Gönderen Konu: İnsan ve İman 1  (Okunma sayısı 31 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5803
İnsan ve İman 1
« : Bugün, 07:44:17 ÖÖ »


İnsan ve İman   1

Yüce Allah kendisine kulluk etsinler diye insanı yaratmayı murad etti. O zaman meleklere, “Ben yeryüzünde muhakkak bir halife yaratacağım” diye buyurdu. O ki yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratandır. İnsanı da en güzel şekilde yaratan Yüce Allah’tır.

O, insanın yaratılışına çamurdan başladı. Sonra ona şekil verip, içerisine ruhundan üfledi. İnsan için işitmeyi, görmeyi ve gönülleri (kalpleri) yarattı.

İnsanı bir nefisten ve ondan da zevcesini yaratan ve ikisinden birçok erkek ve kadınlar türeten Yüce Allah, kıyamet gününde insanlar; “Biz bundan habersizdik” dememeleri için, Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendi nefisleri üzerine şahit tuttu. Onlara, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi.

Onlar da, “Evet Rabbimiz olduğuna şahit olduk” dediler. (7/172) Bütün insanlar buluğ çağına erişinceye kadar bu ahit üzerinedirler. Yani mümindirler.

Buluğ çağından sonra kendi hür iradeleriyle mümin, kâfir veya münafık olurlar. “Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör” (76/3) ayeti, seçimin tamamen hür iradeyle yapıldığının delilidir. Esasen “Dinde zorlama yoktur.”

Mümin ve muttakiler ki onlar, Allah’ın azabından hakkıyla korkarlar, rahmetine güvenip salih ameller işlerler, gayba (imanın şartlarına) iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve zekâtlarını verirler (İslam’ın şartlarını yerine getirirler.) “Her nerede olursanız olun Allah sizinledir, her ne yaparsanız Allah onu görendir.

Allah müminlerin dostudur. Onları karanlıktan kurtarıp aydınlığa çıkarır” beyanlarının şuuru ile hareket ederler.

Böylece doğru yol rehberi Allah kelamı, Kur’an ve sünnete uygun olarak “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (51/56) ayeti mucibince sorumluluklarını yerine getirirler ve Yüce Allah’ın, yeryüzündeki halifesi olarak yaratıldıklarının şuuru ile hükümranlığı Allah adına kullanırlar. Onlar imanlarından mutlak manada emin ve kendilerinden emin olunan kimselerdir. Cennet ve Cemallullah ile müşerref olacaklar da onlardır.

Bir nütfeden yaratılmış olduklarından gafil olarak, “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye misal getirenler, “Toprağın içinde kaybolduğumuz zaman biz mi yeniden yaratılacağız?” diyenler her türlü yaratmayı en iyi bilen Allah’ın, onları ilk defa yarattığı gibi dirilteceğini akledemeyenler, zandan başka bir şeye tabi olmayanlar, yalandan başka söz de söylemeyenler, insanları Allah’ın yolundan saptıranlar, Allah’a isyan edip, onları aydınlıktan alıp, karanlığı götüren şeytanı dost edinenler, şehvet ve gazabın kölesi olanlar, nefislerini, heva ve heveslerini ilah edinenler işte onlar kâfirlerdir. “Onların kalpleri vardır ama onlarla gerçeği anlayamazlar; gözleri vardır, lakin onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler, işte onlar hayvanlar gibidir; hatta hayvanlardan aşağıdırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.” (7/179) Bu demektir ki insan ancak kalbinde, Allah bulunuyorsa insandır, değilse de hayvanlardan da aşağıdır.

Önce iman edip, sonra inkâr edenler, yeminlerini kalkan edip, insanları Allah yolundan saptıranlar, müminler ile karşılaşınca “inandık” deyip, kendi başlarına kaldıklarında müminlere olan kinleri yüzünden parmaklarını ısıranlar, her gürültüyü kendi aleyhlerine sananlar, işte onlar münafıklardır. Onlar düşmandır.

Allah onları kahretsin. Münafıklar tövbe etmezlerse ve bu hal üzere ölürlerse onların varacakları yer cehennemdir.

İnsan “Ahsen-i Takvim” olarak (en güzel şekilde) yaratılmıştır. Ve yaratılış itibarı ile iyiye, güzele, doğruya, tekâmüle “iki günü eşit olan mümin ziyandadır.” (hadis-i şerif) uygunluğu ön görülmüştür.

Yaşamaya ilişkin kimliğin oluşumunu ise, tevhit ve şirk kavramları belirler. Bu meyanda Müslüman kimliği taşımak fazla bir anlam ifade etmez. “Nitekim (Bedeviler ‘inandık’ dediler. De ki: Siz iman etmediniz.

Fakat ‘boyun eğdik’ deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi…” Hucurat/14) ayet-i kerimesi çok açık ve net olarak imanın kalbi bir anlayış olduğunun delilidir.

İman kalben mutlak tasdik niteliğinde olunca davranışlar da haliyle iman ile uyumlu olur. Hâl (salih amel) olmadan lafta Müslümanlık geçersiz bir iddiadır. Nitekim Ali Nihat TARLAN’ın ifadesiyle:

“Elestü bezminde postu serenler

Lafza bakmamışlar, mana demişler.”

Bu demektir ki,  insanın ameli inancının delilidir. İnsanın inancı ile yaşantısı örtüşmüyorsa bu hâl karakter bozukluğudur. Bu bağlamda, “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” hadis-i şerifi önemli bir uyarıdır.

