İnsanın Anlama Arayışı ve Dinin Rolü
Anlam, günümüzde sosyal bilimlerce sıklıkla dile getirilen, varlığa ve hayata güçlü bir zemin kazandıran işte tam da bu nedenle bireyler tarafından aranılan ve sorgulanan bir husus. “İnsan davranışlarının temel kaynağı nedir?” ya da bir başka ifadeyle “İnsan ne için yaşar?” sorularına yanıt arayan sosyal bilimciler kendilerince farklı cevaplar vermişlerdir. Mesela S. Freud’a göre insan davranışlarının temelinde yatan şey “haz arayışı”dır. İnsan davranışlarının en temel güdüsü hazdır. İnsan ne yaparsa hazza ulaşmak gayesiyle yapar. Gündelik hayatında insiyaki olarak acıdan kaçınır ve hazzı arar. A. Adler’e göre ise insan davranışlarında asıl olan “güç istemi”dir. İnsan güç elde etmek ve böylelikle hem kendi hem de başkalarının hayatını etkileyecek şekilde kontrol sağlamak ister. Üstünlük arzusunu gerçekleştirmek maksadıyla davranışlarda bulunur. V. Frankl’a göre ise insan davranışlarının temelinde “anlam arayışı” yatar. İnsan, anlam arayışının bir gereği olarak davranışlarda bulunur. Bu güdü insan davranışlarını şekillendiren en temel unsurdur. Toplama kamplarında yaşadığı ve tanık olduğu onca acıya dayanarak Frankl, insanın davranışta bulunmasının en temel unsuru olarak anlamı görmüştür. Frankl gibi varoluşçu sosyal bilimciler başta olmak üzere pek çok düşünür anlam konusunu farklı pencerelerden değerlendirmişlerdir. Hayatın anlamı nedir? İnsanın anlam oluşturucu olarak hayatın anlamını kazanmasındaki katkısı nedir? İnsan ne zaman anlamı daha derinden sorgular? Hayatın anlamı insanın ötesinde bir alan tarafından belirlenir mi? Yoksa hayata tüm anlamını yükleyen özne birey midir? Bu sorular sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinin konusu olmuş ve bu hususlarda pek çok düşünürün söyleyeceği hep olagelmiştir. Söylenildiği üzere geniş bir tayfta ele alınabilecek olan anlam konusu bu yazıda bireyin anlam arayışı ve bu anlam arayışı sürecinde dinin rolüyle sınırlı tutulmaktadır.
İnsanoğlu yaşadığının bilincinde ve yaşadığı hayatın sonluluğunun farkında olan tek canlıdır. İnsan, ömrün bitiminin olduğunu idrak edebilen bir fanidir. Yaşadıklarına ve hayallerine anlamlar yükleyen, bunlar üzerine şimdisini ve geleceğini inşa eden bir varlık. Çocukluğundan itibaren yaşadıklarına anlam atfetmeyi ve geleceğe yönelik hayaller kurmayı, karşılaştığı durumlar ve deneyimleri ile anlamlı bağlar oluşturmayı öğrenir. Gündelik hayatta yaptıklarını anlamlandırarak çocukluktan itibaren kurduğu genel anlam dünyasına bağlamaya çalışır. O anda yaşadıklarının ve yaptıklarının genel anlam dünyasıyla bir bağlantısını kurar. Bu süreç bir ömür boyu devam eder gider. İnsan hayatında olgunlaşma denen gelişim ve dönüşüm de böyle oluşur. Manevi açıdan olgun insan, ustalık duygusu kazanmış bilge kişi biraz da hayatında anlam örüntüsünü sağlam atmış, yaşadıklarına rağmen onu korumuş, yaşamın getirdiği türlü şartlara ve güçlüklere karşı onu tahkim etmeyi, gerektiğinde yeterli esnekliği gösterip dönüştürmeyi başarabilmiş insandır bir yönüyle. Yaşam boyu devam eden anlam ve anlamlandırma konusunda asgari tutarlılığı sağlayabilmiş bireydir.
Yukarıda da farklı şekilde ifade edildiği üzere insan yaşadıklarına ve yaşayacaklarına anlam atfeden bir varlık. Bu onun tabiatında olan en temel özelliklerden birisi. Hayatta yapıp ettiklerini bir gayeye atfen yapar, başına gelenleri ömrünün geneli için belirlediği anlam örüntüsüne kıyaslar ve durumsal anlamlar oluşturur. “Bu yaşadığımın anlamı nedir?” sorusunu sorduğu her anında zihinsel yapısı ona bir cevap sunar. Peki, hayatımızda bunca önemi olan anlam dediğimiz şey nedir? Aslında anlam dediğimiz şey hayatta yapıp etmelerimizin ve yapacaklarımızın karşılığı olarak gördüğümüz öznel değerler ve işlevlerdir. Bu değerleri çocukluğumuzda içine doğduğumuz kültürde hazır buluruz büyük oranda. Sosyalleşme sürecinde de edinir ve kendimize mal ederiz. Bizi biyolojik ve psikolojik açıdan büyüten çevre bilişsel dünyamızda da anlam şemalarını yavaş yavaş oluşturur. Biz de öznel fırça darbelerimizle bu anlam şemalarına son şeklini veririz. “İyi bir çocuk olmak, iyi bir insan olmak, adam olmak, Yaradan’ın rızasını kazanmak” hep bu anlam şemalarına örnek olarak verilebilir.
