka bir hadis-i şerif’te Cennet’in namaz, cihad, oruç ve sadaka kapıları olduğundan bahsedilmiştir. Mü’minler bu amellerden hangisinin hakkını daha iyi vermişse o kapıdan Cennet’e çağrılırlar.[15] Böylece bu ameller onlara şefâat etmiş olur. Aslında şefâat beklentisinin bir mü’mini götüreceği nokta böyle salih amelleri işlemek olmalıdır. Hiç şüphesiz kıyâmet gününde en büyük şefâat yetkisi Peygamber Efendimiz (sas)’e verilecektir.[16]Şefâat olgusu ve Peygamberimizin şefâatiyle ilgili o kadar çok hadis vardır ki, bu husus inkârı mümkün olmayan mütevâtir bir haber durumuna gelmiştir.[17]
ŞEFÂAT NASIL GERÇEKLEŞECEK?
Sevgili Peygamberimiz (sas)’in ahiretteki şefâatinin ilk gerçekleşeceği yer mahşerdir. Orada uzun süre hesaba çekilmek üzere bekleyip (sıkıntıya düşen) insanlar hesabın başlatılmasını sağlamak için Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsa'dan şefaat isteyecek, fakat o günün dehşeti karşısında kimse buna cesaret edemeyecek, sonunda Hz. Îsa bunu Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’den istemelerini tavsiye edecek ve Rasûl-i Ekrem (sas)’in yapacağı şefaati Yüce Allah kabul edip hesabı başlatacaktır.[18] Bundan sonra Sevgili Peygamberimiz (sas) öncelikle ümmetinden cennet ehli olanlar için şefaatçi olacak; cehenneme giren günahkârlar için ise, üç defa şefaat edecek ve bu sayede cehennemlikler buradan çıkarılıp cennete alınacaktır.[19]
Hadis-i Şerif’lerde, “Şefâat-i Uzmâ” (En büyük şefâat) de denilen Peygamber Efendimizin şefâatininsafahâtı tafsilâtlı bir şekilde haber verilmiştir. Buna göre güneşin iyice yaklaştırıldığı mahşer meydanında deniz dalgaları gibi birbirine girmiş durumdaki insanlar sıkıntı ve kederden dayanamayacak duruma gelecekler ve şefâat istemek üzere sırasıyla Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsa (salavâtullâhi aleyhim ecmaîn) Peygamberlere başvuracaklardır. Bütün bu Peygamberler mazeret beyan edecek ve insanları birbirlerine yönlendirecektir. En son Hz. Îsâ (as), Son Peygamberi işaret edecektir.
Mahşer halkı Peygamber Efendimiz (sas)’e gelip şefâat isteyince Efendimiz aleyhisselâm buna yetkili olduğunu söyleyip Rabbinin huzurunda duracak ve Allah’ın ona öğrettiği en güzel övgülerle O’na hamd edecektir. Allah’tan şefaat izni isteyecek, kendisine izin verilecektir. (Bir rivâyette)[20] burada Rabbini görür görmez secdeye gidecek; (diğer rivâyette)[21] Arş-ı A’lâ’nın altına gidip secdeye kapanacaktır. Yüce Allah ona hitâben: “Ey Muhammedi Başını kaldır! İste, iste¬diğin sana verilecek, şefaat yetkisi dile, o da sana ihsan edilecek!” Rasûlullahaleyhisselâm bundan sonrasını şöyle anlatır: “Hemen başımı kaldırıp, şöyle diyeceğim: ''Ümmetim yâRabbî! Üm¬metim, yâ Rabbi! Ümmetim, yâRabbî!” On¬dan sonra bana şöyle denilecek: “Ümmetin¬den hesaba çekilmeyecekleri cennet kapıları¬nın sağındaki kapıdan içeriye al! Onlar di¬ğer kapılarda da insanlarla ortaktırlar…" Sonra buyurdu ki: “Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, cennetin kapı ka¬natlarından iki kanadın arası, Mekke ile Hıcr arası, ya da Mekke ile Busrâ arası ka¬dar geniştir.”[22]
