TABİATA BAKIŞIMIZ
Tabiat konusunu Kur’an’ı Kerim’de araştırıp öğrenmek isteyen herkesin karşısına çıkan ve dikkatini çeken bir şey vardır: Yağmur..
Allah Teala, bütün canlıların ve varlıkların rızık ve nimet kapılarının yağmurla açıldığını belirtiyor. Konu edilen ayetlerden bir kaç örnek gösterelim..
Tabiatın ana kaynağı sudur
“İnsan, yiyeceğine bir baksın; doğrusu suyu bol bol indirmekteyiz. Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.” (Abese 24-31)
“Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgarları gönderen Allah'tır. Rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları taşıdığında, onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz; ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız. İyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir, çorak toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek millet için böylece ayetleri yerli yerince açıklarız.” (Araf 57-58)
“Rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik; yukarıdan su indirdik de sizi onunla suladık. Yoksa siz onu toplayamazdınız.” (Hicr 22)
“O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden, birbirine benzeyen ve benzemeyen yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık. Ürün verdiklerinde ürünlerine, olgunlaşmalarına bir bakın. Bunlarda, inananlar için, şüphesiz, deliller vardır.” (En’am 99)
Ayetlerden de anlaşılacağı üzere yeryüzündeki canlı ve cansız bütün varlıkların birinci hayat kaynağı yağmurdur ya da sudur. Tabiat ve doğal çevreye baktığımızda da bunu hemen görmek mümkündür.
Tabiat, kişiye iman vesilesidir
"İslâm dünyasının temel kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamberin telkîn ve tavsiyeleri, insanın tabiat karşısındaki durumunu batıdan bir bakış açısıyla takdîm etmiştir. İslâmiyet, tabiatı bütün varlık ve enerjisiyle insanoğlunun emrine tahsis edilmiş bir emanet olarak nitelemiştir."
Bedenî ve ruhî, fizik ve psikolojik yönleriyle insan, gerçekten mükemmel bir yapıya sahiptir. Bu denli müstesnâ bir varlığın dünyada bulunuşunun çok ciddî sebep ve hikmetleri olmalıdır. İnsan; yesin, içsin, zevk ve safâ etsin, gönlünce eğlensin diye yaratılmış olsaydı tarihin ilk devirlerinden beri onun zihnini "Burada niye bulunuyorum, niçin varım" gibi sorular hiç meşgul eder miydi? Fakat gelin görün ki, var olduğu gün olduğu kadar bugün de insan kendini bu sorulara cevap bulma kaçınılmazlığı içinde görmektedir. Düşünce ve tefekkür tarihi, konunun bitip tükenmez tartışmalarıyla doludur.
Tabiat, insanın emrine verildi
"Yeryüzünde ne varsa hepsi insanın menfaati için yaratılmıştır." (Bakara 29)
İnsan bu dünyada zararlı olandan kaçınıp faydalı olanı yapacaktır. Bütün dînî ve dünyevî görevlerde bu değişmez bir prensiptir. "Faydasız ve lüzumsuz işler (mâlâya’nî) insanı ilâhî rahmetten uzaklaştırır", "İnsanların en iyisi insanlara en faydalı olanıdır" düsturları insanın tabiata ve insana nasıl bir anlayışla yaklaşacağını çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. Faydacı anlayış İslâmiyet’te de esastır. Ancak İslâmî inanç ve ahlâk sistemi, pragmatistlerde olduğu gibi şahsî ihtiras ve bencilliği körükleyen bir faydacılık yerine menfaatperestliğe ve tamahkârlığa prim vermeyen, aksine fedakârlık ve diğerkâmlığı teşvîk eden anlayışı hâkim kılmak istemiştir. Bunda kişinin de toplumun da gerçek mutluluğu temel hedef alınmıştır.
Çevre sorunumuz büyük
Öte yandan çevre sorunu günümüz insanının en çok sıkıldığı konulardan birisidir. Şüphesiz çekilen bu sıkıntılar, ne pahasına olursa olsun daha çok kazanma hırsından kaynaklanan ve etrafımızı yakıp, yıkmayı, tabiatı hor görüp harap etmeyi mubah gören sanayileşme süreciyle başlamıştır. Son iki asırdır sürdürülen bu süreç yüzünden insanla tabiatın arası açılmış ve çevre ile ilgili sıkıntılar da öylece baş göstermiştir. Halbuki eskiden böyle bir şey yoktu. Zira şairin dediği gibi o vakitler 'Tabiat kendi, biz de kendimizdik.' Fakat ne yazık ki 'Birgün kendimizden geçip delirdik. Etrafımızı yıkıp harap ettik. Ve her şeyi kendimize benzettik.'