Hadi hep birlikte şöyle bir zihnimizi zorlayalım. Yaşadıklarımıza, gündelik yaşamda karşılaştıklarımıza ne zaman özerk işlevler yüklemeye, değer ve önem atfetmeye başladık? Çoğunlukla bu sorunun cevabını soyutlamanın başladığı ergenlik dönemine kadar götürürüz. Özellikle kimlik bocalamalarının ve kimlik kazanma sürecinin yaşandığı bu dönemde yaşadıklarımıza öznel anlamlar yüklemeye başlarız. Bu, kimlik edinim sürecinin de doğal bir parçasıdır. Meslek, ideoloji, dinî yönelim, hayat tarzının belirlenmesi, gelecek planlamaları hep bu anlam arama ve yüklemelerin sıklıkla yapıldığı alanlardır. Lise biterken üniversiteli olmaya, üniversiteyi kazanmaya farklı anlamlar atfederiz. Neler yüklemeyiz ki üniversite kazanmaya. “Eğitimli bir insan olmak”, “iyi bir meslek ve statü sahibi olmak”, “yeni sosyal ve fiziksel ortamlara girmek”, “sıradan bir birey olmamak” vb. pek çok fonksiyonu üniversiteli olmaya iliştiriveririz. O nedenle üniversiteli olmak bizim için apayrı bir anlam taşır. Ebeveynlerimiz de benzer bir anlamlandırma sürecini takip eder ki bu yolda ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırlar ve çocuklarını da bu yolda zorlar veya motive ederler. Kısacası anlamın özünde bağlantı kurma, bir şeyi başka bir şeyle ilişkilendirme söz konusudur. Mesela burada “üniversiteli olmak” ile “iyi bir meslek ve statü sahibi” olmayı ilişkilendiririz. Tabii ki burada kurulan ilişki insan zihninde takdir edilmiş soyut bir bağlantıdır. Bu nedenle ilişkilendirdiğimiz hususu önemseriz, ona bir değer atfederiz. Doğal olarak da onu hayat gayesi olarak kabul ederiz. Bazen de anlam atfettiğimiz şeyi yaşam gayesi olarak, hayata tutunmamızı sağlayan tutamaçlar olarak görürüz. Ancak hayatın en temel unsuru zamandır. Zaman ise değişim getirir. Bu nedenle zamanla olaylara, durumlara, kişilere, yaşananlara yüklenen anlam da değişir, daha doğrusu değişmek durumundadır. İnsanın olgunlaşmaya doğru giden bir yaşamda bu esnekliği gösterebilmesi gerekir. Yukarıda verdiğimiz örnekten devam etmemiz gerekirse üniversiteli olmayı bunca şeyle ilişkilendiren, yani anlamlandıran bireyin üniversite sınavını kazanamadığında “üniversiteli olmaya” tutturduğu işlevleri farklı bir alana kaydırabilmesi gerekir, burada hayatın başından beri oluşturduğu daha genel anlam örüntüsüne döner. Hayat bundan ibaret değildir, “Asıl olan iyi bir meslekse farklı alanlarda da kazanılabilir.” der ve yoluna devam eder. İnsan değişen hayat şartları karşısında istikrar ve güven arayışının bir gereği olarak gündelik hayatta karşılaştığı durumsal anlamları daha kalıcı olan anlam örüntüsüne uygun olarak değiştirebilir. Bu sayede hayata tutunur ve olgunlaşır. Anlam konusunda yaşadığı kırılmalar ve çelişkilerde ise anlamsızlık yaşar, umutsuzluğa düşer ve çöker.