Hadis-i Şerif’lere göre, Sevgili Peygamberimiz (sas) şefâat izni alarak secdeden kaldırıldıktan sonra Cehennem’deki günahkâr mü’minlerden, önce kalbinde buğday (veya arpa) tanesi kadar, sonra hardal tanesi kadar, daha sonra da hardal tanesinden çok daha az iman eseri bulunanları Cehennem’den çıkarması için O’na izin verilecektir. Sevgili Peygamberimiz (sas) bu noktada, “Ya Rabbi! Lâ ilâhe illallah diyenleri Cehennem’den çıkarmama izin ver” diyecektir. Yüce Allah ise şöyle buyuracaktır: “Lâ ilâhe illallah diyenleri Cehennem’den çıkarmak üzere şefâat yetkisi sana verilmemiştir. Ancak kudretime, büyüklüğüme, azamet ve ululuğuma yemin ederim ki, Lâ ilâhe illallah diyenleri Cehennem’den Ben çıkaracağım.”[23]
Bütün bu rivayetlerden anladığımıza göre Rasulullah (sas) Efendimizin şefâatiyle önce büyük bir mü’min grubu doğrudan Cennet’e girecek; sonrasında ise imanlarındaki kuvvet önceliğine göre ümmetin tamamı Cehennem’den çıkarılıp Cennet’e dâhil olacaktır. Peygamberinin şefâatinimü’minlerin bağışlanmasına vesile kılan Allah’ımıza sonsuz hamdler olsun.
KUR’ÂN-I KERİM’DE ŞEFÂAT
Şefâat kavramı Kur’ân-ı Kerim’de otuz bir yerde geçmekte, bunların on üçünde “şefaat” biçiminde yer almakta, diğer yerlerde ise fiil ve isim kalıplarıyla tekrar edilmektedir.[24]Kurân-ı Kerim’de şefâat kavramı değişik âyetlerde, bağlamına göre az çok farklı anlamlarda kullanılsa da, genel olarak kâfirlerin âhirete dönük boş kuruntularını, kendilerine yardım edeceklerini düşündükleri bir takım aracılar vehmetmelerini ve onları mutlak belirleyici olarak görme anlayışlarını reddedip, tevhide yönlendirme hedefi öne çıkmaktadır. Meselâ bir âyet-i kerime’de şöyle buyrulur: “Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefâat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.”[25]Bu ve benzeri âyetler öncelikle kâfirlerin durumunu anlatsa da, onlardan mü’minlerin de alacağı dersler bulunmaktadır. Şöyle ki, mü’minler, ahirette kurtuluşu; kurtuluş şartlarını yerine getirmeden[26], Peygamberimize ittibâ etmeden ve salih amellere yönelmeden boş kuruntulara kapılıp sadece şefâate bağlamamalıdır. Yüce Rabbimizin doğrudan mü’minlere hitap ettiği âyetlerde de yönlendirme bu şekildedir:
“İman eden kullarıma söyle: Namazı kılsınlar ve ne alışverişin ne de dostluğun olmayacağı gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimizden gizli ve açık infâk etsinler.”[27] “Birinize ölüm gelip de: 'Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam' demeden önce size rızık olarak verdiklerimizden hayır yolunda harcayın.”[28] ”(İnsanların yeniden diriltilecekleri) gün, mallar ve oğullar vermez fayda; Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka.”[29]
Peygamber Efendimiz (sas) boş kuruntulara kapılmamaları için mü’minleri sık sık uyarmıştır. Hatta Peygamberimiz (sas), açık davetin ilk zamanlarında yaptığı bir konuşmasında insanlara hitâb ederken bizzat kızına şöyle seslenmiştir: “…Ey Muhammed kızı Fâtıma! Malımdan dilediğin kadarını iste, (veririm). Ama seni de Allah’tan gelen hiç bir şeyden kurtaramam.”[30]
Kur’ân’ın terbiye metodunun insanları iman ve amele yöneltmesi ve bu arada şefâat kavramını öne çıkarmaması, şefâatinvâkî olmayacağı anlamına gelmez. Bu Kur’ânîmetod, genel insan psikolojisinin şefâate güvenip ameli terk etmeye meyledebileceği vâkıasına göre böyle olmuştur. Fakat bu arada birçok âyet-i kerime’de Allah’ın iznine bağlı olarak şefâatin gerçekleşeceği olgusu apaçık ortadadır. Bunlardan bazılarını buraya kaydetmek istiyoruz:
“…O’nun izni olmadan şefaat edecek olan kimdir?...”[31]
“…O’nun izni olmadıktan sonra hiçbir şefaatçi şefaat edemez…”[32]
Bu âyet-i kerime’lerde Rabbimiz, şefâatin Kendi iznine bağlı olarak gerçekleşebileceğini ifâde etmektedir ve Allah’ın buna izin vermesi belli şartlarda her zaman mümkündür.