Gerçekten de günümüzde yaşanan çevre sorunlarının asıl sebebi bizleriz. Çünkü yaşanan bütün sorunlar, insanların kafaları ile gönüllerinin kirlenmesinden, ahlak telakkilerini değiştirerek hem tabiata ve etrafındaki tabii değerlere, hem kendi cinslerine, hem de diğer canlı varlıklara karşı saygı ve sevgi hislerini kaybetmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. İnsanlar olarak 18. yy'da teknolojik gelişmeyi arkamıza alarak tabiata hükmetme sürecine girdiğimiz günden beri hem insanlara, hem de her şeyimizi kendisinden temin ettiğimiz tabiata karşı olması gereken saygı ve minnet hissini yitirmiş bir varlık olarak yaşamaktayız. Aşık Veysel'in 'Benim sadık yarim kara topraktır.' dediği günler epeyce gerilerde kaldı. Zira şu anda insanlık, hala tabiatı sadece maddi olgular dizisi olarak görme alışkanlığı içinde hareket etmektedir. Tabiattan, tabiata ait her türlü değer ve varlıklardan istifade etmede ve onları kullanmada çok yanlış ve savurgan davranılması da bu yüzdendir. Oysa maddi olarak görünen tabiatın bir de manevi ve metafizik boyutu vardır. Bu husus, bizzat tabiatın yaratıcısı olan Yüce Allah tarafından haber verilmiş ve şöyle buyurulmuştur:
"Yedi kat yer ve onlarda bulunanlar, Allah'ı tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız." (İsra 44)
"Gökte ve yerde olanların, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvan ve insanların bir çoğunun Allah'a secde ettiklerini görmez misiniz?" (Hac 18)
"Gövdesi olmayan bitkiler ve ağaçlar da Allah'a secde ederler." (Rahman 6)
"Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Onların her biri kendi niyaz ve tesbihini yaparlar." (Nur 41)
"Yerde yürüyen hayvan ve iki kanadıyla (havada) uçan kuşlar, ancak sizin gibi topluluklardır." (Enam 38)
Bu ilahi beyan ve açıklamalar, cansız varlıklar gibi görünen tabiatın, bir de manevi ve metafizik boyutunun olduğunu göstermektedir. Bu bilgi, çevrenin bozulmamasının teminatı sayılır. Buna inanan her insan, tabiattaki dengeyi bozmanın doğru olmayacağını, bundan doğacak olumsuz sonucun ise eninde sonunda yine kendisine fatura edileceğini çok iyi bilir.
Dünyayı hem kendi varlığının yüceliğini kullarına kanıtlamak, hem de nimetlerinden usulünce yararlanıp üzerinde rahatça yaşamamızı sağlamak için yaratan Allah, alemde kurduğu denge ve o dengenin bozulmasına ait sonuç hakkında şöyle buyurmaktadır. "Şüphe yok ki biz her şeyi (dengeli) bir ölçüye göre yaratmışızdır." (Kamer 49), "İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar. Allah da belki de geri dönerler diye, yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırır." (Rum 41) Şu anda yaşanan çevre sorunları, gerçekten de kendi ellerimizle yaptıklarımızın sonucu değil de nedir sanki!
Bilindiği üzere tabiatı sevmek, dünyayı imar edip ona yeni değerler katmakla olur. Böylece insanlar bu ilave değerlerden faydalanır ve ilave eden de, üreten kişi olarak Allah nezdinde sevap kazanır.
Bu konuda peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in şu hadisleri ne kadar anlamlıdır:
"Elinizde bir hurma fidanı varsa, kıyamet kopuyor bile olsa, onu hemen dikiniz."
"Bir Müslüman bir ağaç diker de onun meyvesinden insan, ya da hayvan yerse o yenilen şey, ağacı diken şahıs için sadaka olur."
"Hiçbir Müslüman yoktur ki ağaç diksin, ya da ekin eksin ve ürününden insan, kuş, kurt yesin de kendisi ondan istifade etmesin? Elbette o da diktiği ve ektiği şeyden dolayı sevap kazanır."