İnsanın yaşadığı gibi inanmaya başlaması nefsine, dolayısıyla imanına karşı bir zulümdür. Bu zulmün sebebi ise temyiz kabiliyetini kaybeden aklın maddenin karanlığına hapsedilmesi ve madde ile kuşatılmış olmasıdır.

Akıl madde ile kuşatılınca, hakka giden yol insana kapanmış olur. Bu akıl maddeye doğru düşünür, sığdır, hakkı düşünemez, şeytana tabi olur, nefse hizmet eder.

Heva ve heveslerinin peşinde koşar. Sonuçta insanın hayati ihtiyaçları gözünü perdeler. O zaman insan harikulade olanı bayağı olarak niteler, dünyayı sever, ahireti unutur. Oysaki “Dünya sevgisi hataların başıdır.” (hadis-i şerif)

Dünyaya dalıp, ahireti unutan insan dinden uzaklaşır, gaflete düşer. Ruhaniyetini ve manevi dünyasını harabeye çevirir. Hakka teslim olmak yerine Karun gibi abeste direnir. Yaptığı işlerde elde ettiği başarılarda kendi gücünü görür. Dünyevi varlığa ve iktidara dini bir vecd ile yönelir. Elde ettiği başarılarının tezahürlerini ilahlaştırır. Ahiret nimetlerini idrak edemez olur.

Beşeri düşünüşle, idrak edilemeyen şey yok hükmündedir. Bu hal sapıklıktır, azgınlıktır. Yüce Allah bu gibileri, “Onlar kendilerine bir iktidar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah’tan başka tanrılar edindiler” (Meryem/81) ayet-i kerimesi ile tanımlamaktadır. Bu bağlamda ahireti unutan veya yok sayıp dünya için çalışan ve Allah’ı anmaktan gafil olanları Rabbimiz, “Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz” (Taha/124) ayet-i kerimesi ile uyarmaktadır.

Öte yandan, “İnanıp da imanlarına zulmetmeyenler (var ya) güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır” (6/82) ayet-i kerimesi hem mühim bir uyarı, hem de müjde niteliğindedir. Müjdedir zira “Ahiret için ibadet ve tâatta bulunanlara Yüce Allah dünyada refah ve saadetler ihsan eder.”(hadisi şerif) Bu demektir ki dini ile dünyası çatıştığında dinini tercih edenin, dünyasına Allah kefildir. Bu bağlamda, “Erkek ve kadın kim mümin olarak salih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz”( Nahl/97) ayet-i kerimesi ile Yüce Allah hem dünya hem de ahiret saadeti vadetmektedir ki onun vaadi haktır.

İmanda, bilgiye dayanan, iradeli ve mutlak tasdik ve ihtiyar (seçme hürriyeti) esastır. Zannı galibe dayalı bir tasdik (mukallidin imanı) makbul değildir. Bu bağlamda insanı dinin icaplarını anlayarak salih amel işlemeye ve ibadete sevk etmeyen iman tehlikededir. Zira insanın ahlakı imanı ile içselleşmeyince, çevresinden etkilenmesi kaçınılmazdır. Tıpkı termometrenin derecesinin hava sıcaklığına bağlı olarak değişmesi gibi.

Bu sebeple Yüce Allah, insanların zulümden kaçınıp adalete yönelmeleri ve felah bulmaları için Asr Suresi ile yol gösteriyor. Şöyle ki, “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” Rabbimiz bu büyük surenin başında, zamana yemin ederek, zamanın önemine dikkat çekmektedir.

Çünkü zaman Allah-ü Teâlâ’nın yaratma, yok etme, yönetme, rızıklandırma, yüceltme, alçaltma gibi kendi varlığını ve sonsuz kudretini gösteren fiillerin tecelli ettiği bir süreç olduğu gibi, insanların da, hayatın bütün eylemlerini gerçekleştirdikleri bir imkânlar ve fırsatlar alanıdır.

Arkasından felaha ermenin şartlarını iman-ı hakiki, salih amel, hukuka saygılı olmak, Hakk’ı hak bilip, Hakk’a tabi olmak, hakkı tutup kaldırmak (Hak: Yüce Allah’ın bir ismi Celil’idir. Yere düşürülmez.) Allah ve Resulüne itaatte sebat, dolasıyla günah işlememede süreklilik, Allah’ın kader ve mukadderatına rıza ile teslimiyet şeklinde bilgilendirmektedir.

Bu bağlamda hakiki iman tahkiki imandır. Tahkiki iman ehli; Allah’ın emir ve yasaklarını, hükmolunan rabbani prensipleri, ilmi esaslara dayanarak, kalben anlayan, aklen bilen, lisanen ifade eden, fiilen yaşayan, idealist insandır. Bu bağlamda kalp ile aklın birlikteliği din ile bilimin bütünleşmesidir. Zira dinin (Kur’an) izahı ve tefsiri ile bilimin tahlil ve tasviri arasında herhangi bir tezat yoktur. Bu meyanda dinin (İslam’ın) kabul etmediği hiçbir bilimsel gerçek olmadığı gibi, bilimle çelişen hiçbir vahy-i ilahi yoktur. Bilakis Yüce Allah’ın kâinatı yaratmış olduğu gerçeği, bilimin ilerlemesine bağlı olarak bugün, düne nazaran daha güçlüdür.

Bahaddin Elçi.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41