“Rahman’ın huzurunda söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemeyecektir.”[33]
“O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.”[34]
“Onlar Allah’ın razı olduklarından başkasına şefaat etmezler.”[35]
“…Ancak bilerek hakka şâhitlik yapanlar (şefâate sahip olurlar.)”[36]
“Gökte nice melekler vardır ki, Allah’ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için izin vermesi dışında onların şefâati bir şeye yaramaz.”[37]
Yüce Rabbimiz birçok âyet-i kerime’de, Peygamber Efendimiz’den ümmeti için şefâatte bulunmasını istemiştir:
“O halde onları affet, onlar için istiğfarda bulun.”[38]
“Onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” [39]
Daha bu dünyada bile, inananlar için şefâatte bulunması istenen bir Peygambere, âhiretteşefâat hakkı tanınmaması mantığa aykırıdır.
Hem zâten Peygamberimiz (sas): “Her Peygamberin kabul edilecek bir duası vardır. Her Peygamber o duayı (bu dünyada yaparak) acele etti. Ben ise bu duamı (kıyamet gününde) ümmetime şefâat olmak üzere sakladım”[40] ve “Şefâatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir”[41] buyurmuştur.
ŞEFÂATİN ŞARTLARI
Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerimelerde kıyamet gününde , Rahmân olan Allah’dan söz almış; O’nun kendilerine şefâat izni verip sözünden razı olduğu ve şuurlu bir şekilde hakka (tevhide) şahitlik yapan kimselerin, sadece Allah’ın razı olduğu kimselere şefâat edecekleri apaçık bildirilmiştir.
Yüce Allah, kâfirlerden asla razı olmayacağından onlar için şefâat söz konusu olamaz. Yüce Rabbimiz Nisâ Sûresi’nin 48. ve 116. âyetlerinde, “Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başka (günahları) dilediği kimseler için bağışlar...” buyurmuştur. Böylece Allah’ın huzuruna küfür ve şirk üzere gelen hiçbir kâfirin bağışlanmayacağı kesin olarak bildirilmiştir.
Böylece şefâatin şartları:
1. Şefâat edilenin mü’min olması
2. Allah’ın şefâat edene izin vermesi
3. Allah’ın şefâat edilenden râzı olması olarak sayılabilir.
SEVGİLİYİ HOŞNUD EDEN EN BÜYÜK İHSÂN (MAKÂM-I MAHMÛD)
Yüce Allah’ın merhamet ve sevgisinin bizlere yansıyan en önemli göstergesi hiç şüphesiz Sevgili Peygamberimizdir. Çünkü Rabbimiz O’nu âlemlere rahmet vesilesi kılmıştır: “Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”[42]O Sevgili Rasûlün (sas) âlemlere rahmet oluşu, bütün varlıklar için hem bu dünyada, hem de ebedî âhiret yurdunda geçerlidir. Sevgili Peygamberimizin (sas) Allah’tan getirdiği ve bütün hayatı kuşatan ilâhî prensipler, insanların dünya hayatında huzur ve mutluluk içinde yaşamasını sağladığı gibi, âhirette de sonsuz saadet yurdu Cennet’i kazanmalarını temin eder. Kâfirler bile Onun rahmet oluşu sâyesinde dünyada hemen helâk edilmezler, onlara düşünüp ibret almaları için mühlet verilir.