Çevreye saygılı olmak
Allah'ın sevgili Rasulü Hz. Muhammed (s.a.s.)'e göre "İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır." Hiç şüphesiz faydalı olmanın en açık göstergelerinden biri de Yüce Allah'ın emaneti olarak yaratılan ve istifademize sunulan çevreye saygılı olmak, müştereken kullandığımız, su, orman ve yeşillik gibi tabii değer ve varlıkları israf ve ifsat etmeksizin koruyup kollamaktır. Ne var ki bunun için insanları eğitip ıslah etmek ve onlara insan ve tabiat sevgisini vermek gerekmektedir. Çünkü çevre kirliliği bir bakıma manen kirlenen ve ahlaken bozulan insanın ahval ve ef'alinin tabiata yansımasından başka bir şey değildir. Ruhen temiz, zihnen gelişmiş, ahlaken yücelmiş, vicdanen merhametli olma ve yaratılanları yaratandan ötürü sevme mertebesine ulaşmış her insan, çevrenin temiz tutulmasının gereğine inanır ve onu aynı zamanda dini bir görev olarak görür. Nitekim Cenabı Hak da kainatı bu gözle bakmamızı istemekte ve şöyle buyurmakta: "O Rab ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a ortak koşmayın." (Bakara 22)
Gerçi bazıları dini ve ahlakı bu işe karıştırmayabilirler. Ancak hemen söyleyelim ki böyle bir tavır, o düşüncede olan kişilerin kendi özel sorunudur. Bize göre dini ve ahlakı dışarıda tutarsak, diğer bir çok konuda olduğu gibi çevre sorununu çözme konusunda da başarıya ulaşamayız. Her ne kadar bilimsel yöntem olmaksızın bir işi sonuçlandırmanın imkanı yoktur, fakat bilinmelidir ki tek başına kaldığı zaman bilim, iyilik kadar kötülük de getirebilir. Çünkü salt bilimin kendi içinde iyi-kötü, güzel-çirkin diye bir değer yargısı yoktur. Söz gelişi ilim bize atom bombasının nasıl yapılacağını gösterir ama ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini söyleyemez. Çünkü o bir değer yargısıdır, o değer yargısına varansa bizzat insandır ve de insanın inanç, duygu ve düşünceleridir. O halde problemin çözümü, öncelikle nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize ve bu konuda vereceğimiz karara bağlı gözükmektedir. Diyelim ki ilmi yanlış kullananların elinde gelişen teknoloji çevre kirliliği getirdi. Şimdi bizim bunu gidermeye veya hiç olmazsa azaltmaya çalışmamız gerekmez mi? Elbette gerekir. Eğer buna gerçekten karar verirsek, işte o vakit bilime ihtiyacımız olacaktır. Ama önce bizim karar vermemiz gerekiyor. Çünkü o kararı bilim veremez.
Bilindiği üzere İslam temizliği imandan saymış ve onu Allah'ın sevgisini kazanmaya vesile olan temel unsurlardan biri olarak görmüştür. Nitekim Kur'an-ı Kerim, "Allah temiz olanları sever." (Tevbe 108) buyurmaktadır. Dahası, eğer temizlik olmazsa ne sağlıktan, ne doğru dürüst bir hayattan, ne de insanca yaşamaktan söz edilebilir.
Bu konuda Rasulullah (s.a.s.)'ın bize ulaşan mesajı ise şöyledir: "Şüphesiz Allah güzeldir, güzelliği sever. Temizdir, temiz olanı sever... Evinizin içini ve dışını temiz tutunuz."
Çoçuklar da tabiata yönlendirilmeli
Çocuğun hayatında sosyal çevre kadar doğal çevre de önemlidir. İçinde yaşadığı toplum kadar, içinde yaşadığı tabiat da çocuğu etkiler ve ilgisini çeker. Ne var ki, toplumun büyük çoğunluğu, tabiat veya doğal çevreyle ancak hava kirliliği veya yoğun yağışlar söz konusu olduğu zaman alâkadar olurlar.