İnsan kendisine mutluluk getirecek anlamlı bir hayatı hedef edinmiştir. Bu hedefi gerçekleştirme yolunda hayatında pek çok gaye edinir. Bu amaçlarını gerçekleştirdikçe devamlı suretle günceller. Gayelerle bezenmiş bir hayat anlamlıdır. İnsan gayelerini de değerlerine göre belirler. Değerleri çerçevesinde belirlediği gayelerle hayatta bir iz bırakmak ister, bir hoş seda bırakmaktır amacı. Değerleri ve belirlediği gayeleri çerçevesinde kendine değer vermesine katkıda bulunan anlamlı bir hayatı inşa eder. Uzun soluklu bir maratonu andıran hayatta her şey istediğimiz gibi gitmeyebilir. Bazen neşe, bazen hüzün düşer nasibimize. İnsan olan başa hüzün de neşe de yakışır. İşte bu tür durumlarda insan daha çok artırır anlam arayışını, sorgulaması yoğunlaşır, duygusal çelişkileri ve kontrol ihtiyacı artar. Sığınacak güvenli limanlar arar. Yaşadıklarını değerlendirirken kendinin ötesinde bir güç arayışı içine girer. Medet ister hayatını anlamlı kılan Yaradan’dan. Bir başka ifadeyle hayatta karşılaşılan olumsuz olay ve durumlar, insanın hayata tutunmasını sağlayan anlamı, istikrar ve kontrol duygusunu tehdit edebilir. Böyle durumlarda kişi, anlamı koruma veya dönüştürme yoluna gider. Kaybettiği kontrol duygusunu yeniden kazanmaya gayret eder. Kendini rahatlatacak teselli arayışına girer. İşte bu sürecin psikolojideki adı başa çıkmadır. Başa çıkma sürecinde dinî inanç ve değerler referans olarak kabul ediliyorsa, başa çıkma etkinliği olarak kullanılıyorsa buna da dinî başa çıkma süreci ismi verilir. Kişi bu süreçte başına gelenleri aşkın bir alanla ilişkilendirir, kader, imtihan kavramları çerçevesinde yaşadıklarını anlamlandırır. Dua, sabır, tevekkül, şükür, alçak gönüllülük gibi dinî değerler yardımıyla sorunlarının üstesinden gelmeye gayret gösterir. Ancak her zaman süreç olumlu seyretmeyebilir. Bazen de insanın yaşadıkları nedeniyle ilahi adaleti sorguladığı, yaratıcının varlığından şüphe ettiği, Yaradan’ın rahmetinden ümit kestiği anlar olabilir. Dinî ilkeleri, dindarları ve din kardeşliğini sorguladığı zamanlar, manevi ve duygusal soğumalar yaşadığı anlar olabilir. Olumsuz dinî başa çıkma süreci olarak görülen bu dönemlerde bireyin anlam arayışı daha kırılgan bir hâl alır. Manevi ve psikolojik durumu bundan olumsuz etkilenir. Bu tür durumlarda bireyin manevi ve dinî yönden desteklenmesi ihtiyacı ortaya çıkar. Anlam dünyasının yeniden organizasyonunda manevi içerikli sosyal destek önemli işlevler icra edebilir.
İnsanı anlam arayışına sevk eden, zor zamanlarda çoğunlukla en önemli destek alanı inanç ve değerlerdir. Bir yönüyle inandığı dinin ilkeleridir. Her insan güçlüklerle başa çıkma sürecinde dinî ilkelere farklı sıklık ve oranlarda başvurabilir. Çoğunlukla bu durum bireyin hayatında genel olarak dinin konumuyla ilintilidir. Yani din bireyin hayat tarzında ne kadar yaygın olarak varsa başa çıkma sürecinde de o sıklıkta ve oranda sürece dâhil olur. İnanç ve değerlerin başa çıkma sürecine dâhil olması ise hem olumlu hem de olumsuz bir şekilde gerçekleşebilir. Bu bireyin din tasavvuru ve anlayışıyla ilgilidir. Örneğin bazı insanları yaşadıkları olumsuzluklar manevi olarak olgunlaştırabilir. Bu insanlar başlarına isabet edeni, yani musibeti Yaradan’dan gelen bir imtihan vesilesi olarak, hatta manevi gelişim için bir fırsat olarak ya da başka bir ifadeyle cennete bilet olarak değerlendirebilir. Bu tür bir yorumlama biçimi bireyi Yaradan’a ve dinî ilkelere riayete daha fazla yaklaştırabilir. Hayatın temel gayesi ve derin manasını keşfetmesini sağlayabilir. Aksi durumda ise yaşanılan travmanın bireyin duygularında oluşturduğu olumsuz etkiler kimi zaman çelişki ve sorgulamaya kimi zaman öfke ve isyana evrilebilir. Birey kendisini Yaradan’dan, dinden ve dindarlardan uzaklaştıracak bir sürecin içerisinde bulabilir. İnsan çoğunlukla içerisinde yaşadığı dinî kültürde mündemiç referans noktalarıyla bu süreci yönetir ve kontrol altına almaya çalışır. Ancak modern zamanda şehirleşmenin ve bireyselleşmenin yoğun olduğu ortamlarda bu süreç daha zor olmaktadır. İşte böyle durumlarda bireylerin dinî ve manevi değerleri çerçevesinde sosyal ve profesyonel destek almaları yararlı olacaktır. Hayatta karşılaştığımız her şey gibi zorluk ve güçlükler de biz biraz daha iyi ve olgun insan olalım diye var. Marifet bu sırrı görmek, bu anlama ermekte belki daha da önemlisi bu tercihi yapabilmektedir.