Allah’ımızın Peygamber Efendimizi âlemlere rahmet vesilesi kılması, onun Allah’ın en sevgili kulu olmasındandır. Sevgili Peygamberimiz (sas) bu konuda, ‘’Biliniz ki ben Allah’ın sevgili kuluyum (Habîbullahım). Övünmüyorum (Gerçeği ifade ediyorum)’’ buyurmuştur.[43] Yüce Allah, En Sevgili Kulu (sas) için Kur’ân-ı Kerim’de Kevser, Duhâ ve İnşirâh gibi müstakil sûreler indirmiş; Rasûlünün ömrüne yemin etmiş,[44] hata yaptığında bile ona, “Allah seni affetsin…”[45]gibi sevgi dolu ifadelerle seslenmiştir. Yüce Allah Kurân’ın’da, Kendisini sevenleri Ona ittibâya çağırdığı[46] ; Ona itâati Kendisine itâat saydığı[47]Rasûlünürâzı edeceğini vaat etmektedir:
“ŞÜPHESİZ, RABBİN SANA VERECEK VE SEN DE HOŞNUT OLACAKSIN.”[48]
Her şeyi bilen Rabbimiz, Sevgili Rasûlünü en çok râzı edecek şeyin ümmetinin bağışlanması olduğunu biliyordu. Çünkü O, ümmetinin sıkıntıya düşmesi kendisine çok ağır gelen, mü’minlere son derece düşkün, şefkatli ve merhametli bir Peygamberdi.[49] Kâfirlerin iman etmemesi bile O’nu, kendisini tüketecek derecede üzerken,[50]mü’minlerinâhiretteazâbadûçâr olmaları kim bilir ne kadar üzecekti?
Rasûlullah Efendimizin (sas) bu dünyadaki en büyük hüznü ve kaygısı ümmetiyle ilgiliydi. Bir defasında Mekke’den Medine’ye bir sahâbîsiyle yolculuk yaparken Azvera denilen mevkide bineğinden inmiş ve ellerini açıp Allah’a dua etmiş, sonra da secdeye kapanmıştı. Bunu üç defa tekrarlayan Efendimiz (sas), Rabbinden dilekte bulunup, ümmeti için şefâat yetkisi istediğini ve her secdesinde ümmetinin üçte birinin kendisine bağışlandığını (ve böylece ümmetinin tamamının bağışlanmış olduğunu) müjdelemişti.[51]
Allah’ın Habîbi (sas), ümmetine o derece düşkündü ki zaman zaman onların kurtuluşu için gözyaşı dökmekteydi. Bir defasında Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsa (as)‘nın ümmetlerinin affı için yaptığı içli duaları[52] okuyan Efendimiz (sas) duygulanmış ve ellerini kaldırarak, “Yâ Rabbi! Ümmetim! Ümmetim!..” diyerek ağlamıştı. Bunun üzerine, -Kendisi (cc) her şeyi bilmesine rağmen- Cebrail aleyhisselam’ı En Sevgili Kulu’nun (sas) ağlama sebebini öğrenmesi için gönderen Yüce Allah, bunu sorup öğrendikten sonra huzuruna çıkan Cebrâilaleyhisselâm’a: “EY CEBRÂİL! MUHAMMED (SAS)‘E GİT VE DE Kİ: MUHAKKAK Kİ BİZ, ÜMMETİN HAKKINDA SENİ RAZI EDECEK VE ÜZMEYECEĞİZ.” buyurmuştur.[53]
Yüce Rabbimiz En Sevgili Kulunu razı edecek ödülü bir âyet-i kerime’de şöyle haber vermiştir: “Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, Seni, övgüye değer bir makama (Makâm-ı Mahmûd’a) yükselteceği umulur.”[54]
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.s.)İsraSûresi’nin 79. yetinde geçen “Makâm-ı Mahmûd” u; şefaat olarak tefsir etmiştir.[55] İşte en büyük şefâatmakâmı budur.
Bütün bu açıklamalardan sonra biz ümmete düşen vazife, dilimizden kelime-i tevhidi hiç düşürmemek[56], her ezanda Efendimiz aleyhisselâm için Allah’tan Vesîle ile Makâm-ı Mahmûd’u istemek[57]ve hayatımızın her ânında Sevgili Peygamberimizin sünnetine ittibâ etmek suretiyle Rasûlullahaleyhisselâmınşefâatine ermeye çalışmaktır. Allah’ın selâmı Sevgili Peygamberimiz’ in üzerine olsun.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Bkz. EnbiyâSûresi 21/83; A’râfSûresi 7/151.
[2]En’âmSûresi 6/54.