Günümüz toplumlarının pek çoğu, tabiatla iç içe olmak ve doğallık açısından geçmiş zamanlara göre gittikçe şanssızlaşmakta. Artık evlerde çiçek yetiştirenler bile azaldı. Evler, işyerleri, hastane koridorları gibi mekânlar, plastik çiçeklerin istilasına uğramış durumda. Nedenini anlamak güç ama bir çiçeğe su vermek, kuru yapraklarını temizleyip bakımını yapmak, tomurcuklanmasını, çiçek açmasını izleyip mutluluk duymak yerine, her gün naylon çiçeklerin tozunu silmek tercih ediliyor. Sonuçta da bir böcek görünce aklı başından fırlayacakmışçasına dehşete kapılan "mekanik" bir nesil büyüyor.
Doğaya ilgi insanın fıtratında
Sevgiler türlü türlüdür. Doğa sevgisi de insan fıtratında yer alan sevgilerdendir. Doğa sevgisinin özü, "Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmek" hissinin uyandırdığı algılardır. İnsanlığa sunulan tabii varlıklar üzerinde düşünüldüğünde, insana ne kadar değer verildiği de idrak edilebilir. Çünkü yeryüzünde insan için gerekli olan her şey hazırlandıktan sonra insanın bu doğal ortamda yaratıldığı bildiriliyor. İnsan tabiattan uzaklaştıkça yabancılaşma da artıyor. Ya çocuklarımız; onlar için doğa ne ifade eder?
Hepimiz, öncelikle çocuklarımızın kalbinde imanın filizlenmesini, yani Yüce Yaratıcı’nın varlığının idrak etmelerini isteriz. Bu idraki oluşturmak için çocuğu doğa ile yakından tanıştırmak çok etkilidir. Şehirdeki hayata çocuk gözüyle bakıldığında, her şeyin insanlar tarafından planlandığı, yapıldığı, uygulandığı izlenimi edinilir. Evler, arabalar, yollar... akla gelen tüm yapay nesneler... Oysa çocuk gözünde, evde musluktan akan su ile dağdan kaynayan pınar farklı anlamlar taşır. Bu noktadan hareketle, yetişkinler çocuğa sonsuz kudret sahibi Yaratıcı’yı kavratmada tabiattaki olaylardan ve varlıklardan temalar sunabilirler.
Özellikle küçük yaştaki çocuklar kocaman dağların içinde veya ardında ne olduğu; büyük kayaların nasıl devrilmeden durabildiği, yıldızların neden dünyaya düşmediği, ırmakların denize aktığı halde nasıl olup da denizlerin taşmadığı gibi pek çok tabiat olayını merak ederler. İşte onların bu meraktan kaynaklanan soruları, onlara Allah’ı ve yaradılışı kavratmak için eşsiz fırsatlardır.
Doğayla iç içe olmanın başka faydaları da vardır. Çocuklar kırlarda kuş gibi koşarken, dağlara-tepelere tırmanırken, çimenlerde takla atarken, kırlarda gönlünce çiçek toplarken özgürlüğü tadarlar, becerilerini sınarlar. Stres atarlar, fazla enerjilerini deşarj ederler. Bazen de dinledikleri masalların buralarda geçtiğini hayal ederek, masalda sözü geçen canlı-cansız varlıkları görmeyi umarlar. Masal içinde yaşıyormuşçasına heyecanlanırlar, mutlu olurlar.
Çiçek, ağaç veya sebze gibi bitkiler yetiştirmek de çocukta üretim sürecinin anlaşılmasını kolaylaştırır. Gözlem ve mukayese etme imkanı bulur, doğaya katkı sağlar. Örneğin her yaş gününde çocuk kendi çabalarıyla bir ağaç fidanı dikse, çocuk büyüdükçe fidanları da hem büyüse hem de çoğalsa ne güzel olur!..
Unutulmamalıdır ki, tabiat olmaksızın insan yaşayamaz. Yüce Allah’ın bize sunduğu doğal ikramları çocuklara tanıtmak, tattırmak, sevdirmek, tefekkürü ve teşekkürü öğretmek de bizim görevimiz. Bu görev her mevsimde ayrı bir güzellikte yerine getirilebilir ama özellikle şimdi tam zamanıdır!..
Son bir kaç söz..
İnsan, doğuştan ölümüne kadar kendi hayatını idame ettirmek zorunda olduğu gibi, bu hayatına katkıda bulunacak olan tabiata ve çevresine de saygılı davranmak zorundadır. Dünyadan başka bir gezegende yaşayamacağından, bu dünya canlılarına ve varlıklarına kendi gözü gibi bakmalıdır. Unutmayalım ki, tabiat ve çevre mefhumunun içinde insan da mevcuttur.
ŞAFAK DERMAN