[3]Mü’minSûresi 40/.7
[4]A’râfSûresi 7/156.
[5] Müslim, Tevbe 4; Ahmed, 3/34 ; Buhârî, Bedü’l-Halk 1 .
[6]Buhârî, Edeb 18; Müslim, Tevbe 4.
[7]Buhârî, Edeb 19, Rikâk 19; Müslim 17; Tirmizî, Daavât 107-108.
[8] Mustafa Alıcı, Şefâat, DİA, XXXVIII, 411.
[9] “Deki bütün şefâat Allah’ındır…” ZümerSûresi 39/44.
[10] Bkz. Enbiyâ 21/107.
[11] Bkz. Kadir Sûresi
[12]Buhârî, Tevhid 24.
[13]Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd25 ; İbnMâce, Cihâd 16; Ahmed 4/131.
[14]Buhârî, Tevhid 24; Müslim, İman 47, 302.
[15] Bkz. Buhârî, Savm:4, Cihad ve Siyer:37; Müslim, Zekât:86.
[16] Bkz. İsrâSûresi 17/79. Âyet ve Tefsiri
[17] Bkz. Kettânî, Mütevâtir Hadisler, Karınca Yayınları, İst. 2003, trc. Hanifi Akın, 553 – 562. Sayfalar
[18]Buhârî, Tevhid19 ; Rikâk 51 ; Tefsirü'l-Kur'ân 17/5.
[19]Buhârî, Tevhid 19, 24 ; Rikâk 51 ; Müslim, Îmân 332.
[20]Buhârî, Tevhid36; Müslim, Îmân 326.
[21]Buhârî, Tefsir 17; Müslim, Îmân 327.
[22]Buhârî, Tefsir 17; Enbiyâ 9; Müslim, Îmân 327.
[23]Buhârî, Tevhid36; Müslim, Îmân 326.
[24]Yusuf Şevki Yavuz, "İslâm’da Şefâat", DİA, XXXVIII, 412.
[25] Bakara Sûresi 2/48.
[26] Kurtuluşun şartlarından olmak üzere meselâ, Mü’minûnSûresinin ilk on âyeti yerine getirilmelidir.
[27] İbrahim Sûresi 14/31.
[28]MünâfikûnSûresi 63/10.
[29]ŞuarâSûresi 26/88,89.
[30]Buhârî, Vasâyâ 11; Müslim, Îmân348-350.
[31] Bakara Sûresi 2/255.
[32]YûnusSûresi 10/3.
[33] Meryem Sûresi 19/87.
[34]TâhâSûresi 20/109.
[35]EnbiyâSûresi 21/28.
[36]ZuhrufSûresi 43/86.
[37]NecmSûresi 53/26.
[38]Âl-i İmrân 159.
[39]Nûr 24/62.
[40]Buhârî, Deavât 1; Tevhid31 ; Müslim, İmân 334.
[41]EbûDâvûd, Sünnet 21 ; Tirmizî, Kıyâmet 11.
[42]EnbiyâSûresi 21/107.
[43]Tirmizî, Menâkıb:1.
[44]HicrSûresi 15/72.
[45]TevbeSûresi 9/43.
[46]Âl-i İmrânSûresi 3/31.
[47] Nisâ Sûresi 4/80.
[48]DuhâSûresi 93/5.
[49]TevbeSûresi 9/128.
[50] Bkz. KehfSûresi 18/6.
[51]EbûDâvûd, Cihâd 162.
[52]İbrâhimSûresi 14/36. ve MâideSûresi 5/118.
[53]Müslim, İman 346.
[54]İsrâSûresi 17/79.
[55]Tirmizî, Tefsir 17 (no: 3137).
[56]"Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, kalbinin bütün samimiyetiyle ‘Lâ ilâhe illallah' diyen kimsedir"[Buhari, İlim 34; Rikâk50]
[57]Efendimiz (sas), ezanı tekrar edip, ezan duasını okuyanlara (ve o duada Kendisi için vesile ile Makâm-ı Mahmûd’u isteyenlere) şefaat edeceğini bildirmiştir. (Buhârî, Ezân, 8, 17; EbûDâvûd, Salât, 37; Tirmizî, Mevakit, 43, Salat, 42)